Hedefler Bu ünitenin sonunda; Avrupa Birliği’nin Tarihsel Gelişimi Avrupa Birliği Genişlemesi Avrupa Birliği sosyal politikasının tarihsel gelişimi ve ab sosyal politikasının genel görünümü hakkında bilgi sahibi olacaksınız Öneriler



Yüklə 166,82 Kb.
səhifə2/3
tarix16.05.2018
ölçüsü166,82 Kb.
#50587
1   2   3

3.2.2. Maastricht Antlaşması ve Sosyal Politika Antlaşması

Avrupa Birliği Antlaşması (ABA) olarak da bilinen Maastricht Anlaşması (Çelik, 2008: 101) 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması ile ekonomik ve parasal birliğin yanı sıra, siyasî birliğin de kurulması kararlaştırılmış ve AKÇT, AET ve EURATOM’un birleştirilmesiyle oluşturulan Avrupa Topluluğu (AT), Avrupa Birliği (AB) ismini almıştır (Özcüre, 2010: 115).

Bu anlaşma ile siyasî birlik alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak ülkelerin egemenlik devri konusunda farklı görüşlere sahip olmalarından dolayı siyasî bütünleşme konusunda da fikir ayrılıkları olmuştur (Karluk, 2003: 80).

Maastricht Antlaşması, ekonomik ve siyasî niteliği ağır basan ve sosyal içeriği bulunmayan bir antlaşma görünümü sergilemektedir. Ancak Maastricht Zirvesi’nde AB’nin sosyal boyutuna tamamen ilgisiz kalınmamış, 1989 tarihli Çalışanların Temel Sosyal Hakları Topluluk Şartı (Topluluk Sosyal Şartı) Maastricht Antlaşması’nın eki durumuna getirilmiştir (Özcüre, 201:116).

Bilindiği gibi Topluluk Sosyal Şartı İngiltere tarafından imzalanmamıştı. Buna bağlı olarak diğer 11 üye ülke, bir protokol aracılığıyla Sosyal Politika Antlaşması’nın İngiltere için geçerli olmayacağını kabul ettikten sonra Sosyal Politika Antlaşması’nı imzalamışlardır (Çelik, 2008: 102). Zaten Sosyal Politika Antlaşması İngiltere’nin ısrarı üzerine Maastricht Antlaşması metninin içine dâhil edilmeyip, ayrı bir protokol olarak antlaşmaya eklenmiştir (Aybars, 2012: 465). Sonuç olarak bu protokolle İngiltere dışındaki üye ülkeler AB’nin sosyal politikasını beraber şekillendirmeyi hedefleyerek Sosyal Politika Antlaşması’nı kabul etmişlerdir (Uyan Semerci, 2011: 216).

İngiltere’nin sosyal politikalar konusundaki muhalif tutumu, AB sosyal politikasında ikili bir yapı ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu ikili yapı ancak ve ancak 1997 yılında İngiltere’de İngiliz İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi ve Sosyal Politika Antlaşması’nın hükümlerini içeren Amsterdam Antlaşması’nı imzalamasıyla son bulacaktır (Çelik, 2008: 103; Uyan Semerci, 2011: 216).

Birliğe sosyal politika alanında asgari koşulları düzenlemek üzere yönerge çıkarma yetkisi veren antlaşma ile sosyal politika alanındaki konularda karar alma yönteminde değişikliğe gidilmiş ve daha önce Tek Senet ile başlayan nitelikli oy çokluğu ile karar alınması uygulamasının kapsamı genişletilmiştir. Sosyal Politika Antlaşması’nın hükümlerinin Amsterdam Antlaşması ile Topluluk kurucu antlaşmasının metnine eklenmesiyle Sosyal Politika Antlaşması yürürlükten kalkmıştır (Çelik, 2008: 104).

3.2.3. Amsterdam Antlaşması’nın Sosyal Politika Açılımı


  • ÖzBilgi

Amsterdam Antlaşması AB sosyal politika tarihindeki en önemli antlaşma niteliği taşımaktadır.

2 Ekim 1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile Birlik kurumsal yapısı güçlendirilmiş, organların yetki düzeyleri genişletilmiş, örgütsel düzenleme etkinleştirilmiştir. Parlamentonun yetkileri arttırılmış, ortak karar alma yönteminin geçerli olduğu alanlar ile Parlamentonun ikinci ve üçüncü sütun konularındaki yetkileri de genişletilmiştir (Karluk, 2003: 104).Konsey “ortak karar”daki son söz hakkından vazgeçmek suretiyle Avrupa Parlamentosu lehine yetki devrinde bulunmuştur (DTM, 1999: 49).

Amsterdam Antlaşması Doğu’ya doğru genişleme öncesi AB’ye kimlik veren antlaşma olarak tanımlanmaktadır. Amsterdam Antlaşması ile sosyal politika alanında getirilen en önemli yenilik sosyal politikaya ilişkin protokol ve antlaşmanın (Sosyal Politika Antlaşması ve Protokolü) topluluk kurucu hukukuna eklenmesi ve antlaşmanın 136-139. maddeleri tarafından içerilmesi olmuştur (Çelik, 2008: 104). Bir başka ifadeyle AB’nin sosyal politikası aslen Amsterdam Antlaşması ile birlikte kurucu antlaşmalar içine alınmıştır (Uyan Semerci, 2011: 216).

Amsterdam Antlaşması Avrupa istihdam ve sosyal politikası için dönüm noktası olmuştur. Bu antlaşmada devlet ve hükümet başkanları topluluk antlaşmasına istihdam konusunda bağımsız bir bölüm eklemişler (125-130. maddeler) ve ilk defa Amsterdam Antlaşması ile istihdam politikasının ortak bir Avrupa görevi olduğunu ilan etmişlerdir. AB böylece ilk kez istihdam sorununun ortak bir Avrupa sorunu olduğunu kabul etmiştir (Çelik, 2008: 104).

Bu kapsamda AB bünyesinde “istihdam” konulu zirveler düzenlenmiştir. Örneğin 21-27 Kasım 1997 tarihleri arasında Lüksemburg Zirvesi’nde konu ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiştir (Özcüre, 2010: 156). AB emek piyasalarının uyumlaştırılmasının yanı sıra istihdama ilişkin sorunlara çareler üretmek için planlı bir faaliyetler bütünü olarak 1997 yılındaki Lüksemburg Zirvesi’nde Avrupa İstihdam Stratejisi somutlaşmıştır. Avrupa İstihdam Stratejisi 1990’lı yıllarda ortaya çıkan emek piyasası sorunlarının doğurduğu sıkıntıları gidermek için AB düzeyinde alınmış bir dizi (ağırlık aktif emek piyasası tedbirlerinde olmak üzere) aktif ve pasif emek piyasası tedbirinin bileşiminden meydana gelmektedir (Kesici, 2011: 84). Avrupa İstihdam Stratejisi, girişimciliği teşvik etme, mesleki eğitimi yaygınlaştırma, dezavantajlı grupların işgücü piyasasına girmelerinin önündeki engelleri kaldırma ve esnek çalışmayı özendirme temelleri üzerine inşa edilmiştir.

İstihdamla ilgili somut hedeflerin ortaya konulduğu Avrupa Konseyi’nin Mart 2000 tarihli Lizbon Zirvesi, AİS açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Lizbon Stratejisi olarak da anılan Lizbon Zirvesi’nde gelecek on yıl için belirlenen stratejik hedef şöyledir: “Daha çok sayıda ve daha iyi iş ve daha büyük bir toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye dayalı dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi durumuna gelmek.” Zirve’de alınan kararlar uyarınca 2010 yılına kadar Avrupa’da istihdam oranını % 70’in ve kadın istihdam oranını % 60’ın üzerine çıkarmak temel hedefler olarak ortaya konulmuştur (Kesici, 2011: 86).

Bu hedeflere ulaşma aracı olarak ise Açık Koordinasyon Yöntemi (AKY) seçilmiştir (Aybars, 2012: 469). AKY, üye devletlerin ulusal politika uygulamalarındaki deneyimlerini ortak çıkarlar için paylaşması olarak tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle AKY, en iyi uygulamaların üye devletler arasındaki paylaşımıdır. Amaç, Avrupa entegrasyonunu derinleştirmek, uyum ve işbirliği yaratmaktır (Ceylan Ataman, 2010: 96).

Amsterdam Antlaşması aynı zamanda Avrupa sosyal politikası için ayrımcılığa karşı savaşmayı, dışlanmış kişilerin toplumla bütünleşmelerine yardım etmeyi ve bütünleşmiş bir toplum taahhüdünü yansıtan bazı yeni görevler saptamıştır. Cinsiyet, ırk, etnik köken, din ve inanç, engellilik, yaş ve cinsel tercihe dayalı ayrımcılıkla mücadele konusunda net hükümlerin bulunduğu antlaşmayla, istihdam ve fırsat eşitliği alanında nitelikli oy çokluğu ile karar alma mekanizmasının kabulüyle bu alanlarda gelişme imkanı ortaya çıkmıştır (Çelik, 2008: 105).

Amsterdam Antlaşması’nın bir diğer önemli özelliği de daha önce Topluluk Sosyal Şartı ile Maastricht Antlaşması’nın eki Sosyal Politika Antlaşması’nı imzalamayan İngiltere’nin bu kez katılımcı davranması ve AB sosyal politikasının iki vitesli haline son vermesi olmuştur (Çelik, 2008: 105).



3.2.4. Nice Antlaşması ve AB Temel Haklar Şartı

Fransa’nın Nice kentinde 7-9 Aralık 200 tarihlerinde gerçekleştirilen Nice Zirvesi’nde kabul edilen taslak metin 26 Şubat 2001 tarihinde kabul edilmiş ve Nice Antlaşması 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Nice Zirvesi AB’nin geleceği açısından büyük öneme sahiptir. Bu zirve, birbirinden ayrılamaz iki temel kavramı bir araya getirmiştir. Bunlar genişleme ve kurumsal açıdan yeniden yapılanmadır (Serdar, 2001: 21).

Zirvede en çok tartışılan konular, kurumsal reform, oyların dağılımı ve nitelikli çoğunluk sistemi olmuştur. Nice Zirvesinde halen oybirliği ilkesinin uygulandığı yaklaşık 70 anlaşma maddesinden 29’unda nitelikli çoğunluk sistemine geçilmesi kararlaştırılmıştır (Karluk, 2003: 136). Nitelikli çoğunluk sistemine geçilen alanlardan bir kısmı sosyal politika konularını da kapsamaktadır. Nice Zirvesi’nde temel hak ve özgürlükler ile sosyal haklara ayrıntılı bir biçimde yer veren Temel Haklar Şartı ilan edilmiştir.

Amsterdam Antlaşması’nın kabul edilmesinden sonra Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanmakta olan sivil, siyasî, ekonomik ve sosyal hakların tek bir metinde birleştirilmesi çalışmaları hızlanmıştır. Bu kapsamda, üye ülkelerin hükümet temsilcileri, Avrupa Komisyonu, ulusal parlamentoların ve Avrupa Birliği Parlamentosu’nun temsilcileri ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla taslak bir metin hazırlanmıştır. Bu metinin geliştirilmesiyle oraya çıkan Avrupa Temel Haklar Şartı, Avrupa Birliği Nice Zirvesi’nde kabul edilmiştir.

Temel Haklar Şartı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Çalışanların Temel Sosyal Hakları Topluluk Şartı, Adalet Divanı İçtihatları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin İçtihatları, birincil ve ikincil Topluluk mevzuatı, ortak anayasal gelenekler ve diğer çeşitli uluslararası sözleşmelerde yer alan mevcut hakların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Klâsik medenî ve siyasî haklar ile yurttaş haklarının yanı sıra temel ekonomik ve sosyal hakların da yer aldığı Şart’ta ayrıca yeni ekonomik gelişmelerin ortaya çıkardığı sorunlara cevap vermek üzere şahsî verilerin korunması, biyo-etik ilkeleri ve iyi yönetim hakkı gibi yeni haklara da yer verilmiştir.

Şart’ta sıralanan hakların çoğu herkesin yararlanacağı haklar olmasına karşın özel gruplara yönelik bazı haklar da yer almaktadır. Bu gruplar; çocuklar, çalışanlar (sosyal haklar), Birlik yurttaşları (çalışma, iş arama, herhangi bir ülkede yerleşme ve hizmet sunma özgürlükleri, sosyal güvenlik sistemlerine eşit erişim, Avrupa Parlamentosu ya da belediye seçimlerine katılma hakkı) vb.dir.

Şart’ın İkinci Bölümü’nde Özgürlükler başlığı altında 15. maddede meslek seçme ve çalışma hakkı tanımlanmıştır. Buna göre herkes, çalışma ve serbestçe seçilmiş veya kabul edilmiş bir mesleği ifa etme hakkına sahiptir. Birliğin her vatandaşı herhangi bir üye devlette iş arama, çalışma, yerleşme hakkını kullanma ve hizmet verme özgürlüğüne sahiptir. Üye devletlerin ülkelerinde çalışma izni almış olan üçüncü ülkelerin vatandaşları, Birliğin vatandaşlarının çalışma şartlarına eşit çalışma şartlarından yararlanma hakkına sahiptir. İkinci Bölüm’de ayrıca yasa önünde eşitlik, ayrımcılık yasağı, erkekler ve kadınlar arasında eşitlik, çocukların ve yaşlıların hakları ile engellilerin toplumla bütünleştirilmesine ilişkin haklar tanımlanmıştır (Tonus, 2004: 171).

Şartı’ın Üçüncü Bölümü’nde ise işletmelerde işçilerin bilgilendirilmesi ve işçilere danışılma hakkı, toplu sözleşme görüşmeleri yapma ve eylem hakkı, işe yerleştirme hizmetlerinden yararlanma hakkı, geçerli bir nedene dayanmayan işten çıkarmaya karşı korunma hakkı, adil ve kurallara uygun çalışma koşulları, çocuk işçiliğin yasaklanması ve çalışan gençlerin korunması, aile ve meslek yaşamının bağdaştırılması, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hakkı düzenlenmiştir (Çelik, 2008: 109-112).

Nice Zirvesi’nde ilan edilen ve başlangıçta topluluk mevzuatı için bağlayıcı niteliği olmayan, topluluk çekirdek hukukunun parçası olarak görülmeyen ve bir politik belge olarak kabul edilen Temel Haklar Şartı, 2007 Lizbon (Reform) Antlaşması ile bağlayıcı bir hukukî belge haline gelmiştir (Çelik, 2008: 112).

3.2.5. AB Anayasası Taslağı’nın Sosyal Politika Açılımı

Tam adı “Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma” olan AB Anayasa taslağı yaklaşık bir buçuk yıl süren (Şubat 2002-Temmuz 2003) hazırlıklar sonucunda tamamlanmış, Haziran 2004’te yapılan Brüksel Zirvesi’nde kabul edilmiştir. Ancak Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlar sonucunda halk tarafından kabul edilmeyince yürürlüğe girememiştir.

Anayasa hazırlıkları esnasında sosyal politika en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Öncelikle hazırlanacak metnin, bir anayasa niteliği taşıması için insan haklarını içermesi şarttır. Böylelikle Birlik sadece bir pazardan daha fazla anlam taşıyacaktı. Temel hakları da içerecek anayasa, Birliğin bu siyasi ve sosyal niteliğini vurgulayacak ve hatta daha da geliştirip, kesinleştirecektir. Temel Haklar Şartı, AB’nin anayasallaşma sürecinde çok önemli bir kurucu rol üstlenmektedir. Diğer taraftan Şart’ın bir önemi de AB ile yurttaşları arasında yaratacağı bağdan kaynaklanmaktadır. Temel haklarının hukuki bağlayıcılık kazanması yurttaşların AB’ne bağlılığının sağlanması açısından önemli bir koşuldur. Çünkü bu Şart yurttaşların günlük hayatını en çok etkileyecek öğelerden biridir. Şartın AB hukukunun bir parçası haline gelmesiyle birlikte yurttaşlar ve kurumlar arasında doğrudan bir bağ kurulacaktır. Şartın Haklar Bildirgesi’ne dönüştürülmesi, Birlik içinde bireylerin haklarının korunmasını arttırmak suretiyle AB’nin demokratik niteliğini arttıracaktır. Bu gelişmeyle de AB sisteminin meşruiyeti sağlamlaşacaktır. Bu durum uzun yıllardır tartışılan “Avrupalı Kimliği” gibi niteliklere ulaşılmasını sağlayacaktır (Kumrulu, 2002: 189-190).

Bu sebeplerden dolayı Şart’ın Anayasaya dâhil edilmesi gerektiğine inanan Konvansiyon üyeleri oluşturulan Anayasa Taslağı’nın II. Bölümünü Temel Haklar Şartına ayırmışlardır. Şartın anayasaya nasıl dâhil edileceğine dair tartışmalar bu şekilde noktalanmıştır. Şartın içeriği önceden belirlenen ve Nice Zirvesinde kabul edilen haliyle anayasaya dahil edilmiştir. Yalnızca Şartın Anayasal Anlaşmaya dâhil edilmesi ve Anlaşmalarla tam uygunluğuyla ilgili teknik ayarlamalar yapılmıştır.

AB Anayasası’nın en önemli özelliği çok dağınık olan AB mevzuatını (Roma Antlaşması ve onu değiştiren Tek Senet, Maastricht Antlaşması, Amsterdam Antlaşması, Nice Antlaşması) sadeleştirmesidir. Ancak bu sadeleştirmeğe rağmen anayasal antlaşma metni klasik anayasal metinlerden çok daha karmaşıktır. Yürürlükteki antlaşmalarda var olan pek çok hüküm mevcut topluluk antlaşmasından anayasaya aktarılmıştır. Sosyal politika açısından ise anayasal antlaşma pek çok yeni hükme de yer vermiştir.

Toplam dört bölüm ve 448 maddeden oluşan Anayasanın birinci bölümünde Birliğin amaçları, değerleri, yetkileri, kurumları ve karar alma süreçleri ele alınmıştır. Bunun yanı sıra AB’nin sembolleri (bayrağı, marşı, sloganı, para birimi, 9 Mayıs Avrupa Günü), vatandaşlığı, demokratik hayatı ve mali durumu tanımlanmaktadır (Uçkan, 2005: 113). Amaç maddeleri, AB’yi temel insan hakları üzerine kurulu bir birlik olarak tanımlamakta ve sosyal hakları temel insan hakları bağlamında ele almaktadır. İkinci maddede, Birliğin insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı temelinde kurulduğu ve çoğulcu toplum, hoşgörü, adalet, dayanışma ve ayırımcılığın reddinin üye ülkelerin ortak değerleri olduğu vurgulanmaktadır.

Birliğin amaçları başlıklı üçüncü maddede Birliğin dengeli bir ekonomik büyümeye ve sosyal piyasa ekonomisine dayalı tam istihdam ve sosyal ilerlemeyi amaçlayan sürdürülebilir bir kalkınma için çalışacağı belirtilmektedir. Sosyal piyasa ekonomisi kavramı ilk kez bir antlaşmada kullanılmıştır. Önceki antlaşmalarda hep açık piyasa ekonomisi kavramı kullanılmışken, anayasal antlaşmada sosyal piyasa ekonomisi kavramı tercih edilmiştir. Üçüncü madde ayrıca Birliğin sosyal dışlanma ve ayırımcılıkla mücadele edeceğini, sosyal adaleti ve korumayı, kadın ve erkek arasında eşitliği, kuşaklar arasında dayanışmayı ve çocuk haklarını güçlendireceğini vurgulamaktadır.

Anayasa taslağının yedinci maddesi Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’nin AB hukukunun genel ilkelerini oluşturacağını belirtmektedir. Anayasa taslağı, AB’nin kurumsal yapısı ve karar alma mekanizmalarında da değişiklikler getirmiştir. Seçimle oluşan Avrupa Parlamentosu’nun rolünün artmasına, Bakanlar Konseyi ile ortaklaşa karar aldığı alanların genişlemesine karar verilmiştir. Ancak yine de parlamento gerçek bir yasama organı olmaktan çok uzaktır. Yani AB’de pek çok konu ulus devletlerin yetki alanı içerisinde yer almaktadır. Bunun en önemli göstergesi AB Bakanlar Konseyi’nin yasama sürecindeki belirleyici rolünün devam etmesidir. Anayasa tasarısına göre kayda değer sayıdaki üye ülkeden en az bir milyon kişiden oluşan Birlik vatandaşı, Komisyon’u bir yasama faaliyeti başlatmaya davet edebilecektir. Bu katılımcı demokrasi adına önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.

Anayasa hazırlıkları sırasında Konvansiyon’un en yoğun tartışması kararların hangi yöntemle- oy birliği mi, nitelikli çoğunluk mu- alınacağı konusunda yaşanmıştır. Sonuç olarak aksi kararlaştırılmayan durumlarda kararların nitelikli oy çokluğu ile alınması esası getirilmiştir. Hatta nitelikli oy çokluğunun oranı düşürülmüştür. Nitelikli oy çokluğu için toplam 321 oydan 232’si gerekliyken (% 72,3), anayasa ile Bakanlar Konseyi’nin karar alması için konsey üyelerinin % 55’inin oyu gerekmektedir. Bu yüzde 55’lik oran en az 15 üyeyi ve AB nüfusunun yüzde 65’ini temsil eder nitelikte olmalıdır. Sosyal politika alnında birçok konunun nitelikli oy çokluğuyla karara bağlanması nedeniyle, bu değişiklik sosyal politikaya ilişkin düzenlemelerin daha kolay yasalaşmasını sağlayacaktır.

Anayasanın istihdam ve sosyal politika ile ilgili bölümlerinde Topluluk Antlaşması’nın hükümleri korunmuş, Avrupa Parlamentosu’na danışılması konusunda küçük ekler ile işçi ve işveren kavramları yerine sosyal partner kavramlarının kullanılması dışında yeni bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Anayasada yer alan sosyal politikaya ilişkin hükümleri istihdam (madde 203 ile 208), sosyal politika (madde 209 ile 219) başlıkları altında yer alan hükümler ile Anayasanın ikinci bölümünü oluşturan Temel Haklar Şartı’nda yer alan hükümler olarak iki başlık altında ele almak mümkündür.

Anayasa, sosyal tarafların ve Üçlü Sosyal Zirve’nin rolünü özel olarak vurgulamakta ve cinsiyet eşitliğini AB’nin değerlerinden biri haline getirmektedir. Göçmen işçilerin sosyal güvenliği oybirliği konusu olmaktan çıkarılmaktadır.

Anayasa’nın sosyal politika açısından en önemli yönlerinden biri AB Temel Haklar Şartı’nın Anayasa’nın ikinci bölümüne olduğu gibi aktarılmış olmasıdır. 2000 yılındaki Nice Zirvesi’nde ilan edilen AB Temel Haklar Şartı, temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemeleri içermekte, sosyal haklara da ayrıntılı bir biçimde yer vermektedir. Anayasadan önce AB mevzuatı açısından bağlayıcı bir niteliği olmayan ve politik bir bildirge olarak kabul edilen Temel Haklar Şartı, AB Anayasası’nın ikinci bölümünü oluşturmakla saygın bir yere kavuşmakla kalmayıp, bağlayıcı bir nitelik kazanmıştır.

Temel haklar Şartı’nın anayasa taslağının ikinci bölümünde yer alması ile birlikte sosyal haklar insan hakları kapsamında değerlendirilmiş, iş güvencesi, sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele, sosyal adalet ve sosyal koruma, kadın ve erkekler arasında tüm alanlarda eşitlik sağlanması ve ayırımcılıkla mücadele, adil ve kurallara uygun çalışma koşulları, çocuk işçiliğin yasaklanması, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hakkı gibi pek çok sosyal hak da anayasada yer almıştır (Çelik, 2008: 112-119).

Anayasa tasarısının üçüncü bölümünde AB’nin politikaları, içsel ve dışsal faaliyetleri ile işleyişine ilişkin hükümler yer almaktadır. Dördüncü yani son bölümde ise Anayasa’nın kabul ve değiştirilme prosedürünü içeren genel ve son hükümler yer almaktadır (Özcüre, 2010: 135). Ancak daha önceleri de belirtildiği gibi anayasa taslağı Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlar sonucu reddedilince yasalaşması mümkün olmamıştır.



3.2.6. Lizbon Antlaşması’nın Sosyal Politika Açılımı

AB’ye üye ülke sayısının son dönemdeki genişlemelerle neredeyse iki katına çıkması kurumsal yapının ve karar alma mekanizmalarının reforme edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede AB Anayasal Antlaşma üzerinde mutabakata varmış, fakat bu antlaşmanın Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmesi sonucu süreç akamete uğramıştır.

Anayasa krizi, kuruluşundan bu yana yarım yüzyıllık tarihinde çeşitli krizlerle karşılaşmış ve bu krizleri yöneterek varlığını devam ettirmiş olan AB’nin bugüne kadar karşılaştığı krizlerin en ağırı olarak tanımlanabilir (Çelik, 2008: 123). Anayasa krizinden sonra AB’nin geleceği ciddi manada tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

21-22 Haziran 2007’de Brüksel’de yapılan AB Liderler Zirvesi, AB’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğinin açık bir biçimde sorgulanmasına neden olabilecek tartışmalara sahne olmuştur. Ancak Zirve sonunda AB ülkelerinin liderleri Anayasa’nın yerini alacak bir reform antlaşması üzerinde uzlaşmaya varmışlardır. Anayasa’nın bazı maddelerinin yumuşatıldığı Reform Antlaşması 13 Aralık 2007’de Lizbon’da imzalanmış ve üye ülkelerde onay süreci başlatılmıştır. İmzalandığı yer dolayısıyla Reform Antlaşması’nın resmi ismi Lizbon Antlaşması olarak kabul edilmiştir (Akdemir, 2012: 54).

Lizbon Antlaşması’nda yer alan hükümler bu antlaşmanın yürürlüğe girebilmesini yirmi yedi üye devletin tamamının antlaşmayı onaylamasına bağlamıştır. Üye ülkelerin iç hukukları çerçevesinde bu antlaşmayı onaylayarak antlaşmanın yürürlüğe girmesi için öngörülen en son tarih ise 1 Ocak 2009 olarak belirlenmiştir. Ancak Lizbon Antlaşması’nın zorunlu olarak halk oylamasına sunulacağı tek ülke olan İrlanda’da 12 Haziran 2008 tarihinde yapılan referandumda Lizbon Antlaşması, oyların yüzde 53,4’ünün aleyhte kullanılması sonucu reddedilmiştir. Ancak İrlanda da, Lizbon Antlaşması için 3 Ekim 2009 tarihinde yapılan ikinci referandumda, yüzde 67,1 “evet”, yüzde 32,9 “hayır” oyu ile Antlaşmayı kabul etmiştir. İrlanda’dan elde edilen bu sonuç, AB’nin anayasa taslağının onay sürecinde yaşadığı hayal kırıklığının tekrarlanmasına engel olmuştur. Böylece AB’nin siyasi geleceği açısından büyük önem taşıyan Lizbon Antlaşması 1 Aralık 2009’dan itibaren yürürlüğe girmiştir (Güneş, 2008: 743-744).

Lizbon Antlaşması esas olarak bir önsöz ve 441 maddeden oluşmaktadır. AB Anayasa Taslağı’ndan farklı olarak Lizbon Antlaşması AB Temel Haklar Şartı’nı içermemekte, bu Şart’a sadece atıfta bulunmaktadır. İçerik bakımından ise Lizbon Antlaşması’nın çok küçük farklılıklar dışında AB Anayasa Taslağı’nın içeriğini aynen benimsediği görülmektedir. Dikkat çeken bir diğer nokta, Lizbon Antlaşması’nın AB Anayasa Taslağı’nda devletsel bir yapılanmayı çağrıştıracak şekilde kullanılan bazı kavramları kullanmaktan özellikle imtina etmesidir. Bunların başında anayasa, bayrak, marş gibi kavramlar gelmektedir. Zira genel kanı AB Anayasa Taslağı’nın onay sürecinde sorunlar yaşanmasının en önemli nedeninin Anayasa metninde yeni bir devletsel yapılanmayı çağrıştıracak ibarelerin varlığının Birlik vatandaşlarının ulusal devletlerin egemenliğini yitireceğine dair korkularını körüklediği olmuştur (Güneş, 2008: 743).

Lizbon Antlaşması ile İnsan Hakları alanında ayrıntılı düzenlemeler getiren AB enstrümanı Temel Haklar Şartı, Lizbon Antlaşması’nda yapılan bir atıfla hukuki olarak bağlayıcı hale getirilmiştir. Polonya ve İngiltere’nin itirazları ve kırmızı çizgileri nedeniyle son dakikaya kadar pazarlıkların sürmesine karşın AB Temel Haklar Şartı, Lizbon Antlaşması ile hukuksal olarak bağlayıcı ve birincil hukuk kuralı haline getirilmiştir. Ancak antlaşma metnine aktarılmamıştır. Öte yandan İngiltere ve Polonya uygulamanın dışında kalma hakkını elde etmişlerdir (Çelik, 2008: 131).

Gerçekten de Lizbon Antlaşması’na Polonya ile İngiltere’nin ciddi itirazları olmuştur. Özellikle İngiltere, AB’nin 2000 yılında Nice Zirvesi ile bir deklarasyon olarak yayınladığı Temel Haklar Şartı’nın yasal olarak bağlayıcı hale gelmesine, AB’nin bir dışişleri bakanı olmasına, adli ve polisiye konularla sosyal güvenlik alanında üye ülke devletlerinin veto hakkının kalkmasına karşı çıkmıştır. AB Zirvesi’nde tüm bu konularda anlaşma sağlanabilmesi için İngiltere’ye önemli tavizler verilmiştir.

İngiltere’ye verilen ilk taviz; oluşturulması tasarlanan ve adının AB Dışişleri Bakanı olması düşünülen makama ilişkin verilmiştir. Böylece artık AB’nin bir dışişleri bakanı değil, Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından sorumlu Yüksek Temsilcisi olacaktı. Yine isteyen AB üyelerine, ortak savunma ve dış politika, adli ve polisiye konular ve sosyal güvenlik alanlarında diğer üyelerle işbirliği sürecine katılmama hakkı tanınmıştır. İngiltere’nin ekonomisinin rekabet gücünü olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle karşı çıktığı Temel Haklar Şartı’na ilişkin sorun ise Reform Antlaşması’nda sözleşmenin yasal açıdan bağlayıcı değeri olduğu kabul edilerek, ancak antlaşma metnin içine dâhil edilmeyerek çözülmüştür. Sonuçta İngiltere amacına ulaşmış, Avrupa mahkemelerinin çalışma yaşamına ilişkin konularda İngiliz mahkemelerinin kararlarını bozabilmesinin önüne geçilmiştir (Akdemir, 2012: 54).

Sonuç olarak Lizbon Antlaşması çerçevesinde getirilen yenilikler ve değişikliklerle AB’nin işleyişinin daha etkin ve şeffaf hale getirilmesi ve daha demokratik bir AB yaratılması, AB’yi bir yandan ulusal çıkarları gözeten, diğer yandan Avrupa’nın sesinin dünyada daha net ve güçlü duyulmasını sağlayan bir yapıya kavuşturulması hedeflenmiştir (Akdemir, 2012: 60).



  1. Yüklə 166,82 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin