(Senürihim Âyatina fil âfaki vefi enfüsihim hatta yetebeyyene lehüm
ennehül Hakk’u)
Meâlen; 53. “Yakında onlara ufuklarda ve kendi nefslerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, tâki, onlar için O'nun hakk olduğu ortaya çıksın.” (Yani merkezinde olduğu ortaya çıksın)
------------------------
Hâli: Bu mertebenin hâli ile hallenmektir.
Kûr’ân-ı Keriym; Kasas Sûresi; (28/88) Âyetinde bu hâle işaret vardır.
(Velâ ted’u meallahi ilâhen âharu lâ ilâhe illâ hû Küllü şey’in helikün illâ vechehu lehülhükmü ve ileyhi türcaun.)
Mealen: “Allahla beraber başka ilâh arama ondan başka ilâh yoktur O nun vechinden başka her şey helâk olacaktır. Hüküm onundur. O na döndürüleceksiniz.”
------------------------
Buraya irfani bir şiir ilâve eldim.
Hep kitabı Hak’tır eşya sandığın,
Ol okur kim seyru evtan eylemiş.
Eşya sandığın bütün bu âlemin hepsi, Hakk’ın bir kitabıdır,
Bu kitabı ancak bütün mertebeleri/vatanları seyr etmiş olan okur.
------------------------
Yaşantısı: Nefis mertebelerini bitirip, Tevhid-i Ef’âl-e varan kişinin sıfatı, evvelâ kendi varlığında tevhid-i oluşturmasıdır. Nefs-i Sâfiyede beşeri varlığından tamamen soyunmuş olarak, hiçlik, yokluk, renksizlik halinde iken, burada hakikati yönünden tekrar kendi özel ve Hakkani kimliğine ulaşmasıdır. Eski birimsel varlığının başka bir idrâk ve varlıkla değişmesidir.
Bu seyr tamam olunca kişi çalışmasını dış âleme çevirir ve orada Tevhid idrakini oluşturmaya başlar. Bu makamın anahtarı ve yükselticisi “FETTAH” ismidir. İşaretini ehli bilir. Mürşidinin himmeti irşadıdır. “Hakikat mertebe-si”nin başlangıcıdır.
Bu hususta kısa bilgi sunmağa çalışalım.
Bu mertebede kişi, daha evvelce görmüş olduğu, “ENFÜSİ” yani kendi nefsinde yaşadığı hakikatleri bu defa “AFAKİ” yani dış âlemde yaşamağa başlar.
KÛR’ÂN-I KERÎM’de, bu hakikati ilk def’a idrak edip yaşayan kimsenin İbrâhim (a.s.) olduğu bildirilmiştir.
“Yakında onlara ufuklarlarda ve kendi nefislerinde olan Âyetlerimizi göstereceğiz tâki, onlar için O nun Hakk olduğu ortaya çıksın. (41/53)
Kelâmı İlâhisi bunu çok güzel anlatmaktadır.
Bu mertebeye ulaşan kimse ALLAH’ın Âyetlerinin, yani işaretlerinin Hakk olduğunu müşahede eder. Böylece oluşan bütün fiillerin hakk’ın fiilleri olduğunu YAKÎN bir bilgi ile idrak ederek yaşamaya başlar.
Oldukça zor olan bu yaşam halinde kişinin çok dikkatli olması gerekir. Karşısına çıkan her fiilin, her şeyin, müspet veya menfi ne olursa olsun hepsinin Hakk ve Hakk’tan olduğunu bilmesidir. Ancak..... Bu idrak ediş buraya ulaşanlara has bir hükümdür. Buna çok dikkat edilmelidir.
“O nun vechinden başka her şey, helâk olacaktır, hüküm onundur, O na döndürüleceksiniz.”
(28/88) Kelâmı İlâhisi de, bu mertebede çok açık ifadesini bulmaktadır.
Her ne kadar bu Âyet-i Kerime’nin gelecekte kıyamet hadisesi ile ilgisi var ise de, yaşadığımız günde de geçerliliğini koruyup bu mertebeye ulaşan kişi yaşantısında ve idrakinde fiillerin ve eşyanın her yönüyle Hakk’ın değişik mertebelerden, ayrı ayrı zuhurları olduğunu bilmesi anlamındadır.
Böylece bu günden, kendiliğinden âlemin kıyameti kopmuş, yani zaten, zan ettiğimiz, fakat aslında sadece isimlerden meydana gelmiş olan eşyanın hakikati ortaya çıkmış olur. Eşyanın hakikatini arayanlar neticede bu mertebenin idrakine ulaşırlar. Bu hüküm de Hakk’ın hükmüdür ve gerçekte görüldüğü gibi her şey O na döndürülmektedir, burada döndürülme kelimesi çok iyi anlaşılmalıdır. Bu mertebe, kişinin kendi İlâhi varlığı, ile ef’âl âleminin birleştiği, bütünleştiği ilk tevhid mertebesidir.
İşte bu yüzden burası dostluk, yani hullet mertebesidir. İbrâhim (a.s.) mın Halil olması bu yüzdendir. Kendinin ve bütün varlıktaki fiillerin Hakk’ın fiilleri olduğunu, dolayısıyle kendi vasıtasıyla Hakk’ın icraatta bulunduğunu idrak etmesidir. Bu mertebenin kemâli (fenâ-i ef’âl) dir. Bu mertebe de kesin olarak bilinmelidir ki; âfakta ve enfüste hiç bir şeyin faaliyeti yoktur, bütün faaliyyet Hakk’a mahsustur.
(LÂFAİLE İLLÂLLAH) dır. İşte bu yüzden her şey merkezindedir sözü burada geçerlidir, çünkü kulun kulluğu kalmamıştırki ayrıca bir değerlendirme yapabilsin. Gerçektende bu mertebede şey’iyyet/mükevvenâtta her şey merkezindedir.
------------------------
Muhtemeldirki, Mûsâ Muslihiddin efendinin o günlerde yaklaşık olarak bu idrakler içinde yaşamakta olduğunu ifadelerinden anlamamız çok zor olmayacaktır. Allah (c.c.) hepsinden razı olsun.
------------------------
(2) Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk v.b. bütün bunlar, “merkezindemi” dir?
(2) El cevab, İnsan eli ve tesiri olmadan hakk’ın eli ile olanlar “merkezinde” insan eli ile olanlar ve sıkıntı veren hadiseler “merkezinde” değildir.
------------------------
İnsan eli ve tesiri olmadan, hakk’ın eli ve kudreti ile olanlar, Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, gibi hadiseler hakkında zâhiren “merkezinde” dir, diyebilir isekte! Aslında bu hususta sadece susup ibretle seyretmek daha isabetli bir durum olacaktır.
Çünkü bütün bu hadiselerin içinde yaşayan insanlar var ise, ve bunlarda başlarına gelen, bu felâket ismini alan, olaylardan zarar görüyor ise, o zaman bunlara merkezindedir dediğimizde, “Hakk’a haşa şuur altı merhametsiz” damgası vurulabiliriz. Cenâb-ı Hakkı bu şekilde tanımak ise olmayacak bir iştir. Mülk onun dur ve dilediği gibi tasarruf eder, kimsede hesap soramaz.
Bir an kendimizi bir zelzele veya yangın içinde bulalım ve gerçekten hadisenin sonunda, hiçbir şeyimiz kalmamış olsun, ki, televizyonlarda bunlara şâhit oluyoruz. İşte bu soruyu o halde olana sormalıyız, vereceği cevap tabii aldığı eğitim düzeyine göre olacaktır. Kimileri isyan edecek, o zaman hadise merkezinde olmayacaktır. Kimileri olabildiği kadar tevekkülle karşılayacak onlara görede hadise bu yönüyle merkezinde olacaktır. Bu tür hadiselere edeben Allah’ın fiili olduğundan mülk’de, onun olduğundan mülkünde de dilediği gibi tasarruf edbileceğinden hükmen merkezindedir diyebiliriz.
însan eli ile olanlar ve sıkıntı veren hadiseler “merkezinde” değildir.
Çünkü karşı tarafa zarar vermektedirler, bu ise şeriata ve insanlığa aykırı olduğundan kabullenilecek bir hadise değildir o halde merkezinde değildir.
Evimize giren hırsızı veya ailemize kötülük yapmaya kalkan bir kimseyi hak’tır diye kendi mülkümüzde istediği gibi tasarruf etsin diye meydanı ona bırakıp oradan ayrılıp gidermiyiz? yoksa sonuna kadar canımızı ve malımızı korumak için bütün gücümüzle kavga edermiyiz.?
Allah göstermesin bir savaş halinde karşıdan biri gelmiş ve canımıza kast etmek fiilinde bulunmuş ise, hadi buyur beni vur sen nasıl olsa haksın, deyip boynumuzu uzatırmıyız yoksa bizde onun canına kast edip öldürmeye ve böylece onu durdurmaya çalışırmıyız.?
------------------------
(3) Gene, Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “enfüsi beden âlemi içinde” de her yönden geçerlimi’dir?
(3) El cevab, Hakk’ın iki eliyle halkettiği enfüs, beden âlemimizin her yönü “merkezindedir” ancak kendi kullanış eksikliğimizden dolayı onu “merkezinden” çıkardığımızdan o yönleri ile merkezinde değildir.
------------------------
Fıtri yapısı itibariyle, “enfüsi/beden âlemimiz” her yönü ile merkezindedir, içinde bulunan bütün a’zâları birbirleriyle son derece uyumludur.
Ancak bu enfüsi beden mülkünü kullanma kılavuzuna, “Kur’ân ve hadîs” uymadığımız zaman kötü kullanım yüzünden onun halini merkezinden çıkarıp ona haksızlık etmiş oluyoruz ve neticede ağrı ve ızdırabı beden yönüyle gene biz çekmiş oluyoruz, bu yüzdende enfüsümüzü yani beden mülkümüzü tabiî ki mes’ûlü biz olarak, merkezinden çıkarmış oluyoruz.
------------------------
(4) Karşımıza çıkan her türlü eksi ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz?
(4) El cevab, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.
------------------------
Karşımıza çıkan her türlü eksi hadiselerin, sebeb kaynağı eğer biz isek, o zaman biz suçlu olduğumuzdan bu hadiseyi merkezinde olarak kabul emedeyiz.
Eğer elimizde olmayan ve bizim dahlimiz olmayan bir sebeten dolayı başımıza eksi bir hadise gelmişse burada yapılacak davranış edeben susmak, veya,
hoştur bana senden gelen,
ya hil’atü yahud kefen,
diyerek merkezinde görebilme iradesini görterebilmektir.
Ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz? Artı diye ifade edilen husus mühimdir, ve ölçüsü nedir buna bakmak lâzımdır, artı nefsimiz istikametinde ise baştan merkezinde gibi görünür, daha sonraki aşamalarda merkezinden çıkarmış olabilir bu hususa çok dikkat edilmesi lâzım gelmektedir.
------------------------
(5) karşımıza çıkan her türlü artı-iyi hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?
karşımıza çıkan her türlü eksi-kötü hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?
(5) El cevab, 4 ün cevabı gibidir, Bu husus görecelidir, hadisenin seyrine göre merkezdedir veya değildir kararı o zaman verilir.
------------------------
(6) Merkez ne demektir.
(6) El cevab, gelen yazılarda lügat tarifi yapılmıştı.
------------------------
Bizde merkezi üçe bölerek şöyle diyelim.
(1) Merkezi mutlak.
Ulûhiyet mertebesindeki merkezdir. Bütün âlemin tek bir merkezidir. A’mâ’iyyet ve ahadiyettir.
Bunun varlığa/kevn/zuhura, dönük diğer ifadesi ise. “Tüm olarak bu varlığın gerçek yüzleri ile kendi mertebelerinde korumağa Ulûhiyet adı verilir” A.K.C.İ.K.
Her varlığı kendi merkezinde korumaktır.
(2) Merkezi izafi.
İsimlendirilmiş izafe edilmiş merkez.
Aslında bireyin merkezi kendisidir. Bu da iki türlüdür, nefsi bir hayat yaşıyor ise nefs âlemidir. İlâhi bir hayat yaşıyor ise ruh âlemidir.
Kişi nefs âleminde yaşıyor ise, nefsi itibariyle o sürede hangi hadisenin hükmü altında yaşıyor ise merkezi odur. Hadiseler değiştikça merkezide değişir.
Rûh âleminde yaşayan insan içinde öyledir, terakki ederken oda hangi rûh hali/mertebe’sinin içinde yaşıyorsa onun da merkezi odur.
İnsân-ı Kâmilin merkezi ise, evvelâ kendi ente olan aslında enesi, geniş ma’nâ da ise Allah’ın Zât-î tecellisidir. Böylece İnsân-ı Kâmil mahlûkatın merkezidir, böyle olması dolayısıyla sâliki, sâlikin mertebesi itibariyle bir mertebe yukarıdaki mertebeye ulaştırması yönüyle sâlikin mertebsi ve merkezi değişmektedir.
Bazen kulundan Hakk görünür merkez kul olur. Bazende Hakk’dan kulu görünür merkez Hakk olur. Lâm ile Elif gibi bütün âlemde el ele boy gösterip seyran ederler.
(3) Merkezi muallâk.
Boşta olan kesin bir yere bağlı olmayan değişken olan.
Şeriat mertebesinde, merkez kuldur, çünkü emir ve nehiyler ona gelmiştir. Kendisine cennet ve cehennem, varacağı iki merkez olarak sunulmuştur, ve bunların içinde, kendisine cennet amelleri tavsiye edilmiş, cehennem amelleri ise nehyedilmiştir. Bu şekilde kendisi mükellef olduğundan muhatap olunan merkezdir.
Dünyadaki davranışları itibariyle sonunda bu iki merkezden birine gidecek-tir ve o merkezle/merkezleşecek, özdeşleşecektir. Bu yüzden daha henüz nitece belli olmadığından burada merkez muallâk yani her iki yönede kayması muhtemeldir.
------------------------
(Vallahu ahreceküm min butni ümmehatiküm lâ ta’lemune şey’en ve ceale lekümüssem’a vel ebsare vel ef’ideh lealleküm teşkürun.)
(Nahl-16/78.) “Ve Allah sizi analarınızın karınlarından hiçbir şey bilmez olduğunuz halde çıkarır. Ve size tefekkür edesiniz diye kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”
------------------------
Âyet-i Kerîme de kişinin dünyaya geldiği zaman hiçbir şey bilmediğini hayatının gelişmesi için bir eğitim görmesini bunun içinde kendisine gerekli olan azalarının verildiğini, hayatı boyunca hangi tarafı seçerse merkezinin orası olacağını açık olarak bildirmektedir. Bu durumda, merkezi muâllâk’tır.
------------------------
(Veli külli vichetün hüve müvellîhe festebikulhayrat eyne mâ tekünü ye’ti bikümüllahu cemîan innellahe alâ külli şey’in kadîr.)
(Bakara-2/148.) “Her birinin bir kıblesi vardır, o yüzünü o kıbleye döndürür. Artık hayırlı işlere koşunuz. Siz her nerede olursanız olunuz Allah Teâlâ hepinizi bir araya getirir. şüphe yok ki Allah Teâlâ her şeye kadirdir.”
------------------------
Görüldüğü gibi bu Âyet-i kerîmede de ifade ne kadar açıktır. Yani insan-ların her birinin yöneldiği bir yön vardır ve orası onun kıblesi yani merkezidir. O halde şeriat mertebesinde ve zâhir âlemde ne kadar insan varsa o kadar merkez vardır hükmü ortaya çıkmaktadır.
------------------------
(Ve vassa bihe İbrâhîmü benîhi ve ya’kubü ya beniyye innellahestafa lekümüddîne felâ temutünne illâ ve entüm müslimun.)
(Bakara-2/132.) “ Ve bunu -dinini- İbrâhîm de oğullarına vasiyette bulundu, Yakup da. -Her biri dedi ki- Oğullarım; şüphe yok ki Allah Teâlâ sizin için İslâm dinini seçti. Binaenaleyh sakın siz ölmeyiniz, ancak müslüman olduğunuz halde ölünüz.”
------------------------
Görüldüğü gibi bu Âyet-i Kerîme de merkez gösterilmiştir. Oğullara hayali merkezlere kapılmasınlar diye, açık olarak gerçek merkez istikameti işaret edilmiştir.
------------------------
Bende şöyle dedim. “Merkez varlığının içinde huzur bulduğu yerdir. Orada aslını bulup kendini tamamlamış olur.” T.B.
------------------------
(7) “merkezinde bırakırdım!” sözü sizce hangi mertebenin sözü olabilir.
(7) El cevab. Fenâfillâh/sıfat/hakikat, mertebesinin sözüdür.
------------------------
Yukarıda bahsedilen, Fenâfillâhdan sonra gelinen, baka billâhda, kişi tekrar Ef’âl âlemi şartları içine girer ve tekrar şeriat hükümlerine tabi olur ve merkezi merkezsizlik olur, yani çok merkezli sahaya dönmüş olur. Şeriat tarikat mertebesinde çoklu merkez vardır. Hakikat mertebesinde ise ilim olarak tekli merkez vardır fakat bu âlemde genel tatbikat sahası yoktur, oraya ulaşabilen kişilerin bilinçlerinde ve tevhid zevklerinde vardır.
------------------------
(Rabbî erini ünzur ileyke kâle len terânî)
(A’râf-7/143.) “Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. Cenâb'ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin.”
------------------------
Yukarıdaki Âyet-i kerîmede de Mûsâ (a.s.) merkez arayışını görmekteyiz. Ancak merkez yolunun kendine kapalı olduğu belirtilmekte bizlere ise merkez yolu sonuna kadar açık olduğu ifade edilmektedir yeterki biz istikametimizi gerçek merkezimize döndürelim.
Ümmeti Muhammedin merkezi (Men reani fekat reel Hakk/bana bakan Hakk’ı görür” hükmü ile evvelâ Efendimiz (s.a.v.) onun varlığında da, varlığında olan Hakk müşahedesine ulaşmaktır. Cenâb-ı Hakk bu çok merkezli yerde asli merkezimizin yolunu şaşırtmasın. Ahirette ise cennet ve cehennem olamak üzere iki merkez olacaktır. Birde az bir gurup olarakta A’raf merkezli olacaktır.
------------------------
Faydası olur düşüncesi ile bazı merkez yazıları ile devam edelim.
Hızır (a.s.) ın merkezi, şer’an geçerli bir merkez değildi sadece bâtında olandı insanlar üzerinde tatbiki mümkün değildi. Mûsâ (a.s.) şeriat merkezi ise zâhiren bütün halkın uymak zorunda olduğu adalet merkezi idi.
Mûsâ Tenzîh, Hızır teşbîh, İkiside bir birine zıt merkezdir, bunları Tevhîd ile toplamak ise hepsinin merkezidir. Bu da tevhîd-i Muhammed-î İnsân-ı Kâmil makamıdır.
------------------------
Şeriat mertebesi de, şeriat mertebesi yönünden merkezdir, ancak uyulması gereken kurallar mertebesidir, uymayanlar merkezden dışarı çıkar o kadarda ceza yer, cezayı yiyince de merkezine gelir.
------------------------
Çiçek koparılması hakkındada küçük birkaç cümle söyleyelim.
Çiçeğin koparılması da bir makam icabıdır, çünkü o çiçekteki cüzlere ihtiyaç vardır, çiçeğin kendi kendine zikrinden, içindeki ecza sebebiyle bir insan varlığına şifa vermesi için koparılması daha efdal, daha faziletlidir, lokman hekim ve diğerleri bunu yapmışlar, ve yapılıyor, bunların hepsi birer mertebedir. O çiçek koparılmadan sadece seyirlik için duruyorsa bundan gözler bakanın idrakine göre haz duyar, bu hazlar, bazılarınca nefsi bazılarınca duygusaldır.
Eğer o çiçek koparılarak bir ilâç içine şifa olmak üzere içindeki cüzleri alınıyor ve böylece bir insanın derdine deva oluyorsa o çiçek veya bitki, bundan daha çok memnun olacaktır. Çünkü varoluş gayesi insana hizmettir. Bu şekilde koparılan çiçekler veya diğer bitkiler, insana ulaşmak sebebiyle o kanaldan miraclarını yapmış olacaklarından, kendileri için daha efdaldir. Ancak keyfî, koparılan çiçeklere yazık olur, ancak onlarda çayıra çıkmaya imkânı olmayan kimseler, onları seyrettikleri zaman gözlerine nur olurlar.
------------------------
Bâtın âlemi denge üzere zâhir âlemi dengesizlik üzeredir,Mûsânın dengesi kendine göre, Fir’âvn’ın dengesi kendine göredir. Zenginin dengesi zengine göre fakirin dengesi fakire göredir. Ama birirlerine göre denge ve merkez değildirler, hepsinin merkezi başkadır.
------------------------
(Velâ yerda li ibâdihilküfra)
(Zümer-39/7) “Fakat kulları için küfre râzı olmaz.”
------------------------
Küfür merkezinde olmadığından Cenâb-ı Hakk ondan razı değildir. Ve bu kimseleri îmâna yani merkeze gelmesi istenmektedir.
------------------------
Yaşanan hayatın hepsi bir zannediştir. Ve bu zannediş kendi asılları üzere sabit olduğundan, ehli zâhir dünya ahret, kendini kendi ile var zanneder, ve bu yerde geçerli olan bir husustur. İşte bu yüzden hiçbir varlık için kendinden başka merkez yoktur, kendine göre diğerleri merkezde değildir.
İşte bu yüzden, şeriat mertebesinde kısas vardır, kısas yapıldığında adalet yerine gelmiş böylece o hadisede merkezde yerine gelmiştir.
------------------------
Zât-ı mutlaktan ilk zuhur eden hayat/Rûh’dur, ancak ilk zuhur eden sıfat ilimdir. İlk zuhur eden rûh’dur, ilim onun üzerine vaki olur, ilim ile rûh birleşince, a’yân-ı sâbiteler lâtif varlıklar, olarak ilmi ilâhî de peydah olurlar, ve rûh’da kimlik alırlar. Oradan nur mertebesine intikâl edince her a’yânın özellikleri belirir, buradaki özelliklerine nefs denilir, şerrede hayrada kabiliyetleri vardır.
Nefs mertebesinden beden mertebesine intikâl edince, bu nefisler “nefes” olup hareket haline dönüşürler, ve mükellef olurlar. Bunların ismine de “abd/kul” denir. Ve belirli hükümlerle yaşanması istenir. Uyarsa merkezde olur, uymazsa merkezden çıkmış olur.
------------------------
Ef’âl âlemi merkezler savaşıdır.
Bundan sonra merkez kaç veya merkez kalda yaşayalım.
(02/04/2014/Çarşamba)
------------------------
“Ene misliküm beşer” (Bende sizin gibi beşerim ifadesi ile, beşer merkezini ifade ediyordu.
------------------------
Bilen ayn bilinen gayr olması, bilinen kendi fark merkezinde, bilende kendi cem merkezindedir.
------------------------
Aişe validemizin kervandan geri kalması merkezinde değildi. Peygamber Efendimiz bir ay hadise hakkında merkezsiz idi Âyet geldi merkez oluştu.
(03/04/2014/Perşembe)
------------------------
Ben acıyı ve azâbı duyarım, aklım başımda iken. Aklım gidince duymam o zamanda ben, ben olmam ben varsam acıda vardır tatlı da, o halde bazı şeyler merkezde bazılarıda değildir.
-------------------------
Eğer her şey merkezinde olsaydı, ateşe “İbrâhîm için soğu” denmezdi, ve bu âlemde hiçbir müdahele olmazdı, ozaman insanın birey iradesi olmazdı.
-------------------------
Bütün varlıklar zuhura çıktıklarında kendileri olarak vardırlar. İnsanlarda öyle, hakikatlerinden habersiz olduklarından, bulundukları hâl icâbı kendilerini var zannederler. Ve bu husus kendileri beşeriyetleri yönüyle gerçektir. Bu da onların her biri ayrı olan bireysel merkezleridir.
------------------------
Bu âlem-i şeriat merkezler çatşması, veya bazı yerlerde kısmen bazı gurupların merkezler uyuşmasıdır. Evine giren bir hırsıza, hoş geldin yaptığın hem senin hem benim merkezindedir, diyerek ses çıkarmadan hırsızlığını ve çaldıklarını alıp götürürken sana göre merkezindedir, deyip al götür diyebilirmiyiz, yoksa kendi merkezimiz olan malımızı koruma yönündemi hareket ederiz.?
Veya aile fertlerinden birine göz dikmiş biri senin evine giripte gözünün önünde kötü muamele etmek isteyen bir kişiye, ne güzel bu da merkezinde, fiiline devam et, nefsin hoşlansın; diyebilirmiyiz? O halde her şey her zaman merkezinde değildir. Ef’âl âlemi merkezsizliği merkezine çekme/getirmeye çalışma yeridir.
Evine biri gelmiş yakıyorken, sende Hak’sın, oh ne güzel yaptığın iş merkezindedir, deyip yakanla birlikte ona yardımcı olabilirmiyiz.
-------------------
Dünyada her kes merkezini bulmaya çalışıyor. Bu gün şu durumda merkezinde olan, yarın bir başka durumda başka merkezde oluyor, çünkü burası fark âlemidir. Burada birlik, ve bir merkez olmaz.
-------------------
Ahiret, Cennet Cehennem, merkezlilik merkezi olarak, iki merkezli kurulmuştur. Bu merkezler de birbirlerine göre zıt olduğundan karşı tarafa göre her iki tarafta merkezinde değildir.
Bu âlemde ise birbirlerine göre hiçbir şey merkezinde değildir, her şey kendi merkezindedir. Ancak zâten gaye merkezsiz olanı genel merkeze getirmeye çalışmaktır. Siyasilerin çatışmalarıda merkezsizliktendir.
-------------------
Bütün bu izâhlardan sonra netice olarak.
Şöyle diyebiliriz. “Şeriat ve tarikat” mertebesinde merkez çoklu ve çeşitlidir.
“Hakikat/fenâfillâh” mertebesinde her şey iki yönden genel merkezin-dedir.
Birincisi, Cenâb-ı Hakk gerçekten her şeyi hakkıyla halketmiştir. Her şey’iyyet yerli yerincedir.
İkincisi ise “fenâfillâh” durumunda olan kimsenin zâten kendine ait bir tefekkürü olamayacağından herhangi bir şey hakkında değerlendirme yapması o süresi içinde mümkün değildir, ve onun için her şey merkezindedir. Soruya gelen cevaplar genelde bu mertebeden gelmiştir. Ancak bu düşüncenin ef’âl âleminde faaliyet sahası yoktur, ilmi ve zevkidir, belki ahirette ayni olarak karşımıza çıkacaktır. Burada idrak etmeye çalıştığımız her şeyin Hakkın bir zuhuru olması hükmü, bu idrake ulaşanlar içindir, fiili yaşayanlar hakkında ef’âl âlemi hükümlerinde geçerli değildir. Çünkü bu âlemde ceza ve mükâfat fiil sahibine aittir. görülen hadise nasıl ise hüküm ona göre verilir. Tevhid ehli bunların hepsinin Hakk olduğunu bilsede yapılan eksi bir fiil cezasız kalmaz artı fiilde mükâfatsız kalmaz.
“Ma’rifet/bakabillâh” mertebesinde gene iki yönden her şey, ve men, yani kimlikler merkezinde değildir.
Dostları ilə paylaş: |