(83) Fi… Ar…
Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah ve Berakâtuhu,
Efendim, merkez efendiye sorulan soru naçizane bana sorulmuş olsa benim bugünkü anlayışım ile vereceğim cevap “her şeyi kendi programı üzerine bırakırdım” olurdu. Çünkü Kurân-ı Kerim 17-84 İsra suresinde” De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir." Buyurmaktadır. Bu ayet-i Kerime’de geçen “Şakile” kelimesine baktığımız zaman TDK nin sözlüğünde “şakul: Yapılarda duvarı düzgün örebilmek için kullanılan araç.” Olarak açıklanmakta, dolayısı ile en basitinden bir duvarı bile düzgün yapabilmek için bir şakule ihtiyaç oluyorsa, koskoca bir düzenden oluşan bu dünya hayatını ve kainatı düzeninde tutabilmek içinde mutlaka her halk edilen varlığın yani Cenab-ı Hakkın zuhurunun kendi şakulünde hareket etmesi ve bu programdan sapmadan hayatını tamamlaması gerekir.
Yani aslında her zuhura gelen varlık kendi programı ile halk edilmekte ve aslında kendinde ki, kendinden gelen, kendi ile gelen özünde olan programını uygulayıp, daha sonra ahir âleme intikal etmektedir.
Yine bu hususa işaret ile,
“Feekım vecheke liddiyni hanîfa” (30-30)
Vechini hanif olarak dine döndür.
“Fıtratallahilletiy fetaren nâse aleyha”
Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun.
“Lâ tebdiyle lihalkillah”
Allah'ın halk etmesinde hiçbir değiştirme yoktur.
“Zâlike diynül kayyım”
İşte bu dosdoğru dindir.
“Ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun”
Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yine insanlar Cenâbı Hak tarafından belli isimlerin manasını açığa çıkarmak üzere programlanmış olarak zuhura getirilirler ve bu halk edişte asla değişme olmaz. Ve bu zuhurat âlemin de kayyum olan din yani geçerli olan nizam işte budur, ama insanların çoğu bunu bilmez, buyuruluyor. Buradan da anlamız gereken aslında bize göre iyi, veya bize göre kötü, olarak değerlendirdiğimiz şeyler aslında gerçek anlamda, iyi veya kötü değil, sadece bizim halk edilişimiz doğrultusunda, bize ters gelen şeyler, yani bize ters gelen isim zuhurlarına biz yanlış, veya hatalı kötü gözü ile, bakıyoruz ve sonuçta her şeyin kendi zuhurumuz doğrultusunda cereyan etmesini bekliyoruz. Ve bu beklenti bizi yanıltıyor. Bu beklentinin tersi olunca bize güç geliyor olan şeyler.
Bütün insanlar bu beklenti içinde olduğu için zaten bunu gerçekleştirmek imkânsız oluyor ve bize düşen her şeyi şâkilesi üzerine bırakmak ve o şekilde kabullenmek oluyor. Bu şekilde hareket de bizi gam keder ve üzüntüden kurtaracak tek çözüm oluyor aslında, çünkü düzen nizam bu şekilde.
(3) Gene, Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “enfüsi beden âlemi içinde” de her yönden geçerlimi’ dir?
Bu sorunuza kendi bilgilerim dahilin de evet her yönden geçerlidir derim, ama bir yandan da her yönden deyince bugünkü seviyem itibari ile anlayamadığım mutlaka bir takım istisnalar vardır diye düşünüyorum.
(7) “merkezinde bırakırdım!” sözü sizce hangi mertebenin sözü olabilir.
Efendim mertebe deyince benim şuan bulunduğum seviyenin mertebesi olmadığı kesin ama sanıyorum bu mertebede her tür olan şeye rıza mevcut olduğu için raziye mertebesi olabilir diye düşünüyorum.
Efendim Cenâb-ı Hak (C.C) sizlerin rehberliğinde kendi yolunda sağlam bir şekil de yürüyebilmeyi, bizlere vermek istediğiniz bilgileri nefsi benliğimizden ayrı olarak gerçek anlamları ile, anlayabilmeyi ve arzu edilen menzile varabilmeyi bize nasip etsin inşallah.
------------------------
(84) Er… Po…
Bu yılki tefekkür çalışması bana geldiğinde, liseye giderken arkadaşım necatla yaptığımız sohbetler hatırıma geldi. Gerçi o zamanlar küçük ve câhil olduğumuzdan ne dediğimizin farkında değildik. Sohbetin birinde arkadaşıma dünyanın merkezinde kalmasını sağlayan benim, dedim, oda nasıl deyince, ayağımla bir taşı gösterip, şu taşa vurursam dünyanın dengesi değişir derdim. Oda vur da değişsin dediğinde vurunca da hani değişmedi, her şey olduğu gibi devam ediyor. Bende eğer vurmasaydım değişirdi deyip kendi kendime dengeyi sağladığımı düşünürdüm.
İkinci soruya da ef `al alemi içende değerlendire biliriz. Ef`al âlemi ALLAH`ın isimlerinin zuhur mahalli olduğundan her isim kendi istidadına göre zuhura gelmektedir. Bundan dolayı merkezinde bırakırdım cevabı bütün ef`al alemi İçinde geçerlidir.
Üçüncü soru enfüsi âlemle ilgili olduğu için bur da emri iradi ve emri teklifi devreye girmektedir. Karar verdiğimiz kötü hadiseleri merkezindedir diyemeyiz. Eğer bunu da bu şekilde değerlendirirsek beni sen azdırdın hadisesine geliriz buda hakka iftira olur.
Dördüncü ve beşinci soruda her şey zıddıyla var olduğundan iyi ve kötü hadise söz konusu olmaz. Bundan dolayı karışımıza çıkan kötü ve iyi hadiselerde merkezindedir.
Merkez her fiilin ve var oluşun kendi istidadına göre zuhur bulup hareket etmesidir. Hak her noktada aynı derecede zuhur etmektedir onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Merkezinde bırakırdım sözü Uluhiyet mertebesinin sözüdür. Uluhiyet mertebesi her mertebenin hakkını istidanı göre vermektedir.
Selâmlar hoşça kalın Er… Po…
------------------------
(85) Ha… Yı…
Hayırlı günler Terzi babamız ve Nü….. annemiz,
Öncelikle sizleri hürmetle selâmlar ve ellerinizden öperim. Bu seneki tefekkür çalışmamı izninizle gönderiyorum.
Merkez efendinin, hocası Sünbül efendi ile yaşadığı bu hikâye, benim için oldukça zorlayıcı bir konu oldu. Henüz mertebeler hakkında câhil olmam ve hangi mertebeden konuştuğumu yada anladığımı bilemediğimden bu hikâyenin hangi mertebeden anlatıldığını daha doğrusu Müslihiddin Musa efendinin cevabının hangi mertebeden olduğunu anlamadığımı belirtmeliyim. Eğer söylediği "merkezinde bırakırdım" cümlesini yaşayan ve uygulayabilen birisiyse, bu mertebe "Zat" mertebesi olurdu herhalde… Böyle düşünmemin sebebi bunu, yani herşeyi merkezde bırakmayı uygulamanın benim için zor oluşu… Dille söylemek kolay tabi… Yalnızca lisanen, öğrendiklerime dayanarak, benimde cevabım böyle olurdu. "Her şeyi merkezinde bırakırdım."
Ama içim şöyle derdi, "Herşeyi değiştirmeye çalışıyorum ama sonunda merkezde bırakmaya mecbur kalıyorum çünkü değiştiremiyorum. Değiştiremediğim herşey de canımı yakıyor, kalbimi acıtıyor."
Ne yazık ki dilin söylediği ile kalbin inandığı aynı olmuyor. Kalbimin şu an ki haline göre herşeyi merkezinde bırakmak yada değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabullenmek bir hayal henüz.
Terzibabacım, şuan bilim dünyasının geldiği nokta tüm evrenin, mükemmelin ötesinde bir nizam ile varolduğunu ve her varlığın en güzel şekliyle bu dünyada kendi yaşamını sürdürdüğünü, bu yaşamın değişemez kanunlarla birbirine bağlı olduğunu bizlere kanıtları ile bildiriyor. İnsan elinin uzanamadığı herşey büyük bir uyum ve düzen içinde, yaşam döngüsünde, hayatını idame ettiriyor. Bunu değiştirmek mümkün değil ve insanoğlu zuhura geldiği nokta itibari ile bu aleme tek bir zerre bile ekleyemiyor yada çıkaramıyor. İki gözünün gördüğü dışında maddesel bir şeyi hayal dahi edemiyor. Musa efendi ta o zaman dan bu mucizevi duruma işaret etmiş aslında. Ama iş enfüsi âleme geldiği zaman herşey bambaşka oluyor. İnsan tüm varlıktan ayrılıveriyor. Âlemin nizamına uygunsuz hareket ediyor, (ettiğini zannediyor) yapıyor, yıkıyor, bozuyor, düzeltiyor. Herşeyi kendince değiştirmeye çalışıyor. İşte bu enfüsi beden âlemi içinden baktığım zaman, tüm bildiklerim tepe taklak oluveriyor.
Enfüsi yönden baktığımda, bu tefekkür çalışmasının bana en büyük faydası kendimle ilgili farkettiklerim oldu. Kendime aslında ne kadar işkence ettiğimin farkına vardım. Yalnızca kendi kendime değil, çevremdeki insanların bana ve de benim onlara ne kadar eziyet ettiğimin de farkına vardım. Her şey hakkında ne çok fikrim varmış meğer; herşeyin en iyisini ben biliyormuşum. İnsanlara bu fikirleri dikte ederken veya öğütler verirken, bana ne kadar bomboş gözlerle baktıklarını, o bakışların beni hiç dinlemeden, görmeden, delip geçtiğini ve uzaklara gittiğini farkettim sonrasında. Ve insanlar da bana fikir ve öğüt verirken benimde onlara aynı şekilde baktığımı. "Bilgi altın köstekli bir saattir, onu cebinizde saklayınız, yalnızca sordukları zaman çıkarır cevaplarsınız." demiş bilge bir adam. Öğüt vermekte böyle sanırım. Kimse de bana birşey sormuyor ve gelip öğüt istemiyorsa, ben kim oluyordum da onların hayatları hakkında ahkam kesebiliyor ve yaşamlarını eleştirebiliyor ve onları değitirmeye çalışıyordum. Sahi kimdim ben, hem karşımda ki kimdi asıl? Ona kız, bunu eleştir, bunu alıp buraya koy, olmadı yeniden kız, sinir harbi yaşa ve sonuç ta hiçbir şeyin değişmemesi… Değiştirdiğini sandığın ufak tefek şeylerin sonuçları ise hüsran ve üzüntü olsun. "Hepsi senin yüzünden oldu" Bu cümleyi hayatım boyunca ne kadar çok duyduğumu farkettim. Gelipte bana "Allah razı olsun ne iyi ettinde yaptın" denilen şeylerin tamamen içten gelen, pazarlıksız, saf iyi niyetle yapılan iyilikler sonucu söylendiğini farkettim. Karşılıksız ve nefsimin karışmadığı bu iyilik hali kimden geliyordu, nasıl değiştiriveriyordu herşeyi güzellikle… Ve hırsla, bencilce ve öfke ile yapılan müdahaleler nasıl nizamsız, hiç istenmeyen, kötü bir şekilde değistiriveriyordu bazı şeyleri... Aslında değiştirmek istediğimiz şeyler, hiç bilemediğimiz ve istemediğimiz şekilde sonuçlanıyorsa, değiştiren ne oluyordu herşeyi. Biz değiştiriyor olsaydık herşeyi, yaptıklarımızın sonuçlarınnın istediğimiz gibi olması gerekmezmiydi. Depresyonun dibine vurduğumuz anlarda neden bilge doktorlar, "hayatı olduğu gibi kabul et" diye öğüt veriyordu? Her şeyi değiştirebiliyorsak neden değiştiremeyip bunalımlara giriyorduk? Hiç birşeyi değiştirmek elimizde değilse, neden değiştirmeye çalışıyorduk?
Bazen sonuca ulaşıyorum aslında. Derinlerde biryerlerde, asıl kimliğimin yansımalarını yakaladığımda hiç birşeyi değiştiremeyen "ben" in aslında herşeyi değiştiren kudret olduğunu bilebiliyorum. Bazen bir an için, iç içe geçmiş hayatlarımızın birbirleri ile nasıl kuvvetli bağlarla bağlı olduğunu, birbirlerimizin hayatlarını nasıl değiştirdiğimizi, yaptığımızı sandığımız şeylerin aslında nasıl da bize yaptırıldığını, bunun ismine de "kader" denildiğini biliyorum. Bazen bunları hepsini yapanın "ben" olduğunu yakalayabiliyorum. Kazalar benim elimden çıkıyor. Acı veriyorum, yaralıyorum, üzüyorum, mutlu ediyorum, kızdırıyorum, dinliyorum, anlatıyorum, öldürüyor, yaşatıyorum. Bu yaptıklarım dünyada olanları sürekli değiştiriyor. Ama bu yaptıklarım aslında bir değişim mi bilemiyorum. Gerçekte "merkez" nedir tam olarak bilemiyorum. Sanki herşeyi değiştirmeye çalışırken, tam da olması gereken şekilde oluyor. Sürekli hayata bir müdahale içindeyiz. Ama sonuca baktığımızda bu müdahalelerimiz pek anlamlı gözükmüyor artık. Sonuç hiç beklemediğimiz şekilde gelişiyor. Merkezin anlamı, herşeyin olması gerektiği gibi olması oluyor. Ama biz sürekli değiştirmeye çalışırken, kendi ellerimizle oluşturduklarımızı beğenmiyor, sonra da yaşadıklarımızı çaresiz bir şekilde kabullenerek hayatlarımıza devam ediyoruz. Sanki tüm bu çabalarımız herşeyin olması gerektiği gibi olması için planlanmış ve bizlerde bu planın farkına varmadan, olan biteni kendimizin yaptığını zanneden kuklalarmışız gibi… Kendilerini hareket ettiren eli göremeyen ve olan biten herşeyin kendinden kaynaklı olduğunu zanneden bir kuklalar ordusu...
Yazımı bir yerlerde okuduğum ufak bir hikâye ile bitirmek istiyorum. Belkide sizin kitaplarınızdan birindeydi. Hatırlamadığım için affınızı rica ediyorum. Eski zamanlarda yaşayan bir derviş ile ilgili… Belki şimdi de yaşıyordur. Bu derviş evinde istirahatteyken, küçük bir çocuk, dervişin camının tam önünde, elindeki sopayı var gücüyle birşeylere vurarak gürültü yapıyormuş. Derviş dayanamamış, cama çıkmış. güzellikle söylemiş olmamış; kızmış gene dinletememiş. Sonunda çocuğu çağırıp eline biraz para vermiş, "git başka yerde oyna" demiş. Bir süre sonra bizim derviş duyduğu büyük bir gürültü ile yerinden fırlamış, cama koşmuş. Bir bakmış ki mahallenin tüm çocukları ellerinde sopalar, tam camının önünde ellerine geçirdikleri tencere tavaları dövüp ses çıkarıyorlar. "Napıyorsunuz çocuklar" diye çıkışmış tabi. Çocuklardan biri, "bu evde gürültü yapan çocuklara para veren bir adam varmış, bize de para versin diye bizde gürültü yapıyoruz" diye cevaplamış. Derviş dersini almış tabi; ama küçük bir problemi çözerken oluşturduğu bu daha büyük problemi nasıl çözmüştür bilemiyorum.
Tekrardan hayırlı günler diliyor ve sizin ve Nüket annemizin ellerinden öpüyorum.
Evlâtlarınızdan Ha… Yı...
------------------------
(86) Öm… Em… Er…
TERZİ BABA 2014 ''MERKEZ'' TEFEKKÜRÜ
Muhterem Terzi Babacığım, mevcut düşünce ufkumuzla ve bulunduğumuz halle elimizden geldiğince bu seneki ''Merkez Tefekkürü'' çalışması için yazdık, hayal ve vehimden uzak kalmaya çalıştık, hatalarımız var ise af ve hidayet dileriz.
1)Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “ef’âl âlemi içinde” her yönden geçerlimi’dir?
Geçerli olduğunu düşünüyoruz. Ortaya çıkan bütün oluşumlar kendi kemalinde/merkezinde olduğu için ortaya çıkmaktadır.
Eksik yada kemalsiz bir şey zuhura çıkamaz, bu oluşumlar bizim dünyevi yaşantımızda öğrendiklerimiz ya da alışık olduğumuz standartlara uymayabilir ama tabiri caiz ise Allahça bu zuhurları değerlendirmek gerekmektedir. Mülk sûresi 3. âyetin sonunda ''...mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut (tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr (futûrin).'' (diyanet işleri açıklaması: ......hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Yolumuzun eğitim sisteminde öğrediklerimizden biride budur. Her şeykemaliyle kaim.
2)Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk v.b. bütün bunlar, “merkezindemi” dir?
Hepsi kendi hallerinin merkezinde olduklarını düşüyüyoruz.
Efendi Babacığımız sohbetlerinden bize açılan, öğrenip, kabul edip, önce kalben sonra aklende onaylayıp, anlayamadıklarımızda sindirmek için yavaş yavaş öğütmeye başlayıp ve acizane bizim tefekkür ufkumuzdan bilinçli ve şuurlu olarak çıkan, maddesel ve manasal her nekadar bilip bilmediğimiz oluşum, olgu, isim ve sıfatlar var ise bunlar o kendi hallerinin kemalinde/ merkezindedir. Her ne kadar bize bu oluşumlar kendi zannımızca acı ve sıkıntı duygularını üzerimizde zuhur ettiriyorsa ve bir çok zaman bunları kabul etmekte ve hazmetmekte zorlukda çeksek, onları kendi halleriyle Allahça (Uluhiyet mertebesinden, her şeyin hakkını yerli yerince vererek) değerlendirmek zorundayız eğer ''Derviş'' isek.
3) Gene, Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “enfüsi beden âlemi içinde” de her yönden geçerlimi’dir?
Geçerli olduğunu düşünüyoruz. Her ne âlem olursa olsun O'nun âlemi içinde ortaya çıkardığı yine O'nun zuhurlarının merkezinde olmaması diye bir şey söz konusu değildir. Böyle cevaplar vermek kolay gibi gözüksede bazı oluşumlar bizim canımızı yakabilir, yakabildiğini hissederiz, anlamayabiliriz, mevcut halimiz onun bütün zuhurlarının kemâliyle oraya çıktığı bu âlemde seyr etmektedir. Yine anlayamadıklarımız yada dayanamıyacaklarımız için ondan yarıdm isteriz, dua ederler ya ''bana adaletinle değil rahmetinle hükmet'' diye.
4) Karşımıza çıkan her türlü eksi ve artı diye ifade edilen hadiselerin hepsi için onlarda merkezinde’dir diyebilirmiyiz?
+ ve – bizlerin anlayışında olduğunu düşünüyoruz, o oluşumlar kendilerine sorabilsek kendilerinin doğal ve yapabilecekleri en potensiyel hallerinde kendi kemallerinde olduklarını söyleyeceklerdir. Eksi ve artı biz insanların bu dünya hayatında bazı dengeleri ayırt edebilememiz ve fiziki şeriatı doğru uygulayabilmemiz için kendimizin anlayacağı kodlar olduğunu düşünmekteyiz.
5) karşımıza çıkan her türlü artı-iyi hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?
karşımıza çıkan her türlü eksi-kötü hadiseye merkezinde’dir, diyebilirmiyiz.?
Kendi nefsimize ağır gelip istemesek bile saf ve temiz bir akılla merkezindedir diyebiliriz. Bu zuhur âleminde doğup ortaya çıkıyorlarsa kemal oldukları için çıkıyorlar, hazır olmayan eksik olan bir oluşum değil bu âlemde mutlak olan O Zat'ın bünyesinde nasıl bulunabilir?
6)Merkez ne demektir?
Acizane Merkez kelimesini Türkçe olarak açarsak, Mim, Ra, Kef ve Z harflerinde oluşmaktadır bunun üzerinde yine acizane düşünürsek (Hakikati Muhammedi) Muhabbetiyle Rahimiyetinde Kün olarak oluşan/doğan zuhura çıkan demek olduğunu düşünüyoruz, tabiki bu düşünce bizim şu anki mevcut halimizde yaptığımız an itibariyle oluşan bir tefekkürdür, üzerine daha bir çok şey söylenebilir diğer kardeşlerimizin çok güzel akıl açıcı yorumları olabilir.
Yinede merkez deyince doğan bu zuhurun Kemâl demek olduğunu düşünüyoruz, kemâlâtı olmasa zuhura çıkamaz.
7)“merkezinde bırakırdım!” sözü sizce hangi mertebenin sözü olabilir.
Muhammedi mertebenin sözü olabilir, anladığımız kadarıyla acizane, Musevi ve İsevi mertebelerde hâlâ bir eleştiri (cümleyi doğru kullanmak istiyorum, eleştiri derken bizim analdığımız şikâyet yada düzeltme olarak değilde oluşan olayı anlayabilmesini kendi mertebelerinden bizlere gelen bu mirasları ve anlayabilmemiz açısından senaryosu icabı sorulan sorulardır diye düşünüyoruz) ve soru söz konusu olabilir ama Muhammediyete gelince, Efendimizin hayatınada bakınca her şeyi merkezinde bıraktığı konusunda fikrimiz oluşmaktadır. Özellikle Efendi Bababcığımızın ''Ölüm'' sohbeti aklımıza geldi, o sohbetin sonrarınde Efendimiz Aleyhisselamın hayatından örneklerin anatıldığı bölümde, efendimizn hizmetinde bulunan Sahabe büyüğümüzün ''Resullullah bana hiç neden şunu söyle yaptın diye hiç bir zaman sormadı ve eleştirmedi..'' demesi, sohbettede Efendi Babacığımızınde belirtttiği üzere Efendimizin halinin nasıl bütün oluşumları kemâliyle gördüğünü açıklayan örneklerden biridir.
Aziz, değerli ve Muhterem Efendi Bababcığımız, ellerinizden öper, acizane bizlerinde kendi merkezlerimizi bulmamızı ve ayarlarımızın tam merkezinde olması için izinizden çalışmaktayız.
Acizane, selam, muhabbet ve Hörmetlerimizi sunar ellerinizin merkezinden öperiz.
El Fakir Öm… Em… Er… evlâdınız.
------------------------
(87) Ab… Çe…
Merkezdir İnsan,
Bir batında doğan iki kardeştir İnsan
Kuranı Kerimde Düşünmez misin dediği,
Kimi zaman Musa (a.s), Kimi zaman İsa’ (a.s) dan seslendiği,
Tüm Halk ettiklerinin içerisinde, Sadece Ona Habibim dediği,
Nuru Muhammedi, Hakikati Muhammedi, Hakikati Ahadiyet'ül Ahmediyye olandır İnsan.
Dosttan Dosta Cilve,
Merkez Efendi Hakikati imiş,
İnsan Dostunun yaptığını beğenmez mi,
Allah'ın Habibi Olan Merkez, Dostunu üzecek lâf söyler mi,
Her şeyin en iyisini bilen Allah (c.c), Merkezden daha ne diyebilir ki.
Düşünüyorum Efendimin Hakikatini, Dayanabilir misin diyorum,
Ondan baş bir şey yok, sen hala ne diyorsun,
Merkezim, Efendim, Terzi Babacığım,
Göster artık Cemalini, Sırrı Sultanım, Aşkı Kaynağım.
Yön,
Merkezin olur ise Allah,
Hangi cihete dönersen dön İllâ Allah.
Olur, isen Fani, Her şey merkezindedir tabi.
Bilmez isen kendini, Oldum Zannedersin Kendini,
Bir sağa bir sola savrulursun, olursun hep den deli.
Karşına çıkan her şey, elbet Haktan,
Gelirse Mudilden koy verme kendini hemen,
Yokla Gönlünü, sus derse sus hemen,
Savun dedi ise, Saf olma, Hadi isen hemen.
Kötülükleri çirkinlikleri vur nefsine, bil ki bunlar senden,
İyilikler ve güzellikler bil ki, sadece Benden,
Öğrenirsin o zaman İsa’daki de Ben Musa’da ki de Ben,
Ben dediğin Tüm Âlemlerde olan Ben,
Be’nin altındaki nokta Ben, Ali (k.v) deki Ben Muhammed deki (a.s) Ben.
Tur dağında inleyen Musa, yetişti imdadıma,
Dedi, Ben Dayanamadım Hızır’a,
Korkarım kayıp düşmekten, Ümit ederim Merkezi anlamaya,
Haddini aşmadan Salik, Gönül Terzisinin Huzurunda.
------------------------
(88) Se… Ca…
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Kasım 2013 Kavacık sohbetinde Efendi Babam, “Her şeyi merkezinde bırakırdım” sözü üzerine bir tefekkür çalışması yapmamızı hatırlattı. Sohbetten sonra eşim Mu… ve kızım E. Ş. ile Poyrazköy’e çay-kahve içmeye gittik. Poyrazköy nefes alıp stres attığımız bir yer olduğu için; hayatımızın merkezindeki yerlerden biri durumunda ve biz yıllardır buraya gideriz. Bu yıllar içinde gittiğimiz Poyrazköy’de oturduğumuz kahvehane hep aynı kaldı. Kesinlikle buranın dışına çıkmadık ve memnun kaldık.
Efendi Babam böyle bir çalışma verdiği için o gün cadde, sokak isimlerine baktık. Hayret ile gördük ki yıllardır gittiğimiz Osman amcanın kahvehanesi “Merkez Cadde”sindeymiş. İlginç bir durum daha 13/b numara ile Hz. Muhammed S.A.V şifresi ve (b) birlikteliği, risaleti ifade emekteydi.
Kahvehane binasının önünde bir arabanın geçebileceği bir yol, yolun bitiminde ise oturduğumuz masalar var. Biz orada iken bir olay vuku buldu. Kedinin biri yoldan karşıya geçerken, bir araba geldi ve kediyi ezip gitti. Oturduğumuz yerde iki bayan vardı. Onlar ezilmiş kediyi görünce bunu kimin yaptığını sordular. Kahvehanedekiler bir arabanın geçerken kediyi ezdiğini ve gittiğini söylediler. Bunun üzerine bayanlar bağırmaya başladılar. Köyün yerlisi bir bey bunun devamlı olduğunu, haftada iki kedinin öldüğünü söyledi. Bayanlardan biri bunun üzerine; bağrış – çağrışını daha da arttırdı ve ağza alınmayacak sözler söyledi. Dakikalarca bağırıp ortalığı ayağa kaldırdı ve bu durumu kabullenemedi.
Biz oturduğumuz yerde sadece olayları seyrettik ve müdahil olmadık. Olay “Merkez Caddesinde” vuku bulmuştu. Köyün yerlisi beye “normal” gelen bu durum, o bayanlara göre normal değildi ve kabul edilemezdi. Haddinden fazla tepki verdiler ve bir sinir harbi yaşadılar.
“Her şey merkezinde” meydana gelmişti. Fakat bu, göreceli bir durumdu. Birine göre merkezinde olan, diğerine göre merkezinde değildi.
Bir arkadaşım ile sohbet ederken, arkadaşım “hücrenin” hayatın özeti olduğunu söylemişti. Bunun üzerine bir hücre araştırması yaptım.
Hücre; canlının yaşam özelliklerini taşıyan ve uygun koşullarda yaşamını tek başına sürdürme yeteneğine sahip temel yapı ve işlem birimidir. Hücre, çok hücreli canlılardaki en küçük yaşam birimidir. Hücrenin birçok bölümü vardır. Çekirdek yani hücrenin merkezi, yönetim merkezidir. Çekirdek ölürse, hücre de ölür. Çekirdek ayrıca hücre ana maddesi içindeki birçok küçük organelin birbiriyle uyumlu olarak çalışmasını sağlar. Çekirdeğin hücre bölünmesinde rolü vardır. Rolü gereği çekirdek yani merkez çok önemlidir.
Suyun döngüsünde de durum böyledir. Merkezdeki güneş, suyun buharlaşmasının ve gökyüzüne çıkmasını sağlar. Buharlaşan su tekrar yağmur, kar, dolu halinde yeryüzüne iner ve yaşamın idamesini sağlar. Eğer merkezdeki güneş olmasaydı, döngü olmaz yaşam zamanla sona ererdi.
Hayatıma baktığımda artı ve eksilerin yerinde olduğunu müşahade etmekteyim. Başıma gelen eza ve cefaların nefsimi terbiye etmek için, beni doğru bir insan yapmak için geldiğini düşünmekteyim. Bunu yemeğin hazırlanmasına benzetmekteyim. Yemek hazırlarken, malzemeleri doğrar, koparır, keser, parçalara ayırırız. Daha da yetmez, ateş üzerinde dakikalarca – saatlerce pişiririz. Son olarak yemek yenecek kıvama gelir ve bizi besler, işimize yarar. Eza ve Cefaların bizi bu kıvama soktuğunu müşahade etmekteyim.
Evladımızın birini kaybettik ve bunu hiçbir zaman sorgulamadık. Çünkü olanda hayır vardı, tevekkül ettik.
Dostları ilə paylaş: |