Gündoğdu
Avrupa için, 15 günlük gazete, Sayı: 1 (1 – 1 5 Eylül)
Top of Form
Göçmen Düşmanlığına ve Mülteci Katliamına Son!
İltica ve oturum hakkının ilticacılara karşı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılmasına son!
- Irkçılığa Yozlaşmaya Karşı Biz Varız!
- Enternasyonalizmi Büyütelim!
- Mücadele Geleneklerle Güçlenir
Bottom of Form
BİZ VARIZ!
Avrupa'da emperyalizmle halklar arasındaki mücadelede devrimci doğruların temsilcisi ve savunucusu olarak biz varız.
Irkçılığa karşı mücadelede biz varız.
Yozlaşmaya karşı mücadelede biz varız.
Emperyalizmin yağma ve talan politikalarına karşı biz varız.
Vatanımızda en şiddetli haliyle sürüp giden mücadelenin desteklenmesinde, halkımızın sorunlarının sahiplenmesinde biz varız.
Biz varız.
Bu soyut bir iddia, veya soyut bir ajitasyon sloganı değildir.
Mücadele arenasında yer alan tüm güçleri gözden geçirdiğimizde ortaya çıkan gerçek budur.
Irkçılığa, yozlaşmaya kim dur diyebilir, bakalım...
Düzen güçleri dur diyemez.
Avrupa ülkelerinin hiçbirinde sağ ve sol görünümlü düzen partilerinin ırkçılık ve yozlaşma karşısında net bir tutumları yoktur. Irkçılık, halkın tepkilerinin sisteme yönelmesini engelleyen bir "sigorta" gibidir. Bu nedenle hiçbir düzen partisi, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve ırkçı örgütlere karşı açık bir tavır içinde değildir.
NSU karşısındaki tavırları bunun açık göstergesidir.
NSU'yla ilgili açığa çıkan gerçeklerin her biri devlet-NSU işbirliğini belgelemesine rağmen, hiçbir düzen partisi ciddi bir tepki geliştirmedi. Almanya'da Die Linke gibi, MLPD, DKP gibi, sol, komünist sıfatlar taşıyan partiler de bu tablonun dışında değildir.
İkincisi, düzenin polisiye güçleri, ırkçılığı engelleyebilecek güç ve donanıma sahiptir. Ancak bunu yapamazlar. Çünkü burjuvazinin politikaları polise böyle bir görev vermez.
Bu, yozlaşmaya, uyuşturucuya, fuhuşa ve kumara karşı mücadele açısından da geçerlidir. Düzen, istese, uyuşturucu ticaretini bir ayda ortadan kaldırabilir. Ama istemezler. Uyuşturucu fuhuş kumar, tıpkı ırkçılık gibi bu sömürü sisteminin sigortalarıdır.
Bunlar ne kadar yaygınsa, sömürü sistemi, o kadar güvencededir.
İşte bu nedenle düzenin hiçbir gücü ırkçılığa ve yozlaşmaya karşı çıkamaz.
İşte bu nedenle ırkçılığa karşı biz varız!
Diğer güçler açısından bakmaya devam edelim.
Göçmenler içinde yaygın olan dinci ve milliyetçi akımlar da ırkçılık ve yozlaşma karşısında duramazlar. Gerek dinci, gerek milliyetçi kesimler, ırkçılık ve yabancı düşmanlığından şikayetçidirler; ama ırkçılığa karşı çıkmak, devletle, sistemle çatışmayı da gerektirdiğinden, onlar bunu yapmak yerine, "uyum" politikalarına sığınma`yı seçmişlerdir. Irkçı saldırıların karşısında onları kolay kolay göremezsiniz. Böyle yaparak da ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ekmeğine yağ sürmektedirler.
Yozlaşmaya karşı ise kendi içlerinde bir "alternatif" sahibi gibidirler. Ancak yozlaşmanın yerine koydukları yine düzenin istediği gibi, insanları gerici, bireyci bir yaşama hapsetmekten ibarettir.
Sol güçlere gelince; ırkçılığa, yozlaşmaya karşı mücadele açısından sol güçlerin çok büyük bir bölümü iki nedenle bunu yapamaz.
Birincisi, böyle bir mücadeleyi örgütleyecek güç ve dinamizmden yoksundurlar. İkincisi, hemen hepsi yozlaşmadan çok çeşitli biçimlerde etkilenmiş olup, bu konuda doğru bir tavrın dışına savrulmuşlardır.
İşte bütün bu nedenlerden dolayıdır ki; ırkçılık ve yozlaşmanın karşısında tutarlı, ilkeli, sonuç alıcı bir mücadeleyi ancak biz geliştirebiliriz. Irkçı saldırılar konusunda, NSU gibi gelişmeler karşısında, yozlaşma konusunda söylediklerimiz nettir ve yukarıdan bu yana sıraladığımız tüm siyasal güçlerden farklıdır.
Irkçılık ve yozlaşma sorununu bir tek biz doğru tanımlıyoruz. Çünkü bu konuda bir şey söyleyen ve yapan grupların bir çoğundaki temel eksiklik de, ırkçılığın ve yozlaşmanın sistemle, devletle bağını kurmaktaki tereddütleri ve muğlaklıklarıdır. Örneğin ülkemizde 1996-97'lerde Susurluk olayı yaşandığında bizim yaklaşımımızın farkı "Susurluk devlettir" dememizde ve mücadelemizi de buna göre şekillendirmemizde somutlanmıştır. Avrupa'daki ırkçılıkta, ve örneğin özellikle NSU olayında durum tam da budur ve NSU'nun devletle bağını ortaya koymadan, ırkçılığa karşı alınacak her tavır eksik kalır. Durum da buydu zaten. Özetlemek gerekirse, Alman ve göçmen kökenli siyasal grupların çoğu ya bu konuda tavır almıyor, ya da aldıkları tavır, sorunun özünü doğru tanımlamıyor.
Toplumsal olaylarda doğru tanımlar yapmak, sadece "bilmek"le değil, mücadelede iddialı ve cesaretli olmakla mümkündür. İddiasını ve cüretini kaybedip, statükolara sığınarak siyaset yapanların doğru tavırlar geliştirmeleri, sistemin ırkçılık, yozlaştırma veya başka alanlardaki politikalarının karşısına çıkmaları mümkün değildir.
Bunu yapabilecek sadece biz varız; çünkü bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmi savunmakta iddiamız ve cüretimiz tamdır.
Yaşadığımız ülkelerde, emperyalist politikaların karşısına, bunun farkında ve bilincinde olarak çıkmalı, "biz varız" iddiasını ve gerçeğini hayatın içinde pratiğe dönüştürmeliyiz.
GÜNDOĞDU...'dan:
Gündoğdu'nun amacını kısaca özetleyelim: Ortak dilimizi güçlendirmek istiyoruz.
Avrupa'da hayatın her alanında karşımıza çıkan sorunlarda, ortak bakış açımızı geliştirmek istiyoruz.
Sevincimizde, tasamızda kaygılarımızda, coşkumuzda bir olmak istiyoruz.
Mücadele ve örgütlenme, sadece ortak eylemler, sadece herkesin kabul ettiği ortak bir tüzüğü olan dernekler demek değildir; ortak bir ruh halidir. Gündoğdu'da bunu yaratmaya çalışacağız.
Sesimiz, dilimiz, bakış açımız, ruh halimiz, kolektif yaşamımızın tuğlalarıdır. Bu tuğlalar üzerinde daha dayanıklı bir bina inşa etmeye çalışacağız.
İlk başta, Avrupa'da karşımıza çıkan belli konularda perspektif niteliğinde yazılar yer alacak dergimizde. Herkesin önerileri, katılımı ve katkılarıyla elbette zaman içinde değişip gelişecektir. 15 günlük periyodlarda her sayıda yeni yazılarımız olacak; ancak bunların dışında örneğin ırkçılıkla, yozlaşmayla, mültecilerle veya benzeri konularla ilgili röportajlar, araştırmalar da yer alabilir dergimizde.
Ülkemizdeki AKP faşizminin baskıları, dünyadaki mülteci katliamı, göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar; ne yana baksak baskı, ne yana baksak adaletsizlik, ne yana baksak alçaklık...
Bunların karşısında bir tek biz varız.
Bir tek dünya halklarının mücadelesinin güzelliği var.
Bir tek dünya devrimcilerinin cüret ve fedakarlıklarının güzelliği var.
Bu alçak, sömürücü, adaletsiz, eşitsiz, acımasız dünyayı ancak devrimciler değiştirebilir ve ancak devrimciler güzelleştirebilir.
Manifestodan bu yana süren yürüyüş bunun içindir.
Ülkemizde "gündoğdu hep uyandık" marşının alanlarda haykırılmaya başladığı 1960'ların sonundan bu yana süren yürüyüş bunun içindir.
Bunun için "Gündoğdu..." dedik adımıza.
Siperlere! Sömürüye, zulme, adaletsizliklere, emperyalizme, faşizme karşı siperlerde daha çok, daha çok, daha çok olmalıyız...
Bunun için beynimizi, dilimizi, donanımimızı daha fazla güçlendirmeliyiz. Gündoğdu bunun için...
ENTERNASYONALİZM GÜZEL BİR DÜNYA İDDAMIZDIR
Emperyalizm, dünyanın tüm ilerici, devrimci, demokrat güçlerinin, ortak düşlerini gerçekleştirmek için güç birliği, gönül birliği ve kader birliği yapmalarıdır.
Enternasyonalizm, adil, özgür, güzel bir dünyayı yaratma mücadelesinin olmazsa olmazıdır.
Enternasyonalizmin zayıfladığı bir dönemdeyiz.
Dünya çapında sınıflar mücadelesinde yeralan yüzlerce irili ufaklı örgüt arasında, birbirinden farklı siyasi çizgilere sahip olan ama emperyalizme karşı olma noktasında aynı konumda yer alan yüzlerce örgütlenme arasında, olması gerektiği gibi bir güç, gönül ve kader birliği yoktur.
Elbette bu kendiliğinden ortaya çıkmış bir sonuç değildir. Enternasyonalizmin zayıflamasının bir çok nedeni olmakla birlikte burada özellikle ideolojik ve kültürel planda iki neden ön plana çıkmaktadır.
Birincisi; enternasyonalizmin zayıflaması, devrim iddiasının ve sosyalizm inancının zayıflamasının bir sonucudur.
İkincisi; enternasyonalizmin zayıflaması, kültürel planda bencilliğin ve benmerkezciliğin gelişmesinin bir sonucudur.
Enternasyonalizm ve milliyetçilik, birbirinin karşıtıdır; biri gelişirse diğeri geriler. Ki bugün dünyada olan budur. Milliyetçiliğin gelişmesine paralel olarak BENMERKEZCİLİK, DAR GÖRÜŞLÜLÜK VE ULUSAL BENCİLLİK gelişmiştir.
Devrim ve sosyalizm iddiası kalmayanlar, sadece "kendilerini" düşünürler. Dünyadaki ve ülkelerindeki bütün sorunlara sadece "kendi ulusları" açısından bakarlar. Başka halkların acısından, başka ülkelerin yerle yeksan edilmesinden kendilerine "çıkar" sağlamayı düşünebilirler.
Enternasyonalizm, devrimci, sosyalist ideolojinin geliştirdiği insanlığın en yüce, en güzel duygularından biridir.
Komünizm diyordu Che, "dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere patlayan bir tokadın acısını kendi yanağında hissetmektir".
Enternasyonalizm de işte bunun halklar düzeyindeki halidir.
Bugün devrimi ve sosyalizmi savunanlar, dünya çapında enternasyonalizmi geliştirme ve örgütleme görevini de üstlenmek zorundadırlar.
Enternasyonalizm, dayanışmayı ve desteği içerir, ama bunlarla sınırlı değildir. Enternasyonalizmi sadece bunlara indirmek, onu sıradan bir dayanışma eylemi olarak tanımlamak demektir. Enternasyonalizm dünyanın tüm ilerici güçlerinin ortak hedeflere doğru ortak yürüyüşüdür.
Dünya halkları, İspanya İç Savaşı'ndaki "uluslararası tugaylar"dan Filistin'e koşan her milliyetten savaşçıya, Kongo'daki, Bolivya'daki Kübalı savaşçılardan Irak'ta canlarını ortaya koyan "canlı kalkan"lara, Kobane'de savaşan her milliyetten savaşçıya kadar, enternasyonalist dayanışmanın görkemli örneklerini yaratmışlardır. Dünya devrimci örgütleri, dünyanın neresinde olursa olsun, halklara yönelik saldırıları, katliamları kendi topraklarında cevaplamak gibi güçlü bir gelenek yaratmışlardır. Devrimci hareket bunun en istikrarlı temsilcisi olmuştur.
Ancak dünya solunda emperyalizmle uzlaşma politikalarının gelişmesine paralel olarak bunun tersi örnekler de bolca yaşanmaya başlanmıştır.
1991 Irak saldırısından bu yana emperyalizm dünyanın her yanında saldırı halindedir ve kendini ilerici, sosyalist, komünist olarak niteleyip bu saldırılar karşısında hemen hiçbir şey yapmayan sayısız örgütler vardır. Bu durum artık, bu güçlerin enternasyonalizmi tamamen unutmalarının sonucudur. Anti-emperyalizm yoksa, enternasyonalizm de yoktur veya yok olmaya mahkumdur.
Özellikle Avrupa solu açısından, enternasyonalizm daha çok kendi dışlarındaki devrimlerin, savaşların desteklenmesi şeklini almıştır; bu, kendi devrimini, kendi savaşını adeta reddeden yaklaşım, enternasyonalizmin içerik olarak zayıflamış, politik olarak daraltılmış bir halidir.
Enternasyonalizm, dünya çapında bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm davasını büyütmektir.
Enternasyonalizm, bireylere ve gruplara, örgütlere hakim olan bencilliği, bireyciliği, benmerkezciliği yıkmaktır.
Devrimciler, bugün iki büyük enternasyonal çalışmanın öncülüğünü yapıyorlar; her yıl değişik ülkelerde toplanan ve UTMP (Uluslararası Tecrite Karşı Mücadele) tarafından organize edilen enternasyonalist toplantıyla, ülkemizde Halk Cephesi tarafından düzenlenen Eyüp Baş Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği toplantıları, enternasyonalizm düşüncesinin ve ruhunun yaşatılması açısından önemlidir. Ancak bu ilişki ve çalışmaların her ülkenin kendi somutunda devam ettirilememesi, enternasyonalizmin pratikte ete kemiğe bürünmesini engelleyen bir durum oluşturuyor.
Enternasyonalizmin zayıflamasının bir diğer sonucu ve yansıması, dünya devrimci, ilerici örgütleri arasında ideolojik mücadelenin adeta yok denecek düzeye gerilemesidir. Kendini benmerkezcilikle, dar görüşlülükle ve daraltılmış bir enternasyonal dayanışmayla sınırlayanlar, kendilerini ideolojik mücadeleye de kapatmışlar, kendi dünyalarına hapsolmuşlardır.
Bugün enternasyonalizmi geliştirmek, dünya çapında ideolojik mücadeleyi geliştirmektir.
Kitaplarımızın, yayınlarımızın, bildiri ve açıklamalarımızın bulunduğumuz ülkelerin dillerine çevrilmesi, Avrupa solunun çeşitli kesimlerine ulaştırılması, hem ideolojik mücadelemiz açısından, hem güncel gelişmelere karşı ortak tavırlar geliştirebilmek açısından bir zorunluluktur ve bu noktada çok yetersiz olduğumuz açıktır. Bu anlamda bizim düşüncelerimizden, tavırlarımızdan, teorik tesbitlerimizden Avrupa ve dünya solunun haberi bile olmamaktadır.
Dünya soluyla ilişkiler, sadece "ihtiyaçlar" temelinde bir ilişki olmanın dışına çıkmalıdır; kendi eylemlerimize onları katmayı, onların eylemlerine katılmayı, pratik, örgütsel ve ideolojik olarak daha fazla şey paylaşmayı, enternasyonalist anlamda ortak bir ruh hali geliştirmeyi hedeflemeliyiz.
Uzlaşma, teslimiyet rüzgarlarının estiği bir dünyada, bir devrimci tavrı temsil ediyoruz. Marksizm-leninizmi temsil ediyoruz. Doğruları temsil ediyoruz ve dünya halklarının kurtuluşu bu çizgidedir diyoruz. Bu iddia, enternasyonalizm alanında hem ideolojik olarak, hem örgütsel olarak çok daha fazla şey yapmamızı gerektiriyor.
(devam edecek)
FETE DE L'HUMANİTE FESTİVALİ YA DA "İNSANLIK BAYRAMI";
DÜNYANIN EN KİTLESEL ANTİ-FAŞİST FESTİVALİ
Fransa Paris'te her yıl Eylül ayı'nın ikinci haftasının sonunda düzenlenen ve geleneksel hale gelen festivalin düzenleyicisi Fransız Komünist Partisi'dir.
Fransa'nın Alman faşistleri tarafından işgal edildiği yıllar dışında 1930 yılından beri aralıksız düzenlenen bu festival Fransa'nın ve dünyanın en kitlesel anti-faşist "buluşmalarından" biridir...
Fransız Komünist Partisi'nin yayın organı olan L'HUMANİTE gazetesinin adıyla da anılan bu festivalin geliri bu gazetenin yaşatılması için kullanılmaktadır.
3 gün süren festival boyunca hemen her renkten ve her milliyetten insanı görebilirsiniz bu festivalde. Her yıl 1 milyonu aşkın emekçinin, işçinin, göçmenin, öğrencinin, memurun, işsizin... katıldığı bu festival aynı zamanda dünyanın en büyük anti-faşist festivallerinden biridir.
Sanattan-siyasete, müzikten halkların kendi kültürlerini sergiledikleri gösterilere kadar hemen bir çok faaliyet burada 3 gün boyunca yapılmaktadır.
Dünyanın dört bir yanından ilerici, anti-faşist ve anti-emperyalist bir çok örgütün, kurumun yan yana tanıtım yaptığı stantları, yüzbinlerce ilerici, demokrat, anti-faşist ziyaret etmektedir.
Kübalılar ile Azerbaycanlıların, Türkiyeli devrimciler ile Kolombiyalıların, Perulular ile Afrikalıların... daha onlarca ülke ve siyasi örgütün çadırlarının yan yana olduğu standtlar aynı zamanda örgüt, parti ve demokratik kitle örgütlerinin birbirlerini tanıdıkları yerler de olmaktadır.
3 gün boyunca festival alanında her çeşit müzikle, her tür faaliyetle karşılaşmak mümkündür. Eksikliklerine, Avrupa'da yaşanan yozlaşmaya paralel olarak festivalin yer yer bol alkolün tüketildiği sıradan şenliklere dönüşen bir yanı da olmasına rağmen; bu festival halkların, örgüt ve partilerin kendilerini ve ülkelerini anlattıkları, kendilerini dünyü halklarına tanıtabildikleri bir rol de oynamaktadır.
Emperyalist saldırıların arttığı, açık işgallerin peş peşe yaşandığı günümüzde böylesi festivallere daha çok ihtiyaç olmaktadır. Enternasyonalist dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan günümüzde bu festivalleri özellikle bu açıdan değerlendirmek gerekir.
İşte bu nedenle Halk Cephesi olarak her yıl bu festivale katılarak ülkemizi ve mücadelemizi dünya halklarına ve anti-emperyalist örgütlere ve kurumlara anlatıyoruz.
Emperyalistlerin devrimcileri tecrit etmeye çalıştığı, "kara listelerle" halklardan tecrit etmeye çalıştığı bugün ise bu tür etkinliklere katılıp dünya halklarına anti-emperyalist anti-oligarşik mücadelemizi anlatmak, umudumuzu, coşkumuzu, sosyalizm inancımızı, devrim iddiamızı buralara da taşımak, her zamankinden daha bir önem kazanmıştır.
Bu anlamda Hümanite festivali önemsenmeyecek, "dudak bükülüp" geçilecek bir festival değildir. Ya da kimi yozlaşan yanlarına bakıp "ilgisiz" kalabileceğimiz bir festival değildir. Keza, biz bu festivale, kimilerinin baktığı gibi "ticari bir faaliyet" olarak da bakmıyoruz.
Bizi ilgilendiren yanı, bu festival ile 3 gün boyunca dünya halklarına mücadelemizi anlatabiliriz, kendimizi tanıtabiliriz.
Bu festival aynı zamanda enternasyonalist dayanışmanın geliştirildiği bir festival olarak önemlidir. Emperyalist saldırılara karşı anti-emperyalist mücadelenin anlatıldığı, anti-emperyalizmin yeniden dünya solunun gündemine sokulduğu bir festival olarak da görülmelidir.
GİRMEDİK SOKAK, ÇALMADIK KAPI BIRAKMAYACAĞIZ!
Gitmediğimiz dernek... uğramadığımız üniversite... dolaşmadığımız pazar... kalmamalı!
Heyecanlıyız. Yeni bir yılda, yeni bir süreçte, daha büyük umutlarla Avrupa çapında dördüncü kez IRKÇILIĞA KARŞI TEK SES TEK YÜREK konseri yapacağız.
Her konserimiz bir önceki yılın deneyimleri ve sonuçları üzerine yükseldi.
İlk konserimiz, Avrupa'da da onbinleri bir araya toplayabileceğimize, emeğimizle, disiplinimizle hayallerimizi mutlaka gerçek kılacağımıza dair büyük bir inanç yarattı.
O gün her birimiz, konserin emek verenleri de, sadece dinleyicileri de aynı soruyu soruyorlardı: "acaba 10 bin olacak mıyız?".
Olduk, önce 12.500 olduk, sonra 14 bin, sonra 15 bin...
Ve bugün 20 bin hedefiyle çıkıyoruz yola.
Dört yıl içinde çok şey yaşadık.
Konserlerimiz birçok konuda öğretici ve yol gösterici oldu.
- Emperyalizmin, Avrupa demokrasisinin gerçek yüzünü gördük örneğin. Çünkü konserimizin emekçileri tutuklandı. Konserlerimiz Anadolu Federasyonu üyelerine ceza vermenin gerekçesi oldu.
- Halkımıza sonsuz güven duymanın hayallerimizi de gerçek kılacağını öğrendik. Milliyet, inanç ayrımı yapmadan çaldık kapılarını. Ve geri çevirmedi halkımız bizi. Bilet almayan bile... farklı düşüncede olanlar bile... sözümüzü dinledi.
- Avrupa'da halkımızın ırkçılığa karşı bilinçli bilinçsiz bir öfke içinde olduğunu ama kendini ifade edeceği bir alan olmadığını, bu öfkenin sel olup ırkçıları değil, közleşip yürekleri yaktığını gördük.
Irkçılığa karşı örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunun farkına vardık.
- Yüzlerce insanın aynı hedefle bir çalışmanın parçası olabileceğini öğrendik. İnsanlarımıza görev vermekte güvenli davranmamız gerektiğini, yapamaz, edemez diye düşünmenin yanlışlığını gördük.
- Bir ülkede, bir bölgede, bir şehirde "varız, yokuz" diye bir tartışmanın değil, "sesimiz kime ulaşmış, türkümüz hangi dillere dolanmış" diye araştırmanın önemini öğrendik. Olmadığımız yerde GÖNÜLLÜLER bizden fazla çalışıp binleri taşıdılar konser salonlarına. Varlığımızın salt fiziksel değil ideolojik bir varoluş olduğunu, elimizin değmediği yere türkülerimizin ve sesimizin ulaştığını gördük.
- Bizim çok büyük bir aile olduğumuzu öğrendik. Görevli tişörtlerini giymek, gençlerimiz için bir yarış konusu oldu... Yüzlerce insanımız, konseri doğru dürüst seyretmeden temizlikte, güvenlikte, yiyecek içecek standlarında görevler üstlendiler.
Birbiriyle hiç karşılaşmamış gözlerimiz, o tanıdık gülüşle, gözlerdeki o bilindik coşkuyla birleşti. Parmakla sayılamayacak bir aile olduğumuzu gördük.
- Emekle en zorlu koşulların aşılacağını, en olmaz kapıların açılacağını gördük. Emek, ısrar, inanç birliğinin diğer adının "hayalleri gerçek kılmak" olduğunu öğrendik.
- Komiteler kurmanın, komitelerle çalışmanın en zor işleri kolaylaştırdığını, kollarımızı dört bir yana ulaştırdığını öğrendik.
İşte bütün bunları ve daha fazlasını başardı büyük konserlerimiz.
Konserlerimizin "suç" gibi gösterilip cezalandırılmaya çalışılmasının nedeni de işte yarattığı bu umut ve inançtır.
Belki iki, belki üç ay boyunca, sabırla, emekle örgütlemeye çalıştığımız konserler, bize gücümüzü, örgütlü olmanın gücünü gösteriyor, ırkçılığın kaynağına yönelik bilinçlenmemizi sağlıyor, inanan insanın başaramayacağı şey olmadığını ispatlıyor.
Rahatsızlık veren budur onlara.
Şimdi bu rahatsızlığı büyütme zamanıdır.
28 Temmuz 2015'te Anadolu Federasyonu davası tutsaklarının aldıkları cezalarda konserin de bir "suçlama gerekçesi" olarak kullanılmasına karşı, konserimizi bu yıl daha çok sahiplenmenin çok önemli olduğunu biliyoruz.
4. Büyük Konserimiz, işte bu nedenle, EMPERYALİZME KARŞI CEVABIMIZ, TUTSAKLARA ARMAĞANIMIZ olacaktır.
Konserlerimiz türkülerden ve halaylardan ibaret değildir elbette; her bir konserimiz, yurtdışında yaşamak zorunda bırakılan Anadolu halkları olarak Avrupa'da "emeğimizle varız, hakkımızı istiyoruz" mücadelesine sahip çıkışımızdır.
Irkçılığa karşı direnmekten, örgütlenmekten vazgeçmeyeceğimizin ilanıdır.
Anti-emperyalist, anti-faşist olmanın bir suç değil, bir görev olduğunu onbinlerle göstermemizdir.
Elbette bu misyonu üstlenmemiz; sadece ve sadece emekle, disiplinle, programla ve bu programda ısrarla mümkündür.
Bunun için;
a. Her insanımız yanına bir ikinci kişi alarak komite olmalıdır.
b. Türkiyelilerin olduğu mahalleleri, sokakları, bölgeleri haritada çıkarıp, her sokağa girecek bir çalışma yürütülmelidir. Her komite bölgeleri paylaşmalı ve kolektif bir çalışma olmalıdır.
c. Duvarlar afişlerimizle donanmalı, bizi duymayan kalmamalıdır.
d. En iyi propaganda sesimizdir. Sokaklarda sesli propagandaya önem vermeliyiz.
e. Konser organizasyonunun merkeziyle canlı bir iletişim ve bağ içinde olunmalıdır.
Yapılan her çalışma, maille, facebook üzerinden ve resimlerle bildirilmeli ve uzaktaki arkadaşlarımızın da örnek alabileceği, öğrenebileceği, motive olabileceği bir zemin yaratılmalıdır.
f. Herkes ne kadar yapabiliyorsa yapmalıdır. Günde bir saatini veren bir saatini, üç saatini veren üç saatini... on dakikasını verebilen de on dakikasını vermelidir; "bundan ne olur ki" diye düşünmemeliyiz. Halkın örgütlü gücü, egemenleri korkutan gücü, işte tam da budur.
14 Kasım akşamı geldiğinde yaşayacağımız duygu, "bu yorgunluk ve emeğe değdi" olmalıdır. Kitle sayımız, coşkumuz her tür yorgunluğu içinde eritecek büyüklükte ve güçte olmalı diyorsak, girmedik sokak, çalmadık kapı bırakmayacağız.
Ülkedeki konserlerden öğrendiğimiz, 30. yıl Anadolu konserlerinden öğrendiğimiz, dört yıldır Irkçılığa Karşı Tek Ses Tek Yürek konserlerinden öğrendiğimiz aynıdır:
İNANARAK YOLA ÇIKARSAK, KOMİTELERLE ÇALIŞIRSAK, HEDEFLERİMİZİ AŞARIZ!
EMPERYALİZMİN DEVASA GÜCÜ KARŞISINDA MUCİZEMİZ EMEKTİR
Avrupa'da yaşayan Anadolu gençlik olarak halkımızın sorunlarını yükledik sırtımıza... Vatanımızın acılarını sığdırdık yüreğimize...
El kapılarında yokoluşumuzu hazırlayan emperyalizmin karşısına dikildik.
Avrupa'dan faşizme karşı öfkemizle vatanımızın bağımsızlığı için yanıp tutuşuyoruz.
Ancak bu yücelik bizi günlük yaşamın ortaya çıkardığı ayrıntılardan, sorunlardan arındırmıyor. Bu sıkıntıların en önemlisi ve hatta merkezi emekçi olmamamızdır. Gittiğimiz evlerde, yoldaşlık ilişkilerinde yaşadığımız çoğu sorunun kaynağında bu vardır. Halkımızın ve gençliğin Avrupa'da yaşadığı ırkçılık ve yozlaşmaya karşı mücadelesini örgütlerken hızlı olamamamızın, onları yozlaşmaya ve ırkçılığa karşı mücadelede örgütlü bir güce dönüştüremememizin altında yine aynı gerçek yatıyor. Aile ve akraba çevresine yönelik ilişkilerimizde emekçi olmamaktan yana ortaya çıkan sorunlarımız var.
Halbuki biz Avrupa'da gençlik olarak mucizeler yaratabiliriz. Emekçiliğimizi büyütürsek mucizeler yaratabiliriz.
Düşünün ki;
Bütün dünya emperyalizmin yıkılamaz olduğunu söylüyor..BİZ "kağıttan kaplandır" diyoruz.
Bütün dünya yaşamanın tek yolu silahları gömmek diyor. BİZ "kurşunum biterse taş, taş biterse yüreğimi fırlatırım" diyoruz.
Bütün dünya "sosyalizm bitti, emperyalizm değişti" diyor..BİZ "Kahrolsun emperyalizm, yaşasın sosyalizm" diyoruz.
"Yok olursunuz, yok ederiz" diyorlar..."Yoktan, yokoluştan bir gelecek kuracağız" diyoruz.
Sayımız çok az belki ama sonuncumuz düşünce toprağa binlerce tohum verecektir, biliyoruz.
Emperyalizmin, faşizmin devasa ordularının tıpkı Hatice Aşık'ın elindeki taş gibi, inancın ve zulme öfkenin yarattığı silahlar karşısında çaresiz kalacağını biliyoruz.
Çünkü biz yaratanın emek olduğunu, insanın mucizesini emeğin yarattığını, tüm sorunların çözümünün emek olduğunu biliyoruz.
Bu kendine güven bunun için.
Birken iki olmak, bunun için örgütlenmenin mucize formülüdür.
Kolektivizm, emeğin yoğun ve yaygın gücünü ortaya koyan mucize bir yöntemdir bunun için.
İnsanın insanlaşmasını nasıl EMEK yaratmışsa, bugün insanın yeniden insani değerlere kavuşmasını da EMEK yaratacaktır.
Tam da bu noktada emperyalizm emeği yozlaştırarak, gençliği emeğe yabancılaştırarak düzenini garantilemeye çalışıyor.
Emek insanı insanlaştıran mucize ise, emperyalizm, her halk çocuğu bu mucizeyi keşfetmesin diye uğraşıyor. Eğitimden yaşam biçimine kadar her alanda, emeğe yabancı, emeğin değerini bilmeyen, onu küçümseyen yeni kuşaklar yaratmaya çalışıyor.
Neden?
Bunun için önce emek nedir diye bakalım.
Emek vazgeçmeme halidir. Vazgeçmemek çabalamak demektir. Çaba insanın ne denli güçlü olduğunu ortaya çıkarır. Çünkü onlarca yol deneyerek insan hedefine ulaşacaktır.
BU TEHLİKEDİR... Israrlı ve inatçı insan yalanlara kanmayacak, kendine sunulanı kabul etmeyecek, tırnaklarıyla kazıya kazıya amacına ulaşacaktır.
Emek bir sevgi halidir. İnsanı en yorgun, en sıkıntılı anında ancak ve ancak sevgi yeniden harekete geçirebilir. Bu nedenle emek sevgiyi, sevgi emeği yaratır. Bu emek eğer halk ve vatan için harcanırsa, karşılığı halkın ve vatanın kurtuluşu için ölümüne mücadele etmektir.
BU TEHLİKEDİR... Emeğiyle sevgiyi yaratan, o sevgi uğruna herşeyi göze alacaktır. Emekleriyle sevgiyi yaratanları kimse bölemeyecek, parçalayamayacak, bu yumruğu açamayacaktır.
Emek, bilgiyi artırma ile paralel bir bilgelik halidir. Emek öğreticidir, insan öğrenir, düşünür, onu tecrübe haline getirir ve gerçekleri görür. Bu bilgiyi artırma süreci devam ettikçe insan gerçekle güçlenir. Kaynağını hayattan alarak bilgeleşir.
BU TEHLİKEDİR... Bilen insan kanmayacaktır. Bilen insan kendine dikte ettirilen yalanlara inanmayacaktır. Bilen insan soru soracak,sorgulayacak ve gerçeğe ulaşacaktır. Gerçek; kapitalizm yıkılacak, sosyalizm kurulucaktır.
Emek, umutlu olma halidir... emek harcarsa insan belki hızlı hızlı, belki yavaş yavaş ama mutlaka önüne çıkan engelleri aşıp hedeflediği o geleceğe, o güzelliğe ulaşır. Bu da umudunu güçlendirir insanın.
BU TEHLİKELİDİR... Umuttur insanı yaşatan, vazgeçirmeyen, her yenildiğinde yeniden ayağa kaldıran... Tehlikelidir çünkü emek harcayan insan her defasında "Bir gün mutlaka" diyecektir.
Kuşkusuz emeğin yarattığı ve emeği yaratan onlarca değer sıralayabiliriz. Ancak sıralayacağımız her şey aynı yere uzanacaktır.
İnsanın insanca yaşadığı bir düzen EMEK harcanırsa MÜMKÜNDÜR. Avrupa'da emek harcanırsa ırkçı saldırıları ve yozlaşma politikalarını boşa çıkarmak, bunun karşısında güçlü bir örgütlenme yaratmak mümkündür.
Zalimler için tehlike buradadır. Bunun için "kolay yoldan para kazan", "emek harcamadan yaşa", "başkasının sırtına bas" felsefesi ile eğitip yönlendiriyor gençliği.
Çünkü emeği bilmeyen, en başta kendine karşı duyarsızdır.
Çünkü emeğin kıymetini bilmeyen geleceğine karşı ilgisizdir.
Zalimler de bu duyarsızlık ve ilgisizlikten beslenip yaşarlar.
Diğer yandan hayatı boyunca ezilmiş, sömürülmüş, acı çekmiş, hayallerini geçim derdiyle bir yana bırakmış ailelerimiz, bizim daha az sıkıntı çekmemizin yolunu bize emek harcattırmamakta bulmuş.
Yani bir yanı evin içi, aile yaşamı, diğer yanı evin dışı, okul, ve sokak hayatımız.
Düzen bilinçli ve iradi, ailelerimiz ise bilinçsizce bizi emeksizliğe sürüklemiş.
Yattığı yatağı düzeltmeyi bir insani refleks olarak yaşayamayan, kirlettiğini temizlemek, bozduğunu tamir etmek, kırdığını telafi etmek gibi belki de en temel insani özellikleri hiç bilmeyen gençler olarak yetişenlerimiz olmuş.
Derken dünyanın cesaret edemediğine genç yaşımızda gönüllü olmuşuz. Zulmün karşısında "biz varız", ırkçılığın ve yozlaşmanın karşısında "biz varız", vatanımızı satan, halkımızı sömürenlerin karşısında "biz varız" demişiz.
Ama yetmiyor. Emek vererek bu yüce duyguların, "biz varız" duygusunun içini doldurmamız gerekiyor.
Biz ancak emeğimizle var olabiliriz halkın mücadelesinde.
Emeğimizle yoldaşlarımızla çözülemez bir yumak olabiliriz. Bizi birleştiren emektir.
Halkımız buna "alınteri" der. Ve en değerlisidir bizim halkımızın. Alınteri "helal" olandır. Alınteri dökülen ekmek kutsaldır.
İşte halkımız gibi acısına, sevincine, sorunlarına, umutsuzluklarına, çözümsüzlüklerine alınterimiz dökülmemişse, yoldaşlarımızı sevemeyiz.
Alınterlerimiz birbirine karışmazsa birlikte umut etmeyi, birlikte bir gelecek yaratmayı sözden öteye geçiremeyiz.
NE yapmalıyız?
• Emek vazgeçmeme haliyse, ne zaman içimizden "vazgeç" diye seslense düzen, daha sıkı sarılmalıyız işlerimize.
• Emek sevgi haliyse, sevgi emekten besleniyorsa, yoldaşlarımıza karşı sevgimizi emek vererek büyütmeliyiz.
• Emek bilgiyi artırma haliyse, sürekli okumalı, kendimizi eğitmeliyiz.
• Emek bir umut haliyse geleceğe dair hayaller kurmalı, bu hayalleri gerçekleştirmek için de çok çalışmalıyız. Irkçılık ve yozlaşmaya karşı mücadelemizde gecemizi gündüzümüze katmalıyız.
Ama her şeyden önce tarihin ortaya çıkardığı gerçeğe "emeğin mucizesi" gerçeğine inanmalıyız.
Engin Çeber'i yaratan da emektir, Engin Çeber'i ölümsüzleştiren de...
Onbinlerle konser yaptıran da emektir, her yıl bu sayıyı artıran da…
Düşmanı korkutan da emektir, yoldaşı sevindiren de...
Avrupa'nın devrimci gençliği emeğiyle mucizeler yaratacaktır.
Eğer, her gün bir sayfa daha fazla okumaya ahdedersek, yoldaşımızın olumluluğunu görüp büyütmeyi yaşam gözümüz yaparsak, hep birlikte çalışmayı, hep birlikte oturmayı, hep birlikte uyumayı kurallaştırır, emekte geride kalmayı değil emekte geçmeyi ilkeleştirirsek MUCİZELER BİZİ BEKLEYECEKTİR.
MÜCADELE GELENEKLERLE GÜÇLENİR
Bir halk ve bir toplumsal hareket, TARİHİ ve GELENEKLERİYLE güçlüdür. Avrupa'da direniş geleneklerimize yeni halkalar eklediğimiz ölçüde güçleneceğiz. Hayatın her alanında sorunlar ve direnişler bizi bekliyor. Avrupa halkı ve solu açısından demokratik mücadelenin üzerine uzun süredir bir ölü toprağı serpilmiş gibidir. Avrupa işçi sınıfı ve halkı, örgütsüzlükle, tüketim kültürüyle, alkolla, futbolla, korkuyla pasifize edilmiştir. Bu nedenle onyıllardır Avrupa tarihine büyük direnişler yazılmıyor.
Bu, sadece pratik bir durum değildir; aynı zamanda beyinlerde oluşan ideolojik politik bir tahribattır. Tahribat, kendini en açık biçimde demokratik mücadeleye inançsızlıkta göstermektedir. Direnerek hak alınamayacağı düşüncesi giderek hakim olmuş ve bu da eylemsizliği veya sonuç alıcı olmayan eylemlerle sınırlanmayı getirmiştir.
Bu nedenle, Almanya hapishanelerinde devrimci tutsaklar tarafından peşpeşe geliştirilen direnişler, mevcut tablonun çok dışında bir durum oluşturmuştur
Şadi'yle direndik kazandık. Gülaferit'le direndik kazandık. Özkan'la direndik kazandık. Hapishanelerde direnmenin, sahiplenmenin, mahkeme salonlarında düşüncelerimizi savunmanın, vatanımızdan gelip burada ahkam kesen katliamcıların karşısına çıkmanın... güçlü örneklerini yarattık. Avrupa'daki mücadele, yukarıda da vurguladığımız gibi demokratik mücadele gelenekleri açısından kısmen zayıftır. Zaferle sonuçlanan bu direnişler, işte bu kurak toprakta yeşeren filizlerdir.
Avrupa'da demokratik mücadele bu direnişlerin açtığı yoldan gelişecektir. Zaferle sonuçlanan, cüret ve bedel ödeme kararlılığı taşıyan her direniş, yurtdışında yaşayan halkımıza umut ve güven kazandıracaktır. Sadece halkımıza da değil; yurtdışındaki bu direnişler, Avrupa halkını ve Avrupa solunu da mutlaka etkileyecek, onlarda körelen yanları canlandıracaktır. Onların moralsizliklerini, statükolarını sorgulamalarına yol açacaktır.
Direnişler, Avrupa emperyalizmine karşı mücadelede oluşan yılgınlığa ve "Alman devletinden direnerek hak alınamaz... devlete geri adım attırılamaz" düşüncesine önemli bir darbe vurmuştur.
Direnerek kazanılır. Bu, nerede olursa olsun, evrensel bir gerçektir. Sınıflar mücadelesinin tarihsel yasasıdır. Bu tarihsel kural, Avrupa'da veya dünyanın herhangi bir yerinde başka türlü değildir.
Demokratik haklar, dünyanın her yerinde mücadeleyle kazanılmıştır ve yine dünyanın her yerinde, halklar zayıfladığında, egemenLer o hakları ya açıkça gasp eder ya da kullanılamaz hale getirirler. Bugün Avrupa genelinde de bu süreç yaşanmaktadır. Anayasal
hak olarak belirlenmiş gösterilere, basın açıklamalarına "izin" vermemeler, konser yasakları, düzenin yasalarına göre faaliyet yürüten sol partilere ilişkin takip kararları, yayın yasakları, savunma hakkının içini boşaltan yargılamalar, sendikasızlaştırma dayatmaları, "güvenlik" adına sokaklara yayılan polis terörü, demokratik kurumlara yönelik baskınlar... Avrupa'da demokratik hakların nasıl yavaş yavaş gasp edildiğinin somut göstergeleridir.
Ancak burada asıl sorun bunlara karşı demokratik bir direnişin gelişmemesidir. Daha da vahim olan ise, başta Alman solu, Avrupa solu olmak üzere, bir çok ilerici kesimin bu gaspların, gerilemenin adeta farkında olmamasıdır. Örneğin Almanya'daki dernek baskınları, dergi yasakları, konser düzenlemenin bile "dava" konusu olması, hapishanelerdeki baskılar anlatıldığında, Almanya'daki partiler, sol çevreler bunları şaşkınlıkla, inanmazlıkla karşılamaktadırlar.
Öyle ki, bazen devletin yasakları, kısıtlamaları, hak gaspları, terör demagojisiyle veya başka bir nedenle "meşru" görülebilmektedir; devrimcilere, veya başka kesimlere konulan yasaklar karşısında "kesin bir nedeni vardır" düşüncesi, Avrupa solunda oldukça yaygındır. Bu durum, bizleri de yer yer etkilemiştir; yasaklamalar, "izin vermemeler" karşısında "izin vermediler" denilip haklarımızı kullanmakta ısrarcı olunmayabiliyor. Bu mücadelede aslolan meşruluk temelinde hareket etmektir. Direniş gelenekleri yaratmak da kaynağını buradan alır.
İşte bütün bunlardan dolayı, hapishanelerdeki direnişler, dışarıdaki çadır direnişleri, etkili protestolar, ırkçılığa karşı mücadeledeki yetersiz de olsa gösterilen ısrar, Avrupa'daki tarihsel olarak güçlü demokratik mücadele geleneğini hatırlatmak ve canlandırmak açısından önemli olmuştur. Güçlü gelenekler yaratmak, demokratik mücadelede kazanmanın, haklar ve özgürlükleri geliştirmenin de koşullarından biridir. Çünkü arkamızda öylesine güçlü gelenekler olduğunda, egemen sınıflar da neyi ne kadar yapabileceğimizi, ne kadar kararlı ve ısrarlı olduğumuzu bilirler...
Avrupa'da da mücadelenin her alanında gelenekler yaratmalıyız.
Gelenekler yaratmak, güç olmaktır. Sırtını, direnişlerle, destanlarla dolu, kazanımlarla dolu bir tarihe yaslayanlar, tarihin gücünü yanlarına alıp daha da güçlenmiş olarak çıkarlar egemenlerin karşısına.
Dostları ilə paylaş: |