Neler söylenmiyor ki bu konuda: “Kürt ulusal devrimi ayaktadır. Dengeyi lehine bozabilecek hamleler yapmaktadır.” “Özgürlük mücadelesi, Kürdistan'ın diğer parçalarındaki gelişimiyle bölgesel statükoyu sarsan bir hatta derinleşmektedir.” “Çok kesin bir gerçek olarak vurgulanmalıdır ki”, o artık Küzey Kürdistan’ın sınırların aşmıştır; Kürdistan’ın parçalanmışlığı ona “uluslararası boyutta süren bir devrim kimliği kazandırmıştır.” vb., vb... (s. 251-252)
Daha da çoğaltılabilecek bütün bu temelsiz iddialarda dikkati çeken yön, Kürt harketi üzerine resmedilen durum ve gelişmelerin ısrarlı bir biçimde “devrim” nitelemesi üzerinden ortaya konulmasıdır. Ayakta duran, dengeyi kendi lehine bozan, derinleşip(197)yayılan, uluslararası bir nitelik kazanan bir “ulusal devrim” üzerine ölçüsüz bir güzellemedir bu. Ve bütün bunlar, PKK’nin hareketin yönünü ve hedeflerini de Kürt burjuvazinin eğilimlerine giderek daha çok uyarladığı; umutlarını ABD ve Avrupa'nın müdahalesine bağlayarak anti-emperyalizmi söylemde bile bir yana bıraktığı; Türk burjuvazisiyle anayasal bir çerçeve üzerinden “siyasal çözüm” aramayı stratejik politika haline getirdiği bir evrede, böylece devrimi boş bir söz kalıbına indirgediği ve artık terminolojide bile onu bir yük saymaya başladığı bir sırada yapılıyor.