(..0) ”SE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan İnsân-ı Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati meydana gelmiştir.
( ﺗَﻠﺎَثَ ) SELÂSE
( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in ferdiyyetine bağlıdır. Bu mertebede oluşan İnsân-ı Kâmil Hüviyeti, kendinde ki ilmi hakikatleri sükûn halinden
221
fethay la hareketlendirilip zuhura çıkarılmıştır. Feth açmadır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. İnsân-ı Kâmil’in kendindeki cem’iyeti fetha yani gizli “Elif” ile Zâtından desteklenerek âlem aynasına yansıtılmıştır.
(نجد ) NECD; El-Cami, El-Mübin ve El-Metin isimlerinin yani üç hilâfet makamının cem edildiği mahal olmuştur.
Aynı zamanda NECD” makamıyla üç hilâfet hakikatini yani, Âdemi (Esma), Davudi (Sıfat), ve Muhammedi (Zat) mertebelerini bünyesinde toplamıştır.
( ﺗَﻠﺎَثَ ) SELâSE de ki ikinci (ث ) SE Hakk’ın yani Kadim’in Halk’a yani Hadis’e dönük yüzü olmuştur. “SE” üzerindeki üç nokta varlıkta, âlemi şehadette zuhura çıkacak Velâyet, Risâlet ve Abd (Kulluk) simgeleridir.
Sonuç olarak ; ( ﻧَﺞْ ) “NEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (نجد ) NECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür. Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4) 4 (dört), dört ilâh-i erkân’a işâret eder: Allah, Rahman, Rab ve Melik. Ayrıca dört zât-i ihata erkânı’na da işâret eder:
Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın. (ثلا ) “SEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( ﺗَﻠﺎَثَ ) SELÂSE (“53 + 1” + 5) Bir’in 5 tenezzül zuhurudur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün Vahdet, 2.-İkinci Taayyün Vahidiyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5. Şehâdet Mertebeleridir.
“NECD” makamında üç hilâfetin cem edildiği mahal. Sırrı 53 (Elli Üç) teki “SELÂSE” de Velâyet, Risâlet ve Abd (Kulluk) noktalarının zuhur mahalli olmuştur.
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) SELASE (T)
(ت ﺔ) TE
Te, bazen görünür, bazen gizlenir,
222
Kavmin varlığında payına onun çeşitlilik düşer,
Mertebesi Zâtı ve sıfatları kuşatır,
Onun fiil mertebesinde temkini yoktur,
Ortaya çıkarıp gösterir sırlardan gariplikler izhar eder,
Levh mülkünü, kalemleri ve Nun’u,
Leyli, şemsi, A’lâ’yı ve Târık’ı,
Zâtında, Duha’yı İnşirahı ve Tin’i,
(İbn Arabi)
“Arapça, kelimelerin eril (müzekker) ve dişil (müennes) olabildiği dillerden biridir. Arapçada 3 adet müenneslik (dişillik) işâreti vardır ve bunlardan biri de “tai merbuta”dır. Tai merbuta, (bitişik ta) demektir. Bir diğer ismi de “tai te'nis”tir yani (dişillik ta'sı). Bu işâret, kelimelerin sonuna birleşen ve kapalı yazılan te harfidir. Bir başka ifadeyle, Arapçanın 3. harfi olan te harfinin iki yazılış şeklinden (açık ve kapalı) biridir. Açık yazılan te harfi de, tıpkı kapalı yazılan tai merbuta işareti gibi, dişillik alâmeti olarak görev alabilmektedir”
Açık olarak yazılan “TE” (ت), Kapalı olarak yazılan “TE” (ﺔ)
Sonuç olarak, isminden de anlaşılabileceği gibi tai merbuta işâreti, te harfinin bir yazım formudur ve açık yazılan te harfi gibi iki nokta ile noktalanmıştır. Kelimelerin sonlarında yer alır ve genellikle dişillik bildirir; ancak kendisinden sonra bir harf gelecek olursa, artık kapalı yazılamaz ve açık te şeklinde yazılır.
Arapça Üç okunuşu “SELÂSE” ama yazılışda ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) “SELÂSE” nin sonunda “TE” harfi vardır. Bu aradaki yukarıda bilgisini verdiğimiz Tai merbutadır yani kelimenin müennes (dişilik) olduğunu gösterir. Sondaki kapalı “TE” (ﺔ) ise kendisinden sonra bir harfin gelmeyeceğini gösterir.
223
“EnTe” (Sen) ancak ilim sûretinde tecelli eder. “Te” harfi ise “EnTe” (sen) şeklindeki hitap harfidir. Bu ise hitap edilenin müşahede edilmesini gerektirir. “Te” ile ilgili; bilindiği gibi o da (En-te) nin “Te” sidir, onu diyebilmek için orada hâzır olan ancak gaybde olan bir (Ene) olması lâzımdır ki muhatabına (En-te) diyebilsin, aslında oradaki “Te” (ente) (ene) nin “T” deki kendini gizlemiş olan (Ene) sidir. (Ente) nin zuhur sahası “T” kaldırılınca zâten ortada kendisi kalmış olmaktadır. “T” ile Zâtın zuhur mahalli olan birey böylece âlemi şehâdet’te tasdik olunmuş olmaktadır.
( ﺗَﻠﺎَثَ ) SELâSE de ki hakikatleri zuhura çıkaracak aynada “TE” (ﺔ) harfi olmuştur. Çünkü “TE” (ﺔ) harfi yetkin kulluk mahallidir. Muhatab alınan makamdır. “Ene – EnTe”. Aynı zamanda kelimenin sonunda yer alan “TE” kelimeye müenneslik (dişilik) verir. Bu da mahallin edilgenliğinin kabul ediciliğini gösterir ki Bu da buraya kadar ki hakikatlerin evvelâ kabulü sonra açığa çıkarılması için önemlidir. Aslında herşey de hem edilgen (dişi) hem de etken (eril) dir. Bir şeyin zuhur bulması için evvelâ yukarıda da “KÜN” (Ol) sözünü incelerken değinmiştik. Hakk’ın etkenliğine mukabil bunu kabul edecek edilgen bir mahalle ihtiyaç vardır ki tecelli zuhur edebilsin.
Kapalı “TE” harfine bakacak olursak yukarıda değindiğimiz;
(ث ) ”SE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan İnsân-ı Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati meydana gelmiştir.
Görüldüğü gibi “TE” harfinde alt yuvarlığı İnsân-ı Kâmil’in toplayıcılığını, üstündeki iki nokta daha önce ifade ettiğimiz gibi üst noktalar bilgi noktasıdır, “TE” nin
224
üzerindeki bir nokta Ulûhiyetini, diğer noktada beşeriyetini
gösterir. Dolayısıyla bu yönüyle “TE” ALLAH isminin mazharı İNSÂN-I KÂMİL makamı olmuştur.
-------------------
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِد ٌ
(Kûl innemâ ene beşerun mislüküm yûhâ ileyye innemâ İlâhüküm İlâhün vâhidün.)
(Kehf 18/110) “De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilâhtır.“
Sonuç olarak ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) “SELâSE” deki “SE” ile başlayan Ulûhiyyet hakikatleri, “TE” harfindeki İNSÂN-I KÂMİL kemâlâtıyla zuhur bulmuştur.
“İnsânda âlemdeki bütün varlıkların gücü bulunur. O bütün mertebeleri birleştirir. Bu nedenle ilâhi sûrete sadece o tahsis edilmiş, ilâhi hakikatleri (onlar isimlerdir) ve âlemin hakikatlerini kendinde toplamış, böylece varlıkların en yetkini olmuştur. İnsânın dışındaki her şey halk, o ise hem halk ve hem de Hakk’tır. Şu halde İnsân-ı kâmil gerçekte el-Hak el-mahlûk bihi (halk etmede vasıta olan Hak), başka bir ifadeyle sayesinde âlemin halk edildiği kimsedir.
Allah’a halifelik insân-ı kâmil için geçerli olabilir. Bu nedenle Allah onun görünür sûretini âlemin hakikat ve sûretlerinden; görünmeyen sûretini ise kendi sûretine göre halk etmiştir. İnsân-ı kâmil âlemin ruhudur. Âlem ise ulvisiyle süflisiyle ona amade kılınmıştır. Hayvan insan ise İnsân-ı Kâmile amade kılınmış âlemin bir parçasıdır. İnsân-ı Kâmil birleştirici hakikattir. Allah ona öyle bir kuvvet vermiştir ki, onunla tek bakışla iki mertebeye birden bakar. Böylece Hakk’tan alır ve halka verir.“ (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
225
Sonuç olarak ; ( ﻧَﺞْ ) “NEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (نجد ) NECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür. Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4= 57) olur.
( ﻋﺮش ) ARŞ ebced sayı değerine bakacak olursak ( ﻋ “AYN” 70, ﺮ “RA” 200, ش “ŞIN” 300, toplam 570 eder. O da 57 – 0 = 57 dir.)
Dolayısıyla (نجد ) NECD makamı ( ﻋﺮش ) ARŞ’tır.
( ﻋﺮش ) ARŞ hakkında kısaca bilgi verelim;
Arş; sözlükte taht, köşk, gölgelik, çardak, tavan, çatı gibi ma’nâlara gelir. Arapça’da arş mülk anlamında da kullanılır. İfade ettiği kelimelerden anlaşıldığı gibi ulviyet, yükseklik ma’nâsını da içerir.
Arş mülkten ibaret olduğu için, onu taşıyanlar onu ayakta tutanlardır
Allah bütün varlıkları ihata eden kevn (oluş) dairesini halk etmiştir. Bu daire, en yüce serir (taht) olan ARŞ diye ifade edilmiştir.
Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur. "Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur"
Aynı zamanda ARŞ sıfatın mahallidir.
Tekrar konumuza dönersek ;
( ﻧَﺞْ ) “NEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (نجد ) NECD ebced sayı değeri 57 yani “NECD” “ARŞ” tır. Yani “NECD”, “NEC” Zâtı Mutlağın (53) , sıfat mahallidir.
(نجدت ) NECDET ; ebced sayı değerine bakarsak
226
“NECD” 57 olduğuna göre ت “TE” ebced sayı değeri 4’tür.
(نجدت ) NECDET (57 – 4 ); yani Zâtın mutlak tekliğinin (ﻧَﺞْ) “NEC” (53), (نجد ) NECD (57) yani arşında (sıfat mahallinde), Şeriat-Tarikat-Hakikat ve Marifet metre-belerinden görüntüsü olmuştur.
(ثلا ) “SEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 +1) ( ﺗَﻠﺎَثَ ) SELÂSE (“53 + 1” + 5) Bir’in 5 tenezzül zuhuru-dur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün Vahdet, 2.-İkinci
Taayyün Vahidiyyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5. Şehâdet Mertebeleridir.
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) SELÂSE (T) (“53 + 1” + 5 + 4) Yani “Bir’in 5 Hazretten tenezzül edip Dört mertebede (Şeriat-Tarikat-Hakikat ve Marifet) Üçlemeyle yani ferdiyyetiyle zuhuru olmuştur.
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) SELÂSE (T) den sonra şimdi de (و ) VE’yi incelemeye çalışalım inşeAllah
(و ) VAV.
(و ) VAV.
İyyake’nin Vav’ı daha mukaddestir,
Benim varlığımdan ve daha nefistir,
O mükemmel bir ruhtur,
O altılı bir sırdır,
Nerede hakikati parıldarsa,
Denilir ki: Mukaddes arz,
Onun evi yüce sidre:
Bizde tesis edilmiş olan sidre,
(İbn Arabi)
(و ) VAV : Vav sıfat’tır. O’nunla isimler zuhura çıkar.
227
O Fiilin illetidir. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleridir. (Elif (Hemze) – He ) Sonuncusu da dudak harfidir. Göğüsten çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin sonuncusu olan “Vav” harfinde ise bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin mahreçlerini aşmadıkça “Vav” harfini ortaya çıkarmaz. Böylece “Vav” harfinde bütün harflerin kuvveti meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) “Vav” sayısal değeri altıdır. Bu da altı yöne işaret eder. Vav harfi kendi içerisinde de yani telâffuza çıkışta Vav – Elif – Vav ‘dır. (واو ) Yani son ve başı aynıdır. İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir.
Telâffuzda ilk Vav hüviyet Vav’ıdır ve hüviyet He’si onun içine dercedilmiştir. He’nin sayısal değeri beştir. Beşin altının içinde olması gibi altı zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide hem varlıkta zuhur etmiştir. Elif Hakk’a aittir, Vav ise ma’nâ yönümüze aittir. Elçi meleğe (Cibril) vahiy emanet edildiğinde, onunla vahyi aktaran (Hakk) arasında bir bağıntı bulunmasaydı, hiçbir şeyi kabul edemezdi. Vahiy gerçekleştiğinde ki onun makamı Vav’dır. Çünkü Vav yücedir. Ulvi ve süfli âlem arasındaki bağıntı Vav’la sağlanmıştır.
Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi, kâmil insan Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Bu, Risaletin bâtını olan velâyet makamıdır.
Sonuç olarak; “Vav” harfinin ebced değeri 6’dır. Yani iki tane üçün (3+3=6) toplamına eşittir.
İcadın (var etmenin) aslının üç mertebesi vardır: İlâhi Zat, “Kün” sözüyle ayni vücûdunu izhar ettiği sabit malûm. Bu üç mertebe zuhura çıkıştaki “Vav” (3+3) çarpılırsa,
228
Selâse (3): 3 x 3 (birinci Vav) = 9 sıfat mertebesinde Zâtın hakikatleri zuhur eder. Sıfatların fiil huzurunda zuhur etmesiyle de, yani Sıfat 9 x 3 (İkinci Vav) = 27 sayısı elde edilir. Bu ise en yüce kalemden başlayarak insana kadar varlık mertebelerinin sayısıdır. Böylece ilâhi huzur üç hakikatiyle zuhur etmiş olur: Zat-sıfat-fiil (3x3x3). Bu mertebelerin zuhuru ise Rahmân’ın nefesinin varlık mertebeleri aracılığıyla cem edici ve tafsilâtını tayin edici hatem (son) olan gayesine kadar görünmesiyle gerçekleşir ki bu 28. mertebedir.
İnsanın nefesi ile Rahmân’ın nefesinin uyumundan 28 harf ortaya çıkmıştır. Bunlar ise üç mertebeye ayrılırlar: Zâti birler mertebesi, sonra sifati onlar mertebesi ve fiili yüzler mertebesi… ki çokluk sayısı 1000 sayısında son bulsun gayeyi ifade eden “gayn” harfinin sayısal değeri 1000’dir.
Sahih cüzlerinin toplamına eşit ilk tam sayı 6 (altı) dır: 1+2+3=6 bu sayının harfi de lâfzi harflerin sonuncusu olan “Vav” dır. Bu ise insan nefesinin son aşamasıdır. Tıpkı İnsân-ı Kâmil’in, şekil verilmesi tamamlanan kevni varlığa üfürülen ruhtan ibaret Rahmân’ın nefesinin son aşaması olması gibi.
“NECDET” (نجدت ) VE “SELÂSE (T)” ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) de ki (ت ﺔ) “TA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır.
Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
( وَ ) VE
VAV (و ) : İllet (neden) harfidir. Sıfat mahallidir. Harekeli ve harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi
229
gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her “Vav” bir delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise halkedeni varedeni çağrıştırır. Vareden ise ne yazıya ne telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir.
Arapça’da, Ve: Andolsun ki, halbuki, iken, ve, ile, birlikte ma’nâlarına bağlama edatıdır.
“Vav” Fethasıyla gizli “Elif” i taşır. “Elif” nitelenendir. Nitelenen, nitelikler zorunlu olarak kendisine delâlet ettiği için yazıda düşmüştür. Bu zorunluluk sıfatın bir nitelenenle var olmasının zorunluluğudur. Böylelikle sıfatlar âleme tecelli etmiştir. Âlemde, Zat hakkında sıfatlardan başkasını bilmemiştir. “Elif” ten önce gelen herşeyin fethalı olması gerekir. Fetha, böyle bir mahalde “Elif” e delâlet eder ve o tecellinin mahalli için açma, yayma makamının sâhibi olan Zât’ın varlık mahallidir. Zat Elif’i, sıfatın varlığının sıfat “Vav” ı ise fiilin varlığının illetidir.
Sıfat nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder; bu durumda ise nitelenenin mahiyetini vermez ve sıfattan mahiyete ulaşmak mümkün değildir. Çünkü sıfat nitelenenin mahiyetini bildirmez. Meselâ "Kalem” onunla ilgili kullanılan yazı yazılır nitelemesi kalemin bir yönü veya işlevidir. Dolayısıyla Zat olan Kalem hakkında bilinen yalnızca onun yazma sıfatı olmuştur. Zat asla bilinememiştir. “VE” ( وَ ) oluşumuyla Zat Olan Elif, sıfat perdesine bürünmüştür. Harekeler niteliklerin, harfler nitelenenin, mahreçler makam ve basamakların benzeridir. Elif, fethayla gizlenerek “Vav” ın sıfatı olmuştur. “VE” mertebesiyle Varlık simgesi olan (Vav) ın nitelikleri aşikar edilmiştir.
Sıfat “Vav” ı üzerindeki fetha (Gizli Elif); fetha açmaktır. Üstte oluşan İnsân-ı Kâmil mertebesine ( وَ ) VE olarak bağlanmıştır. Âlemin yansıtıcısı İnsân-ı Kâmil mertebesinin aynası olmuştur.
230
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) SELÂSE (T) (و ) VE den sonra şimdi de
(ﺧَﻤْﺴُﻮن) HAMSUN’u incelemeye çalışalım inşeAllah
(ﺧَﻤْﺴُﻮن ) HAMSUN kelime anlamı Elli’dir.
(ﺧﺦ) HI
“HI” harfi ne zaman ki yönelir veya geri döner,
Sana sırlarından verir veya erteler,
Onun yüksekliği varlıkları ister; aşağısı ise,
Halk edeni izhar edilmiş bir hikmet gereği ister,
Kendi hakikatini izhar eder, zatının çizicisi olarak,
(İbn Arabi)
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) “SELÂSE (T)” te zuhur bulan İnsân-ı Kâmil (NECDET) ‘in ferdiyyet makamıdır. Yani 53 (Elli üç) ün 3 (üç) teki ferdiyetteki zuhurudur. Şimdi 53 (Elli üç) te ki 3 (üç) ün 50 (Elli) deki zuhurunu incelemeye çalışalım İnşeAllah.
El-Muhit isminin her şeyi ihata eden olabilmesi için bütün şekillerle şekillenmesi, bütün sûretlerle zuhur etmesi, bütün kayıtlarla kayıtlanması, bununla beraber bütün bunlardan münezzeh olması gerekir. O halde El-Muhit ismi El-Hakim isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü her şeyi lâyık olduğu kayıt içinde yapan, her sûreti münasip şeklinin içinde terkip eden El-Hakim’dir. Dolayısıyla El-Hakim ismi, külli şeklin icadına yönelik olarak “HI” harfinin menzilinde zuhur etmiştir. Alemde olmayan bir şey Allah’ta da olmaz.
Âlemin sûreti kâmil olduğu için onla sınırlıdır. Çünkü mucidinin sûreti üzere mevcuttur. O halde âlemin cevheri mucidinin zâtına, âlemin arazları sıfatlarına, zamanı da ezeline aittir. Burası yukarıda bahsedilen “SELASE(T)” teki
231
İnsân-ı Kâmil ferdiyetinin âlem aynasında ki görüntüsü El-Hakim isminin icadıyla “HI” harfindeki görüntüsüdür. Mekânı istivası, kemiyeti isimleri, keyfiyeti rızası ve gazabı, vaziyeti kelâmı, izafesi rububiyeti içindir. Âlem, mucidinin kendisini icat etmesiyle amel eder, kendisinden isteyene icabet etmek üzere tesir kabul eder. Şu halde âlem Allah’ın kayıt ve şakilesi üzere amel eder.
El-Hakim’in hikmet şekilleriyle şekillenmesi zuhurdur. Dolayısıyla zuhur etmek belli bir hikmete dayalı olarak özel bir heyetle şekillenmekten başka bir şey değildir. Bu nedenle el-Hakim ismi ez-Zâhir isminin zuhurunu gerektirir. Bu yüzden ez-Zâhir ismi, cismin icadına yönelik “HI” mertebesinde zuhur etmiştir. Çünkü zuhurun amacı cisimde tamamlanır. Zâtın vasıflandığı her şey cisimde zuhur eder.
Dolayısıyla âlem “HI” menzilinde Hakk’ın sûreti üzere zuhur etmesidir.
Sonuç olarak (ﺧﺦ) HI;
(ﺣﻖ) HAK’ın âlemdeki zuhuru ( ﺧﻠﻖ ) HALK olmuştur. ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) “SELÂSE (T)” te ki üçlemeyle zuhur bulan hakikatin Zat, irade ve söz yani kelâm ile varlık kazandırılan oluşumun ismi “Halk” olmuştur.
(ﺣﻖ) HAK’ta ki (ﺣﺢ) “HA” söz yani kelâm’dır. Nefes, söz’dür. Nefesle zuhur bulan mahal ( ﺧﻠﻖ ) HALK’ta ki (ﺧﺦ) “HI” olmuştur. “HA” ve “HI” sûret olarak (ﺣﺢ) olmakla birlikte üzerindeki varlık noktasıyla “HAK” tan ayrılmıştır. Nokta, halk edilmişin cisim zuhuru olmuştur.
Halk etme, yokluktan değildir. Halk etme, ilmi varlıktan yani Allah’tan dış varlığa doğrudur. Allah halk edendir
232
demek, Allah’ın a’yân-ı sâbiteyi dış duyulur varlığa çıkarttığı veya izhar ettiği anlamına gelir. Bunu sadece Allah yapabilir, hiçbir halk edilmişin iradesi ayn-ı sâbiteyi izhar edemez. Halk, Hakk’ın âlemin sûretlerinde tecellisidir. Halk fiil, tesir, mutlak müstağnilik (HAK) gibi özelliklerin mukabilinde, edilgenlik, muhtaçlık gibi bütün nitelikleri temsil eder. Varlıktaki her şey Hak’tır. Görülen her şey halktır.
“Halk Hak vasıtasıyla müşahede edilmeseydi o olmazdı
Hak halk vasıtasıyla müşahede edilmeseydi, sen olmazdın
Kün (Ol) diyen kimse müşahede ettiğindir
Ortada sadece Kün (Ol) sözü ile olan vardır.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
“HI”, Hakk’ın Kün (Ol) sözünün nokta zuhur mahalli olmuştur.
“HI” harfinin küçük asıl ebced değeri 600 (altı yüz ) dür. Yani “HI” varlığın (VAV) zuhura çıkıştaki 6 (altı) yönün (vech) 600 altı yüzdeki vechdeki görüntüsü olmuştur. Yani “HI”, “ Varlığın (Vav) 6 yönünün 100 (yüz) aynasındaki görüntüsüdür.
Aynı zamanda “HI” harfinin en büyük ebced değeri 512 (beş yüz on iki) dir. O da 51 + 2 = 53 (Elli üç) tür.
NUN (ن) : 50
CİM ( ج ﺟ ) : 3
( ﻧَﺞْ ) “NEC” toplarsak = 53 olur.
Dolayısıyla “HI” (53) mertebesi, ( ﻧَﺞْ ) “NEC” makamı 53’ün mutlak tekliğinin zuhurudur.
( خَ ) HA
233
“HI” mertebesindeki Hakk’ın halkıyet zuhuru fethayla desteklenmiştir. Fetha mahalli açar. Fetha bünyesinde gizli “Elif” i barındırır. Dolayısıyla Hakk’ın halk zuhuru yine kendi zatıyla gerçekleşmiştir.
( ﺧَﻢ ) HAM
(م) MİM
“Mim” “Nun” gibidir, sırlarını incelersen,
Oluşun gayesinde, hakikat olarak ve başlangıçlarda,
O halde “Nun” Hak için, kerim “Mim” ise benim içindir,
Başlangıç için başlangıç, gayeler için gayeler,
Şu halde “Nun” un berzahı bilgilerindeki ruhtur,
“Mim” in berzahı ise halkedilmişlerde Rab’tir,
(İbn Arabi)
(م) MİM : İzafi yokluk harfler âleminden varlığın simgesi olan “Mim” harfi sayesinde mülke girdi. Başı gök,
aşağısı yeryüzünü simgeler. Mim mülk âlemidir ve bu âlem kulluk diyarıdır.
“Ha” harfinin “He” şeklindeki telâffuzu, Süryanice’de ihata ve şümul anlamına gelir. “Mim” harfinin “Mi” şeklindeki telaffuzu ise zâhiren aynde ve bâtınen kalpte olduğu gibi zâtın nuruna işaret eder. “M” şeklindeki harekesiz telâffuzu ise bütün oluşların cem’ine (vahidiyet) ve onlarla tahakkuk etmeye işaret eder. (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” )
Sonuç olarak; “Mim” harfi lâfıza çıkışta “Mim-Ya-Mim” şeklinde üçlemeyle çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in yüceliği alçaklığındadır. “Mim” harfinin biri Melekûta diğeri mülke bakan iki yüzü vardır. Aradaki “Ya” yazılışta ( ﻣﻴﻢ ) iki “Mim” e bitişmiştir. Buradaki “Ya” Risâlettir.
234
-------------------
لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ
(Lekad câekum resûlun min enfusikum.)
(Tevbe 9/128) “Andolsun ki; size, sizin içinizden bir resûl geldi…”
-------------------
“Mim” harfinin en küçük ebced değeri 4’tür. Yukarıda da ifade edildiği gibi; “NECDET” (نجدت ) VE “SELÂSE (T)” ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) de ki (ت ﺔ) “TA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır.
Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
Yani (ةو) “TAV” 406; Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
( ﺧَﻢ ) “HAM” ebced değeri “HI” 600, “MİM” 4 toplar-sak 604 olur. Yani “HAM” mertebesi, “TAV” 406 makamının aynadaki görüntüsü olmuştur.
“HAM” sözlük anlamı olgunlaşmamış demektir. Buradaki “Mim” mekândır. Hakk’ın halk zuhuruyla mekân aynasındaki görüntüsü oluşmuştur. Aynı zamanda “Mim” harfinin küçük asıl ebced değeri 40’tır. “Dereceleri Yükselten” isminin zuhurunun kemâli ancak bütün dereceleri cami huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Sayısal değeri 40 olan cem harfi “Mim” onundur. 40 hayatın tamlığının rakamıdır.
235
“Mim” Mülk (mekan) bütün hakikatleri bünyesinde cem etmiştir. Buna göre tafsilden önceki her icmal cem’dir. “Mim” de de yani Mülk âleminde de bütün hakikatler cem edilmiş icmal durumdadırlar.
(ﺧَﻢْ) “HAM” mertebesinde “MİM” harfi oluşumun kendinde icmali olarak cem edilmesi için hareke almayıp sükûnda kalmıştır.
(ﺧَﻤْﺲ) HAMS
(س) SİN
Sin’de varlığın dört sırrı bulunur,
Tahakkuk ve en yüce makam ona aittir,
Kendisiyle ortaya çıkar, gayb âleminden,
Güneşlerini örten oluşun eserleri,
(İbn Arabi)
(س) SİN: Sonradan halk edilmişin izafi yoklukta iken var olma zuhur bulma vaktidir. “SİN” harfinin lâfza çıkış harfleri “Sin-Ya-Nun” dur. Ebced sayı değeri 60’dır. “Sin” de “Mim” harfi gibi üçlemeyle açığa çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Sin” in yüceliği alçaklığındadır.
“Kalbin üç külli mertebesi vardır ki “YaSin” in “Ya” sında zuhur etmektedirler. Çünkü “YaSin”in “Ya”sı kalbe, “Sin”i de kalbin kalbine veya kalbin sırrına işaret eder. Bu nedenle sûre “Ya” harfiyle, sûrenin kalbini oluşturan “Selâmun kavlen min rabbin rahîm” (Rahîm Rab’den SELâM sözü vardır.) (Yasin 36/58) âyeti de “SİN” harfiyle başlıyor.” (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” )
“Rahman’ın nefesinden önceki ilk sûret bulut sûretidir ki içinde rahmet bulunan rahmâni bir dumandan ibarettir. Bu yüzden kalp âyeti “Rahiym Rab” ifadesiyle son bulur.
236
Ondan önce Hakkın vücûdu vardır. Hakk onun için insânın kalbi mesabesindedir. Nitekim Hakk teâlâ ârif insanın kalbi açısından, insân kalbi konumundadır. Dolayısıyla kalbin kalbidir. Mülkün meliki olduğu gibi, ama ondan başkası onu ihtiva edemez. O halde kalbin en yüce mertebesi, bir ve tek olan Allah’a daimi sûrette yönelmektir.
Bu “YaSin” kelimesindeki teklik elifiyle bitişik ilk “Ya” nın mertebesidir. Kalbin orta mertebesi ulvi ruhlara ve sırlarına yönelip onlardan istimdat etmesidir. Bu da “Sin” in uzatılması ile onunla “Nun” arasında yer alan med harfi ikinci “Ya”nın mertebesidir. Kalbin en alt mertebesi kevnden hasıl olan süfli daireye yönelmesidir, ortadaki “Ya”nın “Nun”la bitişmesi gibi. O halde ilk “Ya” rabbani kalp, ortadaki “Ya” kevni kalp içindir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
“Mim” mülke “Sin” zamana işaret eder. Bu Halk edilmişin zuhura, mülkte zuhura çıkma vaktidir.
İsti’dad iki ceşittir:
Birincisi yapılmamış isti’dad ki, daha önce izah edildiği üzere, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün(Ol)!” emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler.
-------------------
~~54.50~
وَمَا اَمْرُنَا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ
(Ve ma emruna illâ vahidetun ke lemhın bil basar) (Kamer, 54/50) “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir”
-------------------
Âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir.
Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehâdet mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve görünme
237
yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Çünkü tabiatta vücûda gelmiş olan her bir sûret kemal bulma kaidesine tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur.
Örnek: İnsanda konuşma isti’dad ve kābiliyyeti onun zâti gereği olduğundan yapılmamıştır. Fakat doğar doğmaz hemen konuşamaz; çünkü bünyesi müsait değildir. Zamanın geçmesiyle, bünyesine isti’dad ve kābiliyyet geldikten sonra konuşabilir. Bu isti’dad ve kābiliyyet ise zaman içinde gerçekleşen kemal bulma neticesinde oluşur; bu da yapılmıştır.
Bundan anlaşılıyor ki, (yapılmamış isti’dadın açığa çıkması, yapılmış isti’dadın aşikar olmasına bağlıdır). Diğer bir ifade ile denilebilir ki, ruhun kemâllerinin açığa çıkması cismin kemâline bağlıdır. Aksi halde ruhun kemâlleri bâtında kalır. Şimdi zâhire ait sebepler zâta ait isti’dad-lardan olan işlerdir. Bundan dolayı sebepleri doğuran zâta ait isti’dadlar ve kābiliyyetlerdir. Mumun yanma sebebi onun kābiliyyet ve isti’dadıdır. Taş olsa yanmazdı; çünkü taşta bu isti’dad ve kābiliyyet yoktur.” (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
(ﺧَﻤْﺴُﻮ) HAMSU
VAV (و ) : Mülk, şahâdet ve kahır âlemindendir.
Sayısal değeri altıdır. Ona ait harf Elif’tir. Çıkış yeri (mahreci) iki dudak arasıdır. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleri dir. (He, Hemze) Sonuncusu da dudak harfleridir. Göğüsten çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin sonuncusu olan Vav harfinde ise bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin mahreçlerini aşmadıkça Vav harfini ortaya çıkarmaz. Böylece Vav harfinde bütün harflerin kuvveti
238
meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) Vav çok şerefli bir harftir. Bir çok yönü ve gayet üstün kaynakları vardır. Özellikle kendi hususiyetini korur. Bu yüzden Hüviyet’te (O’lukta) bulunur. Hüviyet ise gaybın korunmasıdır ve ebediyen ortaya çıkmaz. Bu nedenle Vav harfi bütün harflerden daha güçlüdür. He harfi hariç. Çünkü HE harfi hem kendini hem başkasını korur. Vav ise sadece kendisini korur. He ve Vav harfleri Hüve (O)’nin aynısıdır ve buna Hüviyet denir. Vav harfi He harfi ile gerçekleştiği için He ‘nin şekillerinden bir türünün sûretinde ( ﻫ) vücût bulur. He harfine bitişmesi veya bitişmemesi fark etmez.
Bu durum, ruhani mertebenin yukarı tarafa olan münasebetinin gücünün kanıtıdır ve Vav bunun delilidir. Ayrıca bizim için, içimizdeki sûretin de delilidir. ”Allah Adem’i kendi sûreti üzere halketti” İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir. Böylece kevnin (oluşun) aynı, mükevvinin (olduran) sûretinde zuhur etti. Olan ile olduran arasındaki perde de erişilmez izzet ve büyük ahadiyettir. Böylece zatlar birbirinden ayrışmıştır. (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Vav illet (neden) harfidir ve uzatma yapar. Sıfat mahallidir. Harekeli veya harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her Vav bir delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise var edeni çağırıştırır. Var eden ise ne yazıya ne telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir.
Vav’ın açılımı Vav-Elif-Vav şeklindedir.
Telâffuzdaki ilk Vav Hüviyet (O’luk) Vav’ıdır ve He onun içine yerleştirilmiştir. Beşin, altının içinde olması gibi… Altı zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide (Hüviyet Vav’ı) hem varlıkta zuhur etmiştir. Şeyh-ül Ekber bu nedenle “Elif, Hakk’a ait, Vav ise senin ma’nâ yönün.
239
Varlıkta ALLAH’tan ve senden başkası yok. Sen halifesin. Bu nedenle Elif genel, Vav ise karışıktır.” demiştir.
Allah, harekeleri, harfleri ve mahreçleri; zatların nitelik ve makamlar sayesinde ayrıştığına kendisinden bir uyarı olsun diye oldurdu. Böylelikle harekeleri niteliklerin (sıfatlar), harfleri nitelenenin, mahreçleri ise makam ve basamakların benzeri yaptı.
Vav harfi ruhsal yücedir. Ötre de yüksekliği verir ve o, illet Vav ’ının kapısıdır. Elif Zat’a, İllet Vav’ı sıfatlara, İllet Ya’sı ise fiillere aittir. Şöyle de diyebiliriz; Elif ruha aittir. Onun niteliği akıldır ve o fethadır. Vav nefse aittir ve onun niteliği kabzdır (kavramak, almak, teslim almak, mülk), o ise zammedir (ötre). Ya harfi ise cisimdir, fiilin varlığı onun niteliğidir ve kesredir.
İlâhi sıfatların sayısı altıdır; ilim, irâde, kudret, işitme, görme, kelâm ve bu niteliklerin hepsinde bulunması gereken şart ise hayattır. Böylelikle Zat’a ait yedi nitelik ortaya çıkmaktadır. Nitelikler, nitelenenin mahiyetini bildirmez. Her biri nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder. Böylece İllet Vav’ıyla sıfatları zuhura çıkmıştır.
Sonuç olarak; “Kâinatın mertebelerinin Esmâ-i Hüsnanın tecellisiyle zuhur edişi ancak “Zâhir” ismiyle gerçekleşir. Zuhur ancak farklılaşma ve çeşitlenme ile olur ve bazısının bazısından üstünlüğünü gerektirir. Üstün, en üstün, alçak, en alçak şeklinde belirginleşmeler gerçek-leşir. Bu yüzden “Zâhir” isminden kaynaklanan en son derece, yani “dereceleri yükselten arşın sahibi” ismine uygundur. Bu isim mertebeleri belirginleştirmeye yöneliktir, onları var etmeye değil. Çünkü bunlar varlıkla vasfedilmeyen nispetlerdir, çünkü aynleri yoktur. Harflerden “Vav” harfi, menzillerden de ip kudreti menzili bunlara aittir.
İp de fer içindir. Vav harfinin buna ait olmasının sebebine gelince, çünkü vav harfinin sayı mertebeleri
240
bakımından 6 değerine sahiptir. 6 ise tam sayıların ilkidir. Âlemdeki kemâl ise ancak mertebe ile mümkün olur, biz de buna vav harfini verdik. Rişa menzilinden gelen iple de bağlanma ve sarılma gerçekleşir, nitekim yüce Allah’a bağlanma da onun aracılığıyladır. İp menzilini indirmiştir.
-------------------
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعًا
(Ve’tesimu bihablillâhi cemian.)
(3/103) “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın.”
-------------------
Eğer ip mertebesi olmasaydı İfadesi sabit olmazdı. Bil ki, bütün mertebeler asıl itibariyle ilâhidirler. Hükümleri varlıkta zuhur etmiştir. İlâhi mertebelerin en yücesi ise İnsân-ı Kâmilde zuhur etmiştir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Sarılın Allah’ın NECDET’teki ELLİÜÇ (ثلاثة وخمسون) İpine. “Odur sizi üstlerinizden ve ayaklarınızın altlarından yediren”
Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi, kâmil insân Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Şeyh-ül Ekber “Bu, peygamberliğin bâtını olan velâyet makamıdır. O, içimizde peygamberden bulunan nişandır ve peygambere vârislik bu konudadır.”demiştir.
(ﺧَﻤْﺴُﻮن) HAMSUN
NUN ( ن ) :
Varlık Nun’unun noktası delâlet eder,
241
Bir hakikat olarak ma’buduna,
Onun varlığı ma’budun cömertliğinden ve bereketindendir,
Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir,
Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak,
Bulunmayan yönünü öğrenirsin,
(İbn Arabi)
NUN ( ن) ; Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insânın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır.
Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav” “Nun” harfleri gibi.
“Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav – Nun) (ﻧﻮن) arasında bir perde işlevini görür. NUN ( ن ) harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder, tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin görünen kısmı gibi… Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir. Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismânidir, diğer yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır. Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu yüzden idrak edemiyoruz.
Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları olarak zuhur eden halk edilişimizde öyle, halk ediliş küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar âlemini idrak etmemiz perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz. Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan “Nun” dan maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise gaibdir ve bu zahir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da ruhani varlıklar ortaya çıkmışlardır.
242
Şu halde cismâni bir anlamdan zuhur ederken, ruhani
ise anlamın, anlamından zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki (ﻧﻮن) “Vav” bağışları bir yarısından alır, diğer cismâni yarısına ilka eder. Bu ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani “Nun” la bitişmiştir. (ﻧﻮ ) cismani “Nun” la değil. “Vav” harfi yazıda kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden sonraki harfle birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları ruhani “Nun” dan alması, birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk mahiyetinde bir almadır. Cismani “Nun” a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma, duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte bu Cebrâili makamdır.
Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi.
Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem.
İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli)
Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir; bilgi ve amel.
Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir; amel özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler ondan meydana gelmiştir.
“Vav” ilkâ esnasında yazı âleminin kalemidir. Bu diğer “Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler, olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören biri açısından icmali bir sûrettir, ona bakan biri ötesinde ne olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda mücmel olan şeyleri satır, satır yazıya döker. Böylece dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı,
243
tafsilatlı olarak bilinir.
“Nun” un bir başka yönüde “Nun” lâfzının bir tek vücûtta zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sâkin dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden ikinci “N”ye destek olur.
“Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lâfzıdır. Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf” (ق ) harfinin delâlet ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun” undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan, kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir.
-------------------
ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
(Nun vel kalem ve mâ yesturun.)
(Kalem 68/1-2) “Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki”
-------------------
Sonuç olarak NUN (ن); “En-Nur olarak zuhura çıkmıştır. Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır, nefislerini idrak edip rablerini bilirler. Buraya kadarki (ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ وَ ﺧَﻤْﺴُﻮ ) (SELASE VE HAMSU) da toplanan hakikatler, NUN (ن) harfinin zuhuruyla kemâlâta ulaşmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi NUN ( ن ); Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insanın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır.
244
“Nun” harfinin büyük ebced sayı değeri 106’dır. “Nun” harfinin şeklinden de anlaşılacağı gibi (ن) alt çanağı görünen zâhiri, üst noktası gaybını simgeleyen bâtınıdır. Dolayısıyla “Nun” 106 zâhir ve bâtını ayırırsak yani 106 / 2 = 53 eder. O da “CİM” ( ج ) harfinin büyük ebced sayı değeridir. “CİM” harfini doksan derece yatırırsak yani “NUN” daki bâtın olan birinci “NUN” olur. “Cim” ( ج ) harfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle El-Celâl ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan El-Cami isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemâl makamında birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama tecelli eden cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce Allah Yusuf’a (a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur sayesinde misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi. Hayal en büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder.
“Cim” ;
Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir.
İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine, (İbn Arabi)
“Tek ve bir olan Allah’tan başka bir şey yoktur. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde Allah…Allah… diyen kimseler oldukça kıyamet kopmaz.” Bu yüce Allah’ın “Allah’ın zikri en büyüktür” dediği en büyük zikirdir. İşte bu isim bu imamın zikridir ki onun ruhu en son kabzedilir. Böylece kıyamet kopar ve gök yarılır. Dolayısıyla bu ve benzerleri sütündurlar…
Yüce Allah dosdoğru bir hareketle bu insâni sûreti
245
ikame etmiştir. Çadırın orta direği sûretini. Onu bu göklerin kubbesini ayakta tutan sütûn kılmıştır. Onun sayesinde göğün yerin üzerine çökmesini engellemiştir. Biz de bunu sütûn olarak ifade ettik. Bu sûret yok olduğunda ve yeryüzünde nefes alıp veren bu kabil insanlar tükendiğinde gök paramparça olur, o gün çöküverir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Sütûn, Arapça Amed demektir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. Ferdiliğin ilki basamağı üçtür. Sütûn (Amed) kelimesi de üç hakikati gerektirir: Gök, yer ve ikisini birbirine bağlayan sütûn. Bu kâmil insândır. Yahut hakk, halk ve ikisinin arasındaki vasıta, yani MUHAMMEDİ hakikat. Biz burada Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) dan söz ediyoruz. Kendisine tahsis edilen 53 sütûnundan.
(ثلاثة وخمسون) 53 (ELLİÜÇ) ;
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “Cim” harfinin küçük ebced değeri 3’tür. “Nun” harfinin ebced değeri de 50’dir. Yani toplarsak 3+50 = 53 olur. Harfleri yan yana getirirsek (ﺟﻦ) “CAN” olur.
NECDET (نجدت) ; Gök kubbeyi ayakta tutan sütûndur. Yani (ﻋﻤﺪ) “AMED” dir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. El-Cami ismi Allah’tır.
Efendi babacığıma Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen (ثلاثة وخمسون) 53 (ELLİÜÇ) beden mülkünü ayakta tutan “CAN” dır.
Âlem “NECDET” le ayakta, beden 53 (Elli üç) ile Can bulmakta…
246
Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerinin bu sırra işaret eden bir şiirini sunmak istiyorum;
CAN
Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can,
Bütün alem oldu Can, Canla kaldık Canla Can,
Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can,
Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can.
-------------------
Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç,
Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç,
Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç,
Sureti İnsanda kalma sıreti İnsan'ı seç.
-------------------
Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda,
Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla,
Yoktur Candan gayrı alemde dost asla ve asla,
Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha.
-------------------
Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla,
Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla,
Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla,
Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla.
-------------------
Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler,
Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler,
Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller,
Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sureler.
-------------------
Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) Yukarıda da geçmişti.
-------------------
Son olarak Efendi Babacığım için yazdığım kısa bir şiiri
247
arz etmek istiyorum; Şiirin ismi “SELÂSE(T) VE HAMSUN”
yani 53’ten alıntı şöyleki “SELÂSE(T)” in “S” si ve bitiş “HAMSUN” un “N” si ve ortada bütün bunları ayakta tutan “E” yani “ELİF” ( ث ا ن ) “SEN”
--------------
SENMİŞSİN
Ezilirken beşeriyetimizde,
Allah acıdı halimize,
Gönlümüzü açtı muhabbetine,
Kaynağı muhabbet, Eşref-i mahlûkat,
Resûl-u Kibriya, Hatemül enbiya,
Ahmed-i Muhammed Mustafa, (s.a.v.)
Aşkıyla doldu gönlümüz,
Dedi; İşte Hatemül evliya,
Ma’nâ’yı Muhammed (s.a.v.)
Kibrit-i ahmer, Şeyhül ekber,
İşte dedik Din-i Mübin,
Ma’nâ’mızmış Muhyiddin,
Dedi; Ekber olmak için aşk gerek,
İşte dedi Uşşaki Ekberî Ahmedî NECDET,
“Lâm” olup huzuruna geldik,
“Elif” gibi kucakladın bizi,
“Lâm”ın “Elif”e olan aşkı gibi,
Yaktı benliğimizi “Elif” in aşkı,
“Lâ” etti varlığı benliğimizi,
Varlık sebebimiz SENMİŞSİN,
Nefes-i Rahmanımız SENMİŞSİN,
Canımızın canânı SENMİŞSİN,
NECAT’ımız SENMİŞSİN,
Tevhidimiz SENMİŞSİN meğer!
(Terzi Oğlu. E. A.) (01/12/2014)
-------------------
248
BAKARA SÛRESİ
Efendi Babacığım Hayırlı Akşamlar.
Foruma bırakılan Bakara sûresi 131. Âyet-i Kerime’sini sizden yansıdığı bizimde idrakimiz ve anlayışımız kadarıyla satırlara dökerek gönderiyoruz.
-------------------
~~2.131~
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ اَسْلِمْ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ
(İz kâle lehû Rabbuhû eslim, kâle eslemtü lirabbil âlemîn.)
(Bakara 2/131) – “Rabbi ona, "Tesim ol!" emrini verince, o "Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.”
-------------------
(Elmalı lı Hamdi Yazır Meali) Fakîr Elmahî:
13- Hz. Muhammedin Şifre rakkamıdır. Aynı zamanda Hakikat-i Muhammediyyedir.
31- Tersten 13 tür. 13 ayna olmaktadır. 13 ebced hesabıyla Arapça Elif, Lâm dır.
Yani Ahadiyyet ve Ulûhiyyet mertebeleridir.
Ahadiyyet; Zat mertebesidir. İlm-î hakikatlerin zuhura çıkmadan Zâtın düşüncesinde İlm-i olarak bulunmasıdır.
Ulûhiyyet; Bu hakikatlerin, faaliyet sahasına her bir zuhur mahallinde zuhurunun hakikatlerini talep ederek ve bu talepler tam ve kemâlli olarak zuhura çıkmasıdır.
31 İse Lâm Eliftir. LÂ yok demektir.
Ulûhiyyet ve Ahadiyyet mertebeleridir.
13 Ahadiyyetinin yani zâtının içinde, Ulûhiyyet hakikatlerini yani Vâhidiyyet sahasında zuhura çıkma hakikatlerini gizler.
249
31 ise önce Ulûhiyyet mertebesinde yani faaliyet sahasında ki zuhur mahallerinde zâtını gizlemesidir. Bir bakıma da Ef’âlinde Esmâsını, Esmâsında Sıfatını, Sıfatında Zâtını, Zâtında da Mutlak zat olan A’mâiyyet’ini gizler.
131 ise Selâm Esmâsı’nın sayısal değeridir. İnsân-ı Kâmil ve İnsanın Esmâsı’dır.
Nefsâni sıfatları yok olup. Hakkani sıfatlara dönüşen bu mertebelere Câmi olan Allah Esmâsı’nın Selâm Esmâsı olan İnsân-ı Kâmil’in, Esmâlara Câmi olan Allah Esmâsının Aynası olduğunu vermektedir.
İz Kâle = Bir vakit ki; bu İbrâhimiyyet mertebesini işaret etmektedir. İnsân-ı Kâmil İbrâhimiyyet mertebesindeyken Rububiyyet mertebesi Teslim ol emrini verince bunu bir başka mertebe olan Ahadiyyet mertebesi anlatmaktadır. Rabb’ul Âlemin olan Ulûhiyyet mertebesi ve Câmi Esmâ olan Allah (c.c.) teslim olunmuştur. Rabb’ul Âlemin ile, bireysel Rab olan Rabbi-ı Hastan Vâhid ve Kahhar olan Alemlerin Rabbine teslim olunmuştur.
ESLEM =
Elif, Sin, Lâm, Mim harflerinden oluşmaktadır..
1+60+30+40= 131
Ebced hesabıyla da 131 dir.
Elif= Ahadiyyet zuhurunun İbrâhimiyyet mertebesine bir bakıma Ef’âl’imize,
Sin=İbrâhîmiyyet, Tevhid-i Ef’âl mertebesinde ki İnsan,
Lâm= Ulûhiyyet mertebesininin, Tevhid-i Ef’âl ve
İbrâhîmiyyet mertebesinden zuhururu.
Mim = İbrâhîmiyyet mertebesindeki Hakikati Muham--medi.
ESLEMTÜ = Elif, Sin, Lâm, Mim, Te.
250
1+60+30+40+400= 531
Burada fazlalık olarak Te harfi vardır.
Te = Yukarda açılımları verilen eslem de ki harflerin aynı zamanda hakikatleri olan, bir önceki gölge zuhur mahalli idi. Eslem ve Te ile Tevhid mertebeleri ve Harfin alt tarafının bir kayık şeklinde olması ki, Hakikati Muhammedi kayığıdır. Üstünde ki iki nokta zâhir ve bâtın noktalarıdır. Hakk ve Halk ve Ulûhiyyet ve Zuhur mahallerinin bir edilmesidir. Toplamıda Zat ve Hakikatul Ahadiyet’ul Ahmediyyedir.
531 = Bize 53 – 31 tersten 13 ve 5, 3 ve1 ve 8 ve Toplamda 9 rakamını vermektedir.
53 = Şifre sayımız “Terzi Baba” ve Ahad olan Ahmed-i vermektedir.
13 = Hakikat-i Muhammediye.
31 = Hakikati-i Muhammedinin Zuhur Mahalli
1 = Tüm mertebeleri içine alan Ahadiyyet mertebesi ve Elif,
3 = İlm’el-Ayn’el-Hakk’al Yakin Mertebelerini
5 = Hazerat-ı Hamse yani Beş Hazret Mertebesini
8 = İbrahimiyyet, Tevhid-i Ef’âl
9 = Rububiyyet, Tevhid-i Esmâ
Âlemlerin Rabbine Teslim olmak isteyen İbrâhîmiyyet Mertebesinde ki bir velinin 1 olan Câmi Esmâsı Allah’ın 53 ile zuhur mahalli olan İnsân-ı Kâmile teslim olması ile ancak Rabbul Âlemîn olan Allaha teslim olabilir. Ve kendisine “teslim ol” diyen Rububiyet mertebesine kapı açılabilir anlamı çıkmaktadır.
Âyette geçen birinci Selâm İbrâhîmiyyet mertebesinin selâmı ve İkinci selâm ise “Te” harfinin sayısal değeri ile
251
de aynı zamanda üstte ki dört mertebeninde Selâmını vermektedir. Toplam beş hazret mertebesinin Selâm’ıdır diyebiliriz.
Âyetin sayısal değeri olan 131 ile 7 nefis 5 hazret mertebesi ile 12 ci mertebe olan İnsân-ı Kâmil mertebesinin Bâtın noktasında ki 13 mertebe olan Hakikat’ul Ahadiyyet’ul Ahmediyyenin tüm mertebelere olan Bâtın-i Selâmıdır. 13+1 ile de 14 yapar ki İbrâhîm Sûresi’nin Kûr’ân-ı Kerîm’de ki Sıra sayısıdır. 13 cüz içinde bulunmaktadır. 14 ile ilgili bir ayrıntıyı yazının sonunda bulacağız.
Bu Âyet’in şeriat mertebesinde ki mânâsı Âyet’in yazılmış şeklidir mertebesine göre doğrudur.
Bu Âyet Tarikat mertebesine göre biraz daha duygusal bir yaklaşımla teslimiyetin mertebesi artar ve daha bir muhabbetli bir hal alır. Bir bakıma Şeyhe olan teslimiyyet şeklinde zuhur eder. Bu Âyet Hakikat mertebesinde ise Âlemlerin Rabbine teslim olmaktır.
İbrâhimiyyet Mertebesinde ki bir velinin 1 olan Câmi Esmâsı Allah’ın 53 ile ve 5 Hazret mertebesini tamam etmiş zuhur mahalli olan İnsân-ı Kâmile teslim olması ile mümkündür diyebiliriz.
Bu Âyet Marifet mertebesinde ise bu hakikatin talipli gönüllere aktarılması olarak düşünülebilir.
Buradan da şunu düşünebiliriz. Nefis mertebelerini ikmâl edip eğitimi tamamlandı diye düşünen birçok mektep, Ya Nefs-i Safiye dairesi veya Tevhid-i Ef’âl dairesi içerisinde kalmaktadır. Herkes kendi yolunu daha iyi bilir.
Şifre sayımız olan (53) Necdet ismi Necat’tan gelen bir isimdir.
Necat; ise kurtuluşa erdirme, halâs olma ve selâmete erdirmedir.
131, de ki, Selâm Âyette geçen Eslem ile yani, Rabbul
252
Âlemîne Teslim olunacak Hakiki Mahalli 531 sayısını bulmuş idik. Bu da kısaca (53-1) bir olan (53) tür. Ve aynı zamanda Terzi Baba’mın bilindiği gibi sayı değeridir.
Necat ismi;
Nun, Cim, Elif ve Te harflerinde oluşur.
50+3+1+40 = 454 Aynı zamanda sayısal toplamda 13 tür. Nun ve Cim de (53) tür. 531-454 = 77 = 14 sayısı yani İbrâhîm Sûresi’nin Kûr’ân-ı Kerîm'deki sıra sayısını vermektedir. Ayrıca (14) bütün mertebelerde câri olan Nûr-u Muhammedî’dir.
Açıkça gözükmektedir ki; bu mertebeyi ve diğer mertebeleri aşmak için Necat’ın elini tutup Âlemlerin Rabbine Teslim oldum demek lâzımdır.
(El-Fakir - M. C.)
(28-05-2011)
-------------------
Görüldüğü gibi yukarıda bahsedilen bazı vasıflar, bizim belirttiğimiz vasıflarımız değil, bahsedenlerin muhabbetleri ile kendilerinde zuhur eden, indî düşenceleri ve tecelli-leri’dir, dışa dönük olarak bunlar hiçbir şekilde bir iddia değildir. Dileyen kabul eder dileyen etmez. Bunlar hakkın da bizim de bir iddiamız yoktur. Tecellilerini gönderen her kese teşekkür ederiz. (T. B.)
-------------------
BOSNA HERSEK SEYAHATİ DOSYASI’ndan,
19/53
Bu seyahatimizden elde kalan ibretlik dört hadise oldu. Birincisi, saray Bosna da ki ilk gün ziyaretimizde şehitlik-ten dönerken gördüğümüz, üzerinde (531/532) yazan kırmızı renkli otomobiller idi. Ayrıca yolcularımızdan biri oğluna aldığı aşağıda resmi olan sarı renkli bir otomobil idi
253
ki onun üstünde açık olarak görüldüğü gibi (53) no yazıyor idi. Böylece (53) (53,1) (53,2) olmak üzere (bir adet sarı, iki adet kırmızı renkli) (53) otomobiller bizleri karşılamış idi.
-------------------
NOT= Yukarıda ki sayfalarda da (531) (53,1) sayı değeri verilmiş idi. Ayrıca nasıl bir tesadüf ise, istenilse ve düzenlense bile oluşması çok zor olan bir hususta ortaya çıkmış oldu o ise mevzuun ilk sayfasının numarasıdır, (253) (53,2) (2,53) ma’nâ âleminin lâtif hallerine gerçekten akıl sır ermiyor. (T. B.)
-------------------
İkincisi ise Alperenler Tekkesinde karşılaştığımız, (Zebka) isimli Azerbeycanlı kardeşimiz idi.
Üçüncüsü, milli parkta karşılaştığımız Gaziantep’li (Me…. Bo… ) idi.
Dördüncüsü ise (Ahmiç/Ahmedoğlu) köyünde verilen (Gurup Selâm) cidisi idi.
Vaktim olsa idi bunların hepsinin ayrı, ayrı yorumlarını yapar ne olduklarını açıklamaya çalışırdım, ancak sadece
254
bu tecellileri belirtmekle yetindim isteyenler kendi idraklerine göre yorum yapabilirler. Daha geniş bilgi bahsedilen dosyada mevcuttur dileyen oraya bakabilir.
(T. B.)
-------------
53 numaralı vosvos hakkında bilgi: Kapak fotağrafında ve yukarıda resmi konan sarı 53 numaralı woswos’un ne ifade ettiğini araştırınca şöyle bir bilgiye ulaştım.
Paco Herbie lakabını "Ocho", sayı 8 İspanyolca kelimesi verir; Herbie yarış sayısı 53 rakam 5 ve 3, üretmek için bir araya getirildi, çünkü '8' (5 + 3 = 8) dir.
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Herbie#History
Görüldüğü gibi bilgiler TERZİ BABA, NECDET ARDIÇ (8) sıra nolu kitabımız ile aynı sayıları vermektedir.
Herbie; sayı değerleri,
He: 5, Re: 200, Be: 2, Ye: 10 toplandığında,
5+200+2+10= 217
17+2= 19
19/53 ve 8 sayılarını vermektedir. Kitabımızın sıra ve sayısı ile aynıdır.
İsponyolca "Ocho" 8 sayısından gelmesi, bu ülkede doğmuş olan büyük arif ve fazıl kişi olan Muhyiddin Arabi Hazretlerini aklımıza getirmektedir. Bu tecelli Futuhat-i Mekki adlı eseri ile Zat-ı bir açılım ve tecelli olmasını, “53” Ahmed olması ile Fususü’l Hikem kaynaklı Terzi Babam, Necdet ARDIÇ’a ait “Ferdi” bir hikmet olduğunu düşündü-rüyor. Allah’u Âlem. (M. C.)
-------------------
255
KÛR’ÂN’I KERİM’DE Kİ,19/53 ÂYETLERİNE
BAŞLARKEN.
19/53 ile alakalı çalışmamızın son bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Aslında sona gelmek mümkün değil ama başka ifade tarzı olmadığı için bu ifadeler kullanılmıştır. Çalışmaya Ramazan ayı ve giren yaz dönemi sürecinden ve 3 aylık bir aradan sonra 29-9-2015 tarihinde başlamış bulunuyorum. Başlanılan tarihin sayılarına biraz dikkat edersek;
29+9+15= 53 olduğu dikkatimizden kaçmayacaktır. Kalan 2 ise zâhir ve bâtın üzere bu çalışmanın kaldığı yerden devam ettiğini gösterir. Aslında plânlanmayan ve bu tarihe gelmesi 53 nolu pirimiz Terzi Babamın zâhir ve bâtın himmetlerinin çalışma üzerindeki yansımadır. 2 sayısını başa alırsak 253 eder ki İnsân-ı Kâmil’in sayısal değeridir (Daha önce ki bölümlerde hesaplaması yapılmıştı). Başlama ise Besmele-i Şerif ile olur. Besmele-i Şerif 19 harflidir. İnsân-ı Kâmil’in şifre sayısıda 19 dur. 19/53 olan Bemele-i Şerif ile, kitabımızın âyetler yani Kûr’an bölümüne başlamış oluyoruz. Heza min fazli Rabbihi… (M. C.)
-------------------
(19/53) kitabının son düzenlemelerini yaparken içine (19) uncu âyetlerinde konması gerektiğini düşündüm kaç adet (19) kaç adet (53) âyet olduğuna kısaca baktım. Ancak bu ilâvelerle kitabın hacmi çok genişliyeceğinden bu âyetleri sadece sayıları itibari ile vermeyi uygun gördüm. İnşeallah ileride başka bir kitapta bunların hepsini ayrı bir şekilde toplayıp yazmış oluruz. (T. B.)
-------------------
Yukarıda da belirtildiği gibi, kayıtlı kur’an-ın ilk suresi olan Fatihanın ilk âyeti besmele-i şerif, (19) harflidir. Bu âyet ile birlikte, ayrıca kur’an-ı Kerîm de (82) adet (19)
256
âyeti vardır. Toplarsak (1+82=83) eder. (8-3=5) (35) tersi ise (53) tür. (M. C.)
-------------------
Kûr’ân’ı Kerim’de başta bulunan Bakara, Âli İmrân ve benzeri âyeti fazla olan surelerin 100. ve 200. Sıralarda bulunan (153 ve 253 gibi ) 53. Âyetlerde eklendimi 52 . adet 53 ayet bulunmaktadır. 53 numaralı Necm sureside âyetin cemi olduğu düşünülürse 53 tane âyet var diyebiliriz. Âyet ve sure numaralarının toplamlarıda bizlere 53 sayısını verebilmektedir. Örneğin 17. Sure 36 âyet toplarsak 17+36= 53 tür.
Kûr’an’ı Kerim’de 45 adet 53 âyet vardır. 45 te bilindiği Elif, Dal, Mim harflerinden oluşan Âdem in sayısal karşılığıdır. 6 tane 153. Âyet ve bir tane de 253 âyet bulunmaktadır. Daha önceki bölümlerde 253 sayısının İnsân-ı Kâmil’in sayısı olduğu hesaplanmıştı.
45, 6 tane 153 ün yanında 1 leri ve 1 tane 253’ün yanında olan ikiyi toplarsak
45+1+1+1+1+1+1+2= 53 sayısını vermektedir.
45 tekil ve 6 tane 153 ve 1 tanede 253 ayet vardır.
6+1= 7
45 sayısının yanına 7 sayısını koyarsak, 457 yapmaktadır. Daha önceki hesaplamalarda bunun “NECDET” sayısal değerleri olduğunu görmüştük.
Bir başka hesapla çarpanları ile bakarsak;
(45x53) + (6x53) +253= 2385+918+253= 3538
3538 sayısında tersten düzden 53 ve 8 in içinde mevcut olan 53 ile 3 tane 53 mevcuttur. 3 sayısı İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn, Hakk’el yakîn dir.
3+5+3+8= 19 dur…
Çalışmaya verilen rakkamlaları hatırlarsak 19/53 ve 8
257
dir. Hayret ki, hayrettir. Daha fazla hesaplama yapılabilir. Bu kadar hesaplama ile yetinip yolumuza devam edelim.
İrfaniyet yolcusu, gönül dostu kardeşlerim
Şimdi 53. Âyetlere bakmaya, okumaya, anlamaya, idrak etmeye geçelim, âyetlerde Terzi Baba ile alâkalı verilen yorumlar indi ve özeldir. Genele ait değildir. İsteyen kabul eder, isteyende kabul etmez. Herkesin kendi bileceği bir iştir.
ÂYET NEDİR?
Yolumuza Terzi Baba (28) Kûr’ân’da Tesbih ve Zikir sohbetinden Âyet konusu alıntıları ve bazı ilâveler ile devam edelim.
(Âyet)
(1) Eser.
(2) Kimsenin inkâr edemeyeceği açık delil. Nişân.
Alâmet. İşâret.
(3) Menzil, mekân
(4) Kûr'ân-ı Kerîm'de ki, her bir cümle. Mânen uyanmağa, sebep olan hâdise. (Kûr'ân-ı Kerîm'de (6236) âyet vardır. Kaynak: Diyanet İşleri Bşk.
--------------
Diğer bir ifade ile de, diyebiliriz ki!
(Âyet) “Zât-ı mutlak’ın Zât-ı mukayyed ve Teşbîh mertebesi itibariyle, o mânâ da, Kûr’ân-ı tafsîlî olan bu âlem de görünmesinin ismidir.” (T. B.)
--------------
Âyet, meâl’de ki karşılığı “alâmet” diye geçmekte’dir. Zâhir-î ifâdesi bu ve benzerleri ise de, gerçekte ve genel kullanımda (Âyet) “Kûr’ân”dır. Kûr’ân ise zattır, Kûr’ân-ı Kerîm’in içinde bulunan büyük bölümleri “Sûret-sûreler”
258
onların içinde ki bölümleri ise bilindiği gibi “alâmet-işâret-Âyet” tir, ve bunlar zât-î işaretler-hakikatlerdir.
Dört türlü Kûr’ân vardır. Birincisi; elimizde ki sahifelerden meydana gelen “Mushaf-ı şerif”tir. Buna diğer bir ifadeyle Kûr’ân’ı samit yani susan Kûr’ân denmektedir. İkincisi; Elif, Lâm, Mim kitabı başlı başına bir Kûr’ân’dır. “Elif, Lâm, Mim. Zâlikel kitabı lâ raybe fihi”. (2/1) İşte bu Elif, Lâm, Mim kitabında şüphe yoktur. Tefsirlere bakıldığında Kûr’ân’ın tamamı hakkında şüphe yoktur, denmektedir. O da doğrudur. Orada asli itibari ile hurufu mukattalardan meydana gelen bir âlem kitabı vardır. Bunun bir ismi de “İnsân-ı Kâmil” kitabı, diğer bir ismi ise âlemin koordinatları denmektedir.
Elif, Lâm, Mim… Bu âlemin alttan üste, aşağıdan yukarı nesi varsa içten ve dıştan ihata etmektedir. Onun için Kûr’ân’ı Kerim’in başında olan Elif, Lâm, Mim dir. Üçüncüsü ise bu âlemlerdir. Bu âlemlerin hepsi Kûr’ân’ı tafsilidir. Tafsilatlı açılan Kûr’an dır. Kûr’ân’ı Kerîm içinde kayıtta, yazıda, mushafta, sahiferde olan ne varsa açılmışı ve faaliyette olanı bu âlemlerdir. Diğer bir ifadeyle bu âlemlerin ismi Kûr’ân’ı fiilidir. İşte âyet, tafsili olan bu âlemde, görünmesinin ismidir. Gördüğümüz bu âlemde beşeri değerlendirmelerimiz ile dahi olsa gördüğümüz ne varsa ismi âyettir. Ancak bazı görüntüleri yarabbi bundan tenzih ederiz, diye söyleriz. Zahire göre isabetli bir ifade ise de, aslına göre yanlış bir ifadedir. Neyi neyden tenzih edeceğiz ki? tenzih etmek için bir ölçü lâzımdır, haşa! başka bir Allah’ın elinde başka varlıkları olması lâzımdır.
Allah bir ise, her şey de, kendine ait ve kendininse, kendisi temiz olduğundan bütün varlık temizdir. Biz kirlidir, pistir diye isimlendiriyoruz. Yarabbi seni noksan sıfatlardan tenzih ediyorum, diye ifade ediyoruz. Evvelâ yapılacak iş kendimizdeki eksikliği, noksanlığı görüp ondan sonra Hakk’ın hakkında karar vermeye cüret edelim. İrfan ehli olma, ariflik ve Allah’ı tanıma yolunda isek, hem tenzihi
259
yönüyle, hem teşbihi yönüyle, hem tevhidi yönüyle, hemhakikatı yönüyle, ne kadar yönü varsa, o zaman bazı gerçekleri aşmamız gerecektir. Şeriat mertebesinde bilgiler ve yaşam da sınırlıdır. Belirli bir anlayış üzerindedir. Ama bu bize Allah’ı anlatmaz. Sadece bize fillerin düzenlen-mesini anlatır. Allah’ı bildirmez. Şeriat mertebesinde sadece bir Allah bilinci vardır. Niceliği, niteliği, nerde olduğu bilinmez. Onun için ayrı bir tahsil gerekmektedir. (T. B.)
-------------------
~~2.158~
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَلٖيمٌ
Dostları ilə paylaş: |