Hasta ve hasta yakini



Yüklə 0,49 Mb.
səhifə2/9
tarix22.01.2019
ölçüsü0,49 Mb.
#101605
1   2   3   4   5   6   7   8   9

HASTANIN SORUMLULUKLARI


            Son dönemde hasta haklarının yanında bir de “Hasta Sorumluluğu” kavramı ortaya çıkmıştır. Henüz bu kavramın, içeriği ve kapsamı ortaya konmamıştır. Ancak genel olarak, hastanın bir sağlık kuruluşuna başvurmadan ve başvurduktan sonraki süreçte yerine getirmesi gereken ödev ve yükümlülüklerdir diye tarif edilebilir. Hastanın sorumluluklarını boyutlandırmamız mümkündür. Kısaca maddeler halinde sıralayabiliriz:

 1. Genel Sorumluluklar

1.1. Kişiler kendi sağlığına dikkat etmek için elinden geleni yapmalı ve sağlıklı bir yaşam için verilen tavsiyelere uymalıdır.

1.2. Kişi uygunsa kan verebilir ya da organ bağışında bulunabilir.

1.3. Basit durumlarda kişiler kendi bakımlarını yapmalıdır.

 2. Sosyal Güvenlik Durumu

2.1.Hasta; sağlık, sosyal güvenlik ve kişisel bilgilerindeki değişiklikleri zamanında bildirmek durumundadır.

2.2.Hasta; sağlık karnesinin (Bağ-Kur, Yeşil Kart gibi) vizesini zamanında yaptırmak zorundadır.

3. Sağlık Çalışanlarını Bilgilendirme

3.1.Hasta; yakınmalarını, daha önce geçirdiği hastalıkları, yatarak herhangi bir tedavi görüp görmediğini, eğer varsa halen kullandığı ilaçları ve tüm sağlığıyla ilgili bilgileri tam, eksiksiz vermelidir.



 4. Hastane Kurallarına Uyma

4.1. Hasta; başvurduğu sağlık kuruluşunun kural ve uygulamalarına uymalıdır.

4.1.Hasta sağlık Bakanlığı ve diğer sosyal güvenlik kurumlarınca belirlenen sevk zincirine uymalıdır .

4.2.Hastanın; tedavi, bakım ve rehabilitasyon sürecince sağlık çalışanları ile işbirliği içinde olması beklenir.

4.3.Hasta; randevulu hizmet veren bir sağlık tesisinden yararlanıyorsa randevunun tarih ve saatine uyması ve değişiklikleri ilgili yere bildirmesi gerekir.

4.4. Hasta; hastane personelinin, diğer hastaların ve ziyaretçilerin haklarına saygı göstermelidir.

4.5. Hasta; hastane malzemelerine verdiği zararları karşılamak zorundadır.

 5. Tedavisi İle İlgili Önerilere Uyma

5.1.Hasta; tedavisi ve ilaçlarla ilgili tavsiyeleri dikkatle dinlemeli ve anlayamadığı yerleri sormalıdır.

5.2.Hastanın;  tedavisiyle ilgili önerilere uyum sağlayamama durumu söz konusu ise bunu sağlık çalışanına bildirmesi gerekir.

5.3.Hasta sağlık bakım  ve taburculuk sonrası bakım planını beklendiği gibi doğru anlayıp anlamadığını belirtmesi gerekir.

5.4.Hasta; uygulanacak tedaviyi reddetmesi veya önerilere uymamasından dolayı doğacak sonuçlardan kendisi sorumludur.

(NOT: T.C.Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Şube Müdürlüğü web sitesinden alınmıştır.)



HASTA HAKLARI KONUSUNDA ANKET

Araştırma Muğla  Devlet Hastanesi  servislerinde yatan hastaların hasta hakları konusundaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amacıyla planlanmış tanımlayıcı bir çalışmadır.

    Araştırma 01 Haziran – 25 Aralık 2003 tarihleri arasında Muğla Devlet Hastanesi servislerinde yatan ve  çalışmayı kabul eden 1000 hasta ile yürütüldü. Araştırmada 28 sorudan oluşan anket formu uygulandı.



Hasta Haklarının Neler Olduğunu  Bilme Durumlarının Dağılımını gösteren tablo

Hasta hakları

Bilme Durumları

Bilen

Bilmeyen

n

%

n

%

Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yasamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya

702

70.2

298

29.8

Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya,

694

69.4

306

30.6

Her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu öğrenmeye

609

60.9

391

39.1

Sağlık kurulusunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği sağlık kurulusunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya

619

61.9

381

38.1

Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini, görev ve unvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye

510

51.0

490

49.0

Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak istemeye

628

62.8

372

37.2

Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya

741

74.1

259

25.9

Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya,

738

73.8

262

26.2

Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye

561

56.1

439

43.9

Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya

847

84.7

153

15.3

Kurulusun imkanları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye

682

68.2

318

31.8

Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almaya,

865

86.5

135

13.5

Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya

815

81.5

185

18.5

Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usul ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye,

601

60.1

399

39.9

Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkanları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye

681

68.1

319

31.9

Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türle başvuru, şikayet ve dava hakkini kullanmaya

593

59.3

407

40.7

Gerektiği sürece. sağlık hizmetlerinden yararlanmaya

771

77.1

229

22.9

(Uluslar arası İnsan Bilimleri Dergisinin web sitesinden alınmıştır)

ANKARA TABİP ODASI
BASIN AÇIKLAMASI
26 Ekim 2005 (*)
İnsanın “insan olarak doğmaktan gelen, vazgeçilemez ve devredilemez” olarak nitelendirilen haklarının tanınması, yani insan hakları bilinci, çağımızın en önemli düşünsel dönüm noktalarından biridir. En temel insan hakkı yaşam hakkıdır. Ancak burada konu edilen “yaşam” yalnızca bir canlılık durumu değil, sağlıklı, varlıklı ve eğitimli kısaca “nitelikli bir yaşam”dır. Kişinin nitelikli bir yaşam sürdürmesi sağlıklı olması ve sağlığını kaybettiğinde de yeterli tıbbi bakım almasıyla mümkündür. Sağlıklı olma hakkı ve hasta olması “özel” durumunda da hasta hakkı, yaşam hakkını koruyan, bütünleyen haklardır.

Sağlıklı olma hakkı kişinin yaşamında sağlığının korunması, sürdürülmesi ve geliştirilmesine vurgu yaparken; hasta hakkı, kişinin sağlıklı olma durumunu yitirdiğinde, yani hasta olması “özel” durumunda bireysel haklarının gözetildiği, yeterli ve kaliteli tıbbi bakım alarak yeniden sağlığını kazanmasına işaret eder.

İnsan haklarının tıp alanında bir yansıması olan hasta hakları, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış olan “dayanışma hakları” içinde yer almaktadır. Yani bu hakların varlığı toplumda çatışmalar olmadan, bütün tarafların üzerinde uzlaşması ve dayanışma ruhu içinde kabul edilmesi ile gündeme gelmiştir. Dünya Hekimler Birliği başta olmak üzere, diğer bazı kuruluşların özellikle 1980’lerden sonra yayınladığı uluslar arası bildirgeler ışığında, çoğu ülkelerde yasal düzenlemelere gidilerek hasta hakları güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Ülkemizde de 1998 tarihli bir yönetmelik ile hasta hakları kavramı özel bir boyut kazanmıştır.

Felsefi ve tarihsel açıdan irdelenen hasta haklarının en temel öğesi kişinin sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının olmasıdır. Yani kişi, sağlık hizmetlerine parasal, kültürel veya coğrafik her ne sebeple olursa olsun olaşamıyor ise, bundan sonra diğer haklarının varlığı söz konusu olmayacaktır. Hasta hakları tartışmalarında en kritik nokta kişinin sağlık hizmetlerine kolay ulaşabilmesi sorunudur. Bu saptama hasta haklarının sağlık sistemiyle olan doğrudan ilgisini ortaya koymaktadır. Eğer sağlık sistemi, hastaların hizmete ulaşmasını kolaylaştırmıyor ve engelleri, sınırlılıkları ortadan kaldırmıyorsa hasta hakları kavramı bir gerçekliğe dönüşemeyecektir. Hastanın bilgilendirilme, hekim seçme, aydınlatılmış onam, mahremiyet, saygınlık görme vs hakları anlamını yitirecektir.

Ülkemizde özellikle son 25 yıldan beri uluslar arası finans kuruluşlarının etkisi ile gündeme gelen serbest piyasa yönelimli sağlık hizmetleri anlayışı, son 3 yıldaki adıyla “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”, her defasında hasta hakları kavramını vitrininde kullansa da acaba hasta haklarını ne ölçüde etkileyecektir? Genel olarak sağlıkta sosyal yararı gözeten kamusal anlayışın geri plana itilerek, sadece “kar - zarar” mantığıyla hareket eden özelleştirme uygulamaları hasta hakları felsefesine ters düşmektedir. Sağlık hizmetlerinde sadece maliyet hesabının yapılması ve “kar”ın gözetilmesi hasta haklarının sadece varlıklı kesim için bir hak olacağı sonucunu doğuracaktır. Oysa bu durum “hak” anlayışı ile bağdaşmamaktadır. “Hak” bütün herkes için vardır, başka kıstaslar getirilmesi hakkın ihlali anlamına gelir.

“Kasım 2002-Roma Hasta Haklarına İlişkin Avrupa Statüsü Temel Doküman” ı  “…. hakların teorik olarak doğrulanıp, uygulamaya gelince finansman sıkıntısı (mali sınırlamalar) yüzünden inkar edilmelerini kabul edemeyiz. Mali kısıtlamalarının mevcudiyeti, hasta haklarını inkar etmeyi ve zedelemeyi gerektirmez. Bu hakların kanun ile belirlenip sonradan kaale alınmamaları ve seçim kampanyalarında (programlarında) gündeme getirilip sonra yeni hükümet kurulunca unutulmaları kabul edilemez.” demektedir.

Günümüzde sağlık alanındaki gelişmeler ve ileri teknoloji kullanımı nedeniyle genel olarak bir tıp-hasta ilişkisinden söz etmek mümkün olsa da, hasta karşısında birinci derecede sorumlu olanların hekimler olması nedeniyle, özde mevcut bir hekim-hasta ilişkisi varlığını korumaktadır. Hekim-hasta ilişkisinde de en temel öğe “güven”dir. Hasta hakları ancak bu güven zemininde varlığını sürdürebilir. “Sağlıkta Kamunun Tasfiyesi ve Hizmetlerin Özelleştirilmesi”, “Hastanelerin Ticari İşletmeye Dönüştürülmesi”, “Genel Sağlık Sigortası”, “Aile Hekimliği”, “Sözleşmeli Çalışma” gibi birtakım uygulamalar ile karakterize olan “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” hekim-hasta ilişkisini dolayısıyla da hasta haklarını derinden etkileyecek niteliktedir.

Çağdaş tıp anlayışının ve uluslar arası bildirgelerin öngördüğü “hastası hakkında baskı altında kalmadan özgürce karar verebilen hekim” yerine; iş güvencesi olmayan, diğer meslektaşlarıyla “rekabet” içinde olmaya zorlanan, hasta tarafından “sözde” seçilme-seçilmeme kaygısı taşıyan, uygunsuz taleplerle karşı karşıya kalan, kurumunun veya sigorta sisteminin çıkarlarını düşünmek zorunda olan, öncelikle hizmetin maliyetini hesaplamaya zorlanan, malpraktis suçlaması baskısı altında kalan hekim modeli benimsenmektedir. Hasta açısından da özerk ve katılımcı hasta yerine; prim adı altında ek vergi ödemek zorunda olan, genel sigorta sisteminin kapsadığı temel teminat paketinin dışında hizmet alamayan, çoğunlukla özel sigorta yaptırması gerekecek olan, hizmet alırken katkı payı ödemek zorunda olan, kişisel sorumluluk anlayışına uymadığı takdirde aldığı hizmetin bedelini cezalı bir şekilde geri ödeyecek olan hasta  modeli ortaya çıkacaktır. Bu, baskı altında çalışmaya zorlanan hekim ile özerkliğini yitirmiş hasta modelinde hasta haklarından bahsetmek ne ölçüde anlamlı olabilir?

Öte yandan Sağlık Bakanlığı tarafından hastanelerde kurulan “Hasta Hakları Birimi” sadece “Şikayet Kutusu” gibi çalışmaktadır. Sağlığa ayrılan yetersiz kaynaklar nedeniyle, yıllarca yatırım yapılmamış kamu hastanelerinde, sistemden doğan özellikle alt yapı ile ilgili sorunlar, bakanlığın kendi sorumluluğu görmezden gelinerek tümüyle sağlık çalışanlarına mal edilmektedir. Sonuçta yapılan soruşturmalar, keyfi ve bilinçsiz uygulamalarla hekim-hasta ilişkisi daha da zedelemektedir. Hasta haklarının kamuoyu gündemine sadece mesleğinde kötü uygulama yapan hekimler veya diğer sağlık çalışanları ile gündeme gelmesini ve sadece bir cezalandırılma mekanizması gibi düşünülmesini ve sınırlandırılmasını Ankara Tabip Odası olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Böyle bir bakış açısı sağlık alanındaki gerçek sorunları görmekten uzak, yüzeyel bir yaklaşımdır. Hasta hakları kavramı sadece sağlığı değil politik, ekonomik, eğitim, sosyal güvenlik, kültürel ve sosyal yapıyı sorgulayacak bir kavramdır. Çünkü hasta hakları insan haklarının tıp alanındaki uzantısıdır. Hasta haklarının gereklerinin yapılmaması insan hakları kavramının ihlalidir.
Hekim hasta ilişkisini ve hasta haklarını olumsuz etkileyecek her türlü uygulama etik açıdan kabul edilemez bir eylemdir.

 (*) Ankara Tabip Odasının açıklamasını örnek olması ve hasta hakları konusunu özetlemesi amacıyla kitaba almaya karar verdim.




ÖRNEK OLAYLAR
1. OLAY: Bu olay, Marmaris İlçe İnsan Hakları Kurulu tarafından İlköğretim okullarında 2005 yılında yapılan “İnsan Hakları” konulu kompozisyon yarışmasında, Beldibi İlk Öğretim Okulundan Eylem Yorulmaz’ın kompozisyonu ile ortaya çıkmıştır. Kurgu değildir.
HASTA HAKLARI

“ İnsan Hakları, insan olarak doğmamız sonucunda kazandığımız, insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşayabilmemiz için sahip olduğumuz haklardır. İnsanlar geçmişte savaşların, baskı ve haksızlığın yol açtığı büyük acılar yaşadılar. Milletlerse, aralarında sürüp giden savaşlara son vermek, barış içinde yaşamak için çeşitli faaliyetlerde bulundular ve sonunda kendi haklarını kazandılar. İnsan hakları, insan onurunun vazgeçilmez, devredilemez, dokunulamaz olduğunu kanıtlayan bir belgedir. İnsan hakları, insanların çoğu tarafından bilinmemektedir. Bilenler ise bu hakları uygulamaktan çekinmektedir. Hakları ihlal edilen kişiler haklarını aramak yerine karşılaştıkları olayları çözmeden bir köşeye atıyorlar. Bazıları haklarını arıyor ama kimi insanlar bu kişilere izin vermiyor. Yaşamımda, insan hakları ihlaline ben de çok tanık oldum. Beni en çok etkileyen, yaşamımdan neredeyse iki can alacak bir olaydır. Kardeşim, bir devlet hastanesinde, bir doktor hatasına, annemle birlikte kurban gitti. Doğum sırasında doktor hatasından kardeşimin ciğerleri patladı ve sol kolu felçli oldu. Annem ise, ölümden son anda döndü. Doktorlar o kadar umursamıyordu ki, zor geçen bir doğumda, kardeşimin kolunun felçli olduğundan haberdar bile olmuyor. Ve öylece güveze bırakıyorlar. Hedef, kardeşimi yaşamaz diye ölüme terk etmek annemi yaşatmaktı onlar için. Anneannem kardeşimin nefes alamadığını görünce, hemşireye söylüyor. Hemşire ise köylü diye onu kandırmaya çalışıyor. Daha sonra anneannemin uzun baskılarıyla hemşireler bozuk bir ambulansla, kardeşimin felçli olduğunu bilmedikleri koluna serum takarak, kardeşimi İzmir’e gönderiyorlar. Yolda, kardeşimin felçli koluna serum gidemiyor. Yeni doğan bir can ölümle mücadele ediyor. Bu sorun bittikten sonra ambulans bozuluyor. Sanki yollar uzadıkça uzuyordu babam ve kardeşim için. İzmir’e varıldığında ise, babamın tükenen umutları, hayalleri, kardeşimin büyük savaşı. Babam kardeşimin eşyalarını atmak üzereyken, mani olan bir kişi anneannem. Günler, haftalar sonra bir umut. Kardeşimin bu dünyada bizimle kalabilmesi için bir yeşil ışık yanmıştı. Annem bu olaylar yaşanırken eve dönmüştü. Hastanede ona biri bu olayı söylemiş. Annem hastanede dört gün kalmıştı. Ama kardeşim daha ana kucağına yatmadan, ana kokusunu hissetmeden, bir küvezde yoğun bakımda tedavi görüyordu. Bu olay annemi çok yıpratmıştı. Kardeşim tam 15 gün sonra eve gelmişti. Ama kolu felçliydi. Geleceği bir karanlık üzerine kurulacaktı. Şimdi kardeşim beş yaşında. Bize ‘Benim kolum neden böyle oldu?’ dediğinde sadece susuyoruz. Haklarımızı koruyalım. Kim ne derse desin onlara sahip çıkalım. Biz kendi hakkımızı koruyamadık. Buna izin vermediler. Kimsenin geleceği karanlık üzerine olmasın.”


2. OLAY: Bu olay Dr. Mustafa Sütlaş’ın Hasta ve Hasta Yakını Hakları kitabından alınmıştır.

“55 yaşında bir kadın hasta. Kanlı işeme yakınmasıyla hekime gidiyor. ‘Böbreğini üşütmüşsün, böbrek iltihabın var, taş düşürüyorsun’ gibi açıklamalar yapılarak bir tedavi veriliyor. Bu sırada hastanın bir yakını, kanser nedeniyle yurt dışında kanser konusunda uzmanlaşmış bir hastanede tedavi görmektedir ve kaldığı hastanenin girişinde kanser konusunda ve her dilde yazılmış, her biri değişik kanser türü için ayrı ayrı hazırlanmış pek çok broşür vardır. Hastamız, bu broşürlerden mesane kanserinin başlangıcında bu tür şikayetler olabileceğini öğrendiğinden kendi isteğiyle endoskopi (mesaneye bir aletle girilip bakılan bir inceleme) yaptırıyor ve tümör bu sırada görülüyor. Hekimler ancak o zaman ‘Aaa burada gerkeçten de kanser varmış’ diyorlar. Ancak aradan uzun bir süre geçmiş olduğu için mesaneyi tamamen çıkarmaktan başka bir çare kalmıyor, İdrar için dışardan bir torba takılıyor. Ancak bu da yeterli olmuyor ve hasta operasyondan altı ay sonra yaşamını yitiriyor.



YARGI İÇTİHATLARI

T. C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 1993/8557
K. 1994/2138
T. 4.3.1994
• VEKİLİN SORUMLULUĞU ( Doktorun hastasına karşı )
ÖZET : Doktorun hastasına karşı sorumluluğu, vekilin sorumluluğu gibidir.
Doktorun mesleğini icrada özen borcuna aykırılık sebebiyle açılan tazminat davasının temelini vekillik sözleşmesi oluşturur.
Vekil ( veya doktor ) iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır.
Orta seviyede bir kimsenin, yani tedbirli bir doktorun aynı hal ve şartlar altında göstereceği mutad ihtimam ve özenin davalılarca gösterilmediği açık olup, ihmal ve tedbirsizliklerinin kabulü zorunlu olmaktadır. Hal böyle olunca, çocuklarının ölümü ile sonuçlanan, böyle bir olayın içinde yaşayan anne ve babanın ruh ve bedeni huzurlarının bozulmadığını düşünmek mümkün değildir. O nedenle olayda belirlenen özelhal ve şartlar, duyulan elem ve acı göz önünde tutularak, davacılar yararına manevi tazminat takdir olunup hükmedilmelidir.
Doktorun sorumluluğunu tayin ederken hakim, olayların özelliğine uymayan, dayanakları gösterilmeyen ve inandırıcı olmaktan uzak bulunan Yüksek Sağlık Şurası raporu ile bağlı değildir.
Davacıların maddi tazminat talepleri hakkında karar verilmezden önce, davalıların varlığı kanıtlanan mesleki ihmal ve tedbirsizlikleri ile zararın ( ölümün ) meydana gelişinde, kesin sebep-sonuç bağlantısı olup olmadığı hakkında Adli Tıp Büyük Kurulundan görüş istenmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu.
KARAR : Davacılar vekili karı koca olan müvekkillerinden Hüsniye Hocaoğlu’ nun 7 aylık hamile iken rahatsızlandığını davalılardan Dr. Azmi Ofluoğlunun sahibi bulunduğu Bursa Vatan Hastahanesine götürüldüğünü; burada davalı Dr. Ayşe Doğan’ın muayenesi ile doğum yapacağının teşhis edildiğini ve aynı gün gece saat 2.00 sularında sancıların artmasi üzerine hastahanenin doğumhane kısmına alındığını ve yaklaşık bir saat sonra bir erkek çocuğunun dünyaya geldiğini, bir süre sonra çocuğun öldüğünü ve morga kaldırıldığını Dr. Ayşe Doğan’ın bildirdiğini, aynı günün sabahı da ölümü belgeleyen ve Bursa Sağlık İşleri Müdürlüğü ne yazılmış yazının Hastahane tarafından kendilerine verildiğini mezarlığa götürmek için çocuklarını Hastahaneden aldıklarında çocuğun ölmeyip sağ olduğunun tesbit edildiğini, davalıların paniğe kapılarak hemen çocuğu Bursa Tıp Fakültesi Hastahanesine sevk ettiklerini doğumun akabinde küveze alınmaması ve 8 saat morgda kalması nedeni ile aynı günün gecesi saat 12.00 sularında tüm uğraşılara rağmen öldüğünü, davalıların gerekli özen göstermemeleri, ihmalleri ve mesleklerindeki acemilikleri nedeni ile olayın vukua geldiğini öne sürerek her bir müvekkili için 40.000.000 TL. manevi ve Hüsniye Hocaoğlu için 7.500.000 TL.sı Emrullah Hocaoğlu için 2.500.000 TL. maddi tazminatın ortaklaşa ve zincirleme davalılardan alınmasına karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, hastanın muayenesinde elde edilen bulgularla erken doğum yapma liksinrinun tesbit edildiğini doğumundan sonra 25-26 haftalık doğan bebeğin yaşama şansının az olduğunun prematüre servisi olan Fakülteye götürülebileceğinin hasta sahiplerine bildirdikleri halde kabul edilmediğini, bebeğin aspire edilip oksijen verilerek Anestesi ve Reznimasyon uzman tarafından tedaviye ve küveze alındığını bu arada Dr. Ayşe Doğan’ın bir iki saat dinlenmek üzere uyuduğunda Sekreter Nuray Kuyucak’ın telefonla bebeğin öldüğünü ölüm raporunda ölüm nedeninin ne olacağını Dr. Ayşe Doğan’dan sorduğunu onun da ( inma türife ) olabilir dediğini, sekreterin bu şekilde düzenlediğini ölüm raporunun Dr. Ayşe Doğan ile Hastahane Başhekimi yerine Dr. Birol Ciner imzaladığını ve bebeğin dedeleri olduğunu söyleyen bir kişiye verildiğini bebeğin Hastahaneden alınması istenildiğinde, Dr. Erdem Günaydın ın çocuğun yaşadığını hasta sahiplerine bildirdiğini, buna rağmen bir yanlışlık neticesi verilen ölüm raporuna davacılar dayanıp hazırladıkları senaryo ile hemen Mezarlıklar Müdürlüğü ne başvurarak mezar kazdırıp gazetecileri de çağırarak artistik pozlar verip resim çektirdiklerini, bebeğin Fakülteye nakli hususunda Dr. Erdem Günaydın ın önerisine hasta sahiplerinin ısrarla karşı koyduklarını, bebeğin normal sağlık durumu nedeni ile yaşatılamadığını, bebeğin morga alınması gibi bir olayın olmadığını, tüm gerekli Tıbbi Müdahale ve Tedavilerin yerine getirildiğini, kusurları bulunmadığını savunmuşlar davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece davalıların olayda tıbbi kusurları bulunmadığını belirten Yüksek Sağlık Şurası nın raporun da dayanılmış davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve de uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hakimin doğrudan görevidir. ( HUMK. Md. 76 )
Dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturduğunda asla duraksama söz konusu değildir. Eşdeyişle dava, davalı doktorların vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır. ( BK. Md. 386;390 )
Vekil, işgörürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. ( BK. Md. 390/11 ) Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup hafif kusurundan bile sorumludur. ( BK. Md. 321/1 ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( Hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar hastalarının zarar görmemesi içinyanlız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadırlar. Doktor tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleriarasında seçim yaparken hastanın özelliklerini liksinri tutmalı onu gereksiz risk altına sokmamalı en emin yolu tercih etmelidir. ( Bkz Tandoğan Borçlar Hukuku Özel Borç ilişkileri cild, Ank. 1982 Sh. 236 vd. )
Gerçekte de mesleki bir işgören; Doktor olan vekilden ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen vekil Bk. 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Uyuşmazlığa uygulanacak az yukarıda açıklanan yasal kurallardan sonra bunların maddi olgu ve delillere uygulanması ve değerlendirmesine sıra gelmiştir.
Davalılar 18.5.1989 günlü davaya cevap dilekçelerinde: 25-26 haftalık doğan bebeğin yaşama şansının az olduğu, ancak prematüre servisi olan Fakülteye götürülmesi gerektiğinin hasta sahiplerine bildirildiği onlarca talebin reddedildiğini, Dr. Ayşe Doğa nın 1-2 saat dinlenmek üzere uyuduğunda Sekreter Nuray liksinri “Dr. Hanım 103 nodaki hastanın bebeği ölmüş ölüm raporu hazırlıyorum, ölüm sebebi ne olabilir” diye telefonla sorduğu; Dr. Ayşe Doğan ında” hastanın başında tedavisi ile uğraşan başka bir uzman doktor bulunması nedeni ile fazla bir araştırmaya gerek görmeden “İnma türite” olur cevabını verdiğini bunun üzerine sekreter Nuray liksinri ölüm raporunu Dr. Ayşe Doğana imzalattıktan sonra hasta sahiplerine verdiğini ölen bebeklerini almak için ameliyathaneye çıktıklarında karşılaştıkları Dr. Erdem Günaydın ın bebeğin yaşadığını beyan ettiğini buna rağmen hasta sahiplerinin sekreteri kandırarak elinden ölüm kağıdını alarak Mezarlıklar Müdürlüğüne gidip mezar yeri kazdırdıklarını böylece kötü niyetle bir senaryo düzenlediklerini açıklamışlardır.
Hemen belirtelim ki bu savunma kendi içinde çelişkileri taşıdığı gibi yargılamada toplanan delillerle de doğrulanmamıştır. Davalıların kabulünde olduğu şekilde prematüre bir bebeğin dünyaya getirildiği anlaşılmaktadır. Böyle bir bebeğin Tıp verilerine göre prematüre servisine gecikmeden ve hemen gerekli özen ve dikkatle aktarılması kaçınılmaz bir liksinri olduğu çok açıktır. Kaldıki davalılar da buna gerek görmüşler uluslar arası hasta sahiplerinin bunu reddettiklerini savunmalarına dayanak yapmışlardır.
Yine davalılar savunmasından Dr. Ayşe Doğan ın bebeği bırakıp uyuduğu sekreterin sağlıksız ve bizzat dayanağı olmayan bebeğin öldüğüne dair sözlerine inanarak ve bebeği görme ihtiyacını dahi duymadan ölüm sebebini sekretere “İnma türite” diye yazdırdığı ve ölüm raporunu imzaladığı ve hasta sahiplerine verildiği çok açık şekilde belirlenmiştir. Dr. Ayşe Doğan ın uyuması sırasında hastanın başında uzman bir doktorun bulundurulduğuna değinen savunma bölümü de kanıtlanmamıştır. Öte yandan davalıların önerilerine rağmen Fakültede bulunan prematüre servisine bebeğin nakledilmesini hasta sahiplerinin karşı koydukları ve ölüm raporunu sekreterikandırarak alıp hemen mezar yeri temin etmeye gittikleri şeklindeki savunmada hayatın olağan akışına hayat deneyimlerine tamamen aykırıdır kabul edilemez. En önemlisi insanlarda doğuştan var olan çocuklarını korumak, kurtarmak için her türlü çareye başvurma duygusuyla bağdaşmaz. Yine bu psikolojik bunalım içinde bulunan anne ve babanın sırf mizansen yaratmak amacıyla mezar yeri temin etmeye gitmeleri de uluslar arası suretle düşünülemez. Dahası, bebeğin prematüre doğacağını davalıların anneyi ilk muayenelerinde anladıklarından böyle bir doğumun akabinde beklenilmeden gerekli özeni gösterip tedbirleri alarak prematüre servisine hemen göndermeleri hasta sahiplerinin iradelerine bağlı olmayıp bilakis davalıların vekaletin özenle ifa yükümlülüğünün içinde olduğundakuşku ve duraksama olmamalıdır. Tüm dosyadaki delil ve belgeler ile davalıların savunmaları ölmeyen bir bebeğe ölü raporu düzenlenip verildiğini Tıp biliminin kabul ettiği bütün kurallara uygun müdahale ve tedbirler alınarak bebeğin hemen prematüre servisine nakledilmediğini aradan hayli zaman geçtikten sonra bebeğin Fakülteye gönderildiğini ve orada öldüğünü böylece olayın bir kayıtsızlık ve kargaşalık içinde cereyan ettiğini çok açık bir şekilde doğrulamıştır. Şu durum karşısında orta seviyede bir kimseninyani tedbirli bir doktorun aynı hal ve şartlar altında göstereceği mutat ihtimam ve özenin davalılarca gösterilmediği açık olup ihmal ve tedbirsizliklerinin kabulü zorunlu olmaktadır.
Hal böyle olunca böyle bir olayın içerisinde yaşayan anne ve babanın ruh ve bedeni huzurlarının bozulmadığını düşünmek mümkün değildir. O nedenle olayda belirlenen özel hal ve şartlar, duyulan elem ve acı göz önünde tutularak başka bir araştırmaya da gerek görülmeden evvelemirde davacılar yararına manevi tazminat takdir olunup hükmedilmelidir.
Yine Mahkemece Yüksek Sağlık Şurasının olayın en normal dikkat ve özen zorunluluğunu bir yana iterek dosyadaki delillere; özellikle davalılarca kabul edilen olgulara uygun düşmeyen yetersiz görüşlerini benimsemesi usulün 275 ve ardından gelen maddeleri hükümlerine aykırıdır. Doktorun sorumluluğunu tayin ederken hakim; olayların özelliğine uymayan, dayanakları gösterilmeyen ve özellikle kesinlikle saptanan maddi olgular karşısında inandırıcı olmaktan uzak bulunan Yüksek Sağlık Şurası raporu ile bağlı değildir. Bütün bunların yanında, esasen 1219 sayılı yasanın 75. maddesi tıbbi konularda Yüksek Sağlık Şurası düşüncesinin Ceza Mahkemesini bağlayacağı belirtilmiştir. Bu durumda bu merciin görüşlerinin Hukuk Mahkemesini bağlayacağı da düşünülemez. Yasa hükmü bu doğrultuda olduğuna göre usulün 276/11 maddesine dayanılarak Yüksek Sağlık Şurasının hukuk davalarında, çözümlenmesi gerekli tıbbi sorunlar için seçilmesi ve düşüncesine başvurulması zorunlu bilirkişi kurulu olduğu da kabul edilemez.
Şu durum karşısında maddi tazminat yönünden; davalıların mesleki özen ve ihtimama ilişkin yükümlülüklerini ifa sırasında gösterdikleri az yukarıda açıklanan eksik eylemleri ile zararlı sonuç ( bebeğin ölümü ) arasında uygun illiyet bağının var olup olmadığı,eylemin niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış ( mutad ) akışına, hayat deneyimlerine ve objektif ihtimallere göre, meydana gelmiş zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli olup olmadığı öncelikle saptanmalıdır. Bunun için Mahkemece bebeğin nakledildiği Fakültede tutulmuş dosya ve kayıtlar varsa getirtilmeli dava dosyası ile birlikte Adli Tıp Büyük Kuruluna gönderilmeli, dosyadaki iddia, savunma, tüm delillerin ve olayın gelişiminin verdiği liksin değerlendirilerek zararın meydana gelmesinde davalıların varlığı kanıtlanan mesleki ihmal ve tedbirsizliklerin zararın ( ölümün ) meydana gelmesinde mutlak ve tek etken olup olmadığı konularında gerekçeli ve dayanakları yazılmış görüş istenmeli hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde maddi tazminat yönünden de bir karar verilmelidir.
Hukuki nitelendirmede maddi olgular ve delillerin takdirinde apaçık hataya düşülerek özellikle dosya içeriğine uygun düşmeyen Yüksek Sağlık Şurası raporu benimsenerek yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
Yüklə 0,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin