TC
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
TEKNİK BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU
KONTROL VE OTOMASYON BÖLÜMÜ
RADYO TELEVİZYON TEKNOLOJİSİ PROGRAMI
MEDYA ARAŞTIRMALARI 1 DERSİ
MEDYA VE SANSÜR
HAZIRLAYANLAR
2070150017 BURAK YARIMBAŞ
2070150019 UTKU ANDIÇ
2070150021 BÜŞRA GÜL BAYAR
2070150031 ZEHRA KALBENT
2070150035 PINAR TUNCEL
DERS SORUMLUSU
Yrd.Doç.Dr. Nalan DOĞAN
İSTANBUL, 2016
-
GİRİŞ
-
AMAÇ
-
YÖNTEM
-
SANSÜR
-
TÜRKİYE’DE SANSÜR
-
SANSÜR KARARNAMESİ
-
DÜNYA TARİHİNDE SANSÜR UYGULAMALARI
-
RADYO VE TELEVİZYON SANSÜRÜ
-
RTÜK
-
İNTERNET SANSÜRÜ
-
BASINDA SANSÜR
-
DÖNEMLERE GÖRE SANSÜR
-
ERKEN DÖNEM
-
İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ
-
CUMHURİYET DÖNEMİ
-
TAKRİR-İ SÜKUN DÖNEMİ
-
MİLLİ MATBUAT DÖNEMİ
-
DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ
-
1960’LI VE 1970’Lİ YILLAR
-
1980’Lİ VE 1990’LI YILLAR
-
2000’LER VE SONRASI
-
MEDYA VE DEMOKRASİ
-
YASAKLANAN SANSÜRÜN VE KISITLAMALARIN TERS ETKİSİ
-
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
-
DEVLET VE SANSÜR
-
SANSÜR GEREKSİNİMİ
-
SONUÇ
-
AMAÇ
Ülkemizde ve Dünyada yıllardır var olan ve varlığını koruyan sansür kullanıldıkları dönemlere göre farklılıklar yaratmıştır. Sansür uygulamaları yıllar boyunca kamuoyunu olumlu ve olumsuz yönde etkilenmiştir. Sansürün varlığının yıllara göre değişimi fark edilebilir derece görülmektedir. İlk sansür ile halkın her konuda kısıtlayıcı bilgiye sahip olması devletler tarafından uygun görülmüştür. Çünkü basın üzerinden kamuoyu çok kolay yönlendirilebilir.
2. SANSÜR
Söz, yazı resim ve sesle yapılan her türlü yayının ve haberleşme araçlarının, yayınlanmadan önce devletçe denetlenmesidir. Bu denetleme sonucunda, yetkililer yayının yapılıp yapılmaması konusunda karar yetkisine sahiptir.Düşünce, basın, sanat haberleşme özgürlüklerini kısıtlayıcı özellik taşıyan sansür demokratik düzenlerde genellikle kabul edilmemektedir.
Sansür, çeşitli kavramların çeşitli yollarla kontrol altına alınmasıdır. Genelde hükümet tarafından uygulanır. En büyük amacı toplumu korumak ve devletin üzerinde kontrol sağlayacağı şekilde geliştirmektir. Genellikle toplumu etkileyen durumlarda/eylemlerde uygulanır ve ifade özgürlüğünü bastırma amacı güdebilir. Ayrıca, sansür, toplu iletişimden kimi düşünceleri ve konseptleri çıkarma yoluyla algıyı kontrol etme eylemi olarak da nitelendirilebilir. Sansüre uğrayan şeyler tek bir kelimeden başlı başına bir kavrama kadar değişebilir ve değer sisteminden, ahlâkî yargılardan etkilenebilir.
‘Adını Roma İmparatorluğundaki Censor denilen memurlardan almaktadır. Bu memurlar nüfus sayımından, halkın mutluluğundan, hazineden sorumlu olan kişilerdir.Bu memurların toplumdaki bireylerin faaliyetlerini takip eder, düşünce yaşam tarzları hakkında bilgi toplarlardı.’
(Dilmen 2008)
Sansür teriminin dilimizdeki il karşılıkları, Şemsettin Sami’nin Fransızca Türkçe Lugatından anlaşıldığına göre(4. baskı İstanbul 1905), ‘teftiş ve muayene’dir.
Her üretim hattının bir yerinde, ürünün istenen özellikleri karşılayıp karşılamadığını kontrol eden bir ‘kapı bekçisi’ vardır.Kültür endüstrisinde, bu kapı bekçisi, ‘dış’ yada ‘politik’ denetime karşı kendini savunmak üzere, genellikle bizzat endüstrinin kendisi tarafından atanır ve ‘şifre yöneticisi’ ‘yayın kurulu başkanı ’, ‘metin onay direktörü’ ya da ‘ağ yöneticisi’ gibi sıfatlar taşır.Bir stüdyoda sadece tek bir ofis odasının kapısında bu mesleğin doğrudan karşılığı yazılıdır:SANSÜR
(1959 yılında yayımlanmıştır.’Mental İllnes on Television: A Study of Censorship’ Journal of Broadcasting, No 4, C, 3 Yaz 1959 s.293-303)
Sansür, hayatımızın her alanında kullanıdığımız bir kavram olmakla birlikte en fazla medya alanında kullanılmaktadır.
Sansür toplumu, bir kesimi, veya bir grubu korumak için uygulanır.Bunun için ya önceden denetleme yada sonradan engelleme yolu izlenir.Ülkemizde sansürün vazgeçilmezleri haline gelen sansür, televizyon yayınlarında , gazetelerde, yazarların ifadelerinde, internet sitelerinde, sosyal medya erişiminde kendini göstermektedir.
-
TÜRKİYE’DE SANSÜR
Türkiye'de sansür, hükümetin siyasi ve toplumsal gerekçelerle geleneksel medya, internet ve sosyal medya üzerinde uygulanan yasaklar ve sansür uygulamalarını işaret eden ifade. Günümüzde sansür genellikle Türklüğe hakaret sayılan kanun maddesi ve siyasi aşırılığı ifade eden yazılı veya sözlü beyanları sınırlayan yasalardan,kaynaklanmaktadır.Yine Türkiye, Sınır Tanımayan Gazetecilerin 2015 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 149. sırada yer almakta ve gazeteciler özelinde "dünyanın en büyük cezaevi" olarak anılmaktadır. Sınır Tanımayan Gazeteciler bu ithamın nedenini baskıcı kanunlar, geniş ve muğlak yasal düzenlemeler ve paranoyak yargı olarak açıklamakta ve çözüm olarak terörle mücadele yasasının ve diğer kanun maddelerinin tamamen gözden geçirilmesini önermektedir.
Ülkemizde gündemin vazgeçilmezleri haline gelen sansür, televizyon kanallarının yayınlarında, gazetecilerin, yazarların düşüncelerinin şekillendirilme ya da ifadesinde, internet sitelerine, sosyal paylaşım/sosyal medya platformlarına erişimin engellenmesinde kendini göstermektedir.
Türkiye’de basılmış eserler konusunda, 17 Rebiyülahır 1293(1876) tarihli ‘Heyet-i Vükela’ (Bakanlar kurulu) kararı ile sansür kabul edilmiştir.1961 Anayasası basının sansür edilemeyeceği konusunda açık hüküm getirmiştir.Anayasanın 22. Maddesi ‘Basın hürdür; sansür edilemez’ hükmünü taşımaktadır.Anayasanın 24. Maddesinde de aynı hüküm kitap ve broşür yayımı için söz konusu olmaktadır.Bugün hukuki durum açısından, sansür yasağı bir anayasal kuraldır.
-
SANSÜR KARARNAMESİ
‘19 Mayıs 1990’da kabul edilen 424 Sayılı Kararnameyle basına yasaklar getirildi. Kararnamenin I. maddesine göre Olağanüstü Bölge Valisi önerisiyle sakıncalı gördükleri gazete, dergi, kitap gibi yayınların bölgeye girmesini süreli-süresiz yasaklayacağı gibi, ona bu yayınları basan matbaaları da kapatma yetkisi verilmişti. Bölge Valilerinin yaptırımlarından dolayı haklarında cezai ve mali veya hukuki sorumluluk iddiasıyla dava açılamayacaktır.
Baskılar öyle yoğunlaştı ki, gazete ve dergiler suç aracı sayılıyordu. Faili meçhul cinayetler; yargısız infazlar; zorla köy boşaltmalar; çete-mafya ve siyaset ilişkilerini araştırıp yazmak yasaklanır.
Özgür Gündem, Özgür Ülke, Yeni Ülke gazeteleri genellikle Kürt sorunlarına ağırlık veriyorlardı. Bu gazetelerin yayım süreci, toplatma ve kapatmayla geçmişti. Gazete çalışanları saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyorlardı. Ülke Gazetesi’nin 102 sayısı toplatılmıştı. Hakkında 486 dava açılmıştı. Çoğu zaman büroları, merkezleri tahrip ediliyordu. Özgür Ülke Gazetesi’nin 6 çalışanı (Hafız Demir, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz, Musa Enter, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe) ile 12 dağıtıcısı öldürülmüşlerdi. 250 çalışanı gözaltına alınmış ve çoğunu tutuklamışlardı. Gazetenin yazarlarından İsmail Beşikçi toplam 30 yıl hapis, 2 milyar lira para cezasına çarptırılmıştı. Yurt Yayınlarının sorumlusu Ünsal Öztürk’e yayınladığı kitaplardan dolayı 11 yıl 4 ay hapis, 1 milyar 317 milyon lira para cezası verilmişti. Aydınlık Gazetesi’nin 1 Mayıs 1993 ile 20 Nisan 1994 tarihleri arasında 36 sayısı toplatıldı. Gazetenin sorumlu yöneticileri, yazarları hakkında çok sayıda dava açıldı. Bunca baskı karşısında kapanmak zorunda kaldı. Aydınlık 1 Mayıs 1994’de haftalık dergi olarak çıkmaya başladı. En çok baskı gören gazetelerden biri de “Evrensel” gazetesiydi. Gazetenin 60 sayısı toplatıldı, hakkında 78 dava açıldı. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Ali Erol’a 9 yıl hapis, bir milyar 245 milyon lira para cezası verildi. Gazetenin muhabiri Metin Göztepe, gözaltına alındı ve işkenceyle öldürüldü. Gazete kapanmak zorunda kaldı. Daha sonra “Emek” ve Yeni Evrensel adıyla çıktı. Sansür Kararnamesine dayanılarak uzun süre Güneydoğu Anadolu bölgesine sokulmadı. Araştırmacı yazar Muzaffer İlhan Erdost’un 1996’da yazdığı “Üç Sivas” kitabı sakıncalı görüldü, toplatıldı. Ankara 1 nolu DGM’de yargılandı, bir yıl hapis cezası aldı.’ (Türkiye İnsan Hakları Derneği 1998 Olağan Kongre Raporu;İnsan Hakları Raporu;(İnsan Hakları Vakfı Yayını), S.409, Özgür Gündem Davası 1-2., ÇGD Yayını)
‘Basına ve basın emekçilerine, yazarlara yapılan baskıların 1990-1998 bilançosu şöyle:
· 1991’de 53, 1992’ 56, 1993’de 52, 1994’de 76 gazeteci görev yaptıkları sırada güvenlik görevlilerinin saldırısına uğramışlardır.
· 1992’de 189 gazete, dergi, 20 kitap toplatılmıştır,
· 1993’de 452 gazete, dergi, 29 kitap toplatılmıştır.
· 1994’de 961 gazete, dergi, 37 kitap toplatılmıştır.
· 1995-1996 toplatılan ve yasaklanan yayın sayısı 660, ceza alan gazeteci-yazar sayısı 118; verilen hapis cezası 160 yıl 1 ay, verilen para cezasının toplamı 23 milyar 445 milyon liradır.
· 1997’de toplatılan, yasaklanan yayın sayısı 278, gözaltına alınan basın emekçisi 298, verilen hapis cezasının toplamı 259 yıl 4 ay, para cezasının toplamı 64 milyar 885 milyon lira,
· 1998’de toplatılan ve yasaklanan yayın 220, verilen hapis ve para cezasının toplamı 228 yıl 7 ay hapis, 30 milyar 147 milyon para cezası, cezaevlerinde bulunan düşünce suçlularının sayısı 129’dur.
1990’dan sonra öldürülen gazeteciler: (Çetin Emeç, Turan Dursun, Halit Gürgün, Cengiz Altun, İzzet Kezer, Bülent Ülkü, Mecit Akgün, Hafız Demir, Tahip Kapçak, Namık Tarancı, Uğur Mumcu, Kemal Kılıç, İhsan Karakuş, Ercan Gürel, Rıza Güneşer, Ferhat Tepe, Muzaffer Akkuş, Metin Göktepe, Musa Enter)’
(İnsan Hakları Derneği 1998 Kongre Raporu , İnsan Hakları Raporu(İnsan Hakları Vakfı 1994-1996 ,Raporu), Basın Kurultayı 92, ÇDG, S.15)
-
DÜNYA TARİHİNDE SANSÜR UYGULAMALARI
İnsanların, kişisel hak ve özgürlüklerinin bilincine vardığı; düşünce ve basın özgürlüğünün yaygın kabul gördüğü çağdaş toplumlarda sansür bir baskı aracı olarak nitelendirilmekte ve giderek uygulama alanı daralmaktadır. İlk toplumlarda M:Ö 213’te Eski Çin’de, Çin Seddi’ni yaptıran imparator Shi Huang Di bilimsel olanların dışında kalan bütün kitapların yakılmasını emretti.Hristyanlık’ta uzun yıllar boyunca Katolik Kilisesi’nin Yasak Kitaplar Listesi okunacak kitapları sınırladı.Genellikle devletin egemen din ve ahlakın korunması adına uygulanan sansür, matbaanın bulunuşu ve kitap basımının artması ile kurumsallaşmıştır. Amerikan kolonilerinde sansür oldukça katı bir biçimde uygulanırdı.Ama 17. ve 18. Yüzyıllarda sansüre karşı başlatılan çalışmalar, sansürün kapsamını, basın ve konuşma özgürlüklerini güvence altına alacak bir biçimde daraltan bir yol izledi.Osmanlı’da sansür alanında ilk resmi uygulama 1874’te çıkartılan Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) ile başlamıştır.Bu tüzükte gazete ve dergi çıkarmak izne bağlandı ve hükümete gerekli gördüğü durumlarda yayın organlarını kapatma yetkisi verildi. 2. Abdülhamit yönetimi sansürün en katı biçimde uygulandığı dönem oldu.18881 yılında kurulan Encümeni Teftiş ve Muayene’ye gazete, dergi ve kitapları yayımlanmadan önce denetleme yetkisi verildi. Bu dönemde basılan her şey siyasal düzene uygunluk açısından denetlendi. Dolayısıyla bu dönemde de hükümetin ideolojisine ters pek çok kitap, gazete ve dergi sansür mağduru edildi. Bunların yanında sanatsal yönden zaten geri kalmış Osmanlı Devleti’nde bu dönem de sanat ilerleyeceği yerde geriledi.
-
RADYO VE TELEVİZYON SANSÜRÜ
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, 21 Şubat 1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu hükümlerinden yararlanılarak, 'Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi' kurulmuştu.PTT adına radyo yayınları yapan şirket, sermaye yetersizliği ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle başarılı olamadı.1936 yılında, radyo yayınları doğrudan doğruya PTT’ye bırakıldı.19 Haziran 1937 tarihli ve 3222 sayılı Telsiz Kanunu ise, elektromanyetik dalgalar ve vasıtasıyla her nevi resim, işaret ve sesleri vermeye ve almaya yarayan bütün telsiz tesisatı ve işletmesini devletin tekeline verdi.Özel kişilere ve kurumlara bu konuda izin verilmeyeceği hükme bağlandı .
Sansür, esas itibariyle, kişilerin kamu makamları ile ilişkileri açısından önem ve anlam taşıdığı için, zaten idare içinde yer alan bir radyonun, sonrada televizyonun sansürü değil olsa olsa iç denetimi söz konusu edilebilirdi.Ancak özellikle 1954-1960 arasında Radyonun iktidar partisinin aracı ve sesi haline getirilmesine bir tepki olmak üzere, 1961 Anayasasıözerk bir Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) kurulmasını öngördü.Bu kurum, Anayasaya aykırı olmamak kaydıyla, her türlü siyasi görüşe, karşıt düşüncelere yer verecekti.Ne var ki, 1961-1980 yıllarında Türk siyasi hayatının en çok tartışılan konularından biri olan TRT, 1971'de yapılan Anayasa değişiklikleri sırasında özerkliğini kaybederek sadece ‘tarafsız’ hale getirildi.
TRT, hükümet bildirilerini ve hükümet adına yapılacak konuşmaları yayınlamak zorundadır.Siyasi partilerin bu yayınlara karşı cevap hakkı vardır.Ancak, cevap hakkının kullanılabilmesi, TRT Siyasi Yayınlar Hakem Kurulu’nun bu yoldaki istemi kabulüne bağlıdır. TBMM'deki görüşmelerin canlı olarak yayını halinde, siyasi parti gruplarının görüşleri de, hükümet adına yapılan konuşmalar gibi yayınlanacaktır.
TRT, Türkiye'nin dış ilişkileri ile ilgili yayınlarda Dışişleri bakanlığının görüşünü dikkate almak zorundadır.
TRT, Türkiye'nin dış ilişkileri ile ilişkili yayınlarda Dışişleri Bakanlığı'nın görüşünü dikkate almak zorundadır. Milli güvenlik açıkça gerekli kılıyorsa, Başbakanın veya görevlendirebileceği bir bakanın yayın yasağı koyma yetkisi vardır. Tabii bu genel değil, sadece belli bir yayına veya habere ilişkin bir yetkidir.
Türkiye’de Radyo yayınlarında sansür 1938 yılında fiilen devlet tekeline giren radyo yayınlarında, 1943 tarihli 4475 sayılı Kanunun 20. maddesi ile, radyolarda yapılacak her türlü söz yayınlarının incelenip, programlara alınıp alınmamasının Basın ve Yayın Kurumu Umum Müdürlüğü'nce kararlaştırılacağı öngörülerek "radyo yayınlarında sansür" kurumu getirilmiştir. 1949 tarih ve 5392 sayılı, Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu ise, radyo müdürlüklerini bazı yetkilerle donatıp, merkezin denetleme yetkisini nispeten azaltmıştır.1950'deki iktidar değişikliğinden bir süre sonra, iktidar partisi radyo yayınlarında sansürü en etkili şekilde, özellikle de muhalefeti susturucu yönde kullanmaya başlamıştır.Radyonun tarafsızlığının güvence altına alınması, 1961 Anayasası ile gerçekleşmiştir.
1982 Anayasası ise 121. maddesi ile "radyo ve televizyon istasyonları ancak, devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenir" diyerek, radyo-televizyon üzerindeki devlet tekelini anayasal bir kurum haline getirmiştir. Bu Anayasanın 26. maddesi ile de, düşünce ve haberleşme özgürlüğüne ait hükmün, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların, izin sistemine bağlanmasına engel olmayacağı açıklanarak bu konuda sansür uygulamasına açıkça olanak tanınmıştır.
‘Türkiye’de Sinema ve Televizyon sansürü filmleri sansür yetkisi, 1932 yılına kadar valiliklerce uygulanmış, 1932 tarihli Sinema Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname ile merkezileştirilmiştir. Bu talimatnameye dayanarak, İstanbul'da kurulan sansür komisyonuna İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının ve Genel K
kurulan sansür komisyonuna İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının ve Genel Kurmay Başkanlığının birer temsilcisi, yanında, bir Polis Müdürü ve Emniyet Müfettişide katılmaktaydı. 1961 Anayasası, düşünce ve ifade hürriyetine açık bir şekilde yer vermekle beraber, sinema ve televizyon filmlerinden söz etmemiştir. Sinema ve televizyon filmlerinin açık bir hükme bağlanmayışı, bunların sansür edilip edilmeyeceği konusunda bir dizi tanışmaya yol açmıştır.1982 Anayasası radyo, televizyon veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanabileceğini belirtmekle, sansürü açıkça mümkün kılmış ve bu konudaki tartışmalara son vermiştir.’(SBA)
-
RTÜK
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Türkiye'de faaliyet gösteren tüm radyo ve televizyonların yayınlarını denetleyen kamu kuruluşudur. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun görev ve yetkileri 4756 Sayılı Yasayla değişik 3984 sayılı Kanunun 8. maddesinde belirlenmiştir.
Üst Kurul, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlal eden, yayın ilkelerine ve Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde ihlale konu olan programın yayını, bir ila on iki kez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır.
Aykırılığın tekrarı halinde 3984 Sayılı Yasanın 4756 Sayılı Yasayla değişik 33. maddesinde belirtilen miktarlarda idari para cezası uygulanır. Para cezaları, her yıl Maliye Bakanlığınca ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır. İhlalin, ihlal tarihinden itibaren, takip eden bir yıl içinde tekrarı halinde bu idari para cezaları yüzde elli oranında artırılır. İhlalin, ihlal tarihinden itibaren takip eden bir yıl içinde üçüncü kez tekrarında ihlalin ağırlığına göre izin uygulaması bir yıla kadar geçici olarak durdurulur.
3984 Sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun" ve bu Kanunun bazı maddelerini değiştiren 4756 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, gelir vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair" Kanun 21.05.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yeni düzenlemeler, teknolojik gelişmeleri ab normlarını içermektedir.
Kurul kararları idari yargının denetimine açıktır. Kurallar AB normlarına uygundur.
-
İNTERNET SANSÜRÜ
İnternet sansürü internetteki bilgilere erişmeye veya bilgi koymaya yönelik denetime denir.İnternet sansürü en yeni sansürlerinden biridir.İnternet sansürü, kontrol yetkisi olan kurum veya şirketlerin , kullanıcıların internetteki faaliyetlerine kontrol veya yasaklar koyması demektir.İnternet sansürünün giderilmesi şu anda internetin en büyük sorunlarından biridir.İnternetle ilgili olan çok sayıda şirket internet sansürünün giderilmesi, ayrıca İnternet sansüründen kaçınma yolları arayışları içindedirler. Google ve Orta Avupa Üniversitesi 20-22 Eylül 2010 tarihinde Macaristan’ın başkentiBudapeşte’de ‘‘Özgürlük’te internet 2010’’ uluslar arası önlemini düzenleyip bu konuda tartışmışlardır.Çeşitli kurum ve şirketler sansürden kaçınma için bazı araçlar hazırlamışlardır.Bu araçlardan bazıları; Freegate, Dynaweb, Tor, JonDo, Puff, Ultrasurf, Tor Tarayıcı Bandı, Hotspot Shield vb.
Dünya ülkeleri 2009 yılında ‘Reporters Without Borders’ 12 ülkeyi internet düşmanı ilan etti.Bu ülkeler; Çin, Myanmar, Küba, İran, Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Suriye, Türkmenistan, Özbekistan, Vietnam, Bahreyn ve Beyaz Rusya.
Çoğunlukla devlet kontrolünde yapılan sansürlerle pek çok internet sitesi erişime kapatılmaktadır. Bu sitelerin başında cinsellik, kumar, ırkçılık gibi temalara sahip siteler ile pek çok serbest paylaşım siteleri hedef alınmıştır.
-
BASINDA SANSÜR
Cumhuriyet öncesi dönemde basınla ilgili sansür uygulamalarına olağan zamanlarda da başvurulduğu görülür. İlk anayasa ‘Kanun-u Esasi’ 12. Maddesinde, ‘Matbuat kanun dairesinde serbesttir’ kuralını koymuştu. Bu anayasanın kabulünden önceki yıllarda ciddi bir sansüre tabii tutuluyordu. Kitap bastırabilmek padişahın iznine bağlıydı.1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi ’ne göre, gazete yayını hükümetin izni ile mümkündü.Nihayet ilk anayasanın kabul edildiği yıl, bir Heyet-i Vükela kararı ile İstanbul'da basılan gazetelerin Matbuat Dairesi’nce eyaletlerde basılan gazetelerinde mahalli hükümet makamları tarafından basımdan önce muayenesi kabul edilmiştir. Bu ortamda Kanun-u Esasi’nin 12. maddesi bir güvence getirememişti.1888 yılında yürürlüğe konulan Matbaalar mevzuatı da, matbaa sahiplerinin, Maarif Nezaretinden önceden izin alınmadıkça kitap basamayacaklarını öngörüyordu.
İkinci Meşrutiyetin getirdiği anayasa değişiklikleri arasında sansür açıkça önleyen bir hüküm vardır. Kanun-u Esasi’nin 12. maddesine ‘Matbuat kanun dairesinde serbesttir’ ilkesinin ardından şu cümle eklenmiştir: ‘Hiçbir veçhile kablettabı(yayından önce ) teftiş ve muayeneye tabii tutulamaz.’ Bu temel ilkeyi benimseyen 1909 Matbuat Kanunu da sansürü öngörmez. Âmâ özellikle Birinci Dünya Savaşı ortamında, askeri konularla ve devletin savunmasıyla ilgili hususlarda haber yayını sansüre tabii kılınmıştır. Cumhuriyete giden yıllarda ise, zaten örfi idare(sıkıyönetim) vardır ve artık her türlü yayın sansür edilmektedir.
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, basın hürriyetini güvence altına alır. ‘Matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir edilmeden evvel teftiş ve muayene tabii değildir’ (m.77). Şu halde, basında sansür-hiç olmasa dar anlamıyla- uygulanmayacaktır. Ne var ki, genç Cumhuriyetin başında bazı iç olaylardan ve dış tahriklerden doğan dertler vardır. 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükun Kanunu bu yüzden kabul edilir. Bu kanunun birinci maddesine göre hükümet, irtica ile, isyanla, memleketin toplum düzenini, huzur ve sükununu, güvenliğini bozacak tahrik, teşvik ve teşebbüslerle ilgili yayınları Reisicumhurun tasdiki ile doğrudan doğruya ve idari yoldan, yani herhangi bir yargı yoluna başvurmak gerekmeksizin yasaklamaya yetkilidir. Tabii bu olağanüstü halin gerektirdiği bir düzenlemedir; daha sonraki yıllarda da bu tür 'sıkıyönetim' düzenlemelerinin örnekleri görülmüştür. Belki, uygulandığı süre bakımından, ‘sıkıyönetim’ rejimleri ve bunların sağladığı basın sansürü imkanı, olan dönemlerde neredeyse başa baştır; ama bu sansür, olağanüstü düzenlemelere dayandığı için, hukuk açısından gene de istisna teşkil eder.
Gerçekten de, 1931 tarihli Matbuat Kanunu bazı kısıtlamalar getirdiği gerekçesiyle eleştirilmişse de bu kanun dar anlamıyla sansüre yer vermemiştir. Gerçi 1938 yılında yapılan değişiklikle, gazete ve dergi çıkarılması idarenin iznine bağlanmıştır. Ancak bu, kaynakta ve başlangıçta bir denetim imkânı vermektedir. Zaten 1946'da, gazete ve dergi çıkarmak için aranan İzmir (ruhsatname) ve belli miktarda bir para depo etme şartı kaldırılmıştır.
1931 Matbuat Kanunu, 15 Temmuz 1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu ile yürürlükten kaldırıldı. Yeni kanun daha hürriyetçi ve Anayasa’ya uygun idi. İdareye tanınan yetkiler çok sınırlıydı. Yalnız, Bakanlar Kurulu’na yabancı ülkelerde yayımlanan gazete ve dergilerle basılı eserlerin Türkiye’ye sokulmasınıveya dağıtılmasını yasaklamak yetkisi tanınmıştır. Şüphesiz bu yasaklama, klasik ve dar anlamda olmasa da, bir sansürdü. Çünkü yayından öncesine ilişkin bulunmuyordu. Ama söz konusu yayınlar henüz Türkiye’ye girmeden veya dağıtılmadan uygulanan bir idari önemli.
5680 sayılı kanun, ‘dolaylı sansür’ sayılabilecek bazı yayın yasakları da öngörmüştü: İntihar olaylarına ilişkin resimli ve ayrıntılı haberlerle evlenmeleri yasaklanmış kimseler arasındaki cinsel ilişkilerle ilgili haberlerin yayınlanması yasaktı. Ancak, bu tür yasakların müeyyidesi yayından, dağıtımından sonra uygulanıyordu.
6733 sayılı kanunlaBasın Kanunu’na eklenen hükümler yayın yasaklarını arttırdı. Bunlara göre, kanun, tüzük veya resmi kuruluşlarca öngörülen yasaklama kararları gereğince gizli yapılan toplantılardaki görüşmelerin veya alınan kararların ya da gizli olan soruşturmaların ve aşamalarının ve yargı yerlerinin görüşmelerinin, memleketi ahlakını, aile düzenini bozacak veya cürüm işlemeye teşvik ve tahrik edecek şekilde heyecan uyandıracak ayrıntıların yayını yasaktı. Bütün bunlar 27 Mayıs 1960 harekâtına yol açacak uygulamalara imkân verdi ve zaman zaman bazı gazete sütunlarının yazısız, beyaz çıktığı görüldü. Siyasi muhalefet, basın sansürüyle karşı karşıya kalmıştı.
1961 Anayasası’nın, önce düşünce ve kanaat hürriyetinigüvence altına alan, sonrada özellikle basın ve yayın alanında sansürü açıkça yasaklayan (m.22-24) hükümleri bu geçmişe bakarak konulmuştu: ‘Basın hürdür, sansür edilemez’ (m.21/1), ‘Gazete ve dergi çıkarılması, önceden izin alma ve mali teminat şartına bağlanamaz’ (m.23/1), ‘Kitap ve broşür yayımı izne bağlı tutulamaz; sansür edilemez’ (m.24/1).
1961 Anayasası’na göre basın hürriyeti de sınırsız değildi.Öncelikle 1971 yılında 1488 sayılı kanunla yapılan Anayasa değişiklikleri, devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü, milli güvenliği koruma amacıyla ve kanunla yeni sınırlamalar getirebileceğini kabul etmişti. Çünkü olaylar, ülke bütünlüğünü, hürriyetçi demokratik hukuk devletini tehdit eder boyutlara ulaşmıştı. Sıkıyönetime tekrar başvurmak gereği duyulmuştu. Ama, Anayasa’nın öngördüğü olağandışı rejim de artık yeterli olmuyordu.12 Eylül 1980 harekatıyla gelen ‘Anayasa üstü olağandışı’ yönetim işte bu gelişmelerin sonucu oldu.
1982 Anayasası, bu bakımdan, basın ve yayınla ilgili hürriyetleri çok daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir. Temel ilke gene basın hürriyeti ve sansür yasağıdır (m.28) Ancak, Ülke bütünlüğüne ve milli güvenliğe zarar verici, suç işlemeye, isyana teşvik edici haber veya yazıların yazılması halinde, gecikmede sakınca varsa yetkili idari makamın kararıyla dağıtım önlenebilir. Bu takdirde durum süratle (en geç 24 saat içinde) yetkili hakime intikal ettirilecektir.
3. DÖNEMLERE GÖRE SANSÜR
Özgürlük kısıtlaması olarak toplumlar tarafından kabul edilmeyen sansür hayatımıza yeni giren bir kavram değildir. Örneklerine milattan önceki devirlerde rastlanmaktadır.
-
11. ve 12. yüzyılda İspanya ve Venedik’te elle yazılan ‘yazma haber mektupları’ hükümet tarafından sansür edildikten sonra dağıtılırdı.
-
1569’da Papa B. Pierre, Nicole Franco adındaki bir haberci, para karşılığı zenginlere satılan ‘basma haber mektuplarını yayımladığı için astırdı.
-
Roma’da kilise tarafından, 1587’de Carpello adındaki habercinin yayımladığı haberler yüzünden önce sağ eli sonra dili kesildi.
-
1546’da Fransız hükümeti, Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’ni sansür işiyle görevlendirerek dine ve devlete ait kitaplar yayınlayıp dağıtan Etienne Dolet adında birini yaktırdı.
-
İngiltere’de de asillerle hâkimleri eleştirmek yasaklanmıştı.
-
M.Ö. 5. yüzyılda felsefenin doğduğu topraklarda yaşayan ve düşünce özgürlüğünü savunan Atina’da Miletus’un tahrip edilişini hatırlatan bir piyesin temsilini devamlı yasaklamışlardı.
-
Roma’da iftira ve fitne söz söyleyenler yöneticiler tarafından cezalandırılırdı.
-
1521’de Avrupa’da Kral V. Karl, sansürden geçmeden kitap yayınlamanın suç olduğunu belirten ferman çıkardı. [1]
[1] M. Nuri İnuğur, “Basın ve Yayın Tarihi”, s.95, 2008, İstanbul
1821 yılında Yunan İsyanını destekleyen Avrupa gazetelerinin kamuoyunu yönlendirme gücü Osmanlı yönetiminin basının önemini anlamaya başlamasına sebep olmuştur. Bu yıllardaki gelişmeler sonucunda devletin kendi görüşlerini halka aktarmak için gazete yayımlama fikri oluşmuştur. Gazete ile birlikte Osmanlı'da ilk basın yasağı 1857 yılında gelmiştir.
3.1 ERKEN DÖNEM
II.Abdülhamid kendinden önceki padişahlar gibi devleti dağılmaktan kurtarmayı hedefliyordu. Ülkeyi "istibdat" rejimi altında yönetmekte koruyabileceğini düşündü. Rejimin önemli dayanağı sansürdü. Osmanlı Devleti’nde ilk “sansür kararnamesi” Abdülaziz döneminde (1861-1876) yayımlanmıştı ama II. Abdülhamid döneminde kapsamı akıl sınırlarını aşan boyutlara ulaştı. Kapsamına yalnız gazete ve dergileri, kitapları almakla yetinmeyen, tramvay biletlerine, ilanlara, konyak şişesi etiketlerine kadar akla gelen ve gelmeyen her şeye yönelen bir sansürdü.
"Muhalif gazeteleri takiben 1864 yılında yeni bir Matbuat Nizamnâmesi yayımlanarak hükûmetten izin almadan gazete çıkarmak, resmî yazıları yayımlamamak, iç güvenliği bozmaya yönelik kışkırtıcı yayımlarda bulunmak, genel adap ve ahlaka yayım yapmak, padişaha saldırı sayılabilecek yazılar yazmak, dost devlet liderlerine dokunan söz ve deyimler kullanmak, devlet memurları ve yabancı diplomatları kötülemek gibi suçlar yasaklanmıştır. 1867'de çıkarılan Âli Kararnâme ile birlikte de muğlak ifadelerden oluşan yeni yasaklar nizamnâmeye eklenmiştir.Yeni tanımlanan bu suçlara dayanarak çok sayıda gazete kapatılmış, birçok gazeteci ise meslekten men edinmiştir. 11 Mayıs 1876 tarihli bir kararname ile ise sansür ilk kez resmîleşmiş ve gazetelerin matbaada basılmadan evvel denetlenmesi usulü getirilmiştir."
Ceza yasalarında basın özgürlüğünü kısıtlayan pek çok madde dururken, 12. maddenin bir anlamı olmayacağını düşünenlerden biri de Hayal adlı mizah dergisidir. Dergide yayımlanan bir karikatürde, elleri ayakları zincirle bağlı Karagöz’e Hacivat “Nedir bu bal Karagöz?” diye sormakta ve “Kanun dairesinde serbesti Hacivat!” yanıtını almaktadır. Abdülhamid’in bu karikatürün Kanun-u Esasi’yi aşağıladığı gerekçesiyle açtırdığı dava sonucu Hayal’i yayımlayan Teodor Kasap, 1884 tarihli Matbuat Nizamnamesi ‘ne göre üç yıl hapse mahkûm ediliyordu.
Abdülaziz'in tahttan indirildiği 30 Mayıs 1876 tarihinden itibaren basına uygulanan yasak ve sansürler hafiflemiş ancak 93 Harbi'nin başladığı 23 Nisan 1877 tarihinden itibaren başlayan II. Abdülhamid'in istibdat dönemiyle basına yapılan takibat daha da kuvvetlenmiştir. Eylül 1877'de çıkarılan sıkıyönetim kararnamesine dayanılarak birçok gazeteci sürgün edilmiş, ilk kez sansür kurulu oluşturulmuştur.Kurula “Matbuat Müdürlüğü” adı verilmişti. Bu müdürlük, Dâhiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı) bağlı “Matbuat-ı Dâhiliye- Müdürlüğü” ile Hariciye Nezareti’ne (Dışişleri Bakanlığı) bağlı birimlerine ayrılıyordu.Sansür kurulunun hangi ilkelere göre çalışacağını belirleyen dokuz maddelik gizli bir yönetmelik, Yıldız Sarayı başkâtibi Tahsin imzasıyla Matbuat Müdürlüğü’ne gönderilmişti. Kuralda 1880 yılına kadar birkaç, memur görevliyken görevli sayısı ilerleyen zamanlarda yükseldi. Görevli sayısı zamanla arttıkça, hem basılan kitap sayısı hem yapılacak iş azalmış, üyeler işi sigara kâğıdı ve kibrit kutusu kapaklarındaki resimleri incelemeye ve sansür etmeye kadar vardırmıştır. Sansür işleriyle birinci derecede Sarayla doğrudan ilişkide bulunan ve oradan talimat alan Matbuat Müdürü ilgilenmekteydi. Çağın Matbuat Müdürleri Mehmet Efendi ile Ahmet. Arifi, Behçet, Hıfzı ve Ebülmukbıl Kemal beylerdir. Bunlardan Hıfzı ve “Kızılkuyruk” sanıyla anılan Ebülmukbil Kemal, en acımasız, dolayısıyla en ünlü sansürcü başkanlardır.
Politik yayımların ağır sansüre maruz kaldığı bu dönemde gazeteler ağırlıklı olarak teknik, bilimsel ve edebi konular içermekteydi. Bu sert denetleme ortamında devletin kendi gazetesi olan Takvim-i Vekayi dahi 1879 yılında bir dizgi yanlışı nedeniyle kapatılmış, 1891'de yeniden çıkmaya başlasa da 1892'de aynı sebeple tekrar kapatılmıştır.
3.2 İTTİHAT VE TERAKİ DÖNEMİ
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. İttihat ve Terakki Partisi, hükümet kurdu. İttihat ve Terakkiciler, Abdülhamit’in baskı ve yasaklı uygulamalarını hoş karşılamıyor ve eleştiriyorlardı. Hükümet olduklarının ilk aylarında oldukça özgürlükçü görünüyorlardı. 24 Temmuz 1908’de sansürün kalktığını, basının özgür olduğunu açıklamışlardı. Gazeteler “Gazeteler hürdür. Artık sansür yasaktır. Gazeteleri sansür etmeye kalkmak ağır bir suçtur” diye başlık attılar. Sansür memurlarını gazetelere almadılar ve kovdular. Bu süre içinde 200’den fazla gazete çıkmaya başladı.
İttihatçıların basın özgürlüğüne yönelik uygulamaları fazla uzun sürmedi. Kendilerine karşı olan basına sansür ve yasak uygulamaya başladılar. Önceden yürürlüğe konulan Matbuaat Kanunu’nda değişiklik yapıldı ve ağır cezalar konuldu. Örneğin:
-
Siyasi gazete imtiyazı almak için İstanbul’da 500, taşrada 200 lira depozit yatırılması zorunlu kılındı.
-
Devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek biçimde yayın yapan gazeteler, bakanlar kurulunun kararıyla kapatılması;
-
Sıkı Yönetim bölgelerinde sansür kurulunun izni olmadan gazete yayınlanmaması
gibi yasaklar konulmuştur. Ancak 29 Temmuz 1909 tarihinde alınan Meclis-i Mebussan kararıyla Ebüzziya Tevfik Bey'in "aşırı özgürlükçü" olarak yorumladığı yeni bir basın kanunu çıkarılmıştır. İttihatçılar, baskı, yasak ve sansürle de yetinmediler. Bu kez karşıt gazetecileri öldürtmeye yöneldiler. Hasan Fehmi Bey, Ahmet Samim Bey ve Zeki Bey İttihat ve Terakki karşıtı yazıları nedeniyle öldürüldüler.
"İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tetikçileri tarafından 1909'da Galata Köprüsü üzerinde tabancayla öldürülen Hasan Fehmi Bey, ilk basın şehididir.
Tehdit mektupları almasına rağmen çizgisini bozmayan gazetecinin katili ise öğrenilemedi.
Hasan Fehmi'nin ardından, 1910 yılında Ahmet Samim, yine İttihat ve Terakki emri ile öldürülmüştür.
Son isimse Zeki Bey. Aralarında İttihatçıların da bulunduğu bazı kişilerin yolsuzluklarını ortaya çıkardı. Hazırladığı rapor, İttihat ve Terakki Genel Merkezi'nin eline geçince, hakkında idam kararı verildi. "
Kuyaş, Ahmet (Ocak 2015). "Basının ilk üç şehidi". #tarih (8): 40.
1912 yılının yaz aylarında İttihat ve Terakki'nin iktidardan düşmesini takiben cemiyetin gazetesi Tanin birçok kez kapatılmıştır. Bâb-ı Âli Baskını ile yeniden iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki'nin üyesi Mahmud Şevket Paşa'nın 11 Haziran 1913'te öldürülmesiyle basın üzerindeki kapsamlı yasaklar ve sansürler dönemi yeniden başlamış; birçok gazeteci sürgün edilmiş, hapse atılmış ve meslekten men edilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında sansürün dozu oldukça artmış, İttihat ve Terakki'nin İstanbul Milletvekili Hüseyin Cahit Bey'in gazetesinin dahi kapatıldığı bir dönemden geçilmiştir.
3.3 CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyetin ilk iki yılında özgür bir basın ortamı oluşmuştu. İstanbul basını ile Ankara basını arasında ciddi bir mücadele vardı. Ancak üzerlerindeki baskı da bir o kadar ciddiydi.
Aydınlar, gazeteci ve düşünürler ABD yanlı tutum izlemeye yöneldiler. Öyle ki, ABD Başkanı Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni (Derneğini) kurdular. Bu derneğin yönetim kurulunda Halide Edip, Celal Muhtar, Ali Kemal, Refik Halit Karay bulunuyorlardı. Cemiyetin (Derneğin) üyeleri arasında Celal Nuri (Ali Gazetesi), Necmettin Sadak (Akşam), Velid Ebüzziyya (Tasvir-i Efkar), Cevat (Zaman), Ahmet Emin Yalman (Vakit), Mahmut Sadık (Yeni Gazete), Yunus Nadi (Yenigün).
Bu dernek, ABD Mandacılığının öncülüğünü yapıyordu. Hatta ABD Başkanı Wilson’a mektup göndererek, Türkiye’ye rehberlik etmesini Türkiye’nin eğitilmesini ve korunmasını öneriyorlardı.
Ankara’da yeni toplanan Millet Meclisi 6 Mayıs 1920 tarihli ve 2 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesiyle: “Ankara, Sivas, Diyarbakır, Konya, Kastamonu, Afyonkarahisar, Eskişehir, Bursa, Erzurum, Van, Salihli, Milas ve Muğla ile kıyı kentlerinden Antalya, Fethiye, Bodrum, Kuşadası, İnebolu, Sinop, Samsun, Trabzon, Giresun, Bandırma, Biga’da sansür merkezleri kurdu. Bu sansür merkezlerinin kuruluş amacı, Emperyalist ülkelerin Anadolu’nun bağımsızlık mücadelesini engelleyici yayınlarını durdurmaktır.
3.4 TAKRİR-İ SÜKUN DÖNEMİ
Şeyh Said İsyanının çıkmasıyla çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisini devreden çıkararak bakanlar kurulunun yaptırım gücü elde etmesini sağlamıştır. Kanunun çıkmasıyla bütün muhalif gazeteler kapatılarak Velid Ebüzziya, Ahmet Emin, Eşref Edip, Suphi Nuri, Fevzi Lütfi, İsmail Müştak gibi dönemin önde gelen gazetecileri İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmışlardır. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e çektikleri özür ve af telgrafları sonucunda beraat eden gazetecilerden Ahmet Emin ancak 1936'da Atatürk'ten aldığı özel izin ile mesleğe dönebilmiştir. Aynı dönemde hükûmeti desteklemelerine ve Şeyh Said İsyanının İngiltere teşvikiyle çıkarıldığını yönünde yayımlar yapmalarına rağmen Türkiye Komünist Partisinin yayımları da yasaklanmış, komünist gazeteciler çeşitli hapis cezalarına çarptırılmışlardır.
Milli mücadelenin İstanbul'daki sesi Hadisat gazetesi, İstanbul hükümeti tarafından kapatılırken, Erzurum Kongresi sırasında muhalif bir yazı yazan Selamet gazetesi yazarı Ömer Fevzi bey, tutuklanmamak için kaçmıştı.
3.5 MİLLİ MATBUAT DÖNEMİ
1931 yılında ilk basın kanunu "memleketin genel siyasetine dokunacak yayım yapan" gazetelerin kapatılması yetkisini içeren cumhuriyet döneminin ilk basın kanunu çıkarılmış, 1938 yılında eklenen maddelerle yeni yayım çıkarmak isteyenlere yüksek meblağlar içeren teminat mektubu getirme şartı getirilerek "kötü ünlü kişilerin" gazetecilik yapması yasaklanmıştır. Hükûmet, II. Dünya Savaşı döneminde gazetelerin Mihver Devletleri ve Müttefik Devletler ekseninde taraflı yayım yapmasına bir yaptırımda bulunmamasına karşılık cephe haberlerinde yalnızca Anadolu Ajansından gelen bilgilerin yer verilmesine verilmesine izin verilmekteydi. İç politika ve ekonomik koşullar ile ilgili haberler ise tamamen hükûmet kontrolündeydi. Savaş döneminde sebep belirtilmeksizin birçok gazete kapatılmıştır. Gazetelerinin kapatılmasını ve zarar etmeyi istemeyen gazeteler bir sansür kanunu çıkarılmasını talep etmiş, böylece basımdan önce sansürden geçen gazetelerin kapatılma gibi bir durumla karşı karşıya gelmesinin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Ancak basını hali hazırda tam teşekküllü bir şekilde denetleyen hükûmet sansürcü durumuna düşmemek adına bu yönteme uzak durmuştur.
1940'lı yıllarda, Sovyetler ile ilişkilerde gerginlik hâkimdi. O dönem Sovyetlerle ilişkilerin geliştirilmesini savunan Tan gazetesi, kışkırtılmış bir grup üniversite öğrencisi tarafından basıldı. İstanbul Üniversitesi'nde toplanan gençler, iktidara yakın kişilerin yönlendirmesi ile gazetenin binasını, matbaasını yağmaladı. O kişilerden hiçbiri yakalanamadı.Dönemin gazeteleri, olayı basın özgürlüğüne bir saldırı olarak değil, 'Mücadele adına iyi bir hareket' olarak gördü.
3.6 DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ
1946 Türkiye genel seçimleri ile 1950 Türkiye genel seçimleri arasındaki dört yıllık dönem basının Demokrat Parti yanlısı bir yayım politikası izlediği bir dönem olmuştur. 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin ilk işlerinden biri basının üzerindeki baskıyı hafifleyen yeni bir kanun çıkarmak olmuştur. Ayrıca Başbakan Adnan Menderes her ay basının önde gelenlerini ağırlayıp sıkıntılarını dinlemekteydi. Selim Ragıp Emeç'in "basının altın çağı" olarak yorumladığı bu dönemde Sedat Simavi'nin Hürriyet'i çıkarması ile basında bir dönüşüm gerçekleşmeye de başlamıştı. Gazeteler hükûmetin mesajlarını halka iletme işlevinden halkın isteklerini hükûmete iletme aracı haline gelmiştir. Fakat bu dönem uzun sürmeyecektir.
"ABD'li gazeteci Eugene Pulliam 1958'de Menderes ile görüşmek için Türkiye'ye gelir, kendisine randevu verilir. Üç gün otelde bekler, sonrasında iletişime geçtiği Menderes, programının yoğun olduğunu söyleyince gazeteci ülkesine döner, ancak çok sinirlenmiştir. Ülkesinde Menderes ile ilgili bir yazı kaleme alır. O yazı Türkiye'de de bazı gazeteler tarafından yayınlanınca, bizzat Menderes'in emriyle gazeteler kapatılır, davalar ardı ardına açılır. "
1960 yılında basın ve iktidar arasındaki kutuplaşma oldukça keskinleşmiş, kimi gazeteler Adnan Menderes haberlerine gazetelerinde çok az yer ayırma kararı almışlardır. İktidar buna karşılık yayım yasaklama, yayımların basım ve dağıtımını durdurma, her kurumu ve evi izinsiz arama gibi yetkilere sahip olan Tahkikat Komisyonunu oluşturarak hamle yapmış olmasına karşın bu komisyon 27 Mayıs Darbesi sonucunda kurulmasının henüz 1,5 ay sonrasında dağıtılmıştır.
3.7 1960'lı ve 1970'li Yıllar
Demokrat Parti iktidarı döneminde ağır takibata maruz kalan basın 27 Mayıs karşılamıştır. Millî Birlik Komitesi yürürlükteki basın kanunu kaldırmış, resmî ilan dağıtımını Basın İlan Kurumunu kurarak düzene sokmuş ve gazetecilerin haklarını düzenleyen 212 Sayılı Kanun'u çıkarmıştır. Gazetecilere bu kanunla tanınan haklar gazete sahiplerinin tepkisini çekmiş;
Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman,Vatan,Yeni,Sabah gazetelerinin sahipleri protesto amacıyla 12, 13 ve 14 Ocak 1961 tarihlerinde gazete çıkarmayacaklarını açıklamışlardır. Buna karşın Darbesi'ni olumlu gazeteciler bu üç gün Basın gazetesini çıkarmışlardır.
1 Mart 1961 tarihinde Vatan'daki bir yazısı nedeniyle tutuklanan Aziz Nesin ve yazı işleri müdürü İhsan Ada yeni dönemde tutuklanan ilk gazeteciler oldular. 1961 Anayasası ile önceki dönemlere nazaran örgütlenme ve ifade özgürlüğü haklarındaki olumlu değişme politik haberciliğin gelişmesini sağlamış; solcu, ülkücü ve İslamcı çok sayıda yayım piyasaya çıkmıştır.
12 Mart Muhtırası ile 10 yıllık görece özgür dönem sona ererek çok sayıda gazeteci tutuklanmış, kimi yayımlar kapatılmıştır. Çoğu gazeteci 1974 yılındaki affa kadar hapis yatmıştır.
3.8 1980'li ve 1990'lı Yıllar
12 Eylül Darbesi ile kurulan Millî Güvenlik Konseyi onlarca gazeteci ve yazarı tutuklamış, yayın yasakları ve sansür uygulamış, çok sayıda yayımı kapatmıştır. 1983 Türkiye genel seçimleri ile iktidar olan Anavatan Partisi döneminde de muhalif gazetecilere uygulanan baskı sürmüştür. 1980'li yıllarda iki binin üzerinde basın davası açılmış, üç bin gazeteci, yazar ve yayımcı yargılanmıştır. Yazı işleri müdürlerine ise toplamda beş bin yıldan fazla hapis cezası verilmiştir. Ayrıca SEKA eliyle yapılan üst üste kağıt zamları ve Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu ile muhalif gazetelerin üzerindeki baskı artırılmıştır.
1990'lı yıllarda önceki dönemlere nazaran güçlü bir iktidar bulunmadığından terörle savaş, faili meçhul cinayetler, köy boşaltma ve toplu öldürmeler, siyasi cinayetler, mafya eylemleri basında sık sık yer almakta ve basın üzerinde baskı oluşturamayan iktidarlar da bu haberler engelleme metotları aramaktaydı. 15 Aralık 1990 tarihinde Turgut Özal cumhurbaşkanlığı, Yıldırım Akbulut başbakanlığı döneminde bir kararname çıkarılarak olağanüstü hal valilerine "kamu düzenini bozacağı ve halkın heyecanlanmasına sebep olacağı" düşünülen yayımları mahkeme kararı olmaksızın yasaklama ve toplatma yetkisi verilmiştir. Nisan 1991'de de Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yeni yasaklar getirilerek çok sayıda gazeteci mahkum edilmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyetine göre 1990'lı yıllarda başta Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Turan Dursun olmak üzere 37 gazeteci ve yazar faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir. Günümüzde bu cinayetlerin ve Özgür Ülke bombalaması gibi gazetelere yönelik saldırıların devlet eliyle düzenlendiği düşünülmektedir.
3.9 2000’li Yıllarda Sansür
7.ve 8. Türkiye Hükûmeti batılılaşma gerekçesiyle 2 Kasım 1934 tarihinden 6 Eylül 1936'ya kadar Türk müziğinin radyoda çalınmasını yasaklamıştır.Türk müziği yayınlarının radyodan kaldırılmasına gerekçe olarak bazı kaynaklar o tarihlerde Eyüp Musiki Derneği'nin diğer Batı müziği topluluklarının da yer aldığı bir etkinlikte Türk müziği ekibinin pespaye kıyafetler içinde bu konsere çıkılmasına Mustafa Kemal Atatürk'ün sinirlenerek "çağdaş bir ulusla böyle bir musiki icra ve sunuş anlayışının bağdaşmayacağı" düşüncesini beyan etmemesi ve ardından Türk müziği yasağı kararını aldığı düşünülmektedir. Bu sansür Sinan Çetin'in yönettiği Mutlu Ol Bu Bir Emirdir adlı 2008 yapımı kısa filmde mizahi bir dille eleştirilmiştir.
Türkiye'de radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörü günümüzde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından düzenlenip denetlenmektedir. RTÜK, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun 8. maddesinde sıralanan yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara idarî para cezaları verebilir. Ayrıca yayın durdurma, belirli bir yayın kuşağında RTÜK tarafından belirlenen "kamuya yararlı konularda" program yapma zorunluluğu, program yapımcısı veya sunucusunun program yapma veya sunmasının engellenmesi gibi idarî tedbir kararları uygulayabilir
4.MEDYA VE DEMOKRASİ
4.1 YASAKLANAN SANSÜRÜN VE KISITLAMALARIN TERS ETKİSİ
Olay 2003 senesinde Kenneth adelmanın, California Malibu kıyısındaki yalı erozyonuna dikkat çekmek istemesiyle havadan çektiği 12.000 fotoğrafı sitede yayınlamasıyla başlar. çekilen fotoğraflar arasında kendi yalısının fotoğrafını da gören Barbra Streisand yalısının fotoğraflarının kaldırılması istemiyle 50 milyon dolarlık bir dava açar. gerekçe olarak da mahremiyetinin ihlal edildiğini öne sürer. Olayın dikkat çekici yanı Barbra Streisand, davayı açana kadar fotoğraflar siteden yalnızca 6 kez indirilir ve bu 6 indirmeden 2'si de Streisand'ın avukatı tarafından gerçekleştirilir. dava kamuoyunda duyulmaya başlayınca işin rengi değişir ve fotoğraflar 420.000 in üzerinde görüntülenme alır ve sansürleme çabasının tam tersi bir etki yarattığını gözler önüne serer. 2005 senesinde blogunda bu durumu dile getiren Mike Masnick internet sansür olaylarında, sansürlemenin yarattığı ters etkiye barbra streisandın adını vererek Streisand etkisi der. Konuyu bizim diyara çekmek gerekirse, türkiyeden de Striesand etkisinin hissedildiği onlarca örnek vermek mümkün.
Erişimi engellenen sitelerin ortalama trafiklerini katladıklarını, özel görüntülerim internette dolaşmasın diye dava açan manken-oyuncu arkadaşın, tüm bilgisayarlardaki görüntülerini, yemeksepetinde aldığı olumsuz yorumu, kimse görmesin diye dava açmakla tehdit eden ve konuyu bütün ülkenin gündemine taşıyan pizza şirketini, aslında bunca yıldır yasak olmasına rağmen sanki o reklam özelinde yasaklanmış gibi ekranlarımıza düşen yasaklanan alkol reklamını, cinsel hayatı hakkında aşağılayıcı yorumlar yapan gazetelere olay çok büyümesin diye dava açmayan zeki müreni, ekşi sözlüğe ne zaman dava açılsa bilinirliğinin ve insanlardaki aidiyet duygusunun arttığını, Streisand etkisinin yerel örnekleri olarak sunabiliriz.
Türkiye’de internet erişim engellemeleri ve sansür algısında farklılıkların bulunması, bu konudaki literatüre de yansımaktadır. Literatürde, sınırsız internet erişim özgürlüğü isteyen, 5651 Sayılı Kanun’u eleştiren ve kaldırılması gerektiğini savunan ya da tüm filtreleme ve erişim engellemelerini sansür uygulaması olarak nitelendiren birçok yayın yer almaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’de internet erişim özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olan uygulamaların, mevcut hukuksal düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Önceki çalışmalardan farklı olarak, mevzuat, uygulama ve alınan kararlar arasındaki ilişki ayrıntılı olarak incelenmiş, zararlı içeriğe sahip olduğu gerekçesiyle internet sitelerinin erişime kapatılmasının ne kadar başarılı olduğuna yanıt aranmış ve erişim engellemelerinin amacına ulaşabilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda önerilerde bulunulmuştur. Ayrıca, alternatif yöntemler aracılığıyla erişime kapatılan sitelere nasıl kolayca erişim sağlanabildiğine dikkat çekilmiş ve bu durumun bilgi erişim özgürlüğü kapsamında hukuksal değerlendirmesi yapılmıştır. Literatürde yer alan eleştirilerin geçerliği hukuksal düzenlemeler, alınan erişim engelleme kararları, Yargıtay kararları ve uygulama sonucunda amaçlanan hedefe ulaşılabilme durumu irdelenerek yeniden değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgularda çocuklar için zararlı içerikle mücadele konusunda dünya genelinde ortak irade oluştuğu, ancak Türkiye’de daha kapsamlı mücadelenin saydam olmayan yöntemlerle yürütülmesinden dolayı “sansür uygulaması” algısının oluştuğu görülmektedir. Erişime kapatılan sitelere Türkiye’den erişim istatistikleri 5651 Sayılı Kanun ve uygulanan yöntemin amaçlanan hedefe ulaşmada yetersiz kaldığını göstermektedir.
Latin kökenli “censere” kelimesinden gelen sansür; değerlendirmek, görüş bildirmek anlamını taşımaktadır (Oxford, 1968). Günümüzde sansürün sözlük anlamı, “her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin yayınının ve gösterilmesinin izne bağlı olması, sıkı denetim” şeklinde tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2006). İnternet öncesinde düşünce, ifade ve iletişim özgürlüğü ile birlikte gündemde yer alan sansür uygulamaları internetin yaygınlaşması ile birlikte, internet erişim hakkı ve bilgi edinme hakkı konularıyla da yoğun olarak tartışılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren müstehcenlik1 , politika, sosyal ve din alanlarında bilgi merkezlerinde yoğun olarak uygulanan sansürün günümüzde bilgi kaynaklarının daha fazla bulunduğu internet üzerinde uygulandığı görülmektedir (Oppenheim ve Smith, 2004). Ancak internet sansürü ülke, kültür ve içeriğe (çocuk pornografisi, terörizm, kumar vb.) bağlı olarak değişen yeni ve önemli bir olgudur (Al-Saqaf, 2010). İnternete ilişkin “filtreleme” deyimi ise, bir otorite tarafından uygulandığında sansür ile aynı anlamı taşımakta ve çoğu zaman sansür uygulamasının teknik ifadesi olarak kullanılmaktadır. Toplum ahlâkının korunması, çocukların korunması ve güvenlik gibi gerekçelerle birçok ülkede çocuk istismarı, şiddet, ırkçılık, uyuşturucu, kumar, terörizm ve pornografik içeriğe filtre uygulanmaktadır (Bothma, 2010). Demokratik toplumlarda filtreleme sorumluluğu, kullanıcının kendi iradesi ile yapacağı tercihlere bırakılmaktadır. Tartışmaların özünü, internet sansürünün varlığının kabullenilmesi ve hangi durumda erişim engellemesinin uygulanacağı konusu oluşturmaktadır. Müstehcenliğin ve pornografik içeriğin neler olduğunun tanımlanamadığı noktada, internet sansürün tanımının yapılabilmesi güçtür (Jones, 1999). Malley’e (Malley, 1990, s.21) göre sansürün hangi ölçüde uygulanacağı, politik düşünceye bağlı olarak değişmektedir.
Bu noktada aynı otorite tarafından uygulanan ve özgürlüğü kısıtlayan sansür ile erişim engelleme arasındaki farkın da dikkate alınması önemlidir. Engelleme, toplum içerisinde etik olarak yayılması istenmeyen bir etkinliğin durdurulması için konulmuş kesin ve açık kurallardır. Sansür ise, bireylerin ya da toplumun düşünce ve ifadesini baskı altına alan bir yaklaşımdır. Bu yönü ile sansür, otoritenin kaygılarını gidermede kullanılan daha katı bir tutumun yansımasıdır (Prabhat, 2011). Sansür ile erişim engelleme arasındaki anlamsal ve uygulamadaki farklılık erişim engellemelerini meşru hale getirmektedir. Bu nedenle, otoriteler sansür uygulamalarını da “erişim engelleme” ifadesiyle ve yasal düzenlemelere dayandırarak hayata geçirmektedirler. Türkiye’de İnternet Erişim Engellemelerine İlişkin Tarihsel Süreç İnternet ile 1993 yılında tanışan Türkiye’de, internetin kullanımı 1990’lı yılların sonundan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. 2000’li yılların başına kadar olan dönemde, Türkiye’de internet kullanımına yönelik doğrudan ve genel müdahale olmamıştır. 1 Müstehcen: Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız (Türk Dil Kurumu, 2013) 219 İnternet Erişim Özgürlüğünün Kısıtlanması BİLGİ DÜNYASI, 2013, 14 (2) 215-239 Türkiye’nin internet ile tanıştığı tarihten itibaren erişim engellemeleri ile ilgili gelişmeler dikkate alındığında, internet erişim engellemeleri ve içeriğe müdahalenin üç döneme ayrılarak açıklanabileceği görülmektedir. Bunlar; 1993-2000 yılları arasındaki internet ile tanışma ve kullanımın yaygınlaşması dönemi, 2001-2006 yılları arasındaki hukuki düzenlemeler ile müdahale dönemi ve 2007 ve sonrası 5651 Sayılı Kanun çerçevesinde başlayan erişim engelleme dönemidir. 1993-2000 yılları arasında eski Türk Ceza Kanunu’nun 159. Maddesinde2 yer alan ifade suçları ile ilgili düzenleme, bu alandaki sorunları çözmek için yeterli görülmüştür. İnternet sansürü olarak değerlendirilebilecek ilk müdahale 2001 yılında 4676 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” (T.C. Başbakanlık, 2001) ile yapılmıştır. Tasarının içinde yer alan, 5680 Sayılı Basın Kanunu’nu değiştiren Ek Madde-9’daki ifadeyle ; internet yayıncılığı, basın yayın organları ve yazılı-basılı bilgi kaynakları aynı değerlendirme sınıfına alınmaya çalışılmıştır.
5680 sayılı Basın Kanunu’nda (5680 Sayılı Kanun, 1950) basılı yayınlar için belirtilen koşulların internet üzerinde de sağlanmasının yeni sorunlara neden olabileceği öngörüldüğü için bu tasarı 18 Haziran 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş ve yürürlüğe girmemiştir. Veto gerekçeleri arasında; kişilik haklarının korunması, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konuların internet yayıncılığında kamu otoritelerinin takdirine bırakıldığının ve internet yayıncılığına ilişkin ilkelerin özel bir kanun ile yapılmasının en doğru yol olacağının belirtilmesi, tasarının kanunlaşması halinde internet üzerinde düşünce ve ifade özgürlüğüne nasıl gölge düşüreceğini açıklamaktadır (T.C. Cumhurbaşkanlığı, 2001). Türkiye’de internet sansürünün tarihi, bu önemli müdahale ile birlikte 2001 yılında başlamıştır. 15 Mayıs 2002 tarihinde tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine alınan ve aynen kabul edilen 4676 Sayılı Kanun, anayasa gereği4 kabul edilerek 4756 Sayılı Kanun ismiyle içeriği değişmeden yürürlüğe girmiştir (4756 Sayılı Kanun, 2002). Böylece 4756 Sayılı Kanunun yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddî ve manevî zararlarla ilgili hükümlerinin; internet ortamında yer alan içerik hakkında da uygulanmasının yolu açılmıştır. 5680 Sayılı Basın Kanunu’nun yerini alarak 2004 yılında yürürlüğe giren 5187 Sayılı Basın Kanunu’nda (5187 Sayılı Kanun, 2004) ise internet yayıncılığına yer verilmemiş ve bu konu kanun kapsamı dışına çıkarılmıştır.
4.2 BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ NEDİR?
Basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ilan edilen, bir çok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Basın özgürlüğü, ülkeden ülkeye daha değişik şekillerde uygulanabiliyor. Özgür Basın, demokratik sistemin korunması ve güçlendirilmesinde son derece önemli bir unsur olma özelliğini taşıyor ve insan haklarına dayalı ve demokratik bir toplumsal ve siyasal düzen özlemimizin gerçekleşmesi yolunda önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor.
Ayrıca demokratik siyasetin oluşturulmasının temel koşullarından biri olan basın özgürlüğü denildiğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Terörle Mücadele Yasası akıllara geliyor. Her 3 Mayıs'ta Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlanıyor. Bugün dünyada 63 ülkede basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Türkiye ise aralarında Nikaragua, Tanzanya, Kuveyt gibi ülkelerin yer aldığı ‘kısmen özgür’ ülkeler kategorisinde bulunuyor. Basın özgürlüğü alanında Finlandiya, Belçika ve İzlanda ilk üç sırayı alırken, Almanya da 17. sırada bulunuyor. Avrupa Birliği adayı Türkiye, Batı Avrupa ülkeleri arasında basın özgürlüğü alanında en alt sırada yer alıyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1989'dan beri geleneksel olarak Basın Özgürlüğü Ödülleri veriyor. Ödülleri, 1989 yılında gazeteci olarak Nazlı Ilıcak, kurum olarak Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) alırken 2007 yılında ise bu ödül Hrant Dink, Ragıp Zarakol ve Av. Gülçin Çaylıgil arasında paylaştırıldı.Günümüzde Türk basınının özgürlüğü, her ne kadar kanunlarla hür ve sansür edilemez olarak garanti altına alınmış olarak görünse de, bu durum bazı kıstaslarla sınırlandırılmıştır. Ancak günümüzde medya daha çok devletin değil de medya patronlarının kendi çıkarları doğrultusunda yaptığı kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor. Önce özelleşen ardından da tekelleşmeye başlayan medya kuruluşları, patronlarının istekleri ve çıkarları doğrultusunda yayın yapmak zorunda kalıyor.
Medya patronlarının, sahip oldukları çok sayıda basın yayın kuruluşu aracılığıyla çok geniş kitlelere seslenebilme olanağının bulunması; basının özgürlüğünü kısıtlamakla birlikte halkın doğru ve eksiksiz bilgi almasını da engelliyor. Kendi şirketini veya yakın olduğu kişileri zarara uğratacak haberlerin yayınlanmasına izin vermeyen medya patronları ya da onlara bağlı genel yayın yönetmenleri yaptıkları haberlerin doğru olmasına özen gösterseler de her doğru haberin yayınlanmasını önlüyor. Böylece medya kuruluşları kamuoyunu bilgilendirme görevinden uzaklaşarak, güçlerini kullanarak patronlarının çıkarlarını korumuş oluyor. Medya patronlarıyla birlikte tekelleşen medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecek, medya gücünün çıkar amaçlı kullanılmasına hizmet ediyor. Medya patronları yayın kuruluşlarını sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıyor.
Medya patronlarının ticaret yapıyor olmaları, basının desteğine her zaman ve sürekli ihtiyaç duyan “siyasetçi” arasında menfaat ilişkisi ortaya çıkarıyor. Siyasetçiye sağlanan medya desteğine karşılık, holdingin çıkarları da hükümet tarafından sağlanıyor. Medyanın tekelleşmesiyle basın, özgürlüğünü yitirerek, patronun özgürlük anlayışına göre çalışıyor. Bu da dolaylı yoldan siyasetçilere bağlanıyor ve medya hem siyasetin hem de patronların etkisinde halkı yönlendirmiş oluyor.
Medya patronlarının yalnızca ticaret kültürü olan iş adamları ve büyük bir tekelleşmenin söz konusu olması, gazeteciliği, iş adamlarının gazetelerini ticarethane olarak görüp daha çok para kazanma politikası haline getirmiştir. Durum böyle oldukça patronlar, gazeteleri halkın bilgi kaynağı değildi kendilerine para getirecek bir işyeri veya çeşitli siyasi ve benzeri konularda propaganda aracı olarak,görmektedir.
Türkiye'de basın özgürlüğüyle ilgili bir diğer sorun ise baskı. İktidara karşı yayınlar yapan medya kuruluşları üzerine de baskı yapılıyor. Devlete bağlı olmayan basının giderek daha fazla baskı altında olduğunu kanıtlayan en son örnek, haber dergisi "Nokta" oldu. Askeri savcılık, Erdoğan hükümetine karşı darbe girişimini konu alan emekli bir subayın günlük kayıtlarını ortaya çıkarttığı gerekçesiyle, derginin merkezinde arama yapılması talimatını vermişti. Derginin sahibi devam eden karalama kampanyası nedeniyle artık Nokta'yı çıkartma gücüne sahip olmadığını ve dergiyi kapatmak zorunda olduğunu bildirdi.
Türkiye'de tutuklu veya yargılanan yayımcıların bulunması da basın özgürlüğünü sınırlıyor. Uluslararası Yayıncılar Birliği'nin (IPA), son raporunda "Türkiye'nin birçok politik reformu gerçekleştirmiş olmasına rağmen basın özgürlüğü ve gazetecilere uygulanan kısıtlamalar anlamında Avrupa Birliği'ne katılmaya hazır olmadığı" belirtildi. Birliğin raporuna göre 19'u tutuklu olmak üzere 60'a yakın gazeteci, yazar ve yayımcı hakkında yargılandı ya da yargılanıyor.
Ülkemizde medyanın büyük bölümü, kendisini siyasal iktidara teslim edecek olan ticari faaliyetler içine girmiş durumdadır. Hal böyle olunca, basının (elbette ki medya patronlarının) kendisini sansür etmesi anlamına gelen bir “oto-sansür” ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Ülkemizde basın özgürlüğünü tehdit eden yasal ve yapısal pek çok engel bulunmaktadır. Basın özgürlüğü devlet tarafından yasalarla ve uygulamalarla sınırlandırılmaya ve kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Gazeteciler sadece fikirlerini ifade ettikleri için özgürlükleri kısıtlanabilmekte, basın çalışanları çok güç koşullar altında görevlerini yerini getirmeye çalışmakta bu uğurda cinayetlere kurban gitmektedirler. Fakat diğer taraftan ekonomik ve teknolojik gelişmelerin de katkısıyla yapısal bir değişim geçiren medya belki de bunlardan daha tehlikeli bir biçimde kendi temel işlevinden uzaklaşmakta, belli grupların çıkarlarına hizmet eden araçlar haline gelmektedir. En önemlisi de kamuoyunda ;kendisine duyulan güveni kaybetmekte, belli güç odaklarının elinde sadece tek sesliliğin yaşayabildiği bir sistemin dayanağı olmaya doğru gitmektedir.
Türkiye'de Basın Özgürlüğünün Tarihi Gelişimi
Osmanlı döneminde gazetecilik faaliyetlerini doğrudan düzenleyen yasa 1864 tarihli "Basın Tüzüğü" olmuştur. Bundan sonra, hükümete gazete kapatma yetkisi veren 1867 tarihli "Ali Kararname" yürürlüğe girmiştir. Bu kararnamelerin yürürlüğe konmasındaki amaç, basın yoluyla hükümet aleyhtarı fikirlerin yayılmasını önlemektir. Osmanlı İmparatorluğu'nda olumlu gelişmeler 1876 yılında I. Meşrutiyet'in yürürlüğe girmesiyle görülmüştür. Bu dönemde kabul edilen Kanuni Esasi'nin 12. maddesinde "Matbuat kanun dairesinde serbesttir" hükmü yer almaktadır. Ancak bu dönem kısa sürmüş, II. Abdülhamit 1878 yılında Rusya olan gerginliği öne sürerek savaş hazırlıklarına başlamış ve Meclisi kapatmıştır.
Bu tarihten 1908'e kadar dönemde ki, bu dönem "istibdad dönemi" olarak anılmaktadır, Türk basını son derece sıkı bir takibe alınmış, bu dönemde pek çok gazete kapatılmış, gazeteler toplatılmış, pek çok gazeteci ya hapse atılmış veya sürgüne gönderilmiştir. Bazı gazeteciler, yurtiçinde dile getiremedikleri yönetim karşıtı fikirlerini yurtdışına çıkarak, burada çıkarmış oldukları yayın organları vasıtasıyla kamuoyuna ulaştırmışlardır. II. Abdülhamid'in baskılı yönetimi 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla sona ermiştir. 24 Temmuz 1908'de Kanuni Esasi'nin yeniden yürürlüğe konulacağı yönündeki bildiri basın çalışanları arasında büyük sevinç uyandırmıştır. Bu tarihten itibaren gazetelerin, baskıya girmeden önce denetime gitmesi zorunluluğu ortadan kalkmış, diğer bir deyişle basında sansür kaldırılmıştır.
Ancak Türk basınının bu dönemde de tam anlamıyla bir özgürlüğe kavuştuğunu söylemek doğru değildir. İttihat ve Terakki Partisi döneminde basın, üzerindeki baskıdan tam anlamıyla kurtulamamıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de Türk basınında bu kısıtlı özgürlük ortamı devam etmiştir. 1925'e kadar olan dönemde basın biraz rahat etse de, Şehy Sait ayaklanmasının ardından, Cumhuriyet hükümeti, Mart 1925'te kabul ettiği Takrir-i Sükun yasasıyla basını sıkı denetim altına aldı. Bu sıkı denetimden en fazla etkilenen İstanbul basını oldu. Yine Cumhuriyet döneminde kabul edilen "1931 Matbuat Kanunu" döneminde ve bunu izleyen yıllarda, özellikle II. Dünya Savaşı'nın yaşandığı 1938-1946 yılları arasında Türk basını, üzerindeki sıkı denetimden kurtulamadı. Bu dönemlerde, basın özgürlüğü kavramı yoğun olarak tartışılmaya başlandı ve 1946 yılında, hükümetin kontrolü dışında, bağımsız faaliyet gösteren Gazeteciler Cemiyeti kuruldu.
1950 yılında kabul edilen ve günümüzde hâlâ üzerinde yapılan çeşitli değişikliklerle yürürlükte olan 5680 sayılı Basın Kanunu kabul edilmiş, bu kanunla Türk basın üzerindeki baskı oldukça azaldı. 1954 yılında ise gazeteciler üzerindeki baskı yeniden artmış, iktidarda bulunan Demokrat Parti yönetimi, muhalefeti destekleyen ve kendi yönetimini eleştiren gazete ve gazetecileri susturmak için çeşitli tedbirlere başvurmuştur. Üzerindeki baskı sonucu, görevini tam anlamıyla yerine getiremeyen Türk basınının bu durumu 1960 yılına değin sürmüştür.
Bu tarihte, yeni bir Anayasa hazırlanıncaya kadar Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştur. Bu dönemde, DP zamanında alınan basını kısıtlayıcı nitelikteki kanunlar yürürlükten kaldırılmış, ayrıca gazetecilere çeşitli haklar tanıyan 212 sayılı yasa kabul edilmiştir (1961).
Yine aynı tarihte oluşturulan Basın İlan Kurumu vasıtasıyla, iktidarın resmi ilanları dağıtırken taraflı davranabilme olasılığının önüne geçilmiş, resmi ilanların dağıtımı bu bağımsız kuruma bırakılmıştır. 1971'de 12 Mart muhtırasıyla birlikte yeniden sıkı bir denetim altına giren basının özgürlüğü kısıtlanmıştır. 12 Eylül 1980'de başlayan üçüncü askeri süreçte de bu durum devam etmiştir. 1980'li yıllarda Türk basınında yeni bir sayfa açılmıştır. Bu dönemde, Türk basınında gazeteci kökenli olmayan, farklı sektörlerden gelerek mesleğe dahil olan iş adamlarının hakimiyeti geçerlilik kazanmış ve bu durum günümüzde de devam ediyor.
4.3 SANSÜR VE DEVLET
1946 Türkiye genel seçimleri ile 1950 Türkiye genel seçimleri arasındaki dört yıllık dönem basının Demokrat Parti yanlısı bir yayım politikası izlediği bir dönem olmuştur. 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin ilk işlerinden biri basının üzerindeki baskıyı hafifleyen yeni bir kanun çıkarmak olmuştur. Ayrıca Başbakan Adnan Menderes her ay basının önde gelenlerini ağırlayıp sıkıntılarını dinlemekteydi.[12] Selim Ragıp Emeç'in "basının altın çağı" olarak yorumladığı bu dönemde Sedat Simavi'nin Hürriyet'i çıkarması ile basında bir dönüşüm gerçekleşmeye de başlamıştı. Gazeteler hükûmetin mesajlarını halka iletme işlevinden halkın isteklerini hükûmete iletme aracı haline gelmiştir. Ayrıca yeni iktidar döneminde karayolu ağının genişlemesinin bir sonucu olarak gazeteler çok daha kolay şekilde dağıtılır hale gelerek tirajları 500 binden 800 binlere çıkmıştır.
Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında basına tanınan özgürlük ileriki yıllarda hayatın pahalılaşması, iktidarın karıştığı yolsuzluklar, karaborsacılık ve vurgunculuk faaliyetlerinin gazetelerde haber olmaya başlamasıyla 9 Mart 1954'te çıkan yeni yasaya dayanılarak yerini tekrar baskıya bırakmıştır. Çok sayıda gazeteci takibata uğrayarak ceza almış, meslekten men edilmişlerdir. Gazetelerin en önemli gelir kaynağı olan resmî ilanlar muhalif gazeteler göz ardı edilerek verilmekte, gazetelerin basıldığı kağıtların temininde de zorluk çıkarılmaktaydı. 1957 Türkiye genel seçimlerinden oy kaybıyla çıkan Demokrat Parti daha saldırgan bir tutum takınmış, politik konulardan uzaklaşan gazeteler II. Abdülhamid dönemi gazeteleri gibi farklı konulara eğilmiş ve magazin, spor, adliye haberlerine ağırlık vermeye başlamışlardır.
1954-1960 arası dönemde basına 2.300'ü aşkın dava açılmış, 867 hak mahrumiyeti kararı çıkmıştır. 1960 yılında basın ve iktidar arasındaki kutuplaşma oldukça keskinleşmiş, kimi gazeteler Adnan Menderes haberlerine gazetelerinde çok az yer ayırma kararı almışlardır.
İktidar buna karşılık yayım yasaklama, yayımların basım ve dağıtımını durdurma, her kurumu ve evi izinsiz arama gibi yetkilere sahip olan Tahkikat Komisyonunu oluşturarak hamle yapmış olmasına karşın bu komisyon 27 Mayıs Darbesi sonucunda kurulmasının henüz 1,5 ay sonrasında dağıtılmıştır.
4.4 SANSÜR GEREKSİNİMİ
İnsanların ruhsal ve ahlaki değerlerini korumak amaçlı geliştirilmiş engelleme sistemidir. Ancak günümüzde her türlü kısıtlama yapılarakta bilgiye erişimi engelleme amacıylada kullanılmaktadır. Uygun bir şekilde kullanıldığında insanlara faydası olan bir yöntemdir.
5 SONUÇ
Genelde hükümet tarafından uygulanan sansür çeşitli kavramların çeşitli yollarla kontrol altına alınmasıdır. Sansür milattan önce bile uygulanıyordu bunun kayıtlara geçen en büyük örneği ilk toplumlarda M:Ö 213’te Eski Çin’de, Çin Seddi’ni yaptıran imparator Shi Huang Di bilimsel olanların dışında kalan bütün kitapların yakılmasını emretmesi ve Hristyanlık’ta uzun yıllar boyunca Katolik Kilisesi’nin Yasak Kitaplar Listesi okunacak kitapları sınırlanmasıdır. Osmanlı Devletine ise 1821 Yunan İsyanı ile birlikte basının kamuoyunu yönlendirmesiyle dikkat çekmiştir. Çoğu dönemlerde her ülkede sansür dönemlerin gerçeklerine göre şekillenmiş ve yasaklar belirlenmiştir. Devlet yönetimi çoğu zaman savaş dönemlerinde halkı yönlendirdiği için kısıtlamalar koymuştur. Sansür sadece gazete ile değil diğer iletişim araçlarınada getirilmiştir. Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkması sonucunda, yeni sansür türleride ortaya çıkmıştır. İnternet sansürü, radyo radyo sansürü vb. Basın özgürlüğü birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Basın özgürlüğü, ülkeden ülkeye daha değişik şekillerde uygulanabilir fakat Türkiye'de basın özgürlüğüyle ilgili sorun ise baskı. İktidara karşı yayınlar yapan medya kuruluşları üzerine de baskı yapılıyor olmasıdır.Sansürün gereğinden fazla kullanılması yanlıştır. Düşüncelere saygı duyulmalı ve engellenmemelidir.Sansür ne denli ağır ve şiddetli uygulanırsa uygulansın bu bir başarı olamaz.İnsanlar sürekli sansürü aşmanın arayışı içinde olacaklardır.
Kaynakçalar
-
Hukuk Düzeni/ Sansür Yıldızhan YAYLA s.955-956
-
Kuyaş, Ahmet (Ocak 2015). "Basının ilk üç şehidi".
-
Kuyaş, Ahmet (Ocak 2015). "Gazi'ye çekilen özür telgrafları". #tarih (8): 41.
-
"İttihat ve Terakki yöntemlerine dönüş". #tarih (8): 52-53.
Elektronik Kaynaklar
-
https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye'de_sansür
-
http://www.pirvakfi.8m.com/sansur.html
-
http://www.umut.org.tr/UserFiles/Files/Document/document_46adc4c05b5145c890c36a42d3e3fef9.pdf
-
https://tr.wikipedia.org/wiki/RT%C3%9CK
-
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nternet_sans%C3%BCr%C3%BC
-
http://bianet.org
-
http://sahipkiran.org
-
http://www.pirvakfi.8m.com
-
http://tanrivarmi.blogspot.com.tr
Burak YARIMBAŞ
-
Sansür
-
Türkiye’de Sansür
-
Sansür Kararnamesi
-
Dünya Tarihinde Sansür Uygulamaları
-
Sonuç
Utku ANDIÇ
-
Radyo ve Televizyon Sansürü
-
RTÜK
-
İnternet Sansürü
-
Basında Sansür
-
Sonuç
Büşra Gül BAYAR
-
Erken Dönem
-
İttihat ve Terakki Dönemi
-
Cumhuriyet Dönemi
-
Takrir-i Sükun Dönemi
-
Sonuç
Zehra KALBENT
-
Dönemlere Göre Sansür
-
Milli Matbuat Dönemi
-
Demokrat Parti Dönemi
-
1960’lı ve 1970’li Yıllar
-
1980’li ve 1990’lı Yıllar
-
Sonuç
Pınar TUNCEL
-
2000’ler ve Sonrası
-
Yasaklanan Sansürün ve Kısıtlamaların Ters Etkisi
-
Basın Özgürlüğü
-
Devlet ve Sansür
-
Sansür Gereksinimi
Dostları ilə paylaş: |