Hakîkat Kitâbevi Yayınları No: 12



Yüklə 2,89 Mb.
səhifə35/47
tarix01.03.2018
ölçüsü2,89 Mb.
#43462
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47

12– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet ile bildirilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr benim ümmetimin en iyisi ve en sâdığıdır. Ömer ümmetimin en azîzidir. Osmân ümmetimin en hayâlısıdır ve en çok ikrâm edenidir. Alî ümmetimin en nûrlusudur.) Bir rivâyetde (En âlimidir.)

13– Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr, islâmın tâcıdır. Ömer, islâmın hullesidir [elbisesidir]. Osmân, islâmın cevâhiri ile süslü imâmesidir. Alî, islâmın güzel kokusudur.) Her kim başına tâc koymak, hulleyi örtünmek, süslü imâmeyi [sarığı] başına bağlamak ve güzel koku sürünmek isterse, karanlığın [zulmetin] ışığı ve doğru yol üzere olan bu imâmlara uymalıdırlar. Zîrâ onlar yağmura benzer ki, nereye düşerlerse fâideli olurlar.

14– Hubeyş bin Hâlid “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Âişe; Allahü teâlâ ve

-429-

tekaddes hazretlerinin âlidir. Alî ve Hasen, Hüseyn ve Fâtıma; benim âlimdir. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri kıyâmet gününde, kendi âli ile benim âlimin arasını Cennet bağçelerinden bir bağçe ile birleşdirir.)

15– Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Ümmetimden eshâbıma verdiğin bereketi geri tutma. Eshâbımdan Ebû Bekre verdiğin bereketi ondan geri tutma. Eshâbımı Ebû Bekr etrâfında topla. Onun işlerini dağınık etme. Ebû Bekr dâimâ senin işini kendi işleri ve meşgûliyyetleri üzerine tercîh etmişdir. Allahım! Sen Ömer bin Hattâbı azîz kıl. Osmânı sabr ve tehammül üzerine kıl. Alîye tevfiki refîk kıl.)

16– Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekrin sevgisi gufrânı vâcib kılar. Ömerin sevgisi isyânı mahv eder. Osmânın sevgisi îmânı kuvvetlendirir. Alînin sevgisi, Cehennem ateşini söndürür.)

17– Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri Ebû Bekre rahmet etsin. Bana kızını tezvîc etdi. Beni hicret şehrine götürdü. Ya’nî bana deve verdi ve bana mu’âvenet etdi. Ve yoldaş oldu. Mekke-i Mükerremeden, Medîne-i münevvereye vardık.) Âlimlerden ba’zısı derler ki, (hamelenî dâr-ı hicret) [Beni hicret diyârına taşıdı]nın ma’nâsı odur ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hicret gecesi, Mekkeden dışarı çıkdılar. Bir mikdâr yaya gitdiler. Bir mikdâr yol gitdikden sonra yoruldular. Gitmeğe ta’katları kalmadı. İstedi ki o yere otursunlar. Hâlbuki müşrikler yollara gözcüler koymuşlar idi. Ebû Bekr hazretleri, kâfirler izlerince gelip, bunları bulurlar diye korkdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arkasına alıp, Allahü teâlânın kendisine güç ve kuvvet vermesi ile, üç mil yâhud dahâ ziyâde mesâfe mikdârı götürdü. Sonra develerin yanına vardılar. (Allahü teâlâ şânühü rahmet etsin Ömere ki, acı da olsa, hakîkati söyler. Allahü teâlâ rahmet etsin Osmâna ki, melekler ondan

-430-

hayâ ederler. Allahü tebâreke ve teâlâ Alîye rahmet etsin. Allahım! Alîye, her bulunduğu yerde hakkı söylemesini muvaffak eyle.)

18– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Rabbimden, ümmetimden râzı olmasını süâl etdim. Allahü teâlâ, bana vahy gönderdi ki, ben ümmetinden, üç kimse hâriç râzı oldum. Bunlar [ya’nî, râzı olmadıklarım], Kur’ân-ı azîm-üş-şâna mahlûkdur diyen. Diğeri o kimse ki, senin eshâbını seb’ eyledi [kötüledi]. Biri o kimse ki, kader ile tekellüm eder [konuşur].) Ya’nî Kaderî olur. [Ehl-i sünnet i’tikâdında olanlar kadere inanmış, hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna îmân etmişlerdir.]

19– Âişe-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin en şerlileri Eshâbımı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötüleyenlerdir.) [Ya’nî şî’îlerdir.]

20– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerine iblîs münâcât edip, dedi ki, Yâ Rabbî! Âdem aleyhisselâm Cennetden yeryüzüne indi. Ben bilirim ki, ona kitâb, resûl gönderilir. Onların kitâbı nedir. Resûlleri kimdir. Allahü teâlâ buyurdu ki: Onların Resûlleri melekler olur. Kendilerinden Peygamberler olur. Onların kitâbı Tevrât ve İncîl ve Zebûr ve Fürkân olur. Dedi, yâ Rabbî! Benim kitâbım nedir ve Resûlüm kimdir. Allahü teâlâ azze ismühü buyurdu ki: Senin kitâbın odur ki, a’zâlarını [uzvlarını] iğne ile döğüp [iğne batırıp], üzerlerine çivid sürmek ve şi’r okumak. Resûllerin kâhinlerdir ki, remil atarlar, gayb söylerler, cadılık ederler. Ta’âmın [yiyeceğin] o yiyecekdir ki, onun üzerine benim ism-i şerîfim anılmaya. Şerâbın [içeceğin] serhoş eden her nesnedir ve evin hamâmdır. Âdem oğlu eğer bir hatâ edip, bir günâh işlerse, sonra pişmân olup, istigfâr ederse, o günâhı yok olur. İblîs dedi; ben onların kalblerine bir günâh salarım ve gözlerinde zînetlendiririm ki, o günâhdan istigfâr ile halâs olmazlar. [Bu günâh] Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hakkında kötü söz söy-

-431-

lemek, Onlara düşman olmakdır.)

21– Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her şeyin bir aslı vardır. Îmânın aslı vera’dır. Her şeyin bir fer’i vardır. Îmânın fer’i sabrdır. Her şeyin bir koruyucusu vardır. Bu ümmetin koruyucusu amcam Abbâsdır. Her şeyin bir torunu vardır. Bu ümmetin torunu, oğullarım Hasen ve Hüseyndir. Herşey için bir kanat vardır. Bu ümmetin kanadı, Ebû Bekr ve Ömerdir. Her şey için bir hisâr vardır ki, onun sebebi ile düşman fırsat bulamaz. Bu ümmetin kalkanı ve hisârı, Osmân ve Alîdir “radıyallahü teâlâ anhüm”.)

22– Sahîh rivâyet ile Ebû Zer-i Gıfârînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yay gibi oluncaya kadar Allahü teâlâya ibâdet etseniz, yay kirişi gibi oluncaya kadar oruc tutsanız, dizleriniz kuru oluncaya kadar nemâz kılsanız, ehl-i beytimden veyâ eshâbımdan birisine buğz etseniz, elbette Allahü teâlâ hazretleri sizi burnunuz üzerine sürüyerek Cehenneme dâhil eder.)

23– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her Peygamberin bir nazîri vardır. Benim ümmetimden Ebû Bekr İbrâhîm Halîle “aleyhisselâm” benzer. Ömer, Mûsâ kelîme “aleyhisselâm” benzer. Osmân, Hârûna “aleyhisselâm” benzer. Alî bana benzer. Îsâ bin Meryeme “aleyhisselâm” bakmağı seven, Ebû Zer Gıfârîye baksın “radıyallahü teâlâ anh”.)

24– Bera’ bin Azîbin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Arş üzerinde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı şehîd ve Aliyyül Mürtedâ yazılıdır.)

25– Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr ne iyi kişidir. Ömer

-432-

ne iyi kişidir. Osmân ne iyi kişidir. Alî ne iyi kişidir. Ebû Ubeyde ne iyi kişidir. Mu’âz bin Cebel ne iyi kişidir.)

26– Seleme tebnil-Ekvânın “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yıldızlar, semâ ehli için emân halk olundu. Eshâbım, ümmetime emân için halk olundu.) Yıldızlar gökde olduğu müddetçe, semâ ehli âfetlerden emîndirler. Eshâbımın muhabbeti, gönüllerde oldukça, ümmetim dürlü azâblardan emîn olur.

27– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Üç şey Enbiyâ işlerindendir. Mu’allimlere ve üstâdlara hediyye vermek. Âlimleri mükerrem tutmak. Eshâbımı sevmek.)

28– Ebû Sâid-il Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı kötülemeyiniz! Rûhum onun yedinde olan Allahü teâlâ hakkı için, eğer sizin biriniz Uhud dağı kadar altın sadaka fakîrlere verseniz, onlardan birisinin bir müd mikdârı sadakasının yerini tutmaz ve yarım müdünün sevâbına erişmez.) Bir müd ikiyüzyetmişüç dirhem ve iki dank eder. [875 gramdır.]

29– Hazret-i Ümm-i Selemenin “radıyalahü teâlâ anhâ” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Gökden bir kovanın indiğini gördüm. Ben ki, Resûlullahım! O kovadan on yudum içdim. Sonra ondan Ebû Bekr ikibuçuk yudum içdi. Ömer onbuçuk yudum içdi. Ondan sonra Osmân onikibuçuk yudum içdi. Sonra bu kova semâya kaldırıldı.) Bunun ma’nâsı, Allahü teâlâ bilir, odur ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin o zemân ömrü on sene kalmışdı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ikibuçuk sene hilâfet etdiler. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” onbuçuk sene halîfe oldular. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” onikibuçuk sene halîfe oldular.

30– Ebû Sâid-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Muhammed Mustafâ “sallallahü

-433-

teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Size kelâm-ı kadîm ile bildirilenleri yapmanız lâzımdır. Amel etmemekde aslâ özrünüz makbûl değildir. Eğer Kitâbullahda olmazsa, benim sünnetim ile amel ediniz. Eğer benim sünnetimde de olmazsa, benim Eshâbımın söyledikleri ile amel etmekle meşgûl olunuz “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în.” Zîrâ, muhakkak benim eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyet bulursunuz. Eshâbımın ihtilâfı size rahmetdir.)

Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kavl-i şerîflerine muvâfık [uygun] olarak başka yerlerde de buyurulmuşdur. (Ümmetim arasında ihtilâf rahmetdir.) Ya’nî ümmetimin âlimleri, dînin aslını muhâfaza etmekde hırslıdırlar. (Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs)dan dışarı çıkmazlar. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bir ümmetde bir tâife yaratdı. Bu söz sâhibi âlimler fürû-ı dinde ihtilâf etdiler. Dînin aslını kıyâmete kadar, saklı tutdular [Üsûl-i dîne dokunmadılar.] Eshâb-ı hadîs, eshâb-ı rey’ ehl-i sünnet vel cemâ’at üzeredir. Onları hıfz etmişdir. Şer’î konularda birbirlerinin arasında ihtilâf olan âlimler, birbirlerine kâfir demezler. Mu’tezile, hâricî ve râfizî tâifelerinden başka hiçbir tâife yokdur ki, başka tâifeye kâfir desin. [Bu üç tâife de bozukdur.] Muhakkak ki onların sıfatı ile alâkalı olarak Allahü teâlâ kelâm-ı kadîminde buyurmuşdur: (... Ancak Rabbinin rahmeti ile anlaşıp, ayrılmayanlar müstesnâdır...) [Hûd sûresi 119.cu âyeti kerîmesi meâli.] Eshâb-ı kirâmın ihtilâfında bizim için rahmet vardır. Onların herbirini sevmelisin ki, rahmete kavuşasın.

31– Refî’üddînden “rahmetullahi aleyh” sahîh rivâyet ile bildirildi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Eğer Ebû Bekrin fazîletlerini gök üzerine koysalar idi, ateş üzerinde tencerenin kaynaması gibi, gökün kaynamasını işitirdiniz. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, o kimsedir ki, heybeti meleklere te’sîr eder. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” o kimsedir ki, melekler gelip, Onun Kur’ân-ı kerîm okumasını dinlerler. Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri o kimsedir ki, üzerinde yürüdüğü için yer onunla öğünür.)

32– Sahîh rivâyet ile Rüknül-islâm Ahmed-el Cürcânî, Enes

-434-

bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden bildirmiş olduğu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz hazretleri buyurdu ki: (Muhakkak benim havzum için dört rükn vardır.) Ya’nî bu havzun şerâbına dört yol vardır. Çihâr yâr-i güzîn olan Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alînin tasarrufundadır “radıyallahü teâlâ anhüm”. Nebîlerden sonra, gelmiş ve gelecek bütün insanların üstünüdürler. Kevser havzının birinci rüknü Ebû Bekrin elinde olur. İkinci rüknü Ömerin elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü rüknü Alînin elinde olur. Yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin ümmetinden bir kimseye Çihâr yârdan iznsiz o havza varmağa izn yokdur. Kimsenin onun ile işi yokdur. Halk o gün susuz ve başı açık ve hasta ve yanmış olup, Havz-ı Kevser ile feryâdlarını gidermeğe, ferâhlamağa muhtâcdır. Her kim Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” sever, Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevmezse; o kimse Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin yanına gidip, su isterse, o kimseye su vermez. Her kim Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevip, Ebû Bekri “radıyallahü anh” sevmezse, o kişi hazret-i Ömerin yanına varınca, hazret-i Ömer, Ebû Bekri sevmiyene su vermez. Her kim hazret-i Osmân bin Affânı sevip, hazret-i Alîyi sevmese, o kişi hazret-i Osmânın yanına vardıkda, hazret-i Osmân, hazret-i Alîyi sevmiyene su vermez. Her kim hazret-i Alîyi sevip, hazret-i Osmânı sevmezse, hazret-i Osmânı sevmiyen hazret-i Alînin yanına vardıkda, hazret-i Alî, ona su vermez.



Süâl: Eğer sen dersen ki, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömeri sevmiyeni, hazret-i Alî hazret-i Osmânı sevmiyeni nereden bilir?

Cevâb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuşdur ki, (Bir kimse, benim eshâbımın zerre mikdârı buğz ve adâvetini gönlünde tutarsa, alnında siyâh bir hat şeklinde yazı olduğu hâlde kalkar: (Bu kimse Allahü teâlâ hazretlerinin rahmetinden ümîdini kesmişdir) yazılıdır.)

Ondan sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın büyüklüğünde ve temizliğinde iyi tutup ve Ebû Bekr-i Sıddîki hak üzere halîfe bilse, din ve is-



-435-

lâmını doğru etmişdir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin rahmetine kavuşamamak derdinden emîn olmuşdur. Her kim dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını Ömer-ül Fârûkun büyüklüğünde ve temizliğinde iyi tutup, Ömeri Ebû Bekrden sonra emîr ve imâm bilirse, kendi kurtuluş yolunu bütün şübhelerden pâk eder. Hakîkat ve yakîn ile yükü hafîfliyenler ve kurtulanlar cümlesinden olur. Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını, Osmân bin Affânın büyüklüğü ve temizliğinde iyi tutarsa [dili ile ve kalbi ile onu iyi bilirse], Ömerden sonra halîfe ve imâm bilirse, nûr-ül lütf ve kemâl-i îmân ile ve Kur’ân-ı kerîmin nûru ile münevver ve rûşen olur ve kabr karanlığını o sebeb ile kendinden uzak tutmuş olur. Bir kimse dilinin kavlini [sözünü] ve kalbinin i’tikâdını Aliyyül Mürtedânın büyüklüğü ve temizliğinde iyi tutup [onu iyi bilip], Alîyi Osmândan sonra halîfe ve imâm bilirse, o kimse, takvâ elini îmân ağacının budaklarından [dallarından] bir budağa uzatmış, dostluk ve âşinâlık ahdini Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ile ve melekler ile ve Nebîler ile ve bütün mü’minler ile sağlamlaşdırmış olur. Bir kimse, benim bütün eshâbıma ve Ehl-i beytime, küçüğüne ve büyüğüne, günâhkârına ve günâhsızına, dili ile medh-ü senâ etse, kalbiyle, hayr ve salâh, sıdk ve sevâb ve reşâd i’tikâd etse, o kimse mü’mindir. Bir kimse benim eshâbıma, aralarındaki muhârebelerden ve sulhden, hayrdan ve şerden, fâide ve zarardan, onlar hakkından dili ile kötü söz söyler ise, kalbiyle onları inkâr ve buğz ederse, o kimse münâfıkdır. Ebedî Cehennemde kalır ki, Allahü teâlâ Sûre-i Nîsâ 145.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Münâfıklar elbette Cehennemin esfel derekesinde olurlar. Onlar için hiçbir yardımcı yokdur) buyurmuşdur.

Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bu havzına Kur’ân-ı azîm ve kitâb-ı kadîmde delîl vardır. Söz uzayacak ise de, bahs etmek lâzımdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek sözleri, Kur’ân-ı azîm-üş-şânda bildirilmişdir. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyuruyor: (Bismillâhirrahmânirrahîm. İnnâ a’taynâ .......) Bu sûrenin harflerini ve kelimelerini beyân edelim. Sonra fazîletini beyân edelim. Bu sûre üç âyetdir. Kelimeleri ondur, harfleri kırkikidir. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”



-436-

buyurdu ki: (Her kim bir kerre İnnâ a’taynâ sûresini okursa, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, o kimseye, Cennetde o kadar ni’met ve hil’at, makâm ve derece verir ki, temâmı, yeryüzü doğudan-batıya kadar deve ile dolu olsa ve her deve üzerinde bir kitâb olsa, her kitâbın eni ve uzunluğu bütün yeryüzü kadar büyük olsa, o kitâbların temâmı kıl kalem ile ince yazılmış olsa, cümlesi bu sûre-i azîmeyi okuyanın kazandığı ni’metlerin, mülklerin, köşklerin, çardakların, odaların vasflarını açıklamaya ancak yeter.)

Allahü teâlâ hazretleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine buyurdu ki: (Biz sana senden ötürü ve senin ümmetinden ötürü bir havz i’tâ etdik. Bütün Peygamberler ve ümmetleri o kıyâmet günü o havzın şerâbını arzû edici olurlar.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri o günde Cebrâîl aleyhisselâmdan İnnâ a’taynâ sûresini işitdi. Sonra Mi’râca çıkdığında, gözleri ile gördü.

Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında Kevser havzından bahs edilmediği ân az olur idi. Dünyâda, yaratıldığı ândan beri Havz-ı Kevsere benzer bir havz görülmemişdir. Bundan sonra da kıyâmete kadar olması mümkin değildir. Onu gördükden sonra, onun akması sesini işitdi. Murâd etdi ki [istedi ki], Kevser havzının sesini vasf etsin. Mümkin olmadı. Zîrâ o ibâre Eshâb-ı güzînin kudretine ve fehmine sığmaz. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah! Allahü teâlâ buyurdu ki: (Sen onun sesini vasf etmekde zorluk çekiyorsun. Eshâbının da fehm etmeğe [anlamağa] kudretleri yokdur. Biz kemâl-i lütfumuz ile, zahmetsiz ve sıkıntısız, Kevser havzı suyu dört ırmağının sesini işitdirdik ki, havz-ı kevsere gider. Su, süt, şerâb ve bal ırmaklarından gider. İşte senin eshâbına ve ümmetine gösterdik. Her kim isterse ki, söyle, iki parmağını iki kulağına koysun. O sesi bunca yıllık yoldan kendi kulağı ile işitir.)



33– Kevser havzı vasfı için söylenen haberler devâmla şöyledir. Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak benim için bir havz vardır. Rabbim bana va’d etmişdir. Kıyâmet

-437-

günündeki, o havuzdan çok hayr ve fâide görülse gerekdir. O havzın adı Kevserdir. O havzın sâkîleri, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretleridir. O havzın eni magrib ile meşrık arası kadardır. Uzunluğu gök ile yer arası kadardır. Onun çanakları ve kadehleri, ibrikleri ve maşrapalarının sayısı, yıldızlar adedince, beşyüz senelik yol boyunca güzel bir şeklde dizilmiş. Her [âhıret] şerâbı içici, bu bardaklar, kadehler, ibrik ve maşrapalar ile içer. Üzerlerinde kudret-i ilâhî ile bütün [mü’minlerin] ismleri yazılmışdır. Her yer bir cevherden ve her kadeh bir bakırdan, her cam bir heykelden, her kadeh bir sûretden, her ibrik bir hilkatdendir. O havzın dibinde taş parçaları ve kum yerine kırmızı yâkut ve yeşil zeberced vardır. O çakıl taşlarının altında çamur yerine, kokucu misk ve çamurun altında yer ve toprak yerine güzel kokulu kâfûr, her tarafı nûr üzerine nûr, sürûr üzerine sürûrdur. Etrâfında za’ferân kubbeleri, mercân incisi çadırları, her yerde renk renk döşekler döşenmiş, her yerde tahtlar ve istinât yerleri koyulmuş. O havzın şerâbı sütden beyâz ve baldan tatlı, kardan soğukdur. Dünyâda olan her güzel kokudan dahâ güzel kokusu vardır. Âb-ı hayâtdan ziyâde hazm olucudur. Her kim o havuza dalsa, boğulmaz. İstese ki o havuzdan bir dağ kadar su götürebilir. Gücü yeter, za’îflik yokdur. Her kim ki, onun şerâbından bir katre tatsa, başından ayağına kadar bütün ağrılardan, dertlerden, hastalıklardan kurtulur. Hiç susamaz. Korkudan emîn olur. Kim ki bir katrenin kokusunu o havz-ı kevserden alsa, bütün insanların ve kokuların ve ferâhlığın aslını ve fer’ini, o kimse cânında ve teninde işitir. Menba’ı [kaynağı] ve yolu Tûbâ ağacının kökündedir. Aslı sidret-ül müntehâdandır. Dört ırmakdır, dört tarafından gelir. O ırmaklar birbirine mülâkat etdikden sonra, havz-ı kevsere gelir. Biri su ırmağı, biri süt ırmağı, biri şerâb ırmağı, biri bal ırmağı. Su ırmağı Ebû Bekr tâli’ine, süt ırmağı Ömer-ül Fârûk tâli’ine, şerâb ırmağı Osmân-ı Zinnûreyn tâli’ine, bal ırmağı Aliyyül mürtedâ tâli’ine “radıyallahü teâlâ anhüm” akarlar. Bir şerâb ki, hem simâ’ eder, hem cemâl verir, hem kuşlar gibi uçar, pervâz eder [döner], hem ma’şuklar ve dilberler gibi işve ve naz eder. İçenler ile söyleşir. Onda her vakt tavus var, ve arûs [gelin] var. Kuşlar var. Deve

-438-

boynu gibi boynu olan herbir kuş, o şerâbın [havz suyunun] üzerinde, dostların murâdı üzerine gelirler.) Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk dediler ki: Yâ Resûlallah! O kuşlar ikrâm edici mi olurlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (O kimseler ki, o kuşları yir. Onlar ziyâde ikrâm edici olur.) Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Muhakkak benim havzımın dört rüknü olur. Birincisi Ebû Bekrin elinde olur. İkinci rüknü Ömerin elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü rüknü Alînin elinde olur “radıyallahü anhüm ecma’în”.

34– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bütün âlemlerden, Peygamberlerden ve Resûllerden beni seçdi. Peygamberler ve mürselînden gayri, bütün âlemler üzerine benim Eshâbımı seçdi. Bütün Eshâbımdan Çihâr yârı ihtiyâr etdi [seçdi]. Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî. Bunları bütün eshâbımdan büyük ve fazîletli yapdı “radıyallahü anhüm”. Sonra yüzyirmidört binden ziyâde Peygamberin ümmeti arasında benim ümmetimi ihtiyâr etdi [seçdi]. Ümmetim arasında dört devr seçdi. Bu dört devrden üçü birbiri akabincedir. Sahâbe, tâbi’în, tebe-i tâbi’în. Bir kavm ki, vakti Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü vaktidir. [Dördüncü devre, bu devredir.] Bu dört tâifenin zikri Kur’ân-ı mecîdde, Vâkıa sûresinin evvelinde gelmişdir. O üç tâifenin hakkında, (Onların büyük kısmı eski ümmetlerdendir) diye bildirilmiş, dördüncü kısmdakiler ise, (Bir kısmı da sonrakilerdendir) buyurularak bildirilmişdir. [Vâkıa 13-14])

35– Nu’mân bin Beşîr “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir. Allahın dîninde en kuvvetli olanınız Ömerdir. Hayâda en sâdık olanınız Osmândır. En isâbetli hükm vereniniz Alîdir.) Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bu ümmete mahsûs dört büyük ni’met vermişdir ki, hiçbir ümmete, insanların evveli Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerinin zemân-ı şerîfinden bu ümmete gelinceye kadar böyle

Yüklə 2,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin