SOVYETLER’İN ÇÖKÜŞÜNDEKİ
TÜRK’ÜN GÜCÜ
KONU : Olaylar Sovyetler Birliği’nin Komünist dönemlerinde geçmektedir.
Bağımsız mücadelesi uğruna faaliyet gösteren Türklerin yaşadıkları olaylar hakkındadır.
Olayların tamamı o tarihlerde yazılmış yabancı arşiv kaynaklarına dayanarak anlatılmaktadır. Bu uğurda şehit olanlar ta o yıllarda bile bir gün hürriyetin geleceğini ve Sovyetlerin yıkılacağını çok net bir biçimde görmüşlerdir.
TURGAY KADİROĞLU
SOVYETLER’İN ÇÖKÜŞÜNDEKİ
TÜRK’ÜN GÜCÜ
TARİHİ GERÇEKLER IŞIĞINDA
BELGELERLE
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
‘’ALLAH NASİP EDER, ÖMRÜM VEFA EDERSE MUSUL, KERKÜK VE
ADALARI GERİ ALACAĞIM. SELANİK’DE DAHİL BATI TRAKYA’YI TÜRKİYE HUDUTLARI İÇİNE KATACAĞIM.’’
(Lozan Antlaşmasından 9 yıl sonra 1993 yılında Atatürk’le, General Mac.Arthur görüşmesi esnasında Atatürk tarafından söylenmiştir.)
‘’ BİZ DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLİYETPERVERİZ VE TÜRK MİLLİYETÇİSİYİZ.’’
( Atatürk’ün S.D.V. Cilt: 1 Sayfa 114 )
CEYHUN HACIBELLİ
1891-1962
Azerbaycan, Kafkasya ve mahkum Türk İllerinin efsane kurtuluş cephesi liderlerindendir. Azerbaycan Milletinin tanınmış siyasi şahsiyetlerindendir. Ceyhun Hacıbeyli 22 Ekim 1962 yılında Paris’te hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Merhum Hacıbeyli, hayli hareketli geçen 71 yıllık bir hayat yaşadı. Azerbaycan eşrafından maruf Hacıbeyliler ailesine mensup olan merhum 3 Şubat 1891’de Azerbaycan’ın Karadağ Vilayetinin, şairler ve bestekarlar vatanı sayılan Şuşa şehrinde doğdu. Lise tahsilini Şuşa ve Bakü Liselerinin Fen kısmında, yüksek tahsilini de Petersburg Üniversitesinin Hukuk Fakültesinde yaptı. Hacıbeyli Paris’te Sorbon ve Teknik Üniversitede eğitini devam ettirdi.
71 yıllık ömrünün yarıdan çoğu Paris’te geçen rahmetli, resmi bir vazife ile Avrupa’nın o zamanki siyasi camiasına gelmiş bulunuyordu. Kendiside Müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takiben (28 Mayıs 1918), Azerbaycan’ın maruf siyaset adamı ve Parlamento reisi merhum Ali Merdan Bey Topçubaşı’nın riyaset ettiği ve Azerbaycan Cumhuriyeti delegasyonu mensubu sıfatıyla Paris’e gönderilmişti. Azerbaycan Murahhas Heyeti adıyla tarihe geçen bu delegasyonun Versailles Sulh Konferansında Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin hakkını savunacak, bilahare 12 Ocak 1920’de Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin büyük devletlerce fiilen tanınmasını sağlayacaktı.
Merhum Ceyhun Bey, Azerbaycan Murahhas Heyetinin basın bürosunda görevlendirilmiş idi. Böyleliklere görevinin verdiği yetkilere ve sağladığı şartlara dayanan merhum, Fransız ve Avrupa basını ile temasa geçerek yeni bağımsızlığına kavuşan vatanı Azerbaycan hususunda ilgilere gerekli bilgileri vermeye çaılşarak bir yandan da genç cumhuriyetinin sorunlarının çözümünü Uluslararası platformlara taşıyordu. Hadiselerin seyrine bakıldığında merhum iyi bir diplomat olduğu kanaati bizde uyandırdı.
Azerbaycan Milli Cumhuriyeti’nin varlığı 12 Ocak 1920’de büyük devletlerce fiilen tanınmıştır. Rahmetli tanınma işlemlerini Uluslar arası Arenada sürdürmeye devam ederken,Kafkasya’nın diğer bağımsız cumhuriyetleri gibi, Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin de bağımsızlık ve egemenlik haklarına saygılı olacağını defalarca tekrarlamış olmasına ve bu konuda Uluslar arası sözleşmelere imza atmış olmasına rağmen Bolşevik Rusya Orduları 27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ı istila etmiş ve suretle Lenin başta olmak üzere, Bolşevik liderlerin komünist ihtilali prensiplerine ve uluslararası sözleşmelere ve kendi imzalarına asla sadık olmadıkları görülmüştür.
İstilayı müteakip Azerbaycan Murahhas Heyetinin diğer mensupları gibi, Ceyhun Bey’de mülteci sıfatıyla dışta kalarak kurtuluş savaşına devam etme yolunu tercih ediyor. Merhumun kurduğu temaslar ve izlediği siyaset takdire şayandır.
Aslında muhabirlik merhum Ceyhun Bey için zor bir alan değildi. Daha genç yaşta iken bu hayata atılmıştı.1905 ve 1917 ihtilalleri arasındaki yıllarda Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de neşredilen Kaspi, Progres, Bakü, İrşat ve Terakki gibi günlük ve haftalık gazetelerde genç muhabir Ceyhun Bey’in yazıları vardı. Merhum 1917’de Bakü’de çıkan İttihat Gazetesinin ve bilahare de ‘’Müslüman Milli Komitesinin’’ yayın organı ‘’Haberler Bültenini’’ yazı işleri müdürü oluyor. Azerbaycan bağımsızlığına kavuştuktan sonra ise hükümetin resmi yayın organı ‘’Azerbaycan’’ gazetesinin redaktörü oluyor.
Avrupa’da esas itibariyle 40 yılı basın alanında geçiyor. Avrupa’nın belli başlı bütün büyük gazetelerinde yazıları yayınlanan merhum Ceyhun Bey’in; ‘’İlk Müslüman Cemiyeti Azerbaycan’’ yazısı büyük etki yapar. Ayrıca ‘’Karabağ’’ hakkında kıymetli yazıları basın yayın organlarında yer almıştır.
Merhum Ceyhun Bey’in; ‘’İslam Aleyhtarı Propaganda ve Onun Azerbaycan’daki Metotları’’ başlıklı yazısı büyük etki yapmış bu yazı ABD’de kurulan, ‘’SOVYETLER BİRLİĞİNİ ÖĞRENME ENSTİTÜSÜ’’ tarafından ABD’de gazetelerde yayınlatılmıştır. Rahmeti bu Enstitü ile çok içli dışlı idi ,ABD’de Azerbaycan hakkında seminerler vermesini bu enstitü destekliyordu. Daha sonra 1961 yılında Ceyhun Bey, bu enstitünün yönetimine girdi. Bundan başka Ceyhun Bey 1953 yılında ABD’de faaliyet geçen ve Sovyet Cumhuriyetlerindeki Türk Cumhuriyetlere kendi ana dillerinde yayın yapan ‘’HÜRRİYET’’ adlı radyonun kurucuları ve idarecileri arasına girdi.
Merhum, aynı zamanda bir Azerbaycan Sevdalısı idi. Azerbaycan ve Kafkasya basının faal yazılarından hiç eksik olmadı. Paris’te Fransızca çıkan ‘’KAFKASYA’’ Münih’te Türkçe yayınlanan ‘’AZERBAYCAN’’ dergilerinin redaktörlüğünü yaptı.
Rahmetli Azerbaycan musikisi ile de çok yakından ilgilenirdi. Azerbaycan’ın dünyaca ünlü bestekarı Üzeyir Hacıbelli’nin de kardeşi idi.
Ceyhun Bey, vatanını seven, olaylar karşısında hassasiyet gösteren bir insan idi.Herkese iyilik yapmaktan yardımına koşmaktan zevk alırdı. Azeri topluluklarda bulunmaktan büyük zevk alırdı.
ALLAH rahmet eylesin, nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun, diyerek anısı önünde saygıyla eğilirim.
DİNİN KANUN DIŞI İLAN EDİLMESİ
Çarlık devrinde Hristiyan olmayan dini camialar meyanında, kanuni bir topluluk olmak üzere, Müslüman camiasının da resmen tanınmış olması, milliyet şuurunun kuvvetlenmesinden sonra dahi, Rusya’daki Müslüman Türklerin kendilerine sadece Müslüman demelerine sebep olmuştur. Bunda bütün Türklerin yaşamakta olduğu ümmet devrinin tesiri de büyüktü. ‘’Müslümanlık’’ bayrağı altında, kanuni yollarla, dini işlerden başka, milli-siyasi ve kültürel işlerin idaresi de mümkün oluyordu. 1905 de teşkil olunan ve bütün Rusya Türklerinin milli davalarını ele alan teşekküle; ‘’Rusya Müslümanları İttifakı’’ adı verilmiş olması da bundan ileri gelmişti.
Müslümanlığım, dini ve milli olmak üzere iki türlü fonksiyon ifa etmesi, çarlığın da iki türlü aksülamesini mucip olmakta idi. Yüksek Ortodoks Din Şurası Reisi Pobedonostev’e göre; ‘’İslam’’ manevi sahada kendisiyle mücadele edilmesi imkansız, iman ve taassubun mebaı olan muhteşem bir kuvvettir. Ve bu kuvvete serbest faaliyet imkanları verilmemelidir.’’ Hükümet ise Müslümanlık sayesinde muhtelif Türk Kabilelerinin bir teşkilat etrafında birleşmesinden korktuğu için müşterek bir din idaresinin teşkiline her zaman mani oluyordu.
Böyle dini ve milli bir camia içerisinde din ulemasının rolü çok mühimdi. Milli varlığın manen ve madden bekası uğrunda din ulemasının vaktiyle tarihi, milli ve medeni vazifesini şerefle ifa etmiş olduğu muhakkaktır. Bunun misaline Şimali Kafkasya’da, Türkistan’da, Kırım, İdil-Ural ve Sibirya’da rastladığımız gibi, Azerbaycan’da dahi şahit oluyoruz. 19.Asrın ortalarına doğru Azerbaycan’da ki milli iradenin yerine konan Rus Askeri İdaresi din ulemasıyla karşı karşıya gelmişti. Cemiyetinin vicdanından başka adaletin tevzi ve kontrol işleri de bu ulemanın elinde bulunuyordu. ‘’İtaat ediniz Tanrı’ya, O’nun gönderdiği Elçiye ve sizden olan amirlere’’ ayetine sadık kalan bu ulema, şeriat mahkemelerinin verdikleri her herhangi bir kararın idare makamında oturan bir Rus tarafından infaz edilemeyeceğinde ısrar etmiş ve bu noktadan hareket ederek Azerbaycan’da Rus hakimiyetini hiçbir zaman tanımamışlardı. 19.Asrın ikinci yarısından itibaren, Avrupa Medeniyetinin kabulü üzerinde başlayan ikilik, din ulemasının milli camia içerisindeki mevkiini sarsmış ve cemiyet yeni hayat şartlarını intibak ettikçe, milli camianın idaresindeki rehberlik makamı da Avrupai yeni münevver zümreye intikal etmiştir. Azerbaycan’ın fikir hareketi tarihinde mühim bir yer işgal eden bu, münevver zümre-din uleması ihtilafında, milli uyanışa engel olmak için çarlık her zaman mutaassıp din ulemasının tarafını iltizam etmiştir. (Tarafını tutmuştur)
Bolşevizm ise münevver zümreyi dine karşı kullanmak istedi. İslam Dininin ortadan kaldırılmasını temin maksadıyla Mirza Feth-Ali ile onun mektebini devam ettiren münevver neslin, din ulemasının cahil kısmı tarafından müdafaa edilen ortaçağ nizamlarına, skolastik zihniyete, eski usul tedrise, hurafet, mevhumat ve batıl itikatlara karşı mücadelelerinden ve eserlerinden istifadeye kalktı. Halbuki Bolşevizmin din hakkındaki görüşü malümdu. Lenin’e göre;
Marks ile Engels’in birkaç defa tekrar ettikleri gibi Marksizm’in felsefi temelini diyalektik materyalizm teşkil eder. 18.Asır Fransa’sının ve Almanya’da (19.Asrın 1.yarısı) Feyerbach materyalizminin felsefesini tamamı ile benimsemiş olan bu materyalizm ateisttir, bütün dinlerin amansız düşmanıdır.
Yine Lenin’e göre;
Din halka mahsus bir afyondur,-Marks’ın bu vecizesi Marksizm’in din meselesindeki dünya görüşünün temel taşıdır. Bütün çağdaş dinleri ve mabetleri her hangi bir din müessesesini, Marksizm, her zaman işçi sınıfını istismar etmeye ve uyuşturmaya yarayan birer burjuva müessesesi olarak telakki etmiştir.
Sovyet istilasının daha ilk günlerinden itibaren mekteplerden din dersleri kalkmış, imam, hatip, vaiz, müezzin ve din uleması yetiştiren cami yanlarındaki mektep ve medreseler yıkılmış ve bu gibi din rehberlerinin hariçten gelmesine de müsaade edilmemiştir. Aynı zamanda Sovyet Hükümeti’nin himayesi altında kurulan; ‘’Cengaver Allahsızlar Cemiyeti’’ din aleyhinde geniş surette propagandaya başlamıştır. Bütün ‘’NEP’’ devri (1921-1929), başta fedakar din uleması olmak üzere, cami ile ‘’Cengaver Allahsızlar Cemiyeti’nin’’ mücadelesi parolası altında geçmiştir.
‘’Cengaver Allahsızlar Cemiyeti’nin’’ geniş imkanlar vardı. Din aleyhinde gazeteler, dergiler, risale ve kitaplar neşir ve piyesler temsil ediliyor, konferanslar, mitingler ve kongreler tertip edilerek İslam Dinini yıkmaya çalışıyorlardı. Dini Bayram ve Dini Merasimlerin yapıldığı mukaddes aylarda din aleyhindeki propagandaları daha da şiddetleniyordu. Çoğu zaman din ulemasıyla tartışmaya girerek din aleyhinde kararlar aldırıyorlardı. Bilhassa mekteplerde genç nesillerin zehirlenmesine, ‘’Genç Komünistler’’ teşkilatında din aleyhinde propagandacılar yetiştirilmesine çalışılıyordu. Yalnız milletin müzaheretine güvenen din ulemasının fedakarlığı, bu devirde her türlü takdirin üstünde olmuştur. Hak yolunda ve Allah yolunda irşatlarından (inançlarından) vaz geçmeyen Azerbaycan Ruhanilerinden din uğrunda ızdırap çekenler, sürgüne gönderilenler ve kurşuna dizilmek suretiyle şehadet şerbetini içenler az olmamıştır. Bu devirde Baku ulemasından Şeyh Gani gibi mücahit din ulemasının celadeti dillere destan olmuştur.
Bütün bunlarla beraber; ‘’NEP’’ devri, ‘’Cengaver Allahsızlar Cemiyeti’nin’’ en sıkışık bir devri idi. Ufak mülkiyetçi burjuva evsafını taşıyan bu devir cemiyetinde mülkiyete, milliyete, aile teşkilatına, milli ahlak, örf ve adalete karşı mücadele tamamı ile aksi bir netice doğurmakta idi. Mülkiyeti, milliyeti ve aile teşkilatını mukaddes telakki eden dinin değeri halk nazarında bir kat daha artmış ve komünistlere karşı nefret de o nispette çoğalmıştır. Mülkiyet esasına dayanan bir cemiyetin yerine insanın şahsiyetini hiçe indiren müşterek mülkiyet sisteminin ikamesi uğrunda girişilen teşebbüse karşı 1929-1931 yıllarında başlayan silahlı mukavemetin din uleması tarafından takdis ve kısmen de sevk ve idare edilmesi bu harekete bir nevi cihat mahiyetini vermiştir.
Bundan sonra başlayan müşterek mülkiyet esası üzerine kurulu kolhoz devrinde camilerin depo, yatakhane, meyhane, bar ve kulüp gibi eğlence yerlerine çevrildiği ve bir çoklarının tamamı ile tahrip edildiği görülmektedir. Bunlardan yalnız Bakü’deki meşhur ‘’Tazepir’’ camiinin kütüphaneye, Gence’deki ‘’Şah Abbas’’ camiinin ise müzeye tahvil (dönüştürme) edildikleri görülmektedir.
1936 da kabul edilen yeni Sovyet Anayasasında dinin devletten, mektebin de dinden ayrı olduğu, tasrih edilmiştir. Fakat din hakkındaki kanaati malüm bulunan komünist partisi devletin yegane temeli olarak kalmıştır. 1937 de Azerbaycan Maarif komiseri Mehmet Sadık Efendizade’nin yazdığı bir makalesinde din ulemasıyla dindar unsurların yeni anayasanın temin ettiği hürriyetten istifade ederek faaliyet geçtiklerinden, buna karşı şiddetli tedbir alınması lüzumundan bahsediliyordu. Bu şiddetli tedbirler cümlesinden olmak üzere öğretmenlere mahsus dinsizlik kursları açıldığı gibi Bakü’de ki Şirvanşahlar Sarayı da faaliyetlerini içine alacak bir ‘’Dinsizlik Sarayı’’ da kurulmuştur. Bu saray; ‘’Cengaver Allahsızlar Teşkilatı’’nı, din aleyhinde bir kütüphaneyi, birer okuma ve bir propaganda salonlarını ve din aleyhinde edebiyat ve neşriyat dairesini içine alacak şekilde sureti mahsusada inşa edilmiştir. Sarayın din aleyhinde tertip edecek balo ve müsamereler için hususi salonları da vardı. Bütün bu şiddetli tedbirlere rağmen mülkiyetçi köylü, tüccar, esnaf ve serbest meslek erbabı gibi müteşebbis zümrelerle beraber din ulemasının da bir sınıf olarak tasfiye edildiği 1929-1930 tarihinden 14 yıl sonra bile ‘’Genç Komünistler Teşkilatı’’nın fikirlerini yayan Komsomolskaya Pravda Gazetesi 1954 yılının Temmuzunda şunları yazıyordu.
‘’Türkistan ve Azerbaycan kolhozlarında, ekin işlerinin en hararetli zamanında, dini bayramlar yapılmakta olduğu için devlet planları ikmal edilememektedir. Bu dini bayramlarda ekseriya gençliğin, hatta genç komünistlerin de iştirak ettiği görülmüştür.’’
Sovyet Hükümeti, din hakkında kolhoz devrindeki görüşünü şöyle açıklamış bulunmaktadır;
‘’Sovyet Devletinde, sosyalist bir cemiyet kurulduğu sırada, dinin içtimai kökü kurutulmuştur. Din, Sovyetler Birliği şartları dahilinde, insanların şuurunda mazinin kalıntılarını teşkil eder. Bu dini kalıntılar siyasi terbiyesi noksan olan emekçi sınıfının sosyalist cemiyeti kuruluşuna şuurla iştirakine mani olmaktadır.’’
Dine karşı mücadelenin kanlı bir bastırma şeklini alması da bundan ileri gelmektedir.
NEP :Yeni İktisadi Siyaset
KIRIM’DA TOPYEKUN TEHCİR VE KATLİAM -1-
2009 yılı Ahıska Türkleri sürgününün 65.yılıdır. 2.Dünya Savaşında Almanlarla savaşmak için cepheye yollanan 40.000 Ahıska Türkünden 25.000’i hayatını kaybetti. Bunların geride kalan yaşlı ve çocukları ise kendilerini sürgüne götürecek demiryolu inşaatında çalıştılar.
Ecdatları binlerce yıl boyunca Kırım yarımadasında yaşamış olan Kırım Türkleri 1944 yılına kadar, Kırım’ın yegane yerli halkını temsil etmekteydiler. 13-18. asırlarda Kırım Türklerinin Devletçiliği Altınordu’nun Kırım Ulusu (13-14 asırlarda), ve Kırım Hanlığı (15-18 asırlarda) Kırımdan başka Taman, Kuban ve Nogay bozkırları ile Bucak bölgesini de içine alıyordu. Kırım Hanlığının nüfusu 3-5 milyon arasında idi. Bizzat Kırım’da 800.000 ila 1.500.000 arasında insan yaşıyordu. Tarafsız tarih ilmi Altınordu ile Kırım Hanlığı Devletinin, gerek siyasi kudret, gerekse kültür ve medeniyet bakımından Kırım’ın en parlak bir devri olduğunu yazmaktalar. Sovyet tarihçileri son yıllarda tarihi açıkça tahrif ederek bunun tamamı ile aksini ispata kalkışıyor ve Kırım Hanlığını ‘’Kırım haydutlarının yatağı’’ şeklinde ifade ediyor. Diğer taraftan Sovyet tarih ilmi, Kırım’ın Rusya tarafından istilasını ‘’Kırım halklarının tarihinde büyük bir progressif hadise’’ olarak göstermeye yelteniyor ve bu istilaya Kırım’ın Rusya ile yeniden birleşmesi adını veriyor. Sovyet tarihçilerinin, Sovyet hükümetinin Kırım’da icra etmiş olduğu topyekun tehcir ve katliamı ‘’tarihen temize çıkarmak’’ maksadı ile 1952 yılında alel acele uydurdukları iddiaların gerçekler ile taban tabana zıt olduğunu ispata uğraşmaya gerek duymuyoruz. Güneşin doğuşunun şahide ihtiyacı yoktur.
Bilindiği gibi Rusya’nın Kırım’ı istilası (1783) neticeleri Kırım Türkleri için proggessif olmak şöyle dursun, bilakis onların içerdeki mukadderatları için gayet meşum olmuştur.
Tarafsız ilmin kabul ettiğine göre, geçen asrın 70. yıllarına kadar, Çarlık hükümeti Kırımda müstemleke siyaseti güdüyordu. Rusya Kırım’ı istila ettikten sonra, yerli, idari, adli ve maarif organları lağvedilmiş ve Kırım Türklerinin maddi medeniyeti geniş miktarda tahribata uğramıştı. Bunu müteakip yerli Müslüman halkı için, sosyal ve dini tahditler koymuş, yüzbinlerce hektar müşterek ve hususi arazi müsadere edilmiş veya çarlık hanedanının emrine verilmişti.
Bu siyaset Kırım Türklerinin 1785’de başlayan ve muayyen fasılalarla 1902 yılına kadar devam eden Türkiye’ye kitle halinde hicretlerine sebebiyet vermiştir ve neticede Kırım’ın yerli nüfusu, bir asır zarfında, geçen asrın 80.yıllarının başlarında 280.000’e inmiştir. Bu meseleyi araştıran tarihçilerin kanaatine göre, 20.asrın başına doğru 1.000.000 ila 1.500.000 arasında Kırım Türk’ü vatanlarını terk etmiş bulunuyor. Bunların torunları bugün Kırım dışında yaşamakta ve sayıları takriben 2.000.000’ u aşmaktadır. Kırım muhacirlerinin bırakmış oldukları topraklara hariçten gelen Rus, Alman, Bulgar, Yunan ve diğer yabancılar yerleştiler.
Tüm bunlara rağmen 1917 ihtilalinin arifesinde Kırım Türkleri bütün Kırım nüfusunun ekseriyetini teşkil ediyordu. Geçen asrın 80 inci yıllarında Kırım Türkler’i meşhur ıslahatçı İsmail Bey Gaspıralı’nın idaresinde kültür ve sanat yolunda büyük hamleler yaptılar. Yeni tip milli mektepler açılıyor, matbuat ve edebiyat doğuyordu. Buna paralel olarak ta, 1917 yılına doğru, hemen hemen bütün Türk nüfusunun geniş tabakalarını sarmış olan Kırım Türklerinin milli-kurtuluş hareketi hızlandı. 7 Nisan 1917’de Kırım Türklerinin milli-kültür muhtariyeti ilan edildi. Aynı yılın 9 Aralık gününde toplanan kurultay (meclis) 13 Aralık 1917’de Müstakil Kırım Demokratik Cumhuriyetini ilan ve Kırım Milli Hükümetini ilan etti. Bu milli hükümet, Kırım’ı işgal etmeye muvaffak olmuş Bolşeviklerin saldırısına uğradı.
Nisan 1918 de Alman ordusu Bolşevikleri Kırım’dan kovdu. Aynı yılın mayıs ayında Kırım Demokratik Cumhuriyeti yeniden ihya edildi. Kırım’ın muhtelif halklarından teşekkül eden hükümet, idari ve adli organlarını kurduktan sonra, Kırım istiklalini Türkiye ve Almanya’ya resmen tanıtmaya muvaffak oldu.
Kasım 1918 de Kırım evvela itilaf devletlerinin askeri-deniz kuvvetlerinin, bunun akabinde de general Denikin’in gönüllü beyaz rus ordusunun işgaline uğradı. 2 yıl sonra ise Kasım 1920 de, Kırım 3.defa olarak Bolşevikler tarafından işgal ve cebren Sovyet Rusya’ya ilhak edildi.
23 Şubat 1918 de Bolşevikler tarafından katledilen Kırım Milli Hükümetinin reisi Müftü Numan Çelebi Cihan efendidir. Ruhu şad olsun.
KIRIM’DA 20 YILLIK İŞGAL VE SİSTEMATİK İMHA
Daha 2.Dünya Harbinden evvel Kırım’da 20 yıllık Bolşevik hakimiyeti zarfında (Kasım 1920-Kasım 1941) Sovyet Hükümetinin Kırım Türklerini tedricen yok etme siyaseti güttüğünü, 1944 yılı topyekun katliamlarının ise bu imha siyasetinin yalnızca son perdesini oluşturduğunu çok sayıda vesika, materyal ve araştırmalar açıkça göstermektedir. Fakat bunu daha fazla esaslandırmak için tarihi olaylara müracaat etmek lazımdır.
Bolşeviklerin Kırım’ı, 1920 yılının kasım ayında işgal etmeleri üzerine, kitle halinde vahşice imha siyaseti uygulamaya başlayan meşhur Macar Komünisti Bela Khun iktidara getirildi. Bu imha esnasında 60.000 ila 70.000 arasında Kırım vatandaşı kurşuna dizildi. Bu soykırıma Bolşevikler; ‘’Kırım Türklerine karşı tatbik edilen imha siyasetinin ilk merhalesi’’ adı verildi. Sovyet hükümetine karşı silahlı mukavemet göstermek zorunda kalan bu harekete cevap veren Kırım Türkleri arasında Bela Khun ismi bir felaket timsali haline gelmişti.
Bir taraftan halkın mukavemeti, diğer taraftan Müslüman Şarkın sempatisini kazanmak arzusu, Sovyet Hükümetini Kırım Türklerine tavizde bulunmaya, soykırımı kesmeye ve 18 Ekim 1921 de Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetini ilan etmeye mecbur etti.
Fakat aynı yılda, Sovyet Hükümetinin soyguncu iktisat siyaseti, Kırım’da, Kasım 1921 den Haziran 1922 yılına kadar devam eden korkunç bir açlık doğurdu. Bu meseleyi etraflı bir şekilde tetkik etmiş olan Tatmanlı, Cafer Seydahmet Kırımer ve Doktor Ahmet Özenbaşlı, açlığın yerli köylülerden külliyetli miktarda gıda maddeleri müsadere ve 1921 mahsulünün büyük bir kısmını Kırım’dan ihraç etmiş olan Bolşevikler tarafından, sun’i olarak çıkartıldığını vesikalara dayanarak ispat etmişlerdir. Sovyet Hükümeti yalnız bu açlığın sebebi olarak kalmamış, fakat aynı zamanda, İtalyan Kızılhaç’ının aç Kırım’a yardım talebini red etmiştir. Gene Sovyet Hükümeti açlığı önlemek için hiçbir tedbir almadığı gibi, Türkiye’nin Kırım Halkına yardım maksadı ile yollamış olduğu hububatı da başka taraflara sevk etmiştir. Cafer Seydahmet bu konularda şöyle söylemektedir. Açlık dolayısıyla Bolşeviklerin kalesi olarak bilinen Sivastopol (Akyar) nüfusunun yalnız %11 i ölmüşken, Sivastopol’dan 2 saatlik mesafede bulunan Bahçesaray’da ahalinin %55’ i ölmüştür. G.Aleksandrov da, korkunç açlık yılında 1921’de Kırım’da kurban vermeyen tek Türk ailesi olmadığını açıklamıştır.
Açlık neticesinde 50.000 kişi Kırım’dan hicret etmiş 100.000 kişi ise ölmüştür. Bu suretle Kırım nüfusu %21 nispetinde azalmıştır. Ölenlerin %60’ı yani 60.000 kişi Kırım Türk’ü idi.
Bunu takip eden 5 yıl (1923-1927), Kırım Türklerinin, Lenin’in tatbik etmiş olduğu Yeni İktisadi Siyaset (NEP) şartları dahilinde, nispeten normal yaşadıkları kısa bir devir olmuştur. Bu yıllarda ise Kırım’ın Tatarlaştırılması siyaseti güdüldü. Kırım Muhtar Hükümetinin ekseriyeti de Kırım Türklerinden oluşuyordu.Bu dönemde milli mektepler, ilim müesseseleri,müzeler, kütüphaneler ve tiyatrolar açılmış, genç milli münevver kadrosu yetiştirilmişti. Milli edebiyat ve milli matbuat süratle gelişmişti. Nisbi oranda bir din hürriyeti de vardı. Rus dilinin yanında Kırım Türk lehçesi dahi Kırım Devlet dili olarak kabul edilmişti.
Fakat Kırım Türklerinin bu Milli Muhtariyet dönemi kısa sürdü. Stalin’in iktidara geldiği 1928 yılında fiilen tasfiye edildi. Tatarlaştırılmanın yerini ise Sovyetleştirme aldı. Sovyet Hükümeti, Kırım’ın muhtariyet haklarını korumak için direniş gösteren 350 Kırım Türkünü kurşuna dizdi. Bunun arkasında Kırım’da köy iktisadının cebren kolektifleştirilmesi geldi. Kırımlılar Ural ve Sibirya kamplarına sürgün edildi. Bunları büyük kısmı orada hayatını kaybetti. Aleksandrov bu konuda şöyle diyor;
‘’Kırım köylülerini köy köy tasfiye ediyorlardı. Binlerce aileyi yollama kamplarının dikenli tellerini arkasında topluyorlardı.Yumuşak iklimde büyüyen ve öz dağları ile deniz kıyılarını hiçbir zaman terk etmemiş olan insanlar tayga ve tundra’lara göç ettiriliyor ve daha ilk merhalelerde can veriyorlardı.Bu, her hangi bir umumi tedbir olmayıp, topyekun bir imha, bütün bir halkın amansız ve manasız imhası idi.’’
Alman diplomat Spuler’e göre, Sovyetlerin bu imha siyaseti Aralık 1929 yılında Kırım’ın sahil bölgesi olan Alakat’ta direnişi doğurdu. İsyan Sovyetler tarafından vahşice bastırıldı bir çokları kurşuna dizildi, bazıları zindanlara atıldı bazıları toplama kamplarına yollandı.
Dostları ilə paylaş: |