(25) Mu..... Pa....
From: terzibaba13@hotmail.com
Subject: RE: merkez efendi odevi, 7 mart 2014
Date: Sat, 8 Mar 2014 10:52:13 +0200
Aleyküm selâm Murat oğlum yazını okudum dosyasınıda indirdim yerine ilâve ettim. Mailinide merkez dosyasına aktarıp oradaki sırasına girmiş olacak daha sonra hepsini düzenleyip dosya tamam olunca tekrar herkese göndereceğim bu vesile her kes herkesin fikirlerinden faydalanmış olacaktır inşeallah. Seninde yazın güzel olmuş eline diline sağlık Cenâb-ı Hakk daha nice tefekkürleri nasib eder inşeallah. İşlerin kolay gelsin. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
------------------------
Date: Fri, 7 Mar 2014 01:01:19 -0800
Subject: merkez efendi odevi, 7 mart 2014
To: terzibaba13@hotmail.com
Efendim selâmün aleyküm,
Bu yıl verdiğiniz Merkez Efendi hikâye konulu tefekkür çalışmasını nihayet tamamladım. Hem aşağıda hem de ek'te dosya olarak iletiyorum:
------------------------
Muhterem Efendim,
Bu yıl zarfında Hakk’ın her yerde olması meselesi zihnimi ayrıca meşgul etti. Çünkü sohbetlerinizde yer yer tefsir ettiğiniz “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. (57/4)”, “Ne tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın vechi oradadır. (2/112)” gibi ayetler çarpıcı bir şekilde Hakk’ın var olan tek şey olduğunu ifade etmekteydi. Tabii yaşantı olarak bunu idrak ettiğimi söylemek mümkün değil. Merkez Efendi hikâyesindeki sorunuza da anlayabildiğim ölçüde bu çerçeveden yaklaşmaya çalışacağım. Yazdıklarımın sizin sohbet ve kitaplarınızı referans alarak bir anlama gayreti olduklarını en baştan ifade etmek istiyorum. Muhtemel hatalarım için affınıza sığınıyorum.
Madem var olan sadece Hakk ise ve yokluk bizim için büyük bir şeref ise ve Hakk’ın Hakk’lığını anlamak için kendi benliğimizin dışında gidebileceğimiz bir sığınak yok ise ‘merkez’ nedir? Varlığıyla yokluğu ilan etmenin Hakk’ın varlığından başka bir şey olmadığını kelime-i tevhid (lâ ilâhe illâ allah/Allah’dan başka ilâh yoktur) açık seçik ortaya koyuyor. Hakk’dan gayrısı yok ise “merkez” de yoktur. Dolayısıyla Zat mertebesi itibariyle ‘merkez’ diye bir şeyden bahsetmek mümkün görülmemektedir.
Ama ‘merkez’ kavramı, İbni Arabi hazretlerinin “Allah birdir, her mertebede O’nun tecellisi vardır ama mertebelere riayet şarttır.” kaidesince ef’âl mertebesinde bilmecburiye karşımıza çıkmaktadır. Çünkü âlem-i mananın âdeme giydirilmesi ile dünya dediğimiz oldukça kıymetli bir arazide çalışmaya başladık ve bir kesret deryasına dalmış olduk. Bu deryanın şeriat dediğimiz bazı kuralları var ki bu kurallar zahiri yaşantımızı düzenliyor. Kurallar üzerinden imkan dahilinde bir yolculuğa yani vahdet deryasına geçme şansımız var. Çünkü insanı insan kılan, aslında Allah’ın ruhumdan üflediğim dediği nefes’in ta kendisi olan cevherdir. Kesret deryası her halükarda ruhumuzun nihai tatmin duygusu yaşayamadığı bir mecra. Bedenimiz de kesret deryasında, dünya hayatı süresince ruhumuzun/nefes’in kafesi hükmünde.
Beden mülkümüzün zaviyesinden yorumlarsak dünya dediğimiz şeriat hükümlerinin de geçerli olduğu deryada ‘merkez’ kelimesi bir anlam ifade etmektedir. Kısaca kesret görünümlü vahdet deryasını yani alemi nasıl yaratırdın sorusu bütün ef’âl alemi için merkezinde bırakırdım cevabıyla karşılık bulur. Çünkü ef’âl aleminin referansı Zat mertebesidir. Zat mertebesi Uluhiyyet (Allah)’i içinde taşır. Uluhiyyet de Rahman ve Rahim isimlerini bünyesinde cem ederek bütün mertebelerin hakkını veren konumdadır. Bu sebeple her şey yerli yerindedir; hikmetlidir.
Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk gibi alemde tecrübe edilen zahirde kötü gibi görünebilen konular hakkında da merkezindedir ifadesi doğrudur. Çünkü Uluhiyyet/Allah’lık bunu gerektirmektedir. Ama şu şekilde düşüncemizi inceltebiliriz: Ölüm anına kadar kesretten kurtulmak mutlak anlamda mümkün olmadığına göre tevhidi prensibi idrak olarak benimseyip yaşadığımız dünyanın Hakk görünümlerini Hakk’a halel getirmeyecek şekilde kurgulamamız gerekmektedir. Bunun içinde iyi olan her şeyde Hakk’ı görüp teşbih yaparken kötü görünümlü meselelerde edeben tenzih ilkesiyle düşünüp kötüyü Hakk’a yakıştırmamak icap ediyor. Ama tabii burada da kalmayarak tevhidi prensiple bu iki düşünceyi birleştirmek, mezcetmek ve büyük resmi görmek gerekmektedir. Merkezindedir dediğimizde zuhura çıkan bütün fiillerin olması gerektiği gibi olduğunu idrak ediyoruz ki, doğru olan yaklaşım budur zannediyorum.
Yine benzer şekilde karşımıza çıkan her türlü olumlu veya olumsuz hadise için de merkezindedir diyebiliriz. Bu kısma şunu eklemek yerinde olacaktır. Şayet ef’âl mertebesi itibariyle merkezinde olmazsa o zaman Allah’ın Allahlığına zeval gelmesi gibi bir durum sözkonusu olacaktır. Bu, Zat-ı Mutlak Cenab-ı Hakk için sözkonusu olamayacak bir eksikliktir. Çünkü Allah, bütün varlıkların kendi mertebesi itibariyle hakkının gözetilmesi, muhafaza edilmesi ve korunması da demektir. Böylece her zuhur eden Hakk’dır, yerli yerincedir, merkezindedir diyebiliriz.
Merkezinde bırakırdım ifadesi enfüsi beden alemi için geçerli olmayabilir. Çünkü Divan-ı Kebir’de Mevlana hazretleri aşık olan nefis artık emmare olmaz demektedir. Buradan şunu anladım: Şayet nefis aşık olma kumaşını taşıyorsa Zat’ın hakim olduğu toprakların içinde yer alıyor demektir. Aşık olacağı mevki de bellidir. Burada merkez kelimesi geçerli olmaz çünkü merkezin olmadığı bir merkeze dahildir artık. Bunu idrak etmesi Mevlana hazretlerinin bahsettiği aşk anahtarını kullanarak nefsin terbiyesiyle mümkündür.
Hasılı merkez, ef’âl mertebesi itibariyle hükmü olan, Zat mertebesi itibariyle hükmü olmayan bir kelime anlayabildiğim kadarıyla. Merkezinde bırakırdım sözü ise Zat mertebesinden değil ama Zat mertebesinden haberdar olan bir mertebeden söylenmiş olabilir. Bu mertebe de sıfat mertebesi olabilir. Çünkü Zat mertebesine en yakın mertebe burası. Aynı zamanda esma mertebesi olabilir mi diye de düşünülebilir. Fakat esma mertebesi Hz Musa’nın mertebesi olduğundan akla Hz. Musa’nın Hızır (as) ile yaşadığı tecrübenin anlatıldığı kıssa geliyor. Burada Hz. Musa, önüne çıkan olaylar karşısında itirazlarda bulunmuş ve aslında her şey merkezindedir mantığına uygun hareket etmemiş, zuhurata tabi olmamıştır. Dolayısıyla ‘merkezinde bırakırdım’ cevabı esma mertebesinden değil sıfat mertebesinden verilmiş olabilir.
Merkez konusunu tefekkür ederken her an yenilenen ve yinelenen zuhurları da dikkate almak gerekebilir. Çünkü her an zuhur, her an yeni bir merkez ortaya çıkması demektir. Her zuhurda yeni bir merkez ortaya çıkıyorsa eski merkezler nasıl bir konumda kalıyor? Şöyle bir fikir yürütülebilir: Zat-ı Mutlak’da henüz bir zuhur yok. Zuhurun ortaya çıktığı yer Zat-ı Mukayyed alanı. Her şey merkezinde demek her zuhur eden kesret parçasına ferdiyet yüklemek demek olabilir. Tıpkı Süleymaniye camii’nin yapı unsurlarının caminin bütünüyle kurduğu ilişki gibi… Mesela Süleymaniye’nin mihrabı, kubbesi, minberi, hat yazıları ayrı ayrı ferdiyetlerini muhafaza ediyorlar; kendi zuhur mahallerine göre merkezde yer alıyorlar. Çünkü bu unsurlarla tekil olarak da muhatap olabiliyoruz. Fakat aynı zamanda bu unsurlar, tevhidi bir prensiple bir bütün olarak Süleymaniye camii yapısında eriyorlar. Süleymaniye camii merkezine göre herkes kendi merkezinde yer almış oluyor. Emin olmamakla birlikte şöyle bir sonuca geliyorum: Her şey tek merkeze göre merkezinde yer alıyor.
Bu cümleyi ben olsam nasıl kurardım? Halihazırdaki idrak seviyemi dikkate aldığımda bu cümleyi ‘merkezinde bırakırdım’ şeklinde kuramam. Çünkü başıma gelen her türlü akıbeti Hakk’dandır diyerek yorumlayabildiğim söylenemez. Lafız olarak yorumluyorum ama idrak ve fiil olarak ciddi eksiklerim var. Dilden kalbe inmediğinde bu cümlenin hakkını vermek de güçleşiyor haliyle. Ama cümle olarak ifade etmek gerekirse ‘her şeyi tek merkeze göre merkezinde bırakırdım’ diyebilirim.
Cevabi mektubumu bir kitabınızdan alıntı ile bitirmek istiyorum.
“Her nokta kendi varlığıyla hareket etmekte ve de hareket ettiği o mahalde sadece o nokta olarak değil Hakk’ın efali, esması, sıfatı ve zatıyla birlikte hareket etmektedir. Alemin neresine bakarsak bakalım orası merkezdir, belirli bir yerden idare edilen merkezi bir sistem yoktur, her taraf merkez, her taraf uç noktadır. Aklı küll her yerde sâri ve câridir, bu nedenle ne gerekiyorsa o zuhur eder, dolayısıyla orası merkezdir.” (Gülşen-i Raz Şerhi, Necdet Ardıç, sayfa 22)
Hürmetlerimle Efendim.
Mu.... Pa.....
------------------------
Dostları ilə paylaş: |