Halil Delice Cihanı Titreten Türk



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə8/27
tarix23.01.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#40495
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   27

Daha sonraki günler, yapılan araştırmalar sonucunda, din adamları arasına vaiz gibi karışmış yedi kişi daha tespit edildi. Bütün bu gelişmeler, başta Şumnulular olmak üzere bütün Deliormanlıları çok etkilemişti. Hepsi her ne olursa olsun Rumeli'yi terk etmemek üzere yemin ettiler. Siviller silahlanmaya, askeri bir bozgun durumunda memleketlerini savunmak için teşkilatlanmaya başladılar. Herkes, "Deliorman vatanımız. Ölmek var, terk etmek yok" diyordu.

Deliorman'da, Deliormanlılar, Rus ve Bulgarlara karşı her ne olursa olsun ata yurtlarını savunmak için yemin ederken, İstanbul'da Mithat Paşa azledilmiş, yerine Ethem Paşa sadrazam olmuştu. Sadrazam değişmişti ama İstanbul'da, Osmanlı'nın kalbinde, değişen fazla bir şey yoktu. Padişah İkinci Abdülhamit hariç herkes, "harp" diye çığlık atıyordu.

Rusya için büyük fedakarlıklar icap ettiren Osmanlı ile savaşı Çar İkinci Aleksandır da istemiyordu. Ancak nasıl İstanbul'da savaşı isteyen devlet adamları ve zümre varsa, Rusya'nın başşehri Petersburg'da da aynı tip adamlar mevcuttu.

31 Mart 1877'de, Osmanlı ile Rusya arasında Londra Protokolü imzalandı. Protokolün başlıca şartları, Karadağ'a, Hersek Sancağı'nda Ortodokslarla meskûn iki ka-

.'•¦.: v:.•:,.,•:'¦';. ¦¦:¦¦¦;¦ •;¦¦¦ •¦ "/-. 132 "¦ ' '..¦'. •' .' ¦¦• • '¦¦¦¦¦.¦ :

SULTAN ABDÛLHAMİT'LE TANIŞMA

zanın verilmesi, Karadağ'ın yine Osmanlı'ya tabi olmakta devam etmesi, Bulgaristan ve Bosna-Hersek'te, Osmanlı tarafından Hıristiyanlar lehine iyileştirmeler yapılmasıydı.

Aynı zamanda, Tuna boylarında son zamanlarda toplanan Türk ordularının sulh zamanındaki mevcudunda indirime gidilmesi isteniyordu. Buna karşılık Rusya da, son sene silaha aldığı birliklerini terhis edecek ve kuvvetlerini Osmanlı sınırlarından uzaklaştırılacaktı.

İstanbul'da Osmanlı hükümeti Londra Protokolü'nü tartışıyor, Sultan Abdülhamit, savaşın çıkmaması için son ümit olan bu protokolün kabulünü istiyordu.

Yusuf, sahte vaiz hadisesinden sonra, Şumnu ve çevresinde eli silah tutanları teşkilatlandırmak için çalışıyordu. Deliormanlı Türklerin, Ruslar ve savaş hakkındaki görüşlerini yakından öğrenen Yusuf, Sultan Abdülhamit'in savaş istememekte ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlamıştı.

10 Nisan 1877'de hükümet, Londra Protokolü'nü reddettiğinde, İstanbul'da, herkes sokaklara çıkıp, "Yaşasın harp", "Kahrolsun Rusya", "Kahrolsun Avrupa" diye ba-ğırıyorlardı. Hükümete sözünü dinletemeyen İkinci Ab-dühamit, sarayın hemen yakınından yükselen bu sesleri, büyük bir üzüntü içinde dinliyordu.

Biri daha, savaş çığlıklarından rahatsız oluyordu: İstanbul'a gidip geldikten sonra, Yusuf un olaylara bakış açısı değişmişti. Yüreğinde, Otlukköy ve çevresinde yaşadığı Filipe isyanının acıları hâlâ tazeydi. Bugün sakin sakin duran Osmanlı'nın Bulgar tebaasının nasıl insanlıktan çıkıp canavarlaştığını görmüştü. Onun asıl korktuğu Ruslar değil, iç içe yaşadıkları Bulgarlardı. İnsan içindeki düşmana karşı nasıl korunurdu?, Deliormanlılara bunu anlatmaya çalışıyordu, ancak, Deliormanlı Türkler, "Te be bizim kaz çobanlan mı bize karşı koycak" diyerek yaklaşan tehlikeyi hafife alıyorlardı. •. • ;wî .>••..« :ty .¦¦„¦:

'¦¦'.:: ;'•¦.' '¦¦¦¦ :¦¦-'¦¦ ¦ ..¦' ' 133 ' . : ".'¦:¦'. , : VY '

KOCA YUSUF ?

Londra Protokolü'nün reddi üzerine, Sultan Abdülha-mit gibi savaşı istemeyen Çar, Karadağ'a sadece Nikşik kazası bırakılırsa savaşı önleyebileceğini, Nikşik'i olsun Karadağ'a katmaksızın muhalefeti susturamayacağıra Osmanlı hükümetine bildirdi. Sadrazam İbrahim Ethem Paşa, Ça/ın bu son teklifini de, "Osmanlı'nın kimseye verilecek bir karış toprağı yoktur" diyerek reddetti.

Ret haberi kendisine ulaşan Sultan Abdülhamit, "İnşallah bir kasaba yerine, binlerce kasaba, yüzbinlerce can vermeyiz" temennisinde bulundu.

Çar'ın son teklifinin reddedilmesi üzerine Rusya'nın İstanbul Maslahatgüzarı Nelidov, Hariciye Nazırı Saffet Pa-şa'ya, İkinci Aleksandır'm harp ilânı notasını verdi. Aynı gün Petersburg'taki Osmanlı Büyükelçilik Maslahatgüzarı Tevfik Bey'e pasaportları verilerek Rusya'yı terk etmesi istendi.

24 Nisan 1877 günü Rusya, Osmanlı Devleti'ne resmen savaş ilân etti. Hicri 1293 senesine rastladığı için 93 Harbi diye bilinen harp resmen başlamış oldu. Böylece, Osmanlı Devleti, çok zor bir döneminde, az bir gayretle önlenebilecek bir savaşa, Sultan Abdülhamit'e rağmen girmişti.

Savaş başladığında ilk etapta, düşman çizmesi altında kalacak Deliorman'da ise akıncı torunları, beş aylık ayrılıktan sonra tekrar başlayacak güreşlerin heyecanındaydı. Deliormanlılar, "Urus, Osmanlı'ya savaş açmış" haberi gelince fazla endişelenmemişlerdi. Bugüne kadar Rusya ile savaşlar, hep Tuna'nm kuzeyinde olmuştu. Rusya, yalnızca 1829'da Tuna'nm güneyine inebilmişti. Bunda da, Karadeniz kıyısından, sağa sola pek dokunmadan Edirne'ye doğru geçmişti. Deliormanlılar, Rus'un yine Tuna'yı geçemeyeceğini düşünüyorlardı. 24 Nisan 1877'deki savaş ilânı onları pek endişelendirmiyordu. Onlar, gelen baharın, yaklaşan güreşlerin telaşmdaydılar. Ama, Deliormanlılar ve Tuna ile Edirne vilayetindeki Türkler, Osmanlı'nın ve Rusya'nın çok değiştiğinin farkında değillerdi.

'/%'Ç'"^ ¦','/¦¦' -7- 134 ^¦¦}'^:t w7-¦¦¦¦¦*:,¦/,: trr-

SULTAN ADDÜLHAMİT'LE TANIŞMA

Rusya, dünyanın en güçlü devletleri sıralamasında, İngiltere ve Almanya'dan sonra üçüncüydü. Fransa, dördüncü, Osmanlı ise artık ancak beşinciydi. İşte böyle bir dünyada, Osmanlı-Rus Harbi patlak vermişti. Romanya, toraklarını Rus ordusuna açmış, Rus ordusu, Osmanlı sınırına dayanmıştı.

Nisan ayının sonlarında Yusuf ve ustası Kel İsmail Pehlivan, beş aylık ayrılıktan sonra yine buluşmuşlardı. Ustası, Yusuf u şöyle bir yoklamış, onun idmanını hiç bırakmadığını görerek sevinmişti. 1877 yılının Nisan ayının yirmi- , altısında, Oluklu Köyü'nde düğün güreşi yapılacağı dalga dalga bütün Deliorman'da duyuldu. Yusuf ve ustası da bu güreşe davet edildi.

Deliormanlıların bekledikleri gün gelmişti. Beş aylık ayrılıktan sonra yine güreşler başlıyordu. Rusya'nın savaş ilân etmesi, ordusunu Tuna boyuna yığması onları endişelendirmiyordu. Osmanlı'nın Rumeli'de savaşsız geçen günü var mıydı ki?

Her yerde güreş konuşuluyordu. 1877'in ilk güreşinde, Osmanlı ordusunun sefere çıktığı gün yapılacak Kırkpınar güreşleri öncesi, yiğitler birbirleriyle kıyasıya güreşeceklerdi.

Oluklu Köyü'nün iki yıldır başa güreşen başpehlivanları vardı. Kel Mehmet diye şöhret bulan 20-21 yaşlarındaki bu delikanlı, çok çevik, çok kurnaz ve aynı zamanda kuvvetli bir gençti. Yusuf un Kel Mehmet ile yarım kalan bir hesabı vardı. İlk ödülünü küçükortada aldığı güreşlerde Kel Mehmet büyükortada birinci olmuş, ustası Dursun Pehlivan Kel Mehmet ile aynı kategoride güreştirmemişti. Oluklu köylüleri, Karalılar köylülerine kendi pehlivanlarını överek bir nevi meydan okumuşlardı. Oluklu köylüleri, düğün güreşlerine Yusuf ve ustasını, birer mendilden ibaret okunduyla davet etmişlerdi. Bunun mânâsı gayet açıktı: "Düğün güreşimize mutlaka sizi bekliyoruz, gelirken de mendilleri unutmayın, çünkü yenilip ağlayınca men-

''¦'¦¦'¦'¦':- -v: :'::. ¦¦¦. .¦¦:¦ "'.]:¦: V: 135 ; ,\n;. .'. \- ,—\

İlli
KOCA YUSUF

dillere ihtiyacınız olacak." Bir düğüne okundu ile davet edilenin iki eli kanda olsa, mutlaka o davete hem de iyi bir hediyeyle gitmesi, Deliorman adetlerindendi.

Yusuf, babası ve köylüleriyle birlikte Oluklu Köyü'ne gitti ve fazla zorlanmadan Kel Mehmet'i yenerek başaltında birinci oldu. Karalarlılar çok neşeliydiler. Pehlivanları galip gelmiş, padişahın başpehlivanının güreşini seyretmişlerdi. Dünyalar onların olmuştu. Şu anda, onları, ne Urus'un Tuna boyuna yığılması ne de tarlada bekleyen işler ilgilendiriyordu. Onlar, bir hafta boyunca yalnızca Oluklu Köyü'ndeki güreşleri, Yusufun Mehmet'i nasıl yendiğini konuşacaklardı. Yüzlerce yıldır, topraklarında savaş görmeyen Deliorman, Filipe, Plevne, Yeni Zağra, Eski Zağra, Osman Pazarı, Eski Cuma, Tırnova, Ziştovi, Vi-din, Tatar Pazarcık, Kızanlık, Rusçuk, Razgırad Türkü, düşmanın Tuna'yı geçip, Osmanlı Ordusu'nu aşıp güzel memleketlerine girebileceğine inanmıyorlardı.

Akıncıların, evlad-ı fatihanın torunları, inanmıyorlardı; ancak, Avrupa devletleri ile Rusya ve Osmanlı mülkünde, Tuna ve Edirne vilayetlerinde yüzlerce yıldır Türklerle iç içe yaşayan Bulgarlar inanıyorlardı. İnanmakla kalmayıp bunu gerçekleştirmek için geceli gündüzlü çalışıyorlardı.

V.. )*•


Güle İlk Yeniliş

Edirne


Dergaha benzeyen bir binanın önünde toplanan göçmenler, bağırışıyor, zorla içeri girmeye çalışıyorlardı. Bazıları, işi zorbalığa dökmüş, kapıdaki görevliyi tartaklıyorlardı. Yusuf, işi zorbalığa dökenlerin, Rus'a, silahla karşı koymaya itiraz ederek yurtlarından kaçan bozguncular olduğunu gördü.

"Durun bre? Sıkılmaz mısınız?"

Yusufun sesini duyan zorbalar, kendilerine müdahale edilmesinden hoşlanmamışlardı:

"Sana ne oluyor? Kasmıyor musun ba?"

"Kaşınıyor musun?" sözleriyle çıldıran Yusuf, "Şindicik gösteririn size kim kaşınıyormuş!" diyerek, zorbaların arasına daldı. Birkaç, Osmanlı tokadı, el ense ve tırpanla, zorbaları çil yavrusu gibi dağıttı.

Kapının önü bir anda boşalmıştı. Kapıdaki görevliler, hemen Yusuf u içeri aldılar. Meğer, burası Gülşeni Dergahı imiş. Dışarıdaki kalabalık da, dağıtılan yemek ve ekmeği almak için toplanan muhacirler, göçmenlermiş. Zorbalar da, daha fazla iaşe almak için bağırışıyorlarmış. Dergahın içindeki şadırvanda yüzünü yıkayan Yusuf, oturmuş sinirlerinin geçmesini bekliyordu.

"Yiğidim, meseleleleri hep böyle, tokatla mı çözersin?"

Yusuf, sese döndü. Sakalına ak düşmüş çok sevimli bakışlara sahip, gül yüzlü bir kimse, tatlı tatlı bakıp kendisi-

i 137

KOCA YUSUF



ne gülümsüyordu. Gülümsemenin ve yumuşak bakışların sinirli halini alıp götürdüğünü, ılık sularda yıkanmış gibi rahatladığını hissetti. Ne cevap vereceğini bilemedi. Gül yüzlü kişi, müsaade isteyerek yanına oturdu. Elini omuzu-na attı. Belki de pehlivan olduğundan, başkalarının kendisine temasından çok rahatsız olan Yusuf, bu elden hiç rahatsızlık duymadı, tam tersine rahatladı.

"Ee yiğidim. Allah razı olsun. Bizi büyük bir dertten kurtardın. Bizim dilimizden anlamadılar. Demek ki senin tokatlarınmış onların anladığı dil. Boşuna dememişler, herkese anladığı dilden konuşmak lazım diye."

Yusuf, kızarmış, bozarmış bir an önce gitmek için can atıyordu, yaptığı işin övülmesi onu çok sıkardı: "Şeyy,... Müsaade etseniz de gitsem." Omuzundaki el sırtını sıvazladı:

"Olmaz yiğidim olmaz. Akşamın bu vakti, yemek yedirmeden nasıl salarız? Gülşeni Dergahı'nın gülleri görülmeden gidilir mi?" Yusuf, şaşırdı: "Güller mi?"

Ortada gül falan yoktu, ancak güllerden bahsediliyordu. Yusuf un şaşkınlığını gören gül yüzlü kişi gülümsedi: "Gülleri göremedin mi evladım. Bir de şu tarata bak." Gül yüzlü kişi, sağ tarafı işaret ediyordu. Yusuf, işaret edilen yere baktığında gözlerine inanamadı. Etraf, binbir çeşit gülle donanmıştı. Elini uzatsa tutabileceği kadar kendisine yakın ve gerçekti. Gül yüzlü kişininse, hayal mi gerçek mi olduğu belli değildi, Yusuf a gülümsemeye devam ediyordu:

"Hele bu akşam misafirimiz ol. Sonrasını sabahleyin konuşuruz. Atalarımız, 'Sabah ola hayrola, gün doğmadan neler doğar' diye ne güzel söylemişler. Bakarsın gün doğmadan, senin gönlünde de nice güller açar.

138

GÜLE İLK YENİLİŞ



"Bülbüller ötüyor seher vaktidir Gülbâde içelim bahar vaktidir, Hazır olan erler gaza vaktidir, Destur saldıralım düşman üstüne"

Yusuf, sabahın seher vaktinde, yürüyordu. Meriç ile Tunca nehirleri arasındaki Bülbül Adası'nda, bülbül sesleri arasında yürüyor, bir taraftan da, çok sevdiği, "Bülbüller ötüyor..." türküsünü çok hafif sesle söylüyordu, bülbülleri ürkütmekten korkarak. Öldürseler, başkasının yanında türkü söyleyemezdi. Ona sorarsan, sesi kargaları aratır cinstendi. Ancak onu dinleyenler, Yusuf un, insanın içine işleyen tok bir sesi olduğunu söylüyorlardı,

Yusuf, huzursuzdu. Gülşeni Dergahı'nın hocası ibrahim Efendi'nin izin vermemesi sebebiyle Urus ve Bulgar zulmü altında inleyen memleketine dönememişti. Evet yenilmişti, Gülşeni Dergahı'nın hocası İbrahim Efendi'ye yenilmişti. Yusuf, sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Demir Baba'nm, "Güle üç defa yenilince gerçek pehlivan olacaksın" haberindeki ilk yenilgi gerçekleşmişti. Güle yenilmişti. İbrahim Efendi'yle her görüşmesinde, gönlünde nice güzellik ve nice yüzbin gül açmış, cevapsız suallerine cevap bulmuş, onun işaretiyle okuduğu,

"Hak serleri hayreyler Zannetme ki gayreyler Arif anı seyreyler Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler"

şiiriyle gerçekleri daha iyi anlamıştı. 'İbrahim Hakkı hazretleri, ne güzel söylemiş' diye düşündü. Ama yine de, e gönlü, aklı, savaş alevleri içinde yanan Rumeli'deydi, düşman silahları altında, yollarda telef olan yüzbinlerin ya-

139 ¦'¦v':,::;:¦¦¦¦¦¦¦¦,.-¦.¦¦..¦¦..:; /,

KOCA YUSUF

nındaydı. Bir an önce onlara ulaşmak, onlara yardım etmek istiyordu. Yardıma gidememenin verdiği suçluluk duygusu onu yiyip bitiriyordu.

Memleketi, geldiği, doğduğu topraklar, yaşadıkları, Yusuf un bir an olsun aklından çıkmıyordu. Gazi Osman Pa-şa'nın Plevne'deki başarılarını duyunca, bir an önce oralara gidip, savaşmak için can atıyordu. O sıralarda, Gazi Osman Paşa'ya, yardım götürecek bir gönüllü birliğinin kurulduğunu haber almış, hemen gidip yazılmıştı. Ancak, Plevne'ye ulaşmanın imkânsız olması sebebiyle bu teşebbüs hayata geçirilememişti.

Yusuf, kaç defa durumu İbrahim Efendi'ye anlatmıştı, fakat her defasında, "Seninle işimiz daha bitmedi" denilerek gitmesine müsaade edilmemişti.

Yusuf, artık dayanamıyordu, "Gitmeliyim" diye düşünüyor ama bir türlü gidemiyordu. Bu düşünceler içinde sabahın ilk ışıklarıyla, güneş Selimiye üzerinde merhaba derken, Gülşeni Dergahı'na ulaştığında, kendisini ibrahim Efendi'nin beklediğini söylediler. Yusuf, İbrahim Efen-di'nin yanına girdi.

İbrahim Efendi gülümsüyordu:

"Gel bakalım Yusuf um. Geldiğin ilk günden beri, bir an önce Şumnu'ya gidip, yakınlarının durumunu görmek, oradan da hemen cepheye koşmak istersin. Seni burada tuttuk ki, gülü yakından tanıyasın, güle yenilmenin, asıl pehlivanlığın ne demek olduğunu anlayasın. Görülen o ki maksat hasıl olmuştur. Bugün yola çıkabilirsin, ama bir şartla."

İznin çıkmasıyla sevinen Yusuf, "ama bir şartla" sözüyle endeşilenmişti.

"Şart mı? Ne şartı efendim?" ı

Yusuf un endişesini farkeden İbrahim Efendi güldü:

"Endişelenme bre Yusuf. Şart dediysek o kadar uzun boylu değil. Edirne'nin güllerini unutmayacak, Edirne'ye geldikte bize uğrayacaksın."

GÜLE İLK YENİLİŞ

24 Nisan 1877'de başlayan 93 Harbi, 31 Ocak 1878 Edirne Mütarekesi ile sona erdi. 3 Mart 1878'de Ayastafanos Antlaşması imzalandı. Ancak Sultan Abdülhamit'in siyasi ve diplomatik kıvraklığı sebebiyle yürürlüğe girmedi. Avrupa devletlerinin de iştitakiyle 13 Temmuz 1878'de akdedilen Berlin Antlaşması'yla daha önceki antlaşmanın şartları hafifletildi. Ancak buna rağmen Osmanlı Devleti büyük toprak kaybına uğradı. Sırbistan, Karadağ ve Romanya birer bağımsız devlet oldular. Harbin bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü topraklar üzerinde dış işlerinde Osmanlı'ya bağlı, iç işlerinde hür ve imtiyaz sahibi Bulgaristan prensliği kuruldu.

Osmanlı'nın kaybı sadece toprak ile sınırlı kalmadı. 9 ay 7 gün süren 93 Harbi, Türk tarihinin en büyük felaketlerinden biri oldu. Bir milyonun üzerinde göçmen, Bulgaristan'dan İstanbul'a doğru aktı. Bulgaristan'da yaşayan Rumeli insanı çok zayiat verdi. Rus askerleri, ayaklandırdıkları Bulgarlarla birlikte Rumeli halkına dehşetli zulmler yaptılar. On binlercesini kılıçtan geçirdiler. Bulgaristan nüfusunun yansını teşkil eden Türkler bir anda azınlık durumuna düştü.

Yusuf un 1877 Haziranı Lofça'da başlayan acılı günleri, Ezki Zağra, Edirne, Harmanlı, Haskova, Filipe, Eski Cuma, Karlıova, Tatar Pazarcığı, Sofya, Plevne, Kırcaali Ro-doplar'da devam etmişti. 5 sene boyunca, elde silah oradan oraya koşmuş, yollardaki, köylerdeki ve kasabalardaki savunmasız insanları İstanbul'a ulaştırmak için koşturmuş, koşturmuştu. Rus ve Bulgarlarla sayısız çatışmaya girmişti. Tosun Bey ile birlikte, Rodop dağlarında Ruslara karşı yürütülen ve Rusları Rodoplara yaklaştırmayan şanlı direnişe katılmış, burada nice günler açlık çekmiş, bebeklerin ağlaya ağlaya açlıktan ölmelerine şahit olmuştu.

' ¦¦ •'¦ •¦¦' ¦¦¦.¦¦.¦¦ 141 ' . / .:.::v

KOCA YUSUF

Neler görmemişti neler. 50 bin kadın, çocuk ve ihtiyarın Harmanh'da Ruslar tarafından katledilişine, on binlerce kişinin açlık ve soğuktan yollarda donuşuna, evlerini ter-ketmeyen yüz binlerin, Rus ve Bulgarlar tarafından öldürülüşüne, güle akan kan damlalarına şahit olmuştu...

Boğa ile Güreş

l'.l1


î.-il

1881 Eylül ayı... 93 Harbi'nden beş sene sonra.

"Olmaz bre Yusuf Aga'm olmaz."

"Ne diyorusun sen be? Ne olmazmış?"

"Güleşi bırakmak olmaz be Yusuf Aga'm."

"Deli itme bre beni Filiz. Beş senedir yaşadığımız korkunç sıkıntılardan sonra, nasıl güleşiriz? Pelvanız diye hangi yüzle ortaya çıkarız bre? Biz gerçek pelvan olsaydık, büle olur muydu? Biz hayattayken Urus kafiri taa İstanbul'un kapılarına dayanabilir miydi? Bitti Filiz Nurullah, bitti benim için güleş, bitti."

Filiz Nurullah, çok kısa zamanda Kırkpmar'da başpehlivan birincisi olarak görebileceği Yusuf Aga'sının güreşi bırakmasını bir türlü kabullenemiyordu. Ona söz geçirebilecek iki kişiden biri olan Çavuş Nine vefat etmiş, Yusuf un babası Deli İsmail Ağa ise, son beş yıldır yaşadıklarından sonra aklını kaybetmiş, o koskoca, dağlara hükmeden, arslan gibi kükreyen adam çocuk gibi olmuştu. Yalnızca söyleneni yapıyor, evin işlerine koşturup duruyordu. Filiz Nurullah'ın pes etmeye niyeti yoktu:

"Yusuf Aga'm hem benim için güleş bitti diyersin hem de yine dağda bayırda idman yaparsın."

Yusuf, acı acı güldü:

"Te be Filiz naparsm? Hep, şu son beş yıldır yaşadıklarımı unutmak için. Urus ve Bulgar kafirinin kadına, kıza, çocuklara yaptıkları aklıma geldikçe çıldırcak gibi oluyo-

KOCA YUSUF

rum. Ben de bubam gibi aklımı kaçırmaktan korkuyorum. İdman yapınca biraz olsun dertlerimi unutuyorum."

Yusuf, Karalar Köyü ile Yörükler Köyü arasındaki çayırda sessizce akan pmarbaşmdaydı. Hemen yanında onu gölge gibi takip eden, bir an peşinden ayrılmayan Filiz Nurullah vardı. Gözleri, pınarın akışında, kulakları Filiz Nurullah'm sesindeydi. Pınar aktıkça, sanki dertleri de pınarla birlikte akıyordu. Yusuf, ne yapsa bir türlü unutamı-yordu beş yıldır yaşadıklarını.

Bu zaman zarfında çok sevdiği Çavuş Nine'si ve iki kız kardeşi vefat etmiş, onların ölümüne bile ağlayamamıştı. Gözlerinde akacak gözyaşı kalmamıştı. Sanki duygusuz-laşmış, taş gibi katılaşmıştı.

Geçen beş sene içinde, Demir Baba Dergahı'ndan arkadaşı, komşu Bıyıklı Köyü'nden Filiz Nurullah, bir dev olmuştu. Boyu iki metreyi geçmiş, kilosu da 150'ye yaklaşmıştı. Yusuf bile yanında çocuk gibi kalıyordu. Filiz Nural-lah, Yusuf Aga'smm, gönlündeki buzların hâlâ biraz olsun erime noktasına gelmediğini farketti. Onun haline çok üzülüyordu. Yalnız kalmak istediğini anlayınca, usulca yanından ayrıldı.

Baharda kara toprağın bağrını delerek, güneşe merhaba diyen çiğdemler, menekşeler, Yusuf un gönlünde de tomurcuklanmaya çalışıyordu. Ama hâlâ buzları çözülmemiş o diyarda hayat bulmaları çok zor gibiydi.

Son beş seneyi yaşamamış olmak için Yusuf, her şeyini, canını vermeye hazırdı. Ama yaşanmıştı. Kimdi suçlular? Bulgar mı, Rus mu, birbirine düşen Osmanlı komutanları mı? Bugünleri görerek gerekli tedbirleri almayan Osmanlı Devleti mi? Şu an, Osmanlı'nın başında bulunan Sultan Abdülhamit mi?

Bütün bu sorular Yusuf un beyninde ve gönlünde cevapsızdı. Bu duruma sebep olanları ne olursa olsun affetmeyecekti. Gerçi, Edirne'de tanıştığı ve kendisine güle karşı ilk yenilgisini tattıran Gülşeni Dergahı Hocası İbra-

144

BOĞA İLE GÜREŞ



him Efendi, "Abdülhamit Han, bu savaşın çıkmaması için çok gayret etti. Mani olamayacağını anlayınca da savaşın kazanılması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. Ancak, paşaların birbirine düşmesi, ilk anda, büyük bir gaflet neticesi düşmanın elini kolunu sallaya sallaya Tuna'dan geçmesi, sivil karşı koymanın sağlanamaması, korkunç bozgunu hazırlayan sebepler oldu. Bütün bunlar, Osmanlı bünyesinde onlarca senedir yapılan tahribatın, bozulmanın neticesi" şeklinde açıklamada bulunmuştu.

Yusuf, savaştan önce Sultan Abdülhamit ile yüzyüze görüşmüş ve o zaman gönlü ona ısınmıştı. Ancak bütün bunlara rağmen, beyni ve gönlü "Niçin", "Niçin" diyor ve cevap arıyordu.

"Aliş'imin kaşları kare, Sen açtın sineme yare, Bulamadım derdime çare

Görmedin mi ah civan Aliş'imi Tuna boyunda Sarmadın mı ah aslan Aliş'imi Tuna boyunda"

Yusuf un yanık gönlü bir daha yandı. Kor oldu, bütün bedenini kavradı. Filiz, Aliş'imin kaşları kare türküsünü yanık yanık söylüyordu. Her söz, Yusuf u, derinden vuruyor, kapanmamış gönül yaralarını hançerliyordu.

Aliş ile Zeynep'in aşkını anlatan, "Aliş'imin kaşları kare" türküsü, bu türküdeki Zeynep'in, "Aliş'imi gördünü-müz mü Tuna boyunda" feryadı, 93 Harbi diye bilmen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi'nde, felaketlerin en inanılma-zıyla karşı karşıya kalan Rumeli Türkü'nün dilinden düşmez olmuştu. Ruslar ve Bulgarlar karşısında zulümlerin en korkuncuna uğrayan Rumeli insanı, beklediği imdat gelmeyince, Edirne'ye, İstanbul'a doğru, yalm ayak, başı kabak, kış kıyamette yollara düşmüştü; dilinde ve gönlünde, "Görmediniz mi Aliş'imi" feryatlarıyla......... .

"• ^" '' ¦¦¦¦¦'•¦¦ ¦¦ v 145 ¦.¦¦•.¦¦¦

KOCA YUSUF

1

Aliş'imin kaşları kare türküsü, milyonların yürekler yakan haline tercüman olmuştu. Rumeli Türkleri, Aliş'lerini, Osmanlı'yı, imdatlarına koşacak Osman Paşa gibi yiğitleri aramışlar,



"Yürürüm yürürüm Balkan tükenmez Arkama bakarım imdat gelmez"

feryadıyla yolları gözlemişler, düşmana meydanı dar getiren Aliş'leri gelmeyince, her gördüklerine, "Aliş'imi gördünüz mü" diye sormuşlardı.

Yusuf, ne zaman bu türküyü dinlese, göç yolunda can veren beş yüz binleri hatırlar, Aliş'in, Türkoğluna Rumeli'yi vatan kılan, yörük evlatlarını bu topraklara yerleştiren Osmanlı'nın niçin imdada gelmediğini sorardı, ancak cevap bulamazdı. O da, Aliş'ini arar, Aliş'ini beklerdi.

Yusuf, Filiz Nurullah'm yanık yanık söylediği Aliş türküsünü daha fazla dinlememek için oturduğu yerden ayrıldı. Ormanın içine doğru yürüdü. Bu ormanın büyük kısmı Yörükler Köyü'ne aitti. Buraya, Anadolu'nun Ege bölgesinden gelen Yörükler yerleşmişti. Aradan geçen yüzlerce seneye rağmen örf ve adetlerini devam ettiriyorlardı. Yusuf, bu köyü çok beğeniyordu. Kızlarının güzelliği, delikanlılarının yiğitliği dillere destandı, efsane gibi söylenirdi. İnsanları, çok mert, yardımsever, namuslarına çok düşkündüler. Yusuf, ormanda Sarıçalı denilen mevki-ye geldiğinde duyduğu çığlıklarla irkildi:

"İmdaat!"

"Yetişin!"

"Yetişin kızımı öldürecek."

Yusuf un eli ayağı birbirine dolaştı. Son beş yıldır yaşadıklarını, Türk kadınlarına, kızlarına ve çocuklara acımasızca saldıran, tecavüz eden Bulgarları, Rus askerlerini hatırladı. Şumnu ve çevresi Osmanlı'dan koparılmıştı. Bulgarlar, zulümlerine, kadın ve kızlara, savunmasız kimselere karşı

146

BOĞA İLE GÜREŞ



saldırılara devam ediyorlardı. Tüfeğini kaptığı gibi fırladı. Öyle öfkeyle fırladı ki, karşısına koca bir ordu çıksa gözünü kırpmadan içlerine dalacak gibiydi. Orman içinde küçük bir meydanlığına geldiğinde gördüklerine inanamadı. Üç dört tane kadın, kocaman bir kayanın üstüne çıkmışlar, çırpınarak çığlık atıyorlardı. Kocaman bir boğa, kızılcık ağacının gövdesine çıldırmış gibi tosluyor, ağacı kökünden sarsıyordu. Ağacın üzerinde, başından eşarbı düşmüş bir kız vardı. Bir dala sıkı sıkıya sarılmış ha düştü ha düşecekti.

Kara gözleri korkudan irileşmiş, yanakları al olmuş kızcağız, düşmemek için çok gayret ediyordu, ancak dayanacak gücü kalmamıştı. Ah ne vardı, kızılcık ağacına çıkacak. Kızılcık zamanı da değildi. Sırf yaramazlık olsun, annesi heyecanlansın diye çıkmıştı. İlk başta ağacın tepesinde olması güven vermişti, korkmamıştı. Ancak boğanın bu kadar azgın çıkacağını düşünememişti. Kolları kopacak gibiydi. Dalı sıkmaktan, avuçları parçalanacaktı. Bağırmak istiyor, bağıramıyordu. İşte, geri geri giderek hız kazanan boğa, burnunda alevler fışkıra fışkıra yine geliyordu. Ninesinin masallarda anlatığı ejderhaya benziyordu. Kızcağız gözlerini kapadı, son bir gayretle dala sıkıca sarıldı.


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin