Nitekim halihazırda savaşa karşı sesler, önemli ölçüde, duygusal tepkiler ve iyi dilekli temennilerden ibarettir. Oysa tarih, özellikle de emperyalizm çağı, gerici ve emperyalist savaşların korkunç yıkıcılığı karşısında bu türden duygusal tepki ve temennilerin pratik herhangi bir değer taşımadığını tüm açıklığı ile göstermektedir. Lenin’in, tam da her türden savaşa karşıt ve silahsızlanma yandaşı küçük-burjuva pasifistlerinin yanılgılarını sergilerken vurguladığı gibi, “Kapitalist toplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir.” Emperyalist ve gerici savaşlar ise bu dehşetin bir uzantısı, insanlık için en yıkıcı, acılı ve barbarca olan biçimleridir. Fakat bu, kapitalizmin dehşetine teslim olmayı değil, tam tersine, ona karşı kararlı bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturan asalak yönetici sınıfların bencil çıkarları uğruna sürdürülen emperyalist(322)ve gerici savaşlara karşı mücadelede mesafe ve sonuç almanın temel koşulu, haklı ve devrimci savaşların gerekliliğini kabul etmek, bu savaşlar içinde etkin bir biçimde yer almaktır. Daha çok burjuva ve küçük-burjuva hümanist ya da pasifist çevrelerden yükselen “savaş çözüm değildir”, “şiddet çözüm değildir” türünden sesler, sınıflı toplumların ve emperyalist dünya düzeninin acımasız gerçekleri karşısında papazca vaazlardan öteye gidemezler, gidememektedirler. Toplumsal hayatın her alanında sürekli şiddet üreten, şiddetle beslenen, şiddeti kendi varlığını sürdürebilmenin ve çıkarlarını koruyabilmenin temel koşulu olarak gören bir sistem gerçekliği karşısında bu sözler tümüyle anlamsızdır. Bu tür duygusal temenniler herhangi bir pratik sonuç yaratmamakla kalmazlar, yanı sıra, dünya ölçüsünde, tepeden tırnağa silahlanmış emperyalist dünya karşısında ezilen halkları; toplum ölçüsünde ise, tepeden tırnağa silahlanmış egemen burjuva sınıfı karşısında işçi sınıfı ve emekçileri, çaresizlik içinde boyun eğmeye mahkum ederler. Bu son derece masum görünen yaklaşımın tehlikeli ve zararlı yanı da buradan gelir.
Bugünün kudurganlık içerisindeki emperyalist dünyasına, halihazırda bu dünyanın jandarmalığını yapan ABD emperyalizmine bakalım. Onlar, dünyaya egemen kılmak istedikleri “yeni düzen”lerini, halklara ve gerektiğinde ülkelere, tam da emperyalist savaş makinasının gücüyle dayatmaya ve kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bugünün Türkiye’sine bakalım. İşbirlikçi burjuvazi toplumun ezici çoğunluğuna kendi sınıf çıkarlarının gerektirdiği tüm önlemleri baskı ve terör aygıtlarının gücüyle dayatıyor ve bu son 20 yıldır süreklileşmiş en temel yöntem olarak kullanılıyor.
Bu güncel örnekler, temel tarihi-toplumsal gerçeklerin güncel tezahürlerinden başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki savaşa ve şiddete karşı mücadele, bunların toplumsal ve sınıfsal kaynaklarına karşı mücadeleden ayrı düşünü(323)lemez. Emperyalizme ve gericiliğe karşı her türden ilerici-devrimci savaşın gerekliliği, zorunluluğu ve haklılığı da buradan gelir. Evrensel barış, şiddetin, savaşların ve militarizmin kesin olarak son bulması, bunlar sosyalizmin en temel amaçları ve idealleri arasındadır. Ama marksistler, bunlara ulaşmanın ancak bunları üreten tarihsel-toplumsal zeminin kurutulmasıyla, yani kapitalizmin yeryüzünden kesin olarak silinmesiyle olanaklı olacağını da çok iyi bilirler. “Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!” şiarı bunu anlatır.
Sınıf savaşımının genelleşmiş ve yoğunlaşmış aşaması olarak iç savaş
Partimizin programı bu temel tarihsel ve toplumsal gerçekleri/yasallıkları hareket noktası olarak alır. Haksız ve gerici savaşların karşısına işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların haklı ve zorunlu devrimci savaşlarıyla çıkar. Geçen bölümde bunu, çağımızın haklı ve devrimci savaşlarını, milli kurtuluş devrimleri, halk devrimleri ve proletarya devrimleri üzerinden örneklemiştik. Bunlara burada devrimci sınıf mücadelesinin ileri, genelleşmiş ve yoğunlaşmış bir aşaması olarak iç savaşlar da eklenmelidir.
Devrimci iç savaşları da öteki savaşlar gibi bir savaş türü olarak tanımlayan Lenin, “Sınıf savaşımını kabul eden herkes iç savaşı da kabul etmek zorundadır" der ve bunu şöyle gerekçelendirir: “Her sınıflı toplumda iç savaş doğal ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınılmaz devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir. Bu, her büyük devrimle doğrulanmıştır. İç savaşı kabul etmemek ya da görmezlikden gelmek, büyük bir oportünizme düşmek ve sosyalist devrimi yadsımak olur." (Proletarya Devriminin Askeri Programı, Sosyalizm ve Savaş, 5. baskı, Sol Yayınları, s.61)(324)
Partimizin programı, bu marksist teorik-ilkesel bakışaçısını, tüm programa sinmiş genel bir anlayıştan öteye, somut bir program maddesi olarak da içerir. "Stratejik ve taktik ilkeler"e ayrılmış VIII. Bölüm’ün 3. maddesinde, bunu en özlü biçimiyle formüle eder: “Proletarya devrimi ve sosyalizm için verilen kavganın dünya tarihinin gördüğü en zorlu iç savaş olduğunun bilincinde olan TKİP, işçi sınıfı ve emekçileri bu tayin edici mücadeleye bugünden hazırlamak için sistematik bir çaba harcar." (s.50)
Bu formülasyon bu haliyle bize, ilkesel bir çerçevenin yanı sıra, son derece önemli bir stratejik ve taktik görevler alanı da tanımlamaktadır.
Savaşları ve silahlanmayı ortadan kaldırmanın tarihsel koşulları
Parti programının teorik bölümünün “Toplumsal devrim, sosyalizm ve komünizm"e ayrılmış II. alt bölümü, bu temel görüşlerin genel teorik-ilkesel çerçevesini ayrıca verir. Devrimci sınıf savaşımı; bu savaşımın yoğunlaşmış ve genelleşmiş bir üst aşaması olarak devrimci iç savaş; ve nihayet, burjuva sınıf egemenliğinin şiddete dayalı bir devrimle yıkılması ve yerine “bir geçiş dönemi devleti” olarak proletarya diktatörlüğünün kurulması olarak proletarya devrimi... Devrimci sınıf mücadelesinin bu tarihsel gelişim seyrine ilişkin genel yasallıklar, programımızın bu bölümünde yer alır, (s. 18-20)