Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə5/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   51

Arz Ale'ş-Şeyh:

Bkz. Arz.



Arz-ı Kırâ'at:

Bk. Arz.


Arzı Münâvele:

Münâvele yoluyla arz manasına gelen bu tamlama hadis talibinin, herhangi bir yerden elde ettiği şeyhine ait kitabın aslını veya fer'ini ona vermesi; şeyhin bu nüshayı tetkik ettikten sonra kendisine geri vermesine denilir. Bu yolla hadis rivayeti âlimlerce caiz görülmüştür. 79



Arz-ı Semâ:

Bkz. Arz.



Arzu'l-Munâvele:

Arz-ı Münâvele.



Ashâb:

Kelime olarak dördüncü babdan çekilen “sahibe” kök fiilinin ism-i faili olan sahibin “cem'u'l-cemi”dir. Sahib, sahb, ashâb şeklinde gelir. Sahib, sohbet eden, bir arada bulunan, dost, arkadaş demektir. Taraftar, bir görüşü benimsemiş, birine tâbi olmuş kimse manasını da verir. Buna göre ashâb, dostlar, arkadaşlar, taraftarlar demek olur.


Ashab kelimesi terim olarak ashâb-i bedr, ashâb-ı rey, ashâbu'r-resûl, ashâbu Resûlillâh misallerinde görüldüğü gibi bütün islami ilimlerde kullanılır. Sahabe eş manalısı olarak Hadîs İlminde daha çok geçer.
Sahabe başlığı altında da söz konusu edileceği gibi ashâb, Hz. Peygamber devrine yetişmiş, onu müslüman olarak görmüş, onunla bir arada bulunmuş, yine müslüman olarak ölmüş kimselere denir. Bu manada daha çok sahabe denilmekle birlikte ashâbu'r-Resûl, ashabı Resûlillâh, ashabı kiram şekillerinde de kullanılmıştır.
Ashabın Hadis İlmindeki önemli yeri, Sünneti bizzat kaynağından öğrenmelerinden; öğrendiklerini uygulamalarından; sonra da kendilerinden sonra gelen tâbi'îler nesline aktarmalarından kaynaklanır. Allah Resulünün peygamberliğinin ilk günlerinden ebedî hayata göç etmesine kadar geçen zaman içinde ashab, onunla sık sık beraber olmuş, tebliğlerini, uygulamalarını, söz, fiil ve takrirlerini, dinî ve ahlâkî açıklamalarını yakından takip ederek öğrenme imkanı bulmuşlardır. Kısacası İslâm'ı ilk olarak uygulayıcısından öğrenmişlerdir. Kur'ân-ı Kerim'i daha iyi anlamak, ibadetlerini düzgün bir şekilde yapabilmek, günlük işlerini de o nisbette düzgün olarak yerine getirebilmek üzere birşeyler öğrenebilmek maksadıyla imkân ölçüsünde ondan ayrılmamışlardır. Söz gelişi Ebu Hureyre, hadis öğrenmeye oldukça düşkün bir sahabîdir. Onun Hz. Peygamber'e sorduğu “Kıyamet günü şefaatin en çok kime ulaşacak” sorusuna verilen cevapta ashabın ilme düşkünlüğüne de yer verilmiştir: “Hadis öğrenmek için sende gördüğüm hırsa göre bu hadisi bana senden önce kimsenin sormayacağını biliyordum, ya Ebâ Hureyre. Kıyamet günü insanlar içinde şefaatime en çok mazhar olacaklar, halisane bir şekilde içinden gelerek “lâ ilahe illallah” diyenlerdir. 80
Bunun yanısıra ashab, Hz. Peygamberle beraber bulunmadıkları zaman inen Kur'ân ayetlerini, Hz. Peygamber'in sözlerini ve cereyan eden olayları takip ederek onunla beraber olanlardan öğrenmişlerdir. Bu konuda Hz. Ömer'in komşusuyla anlaşarak sıra ile Medine'ye indikleri meşhurdur. Kendisinden dinleyelim: “Ben ve Ensârdan bir komşum, Medine dışında Beni Umeyye yurdunda otururduk. Hz. Peygamber'in yanına (Medine'ye) sıra ile giderdik. Bir gün o giderdi; bir gün ben. O gittiği günün haberini getirirdi, ben gittiğim günün…”81 Bu nöbetleşmenin yeni inen Kur'ân ayetlerini takip etmek kadar Hz. Peygamber'in sözlerini, kısaca hadisleri öğrenmek üzere uygulandığında şüphe yoktur.
Hz. Peygamberle birlikte olduklarında ondan görüp işittiklerini, beraber olmadıkları zaman da onunla birlikte olanlardan görüp duyduklarını öğrenen ashab, öğrendiklerini daha sonra büyük bir şevk, heyecan ve gayretle tâbi'îlere nakletmişlerdir. Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin ensesini göstererek söylediği şu sözler, ashabın Allah Resulünden öğrendiklerini başkalarına öğretme konusunda ne kadar azimli olduklarını gösterir: “Beni öldürmek için kılıcı şuraya dayasanız, ben de siz işinizi bitirinceye kadar Hz. Peygamberden duymuş olduğum bir sözü size ulaştırmaya vakit bulacağımı bilsem, o sözü size mutlaka yetiştirirdim.” 82
Bu azimle Hz. Peygamber'den öğrendiklerini kendilerinden sonra gelen nesle aktaran ashâb, hadîs rivayet zincirinin ilk halkasını teşkil etmiştir. Bu bakımdan Hadis İlminde büyük önemi haizdir.
Ashab, umumiyetle İslâmiyet'in zuhur ettiği Mekke'de Hz. Peygamber'e iman edip onunla birlikte Medine'ye hicret eden muhacirlerle, kendilerine kucak açan ve her türlü yardımı esirgemeyen Ensâr’dan, bir de civar kabilelerden müslüman olup Medine'ye gelenlerden meydana gelir. Hadis alimlerine göre İslâmiyetteki kıdemlerine göre oniki tabakaya ayrılmışlardır. 83

Ashâb-ı Ahruf:

Ashâb, sahib kelimesinin; ahruf ise lafız manasına “harfin çoğulu olduğuna göre ashâb-ı ahruf, hadis rivayetinde şeyhin lafızlarına harfiyyen riayet ederek işittiği gibi nakledenlere denilmiştir.



Ashâb-ı Kiram:

Bk. Ashâb.



Ashâb-ı Kutub:

Bk. Sâhibu'l-Kitâb.



Ashâb-ı Resûlillâh:

Bk. Ashâb.



Ashâb-ı Suffe:

“Suffeliler” manasına gelen bir tamlama olup Medine'de Mescidu'n-Nebî (Peygamber Mescidi) bitişiğinde bulunan ve adına Suffe denilen üstü kapalı, gölgelik yerde kalıp vakitlerini daha çok ibadet, Kur'ân öğrenimi ve hadis müzakeresiyle geçiren bir kısım sahabîlere denir.


Bir diğer tabirle Ehl-i Suffe de denilen Ashab-i Suffe, bilhassa kimsesiz muhacirlerle civardan gelen ve Medine'de yanına inecek kimsesi olmayan fakir müslümanlardan oluşur. Sayıları hakkındaki rivayetler değişiktir. Ebu Hu-reyre'nin bir rivayetinde ashabı suffeden yetmiş kişiye mülaki olduğu kaydedilir.84 Bu rivayete istinaden olsa gerek, Suffe'de kalan fakir ve kimsesiz müslümanların yetmiş kişi oldukları söylenmiştir. Bununla beraber ashab-ı suffenin sayısını 400'e kadar çıkaranlar vardır. Haliyle içlerinden evlenmek, ölüm ve sair sebeplerle ayrılan olunca yerine yenileri gelerek sayıları devamlı şekilde değişmiştir.
Ashâb-ı suffenin günlük meşguliyetini daha çok Kur'ân-ı Kerim öğrenmek, hadis müzekere etmek, seriyye birlikleriyle sefere çıkıp cihada katılmak teşkil etmiştir, sayılan çok olmamakla birlikte suculuk, hurmalık suvarmak, odun toplamak gibi işlerde çalışarak günlük nafakasını çıkaranlar da olmuştur. Bir kısmı da Hz. Peygamber'in va'z ve nasihatlarmi dinleyip hıfzederek diğer sahabîlere rivayetle meşgul olmuşlardır. Sahabe içinde en çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre bunlardandır.
Son derece basit şartlarda ve yoksulluk içinde yaşayan Ashabı Suffe karınlarını çok kere Hz. Peygamber (s.a.v)'in sofrasında, kimi zaman da Medine'li müslümanların yanlarında doyurmuşlardır, sadaka olarak getirilen malların dağıtımında Allah Resulü ilk önce Ashab-i Suffeyi gözetmiştir.
Buhâri Sarihi Aynî'nin kaynak göstermeden naklettiğine göre Ashab-ı Suffeye Ashâb-ı Saffe denilmiştir. Onlara böyle isim verilişinin sebebi, bu kimsesiz ve barınacak yerleri olmayan sahabilerin Mescidin kapısında saflar halinde durmalarıdır. 85Bununla birlikte Ehlu's-Suffe tabiriyle birlikte ilk tabir daha çok meşhur olmuştur.

Ashâb-ı Sünen:

Bk. Sünen.



Ashâbu'l-Aşerât:

Bk.Ashâbu'l-mi'e.



Ashâbu'l-Bıd'a:

Bk. Ehlu'l-bid'a.



Ashâbu'l-Elf:

“Bin hadis sahipleri” manasına gelen bir tabirdir. Rivayet ettiği hadislerin sayısı binden fazla olan sahâbîler için kullanılır.


Baki b. Mahled ile ona tâbi olan İbn Hazm'in ayrı bir metotla yaptıkları sınıflandırmaya göre ashâb'ul-elf, rivayet sayısı binle iki bin rivayet ettikleri hadislerin arasında olanlardır. Bu gruba giren sahabîler, Abdullah b. Abbâs (1660 hadis); Câbir b. Abdillah (1540 hadis); Ebu Sa'idil-Hudrî (1170 hadis) dir.86

Ashâbu'l-Elfeyn:

“İki bin hadis sahipleri” anlamına gelen bir tabir olup rivayet ettiği hadislerin sayısı ikibini aşan sahabiler için kullanılır.


Bakî b. Mahled ile İbn Hazm'in yaptıkları sınıflandırmaya göre ashâbu'l-elfeyen kendisinden iki binin üzerinde hadis rivayet edilmiş olan sahabilerdir. Bu gruba girenler, Abdullah b. Ömer (2630 hadis); Enes b. Mâlik (2286 hadis); Mü’minlerin Annesi Hz. A'işe (2210 hadis) den ibarettir. 87

Ashâbu'l-Hadîs:

Aynı manada Ehlu'l-Hadîs ve Ehlu'1-Eser tabirleri de kullanılır. Her ikisi de “hadîs ehli, hadisciler” manasına gelir. Kendisini Hadis İlmine adamış âlimlerle, hadis rivayetiyle meşgul olan ravilere denir.


Hz. Peygamber'in sözlerinden, davranış ve hareketlerinden, takrir denilen ve huzurunda yahut gıyabında başkaları tarafından yapılan işleri kabul etmesinden ibaret Sünnet, ibadet, mu'amelat, helal-haram, ahlâk ve öteki dinî yve ictima'î konularda Kur'ân-ı Kerim'den sonra gelen kaynaktır. Sünnet, Kur'ân’ın mücmel hükümlerini tafsil eder; onları açıklar ve uygulama şekillerini gösterir. Bunun yanisıra Kur'ân'da olmayan hükümler koyar.
Sünnetin İslâm Dini'ndeki böylesine önemli yeri müslümanları Hz. Peygamber'in vefat edişinin ardından sünneti aksettiren hadisleri toplamaya sevketmiştir. Bilhassa fetihlerin genişlemesi sonucu çeşitli dil, din, ırk ve kültürden hayli insanın İslâm idaresine girmesiyle ve birtakım siyasî, ictima'î, kültürel ve öteki bazı sebeplerle müslümanlar arasında anlaşmazlıklar başgösterince hadisin önemi bir kat daha artmıştır. Çok geçmeden yüzlerce, binlerce müslüman hadis rivayetiyle meşgul olmuştur. Aralarında rivayet ilminin inceliklerini bilen alimler yetişmiştir. Hadis ilimleri ve rivayetiyle meşgul olan bu alimlere ashâbu'l-hadis adı verilmiştir.
Birinci hicri asrın sonlarına doğru tâbi'îlerden de hadisleri, rivayet yollarını, rivayetler arasındaki farkları iyi bilen âlimler çıkmıştır. Bunların büyük çoğunluğu herhangi bir dinî meselede Kur'ân-ı Kerim veya hadise dayanmadan hüküm vermeyi hoş karşılamamışlardır. Hal böyle olunca sünneti aksettiren hadîsleri toplamak üzere yoğun bir faaliyet başlamıştır. Hz. Peygamber'den rivayette bulunan sahabîlerin bulundukları şehirlere akın edilmiş; herhangi bir yerde hadis rivayetiyle ün salmış âlim varsa yanma kadar gidilmiştir. Bu uğurda uzun, yorucu ve çetin yolculuklar yapılmıştır. Ashab-ı hadisten yüzlercesinin görev aldığı ve bu çalışma sonucu toplanan hadisler yazılı metinlere ve kitaplara geçirilmiştir. Böylesine yoğun faaliyet içinde toplanan, bir yanda ezberlenmek, öte yandan yazılı metinlere geçirilmek suretiyle tesbit ve muhafaza altına alınan hadislerin tasnifi, herbirinin ravilerini, rivayet yollarının, sıhhat derecelerinin tesbit edilmesi ancak hadis alimlerinin yılmak bilmeyen gayretleriyle mümkün olmuştur. Zamanla çoğalan ve sayıları yüzbinlere varan rivayetler arasından gerçekten Hz. Peygambere ait olanların, zayıflarından hatta uydurmalarından ayırdedilebilmesi yine ashab-ı hadisin gayretleri ve tesbit ettikleri kaide ve metotların sonucudur.
Hz. Peygamber'in vefatından kısa bir süre sonra müslümanlar arasında ayrılık meydana gelmesiyle oluşan siyasî ve itikadı fırkaların herbiri kendi görüşlerini yayabilmek ve taraftar toplamak gayreti içinde hadisleri istedikleri doğrultuda yorumladıkları gibi görüşlerine uygun hadisler uydurmaktan da geri kalmamışlardır. Ashab-ı hadisin yoğun mesailerinin önemli bir sonucu da burada görülmüştür. Onlar Hz. Peygamber'e ait sahih hadisleri rivayet etmekle bozguncu fikirlerin yayılmasına az da olsa mani olmuşlardır. Böylece bir yandan islâmiyet'in özünü aksettiren sahih hadisleri toplumun istifadesine sunarken diğer taraftan sahtelerini tesbit etmek suretiyle İslâm'ın asıl şeklinin korunmasında büyük rol oynamışlardır.
Fıkıh ilminin ikinci kaynağı Sünnet; dolayısıyle hadislerdir. Fıkıh alimlerinin gerek Fıkıh usûlü kaidelerinin tesbitinde gerekse fıkıh meselelerinin çözüme bağlanmasında delil olarak kullandıkları hadisler, ellerine ancak ashab-ı hadisin gayretleriyle ulaşmıştır. Kısacası hadisciler bir bakıma havarilerin Hz. İsa'nın tebliğ ve talimatlarını yaymak konusunda yaptıkları vazifeyi Hz. Peygamber ve İslâm Dini için yapmışlardır. Yüklenmiş oldukları vazifenin önemi onlara toplum içinde haklı bir şöhret kazandırmış ve hadis alimleri her yerde büyük itibar görmüşlerdir.
Bununla birlikte bilhassa kelâmcılar hadiscilere şiddetle hücum ederek onları yalan ve çelişkili rivayetler nakletmekle, dolayısıyle de ihtilafların ve fırkaların doğmasına, müslümanların birbirlerine düşman kesilip birbirlerini küfürde itham etmeye kadar ileri gitmelerine sebep olmakla suçlamışlardır. Onların doğrusunu eğrisinden ayırdetmeden bütün rivayet ettikleri hadisleri nakletmeleri sebebiyle her fırka kendi görüşüne hizmet edecek hadis bulabilmiştir. Hicaz ve Iraklı fakihlerin fıkhın pek çok bölümünde ihtilafa düşmeleri bu yüzdendir. Teşbih hadisleriyle allah'a iftira etmişler; naklettikleri akıl dışı rivayetlerle İslâm'a hücum ve onunla alay edilmesine sebebiyet vermiş; ihtida edeceklere engel olmuşlar; tereddüt geçirenlerin daha da şüphelere dalmasına yol açmışlardır. Bu (hadisciler) rivayet ettikleri şeyi pek az bilen ondan pek az nasiplenen kimselerdir. İlim ve hadisin dış yüzüyle yetinirler. Kendilerine “rivayet usulünü biliyor” denmesini kafi görmüşler “yazdığını biliyor, bildiğiyle amel ediyor” denmesine kulak asmamışlardır. 88
Kelamcılarm bu tenkit ve ithamlarına hak vermek mümkün değildir. Gerçi ashab-ı hadis, her işittiklerini rivayet etmişlerdir. Hatta onların bu durumları “onların meseli, sırtında kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir” anlamına gelen ayetle 89anlatılmak istenerek hakaret konusu bile yapılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki her meslekten olduğu gibi hadisciler arasından da gerekli bazı özellikleri taşımayanlar veya yetenek itibariyle zayıf insanlar çıkmıştır. Ancak böyleleri diğer dirayet sahibi ashab-ı hadis yanında devede kulak gibidir. Kaldı ki, İbn Abbas'ın tabiriyle söyleyelim, “ank deveye de yağızına da binilmeye başlanması üzerine” yani, ehliyetsiz kişilerin önüne gelen rivayeti hadis diye nakletmesi karşısında hadislerin sahihini sakîminden ayırdedebilmek için hayli kaideler konmuş, tedbirler getirilmiştir. Bu tedbirleri alanlar, kaideleri koyanlar ashab-ı hadistir. Kendilerini Hadis İlmine adamış olan bu müslümanlann dini bir sorumluluk duygusu içinde hareket ettiklerine şüphe yoktur. Bunların, belki de gördükleri vazifeden hoşlanmayan bazı mezhep mensupları tarafından hem de genelleme yapılarak tenkit edilmeleri hiç bir İnsaf ölçüsüyle bağdaşmaz.
Şurası da var. Herhangi bir mezhep veya görüşe taassup derecesinde bağlı ve sırf mezhebini kuvvetlendirmek üzere veya başka maksatlarla uluorta rivayetlerde bulunanların tamamen hasbî duygularla hadis rivayet eden ve böylece İslâm Dini'ne hizmet etmiş olanlarla bir tutulmasına da imkan görülemez.
Ashâb-ı hadis ve faziletlerinden bahseden eserlerden bir kaçı şunlardır:
1. Şerefu Ashâbi'l-Hadîs, el-Hatibu'l-Bağdâdî,
2. Şerefu Ashâbi'l-hadîs, el-Hasen b. Ahmed İbnu'l-Bennâ.
3. Menâkibu Ehli'l-Âsâr: Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el-Herevî,
4. Kadiyye fi'r-Red alâ men Âbe'l-Hadîse ve Ehlehû: Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Nasr el-Humeydî,
5. el-intisâr li-Ashâbi'1-Hadîs, Ebu'l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed es-Sem'ânî,
6. el-İntisâr li-Ehli's-Sunneti ve'1-Hadîs: Ebu'1-Vefâ Ali b. Akîl,
7. Kitâbu Fadli Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Kasım Ali İbnu'l-Hasen, (İbn Asâkir),
8. Menâkibu Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân b. Ali (İbnu'l-Cevzî).
9. Menâkibu Ashâbi'l-Hadîs: Ebu Abdillah Muhammed b. Abdi'l Vâhid el-Makdisî.90

Ashâbu'l-Kutub:

Bk. Sâhibu'l-Kitab.



Ashâbu'l-Mi’e:

Yüz hadis sahipleri” demek olup sahabilerin rivayet ettikleri hadis sayısına göre taksimi sonucu yüz ile ikiyüz arasında hadis rivayet eden sahabîler için kullanılan özel tabirdir.


Rivayet ettiği hadislerin sayısı yüz ile ikiyüz arasında olarak ashâbu'l-mi'eye dahil edilen sahâbîlerden birkaçı şunlardır: Sehl b. Sa'd (188 hadis); Ubâdetu'bnu's-Sâmit (181 hadis); İmran b. Husayn (180 hadis); Ebu'd-Derdâ (190 hadis); Ebu Katâde (170 hadis); Bureyde-tu'bnu'l-Husayb el-Eslemî (167 hadis); Ubey b. Ka'b (164 hadis); Mu'âviye b. Ebî Sufyân (163 hadis); Mu'az b. Cebel (157 hadis); Ebu Eyyûbu'l-Ensârî (155 hadis); Osman b. Affân (146 hadis); Câbir b. Semure (146 hadis); Ebubekr es-Sıddîk (142 hadis); el-Muğîretu'bnu Şu'be (136 hadis); Ebu Bekre (132 hadis); Usâmetu'bnu Zeyd (128 hadis); en-Nu’ınân b. Beşîr (114 hadis); Ebu Mes'ûdu'l-Ensârî (102 hadis); Cerîr b. Abdillah (100 hadis). 91
Bundan sonra ashâbu'l-aşerât gelir ki bu terim rivayet ettiği hadislerin sayısı yirmi ile yüz arası değişen sahâbiler için kullanılmıştır.

Ashâbu'l-Mı'eteyn:

“İkiyüz hadis sahibi” manasına gelir. Rivayet ettiği hadislerin sayısı ikiyüz ile üçyüz arasında olan sahabîler için kullanılan tabirdir.


Hz. Peygamber'in hadislerini ilk rivayet eden nesil olan sahabe, rivayet ettikleri hadislerin sayışma göre kısımlarla ayrılmıştır. Bu kısımların beşincisi ashâbu'l-mi'eteyndir ve iki yüzden fazla üç yüzden az hadis rivayet edenlerden oluşur. Bu gruba giren sahâbiler şunlardır: Ebu Zerri'l-Gifâri (286 hadis); Sa'd b. Ebî Vakkâs (270 hadis); Ebu Umâme el-Bâhilî (270 hadis); Huzeyfe İbnu'l-Yemân (225 hadis). 92

Ashâbu'l-Mi'în:

“Yüzlerce hadis sahibi” anlamına gelen bir tabir olup rivayet ettiği hadislerin sayısı binden az, üçyüzden fazla olan sahabîler için kullanılır. Bu gruba dahil sahabîler şunlardır: Abdullah b. Mes'ûd (848 hadis); Abdullah b. Amr İbni'1-As (700 hadis); Ömer İbnu'l-Hattâb (537 hadis) ; Ali b. Ebî Tâlib (536 hadis); Mü’minlerin Annesi Ümmü Seleme (378 hadis); Ebu Musa'l-Eş'ârî (360 hadis); el-Berâ b. Âzib (305 hadis). 93



Ashâbu'l-Ulûf:

“Binler sahibi” demek olup rivayet ettiği hadis sayısı binlerle ifade edilen sahabîler için kullanılan bir tabirdir.


Sahabîler, Hz. Peygamber'den rivayet ettikleri hadislerin sayısına göre kısımlara ayrılmışlardır. Endülüslü Muhaddis Bakî b. Mahled'in ve belki de ona tâbi olarak İbn Hazm'ın ayn bir metotla yaptıkları bu taksime göre ashâbu'1-ulûf, üç binden fazla rivayet eden sahabîler olmaktadır. Bu gruptan sayılan tek sahâbî Ebu Hureyre'dir. Rivayet ettiği hadis sayısı 5374'dür. 94


Ashâbu's-Suffe:

Bk. Ashab-ı Suffe.



Ashabu's-Sunen:

Bk.Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a.



Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a:

“Dört Sünen sahibi” demektir. Hadis Edebiyatında sünen isimli daha çok ahkâm hadislerinden oluşan kitap müelliflerine ashabu's-sünen tabir edilmiştir. Bunlar arasında el-Kutubu's-Sitteyi oluşturan altı hadis kitabının es-Sahîhân dışında kalan dört sünen sahibine Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a denilmiştir ki bunlar Ebû Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'dir.



Asl:

Sözlükte “kök, esas, temel, kaide” gibi manalara gelir. Hadis Usulü terimi olarak, ravi veya şeyhin başka şeylerden rivayet ettiği hadislerinin yazılı olduğu kitabına denir. Şeyh, rivayet hakkını elinde bulundurduğu hadisleri başkalarına rivayet ederken aslını yani hadislerinin yazılı olduğu asıl nüshayı yanında bulundurur. Semâ' yoluyla rivayette şeyh, bazen hadisleri aslından okur. Arz yoluyla rivayette ise asıl nüsha bazen kendi elinde bazen de sika ve okuyuşuna dikkatli, adına kari denilen okuyan kimsenin elinde bulunur.


Şeyh hadislerinin yazılı olduğu aslını büyük bir dikkat ve itina ile yazar. Muhafazasına da aynı dikkat ve itinayı gösterir. Şeyhin hadislerini istinsah etmiş veya semâ' esnasında yazmış olan bir ravinin nüshasını şeyhe arzetmeden veya şeyhin aslı ile karşılaştırmadan rivayet etmesi caiz olmaz, muhtelif şeyhlerden derlenerek meydana getirilmiş bir kitap da sahibine ait bir asi mesabesindedir. 95
Aslın çoğulu usûl gelir.

Asleyn:

“İki asıl” anlamına gelen bu tabir Hadis Usulünda Buhârî ile Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh isimli Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitaplar olarak kabul edilmiş olan meşhur eserlerine denir.



Aslu's-Sened:

“Senedin aslı” manasına gelir ve senedin şahabı isminin bulunduğu baş tarafına denir. Aynı manada evvel, menşe', âhir, intiha, muntehâ-yı sened tabirleri de kullanılır.



El-Aşera:

Bk. Aşere-yi Mübeşşere.



Aşera -yi Mübeşşere:

Kaynaklarda el-Aşeretu'1-Mubeşşere bil-Cenne veya kısaca el-Aşera şeklinde geçen bir tabir olup sağlıklarında Cennetle müjdelenen on sahabîye denir.


Hz. Peygaber tarafından henüz hayatta-larken Cennetle müjdelenen on sahabi-nin kimler olduğu birbirinden çok az farklı rivayetlerle belirlenmiştir. Ahmed b. Hanbel'in naklettiği bir hadise göre sağlığında Cennet müjdesi alan on sahabi, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman'dan ibaret ilk dört halife ile Talha b. Ubeydillah, ez-Zubeyr b. Avvâm, Abdurrahmân b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Sa'îd b. Zeyd ve Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâhür.96
Diğer taraftan Ahmed b. Hanbel'in Sa'îd b. Zeyd'den bir başka rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.s). Cennetle müjdeleneler arasında önce kendisini, sonra ilk dört halife ile Talha, ez-Zubeyr, Abdurrahman ve Sa'dı söylemiştir. Hadisinin sonunda Sa'îd, “isteseydim onuncunun adını da söylerdim” demiştir. Bir üçüncü rivayette Sa'îd onuncu kişi olarak kendisini söylemiştir. 97Sonuncu rivayet Sünen Ebî Davudda da yer alır. Bu rivayetlerin farklı tarafı son rivayetlerde Ebu Ubeyde İbnu'I-Cerrah'ın yer almayışıdır. Bunun sadece bir rivayet farkı olup olmadığı ile Sa'îd b. Zeyd'in kendini önce söylemeyip sonra söylemesinin sebebi araştırılmaya değer.
İbnu'l-Cevzî en meşhur sahabîlerin kısa biyografilerine bu on sahabîyi zikretmekle başlamış ve bunlar hakkında el-Aşerâ tabirini kullanmıştır. 98

Aşere-i Mübeşşere Ashabı:

Bk. Aşere-yi Mübeşşere.



Atfe:

Sözlük bakımından sihir boncuğu veya ince uçları anlamını verir. Hadîs Usûlü İlminde hadisleri yazarken yanlışlıkla yazılmayıp sonradan sayfa kenarına veya satır arasına ilave edilen kelime veya kelimeleri işaretlemek üzere uzatılan çizgiye denir. 99



Atıf Tedlisi:

Bk. Tedlîs.



Atraf:

Bk. Etraf.



Avâlî:

Âvâlî, âlî ıstılahının çoğul şeklidir. Buna göre avâlî, isnadında uluv-vu mutlak vaki olmuş, bir başka deyişle Hz. Peygamber (s.a.s) den âli isnadla rivayet edilmiş hadislere denir. 100


Meşhur muhaddislerin âlî isnadlarıyla rivayet ettikleri hadislere ayrılmış müstakil kitaplara da avâlî kitapları denir. Birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:
1. Avâlî Mâlîk: el-Hâkimu'n-Nîsâbûri.
2. Avâlî Buhârî: İbn Teymiye el-Harrânî.
3. Avâlî Müslim: İbn Haceri'l-Askalânî.101

Azbat:

“Hadisleri zabtedebilme yeteneği daha üstün” manasına ism-i tafdildir. Adalet vasfını haiz iki raviden birinin diğerinden zabt yönünden üstün ve kuvvetli olduğunu ifade etmekte tâbir olarak kullanılır.



Azbatu'n-Nâs:

İnsanların en sağlamı manasına olup ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin birinci mertebesinde yer alır. Hükmü o mertebede yer alan ta'dil lafızlarının hükmüdür.



Azîz:

Azîz kelimesi sözlükte ikinci babdan sıfatı müşebbehe olarak az bulunan, nadir; üçüncü babdan kuvvetli, güçlü, kıymetli ve aziz manalarına gelir. İkinci manada kullanılışı ilkiyle ilgilidir; zira bir şeyin kıymetli oluşu bazen az ve ender bulunuşundandır.


Hadis terimi olarak azîz, gayr-ı meşhur âhadin kısımlarmdandır. Kısaca garîb iken bir başka tariktan rivayet edilmek suretiyle kuvvet kazanan ve garîb olmaktan çıkan hadistir. Açıklamak gerekirse, tanınmış hadis âlimlerinden birinin rivayet ettiği bir hadis, ondan şayet tek bir ravi tarafından rivayet edilmişse buna garîb adı verilir. O meşhur hadisciden rivayette tek kalmış olan raviden rivayette bulunanların sayısı çoğalsa bile hadis ga-rib olarak kalır. Ancak hadisin tek ravisinin bulunduğu tabakadan bir başka ravi aynı hadisi yine o âlim hadisciden rivayet ederse o ana kadar garib olarak bilinen hadis, ikinci ravinin rivayetiyle kuvvet kazanarak azîz adıyla anılır.
Azizin bir tarifi de herhangi bir tabakada yalnız iki ravi tarafından rivayet edilen hadis şeklinde yapılmıştır. Bu, yukandak itarifin hemen hemen aynıdır.
Tanınmış usul alimi İbnu's-Salâh'a göre ez-Zuhrî ve Katâde gibi hadis imamlarının hadislerini onlardan bir tek ravi rivayet ederse garîb, iki yahut üç kişi rivayette bulunursa azîz adını alır.102 Bu tarif İbn Mende'nin tarifidir, en-Nevevî ve diğer Hadis Usûlü âlimleri de azizin bu tarifinde İbnu's-Salah'a uymuşlardır. 103Bu tarifin belirli özelliği üç kişinin rivayette teferrüd etmesidir.
Azizin İbn Hacer'in tercih ettiği, daha sonraları birçok âlimin sahih saydıkları tarifi, senedin bütün tabakalarında ravi sayısı ikiden az olmayan hadis şeklinde olan tariftir. Diğer bir ifadeyle bütün tabakalarda iki kişinin iki kişiden rivayetine azîz denilir. Bu şekilde tarif edilen azîze misal olarak Buhâri ve Müslim'in Enes'den; ayrıca Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadis verilir:
“Sizden biriniz, ben kendisine ana babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça tam manasıyla iman etmiş olmaz.”104
Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s) 'den Enes ve Ebu Hureyre; Enes'ten Katâde ve Abdulazîz b. Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Sa'id; Abdulaziz'den İsmail b. Uleyye ve Abdulvâris; bunların herbîrinden sayılan ikiden fazla olan raviler rivayet etmişlerdir. 105
İbn Hacer'in kaydettiğine göre İbn Hibbân, azizin bütün tabakalarında yalnız iki kişinin iki kişiden rivayet ettikleri hadis şeklinde yapılan tarifine karşı çıkmış ve “aslında iki kişinin iki kişiden rivayeti bulunmaz” demiştir. İbn Hacer buna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir: “İbn Hibbân, iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz” demek suretiyle bütün tabakalarda yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayetini kasdediyorsa bu doğrudur. Gerçekten bu çeşit bir rivayet bulmak hemen hemen imkânsız gibidir. Fakat bizim kaydettiğimiz azîz şekli, iki kişiden az olmayan kimselerin iki kişiden az olmayan kimselerden rivayet etmeleriyle mevcuttur. Misali de Seyhan'ın Enes'den, Buhârî'nin ayrıca Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri “lâ yu’ıninu ahadukum hattâ...” hadisidir.” 106
Bütün bu açıklamalara bakılırsa azizde tıpkı meşhurda olduğu gibi ravilerin ilk tabakada üçden az olmaması şart değildir. Gerçekten bazı tabakalarda yalnız iki, diğer tabakalann hepsinde en az iki ravisi olduğu halde yalnızca bir sahabiden rivayet edilmiş olan hadis de azizdir.
Bazı hadislere azîz-i meşhur denildiği de olur. Bu çeşit aziz, önceleri iki raviden rivayet edilmişken sonradan tariklarının çoğalmasıyla meşhur haline gelmiş olan hadistir. Nitekim, “Kıyamet günü âhirûn, sâbikün olanlar biziz” hadisini Huzeyfe b. el-Yemân ile Ebu Hureyre rivayet ettiklerinden başlangıç itibariyle aziz, Ebu Hureyre'den yedi tâbi'inin rivayet etmesiyle tankları çoğalarak meşhur olmuştur. 107
Aziz terimi, hadis için olduğu kadar haber için de kullanılır. Haberin hadise göre daha umûmî bir mânâ taşıdığı dikkate alınırsa aziz haber (haber-i azız) Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait tarife uyan haberler demek olacağı gibi sahabe ve tâbîlere ait rivayetler de demek olur.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin