HEKİMHAN’DA ÂŞIKLIK GELENEKLERİ
VE
ESİRÎ BABA’NIN ŞİİR DÜNYASI
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI
Anadolu insanının duygularının yüzyıllar içinde tercümanı şüphesiz sazı ve sözü ile âşıklarımız olmuştur. Bu nedenle âşıklar bulundukları toplumların sözcüleridir.
Âşıklar hayatları boyunca bir çok zorluklarla karşılaşmış, çileler çekmiş, haksızlıklara uğramış, sevmiş-sevilmiş, çeşitli tarikatlara girmiş bütün duygu ve düşüncelerini hiçbir baskı altında kalmadan dile ve tele dökmüştür.
Anadolu’da âşıklar kırlarda açılan rengarenk çiçekler gibidir. Her biri bulunduğu yörede sazı ve sözü ile güzellikleri, sevgiyi, barışı, kardeşliği, doğruluğu dantel gibi işlerler.
Atalarımız bir sonraki nesillere bırakacağımız en önemli miraslardan birisinin kültür mirası olduğu bilincine varıp, bazı kültür değerlerinin korunması, varlığının sürdürülmesi için belli kurallar oluşturmuşlardır. Biz bu kurallar arasında âşıklık geleneğini de sayabiliriz.
Âşıklık geleneği, başlangıcı Türklüğün kadim devirlerine uzayan ‘Ozan-Baksı’ geleneğinin İslâmiyet’ten sonra tasavvufi cereyanların da etkisiyle 16. Yüzyıl başında âşıklık geleneğine dönüşen yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş değerler bütünüdür.
Âşıklık gelenekleri; Saz çalma, Mahlâs alma, Usta-Çırak geleneği, Bade içme, Âşık karşılaşmaları, Leb-değmez, Muamma, Dedim-Dedi tarzı söyleyiş, Tarih bildirme, Nazire Söyleme biçiminde sıralanır. Âşıklar hepsini uygulamak zorunda değildir.
Âşıklık geleneği kolay gibi görünse de icrası zordur.
Bu geleneklerin Alevi-Bektaşi âşıklarınca da uygulandığı ve daha farklı mecralarda ele alındığı görülmektedir.
18. yüzyıldan günümüze Hekimhanlı âşıklara göz attığımız zaman, şiirleri ele geçen ve Hekimhan yöresinin ününü ülke geneline yaymış en eski âşığının Sadık Baba olduğunu görürüz.
Hekimhan’ın Güvenç köyünde doğan Sadık Baba’nın:
Cahil olma kâmil suyun içegör
Mürşide er, ham işlerden geçegör
Menâref sırrına dükkân açagör
Erersin yarenin em’ine gönül
gibi söyleyişlerinden de anlaşılacağı üzere Malatya yöresi âşıklarının ön planda tuttuğu, anlam ağırlığı belirgin olarak kendini hissettirmektedir.
Sadık Baba’nın Asıl adı Hüseyin olup, Hekihan’ın Güvenç köyünde 1771 yılında doğmuş, 1837’de aynı köyde vefat etmiştir. 66 yıllık ömrünün geride bıraktığı, ele geçen şiirlerinden 172 tanesini 1957’de Cemal Özbey, “Sadık Baba Hayatı ve Deyişleri” adlı kitapta toplayarak Türk halk edebiyatına kazandırmıştır.
1966’da Malatyalı araştıracı öğretmenlerden Ahmet Özerdem 200 şiirden oluşan bir kitap yayımlamış, Ramazan Çiftlikçi de Sadık Baba ile igili bilinmeyen bazı şiirlerini de ekleyerek ‘Hekimhanlı Âşık Sadık Baba Hayatı Sanatı Bütün Deyişleri’ adlı önemli bir kitap yayımlamıştır.
Sadık Baba’dan sonra Hekimhan’ın en eski âşığının 1843’te Güvenç köyünde dünyaya gelen ve asıl adı Mehmet olan Esirî Baba olduğu görülür.
Bunlardan Esirî Baba’nın, radyo ve televizyonlarda son dörtlüğü okunmadığı için anonim sanılan:
Fırgatlı fırgatlı ne inlersin
Sarı turnam sinen pârelendi mi
Niçin el değmeden sen inilersin
Sarı turnam sinen parelendi mi
dörtlüğü ile başlayan ve semah havasında okunan ezgisi;
Bir güzelin sevdası var serimde
Ah eder gezerim çöl eyler beni
Ağlama gözlerim Hüdâ kerimdir
Yüz sürüp ağlarım yol eyler beni
dörtlüğü ile başlayan söyleyişi;
Arş yüzünde dönüp semah tutarsın
Telli turnam uğrar mısın sılaya
Eski derde yenisini katarsın
Telli turnam uğrar mısın sılaya
biçiminde başlayan deyişi;
Dokunup incittin yâremi tabip
Ateş-i hicrana takatim mi var
Yar elinden gayrı olmasın nasıp
Bu çarh-ı devrana minnetim mi var
sözleriyle başlayan türküsü ve:
İşte geldi geçti ömür kervanı
Yalan dünya ne gününü gördüm ben
Bunca safa sürdüm âkibet fâni
Yalan dünya ne gününü gördüm ben
dörtlüğü ile başlayan nefesi, yörede Esirî’nin halk türküleri arasında önemli bir yeri olduğunu gösteren deyişlerdendir. Bir şiirinde:
Gel Esirî oku dercet bu dersi
İsm-i âzam budur âyet-i kürsi
Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî
Aşka düşüp Türkî lisana geldim
deyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye olan sevgisinin ifadesidir.
Bir şiirinde:
Gel Esirî meyil verme her dile
Sadık dost gerek ki halinden bile
Damgasız metaı alma bir pula
Bezirgânlar bilir şar kıymetini
deyişi ile Ahmet yesevî çizgisinin Anadolu’daki usta âşıklarından biri olduğunu hemen belli eden Esirî, ünü yöre dışına taşmış önemli âşıklardandır.
Esirî Baba, Hekimhan’ın yüz akı âşıklarının başında gelir.
Hekimhan (Cüzüngüt) Güzelyurt’ta 1866 – 1941 yılları arasında yaşayan ve asıl adı Sinan olan Âşık Pervane de Hekimhan’ın önemli âşıkları arasında görülmektedir.
On iki dörtlükten oluşan ve ilk dörtlüğü:
Bir çocuk da anasından doğunca
Bedenini pişirmeğe tuz ister
Utanır âlemden yüze çıkamaz
Arkasına giyinmeye bez ister
biçiminde olup, son dörtlüğü:
Pervane’yim bu zamana varınca
Gayrı doksanı da tamam olunca
Yüz yaşında ecel vakti gelince
Ahrette şefaat, imam tez ister
biçiminde olan Yaşnamesi edebiyatımızın güzel örneklerindendir.
Asıl adı Zeynel Kazancı olan ve Hekimhan Güzelyurt’ta 1855-1942 yılları arasında yaşayan Âşık Safine Yol Destanı, Güzüngüt Destanı, Geleni Destanı, Kıtlık Destanı, Kızlar Destanı gibi destanlarıyla dikkat çeken Hekimhan’ın önemli âşıklarındandır.
İlk dörtlüğü:
Cüzüngüt’ten çıktık yüklettik yükü
Yılgınlı, Söğütlü, Çayırlı bükü
Hasançelebi’de biz olduk iki
Hikmet vardır bu hocanın işinde
biçiminde olan Yol Destanı;
Bir dörtlüğü:
Tahılı az olan kaldı ayazda
Nere ucuz diye kulağı seste
Rahmet düşmedi hiç Martta Mayısta
Hiçbir gün akmadı seller bu sene
biçiminde olan ve 1939 yılındaki büyük kıtlık için yazdığı Kıtlık Destanı tarihi bir belge niteliğindedir.
1871- 1934 yılları arasında Güzelyurt’ta yaşayan Âşık Bekir de atışmalarıyla ün salmış, geleneği en iyi yansıtan Hekimhan yöresinin önemli âşıklarındandır.
Hekimhan’ın Ardahan bu günkü adıyla Beykent köyünde 1895’te doğan Âşık Hasan Hüseyin Şahin (Yediharf);
Hekimhan’ın Ağılbaşı köyünde 1900’de dünyaya gelen Âşık Mehmet Doğan;
1900-1982 yılları arasında Hekimhan’ın Epremce köyünde yaşayan Turan Yılmaz;
Asıl adı Mustafa Kazancı olan 1912’de Güzelyurt’ta doğan Sefil Âşık;
Hekimhan’ın Kocaözü kasabasında 1918’de doğan, ve son dörtlüğü:
Turnam ağır uçan yoksa hastasın
Medine Mekke’ye giden postasın
Selam et Muhammet bizi istesin
Âşık Ahmet yorgun deyin turnalar
biçiminde olan ve 14 dörtlükten oluşan Turnalar deyişiyle dikkat çeken Hekimhanlı âşıklardandır.
Hekimhan’ın Hasançelebi bucağına bağlı Basak köyünde 1919’da dünyaya gelen ve “Gönülden Sesler” adlı bir de kitap yayımlayan Hıdır Koluaçık ününü Malatya dışına taşırmış yöre âşıklarındandır.
1933’te Hekimhan Güzelyurt’ta dünyaya gelen ve asıl adı Veli Yurtseven olan Âşık İfşânî rahat söyleyişleriyle tanınan bir âşıktır.
Asıl adı Mevlüt Kılıç olup 1939’da Hekimhan’da doğan Âşık Çilekeş;
Hekimhan’ın Doyran köyünde 1945’te dünyaya gelen Seydi Battal Ekici;
Asıl adı Yılmaz Özer olan ve 1945’te Hekimhan Güzelyurt’ta dünyaya gelen Âşık Mutsuz çeşitli yarışmalarda önemli dereceler almış:
Mutsuz ah çeker de çilesi dolmaz
Bu derde yanmaktan usanmaz yılmaz
Söylemesem yandım, söylesem olmaz
Değmeyin yaralı gönlüme benim
biçiminde zarif ve içli söyleyişlerle şiir kozasını ören önemli âşıklar arasındadır.
Çukurova’nın önemli âşıklarından Ferrahî ile uzun süre arkadaşlık yapıp saz ve söz ustalığını geliştirmiş, doğaçlama şiir söylemenin önemli âşıkları arasına girmiş, 1948’de Hekimhan’ın Kızılyatak köyünde dünyaya gelmiş asıl adı İbrahim olan Âşık Saltan da, üzerinde durulması gerekli âşıklardandır.
1950’de Hekimhan Güzelyurt’ta dünyaya gelen, deyişlerini Birfâni mahlası ile bir oya gibi işleyen:
Bu koca vatanın bacası sensin
Göklere uzandın yücesi sensin
Birfâni Metin’in hocası sensin
Öpeyim elini ver öğretmenim
biçiminde zarif şiirler yazan Metin Özer pek çok yarışmada birincilik ödülleri almış yörenin iyi tanınan âşıklarındandır.
Hekimhan’ın Hacılar köyünde 1953 yılında doğan ve geçimini sazı ve sözü ile sağlayan asıl adı Yusuf Kenan Gözcü olan Âşık Kadim:
Dosta kulluk edem dersen
Evvel turap olmak gerek
Hak özünü bilem dersen
Evvel turap olmak gerek
biçiminde yalın söyleyişleri ile tanınmaktadır.
Soyadını mahlas olarak kullanan ve yalın söyleyişi ile dikkat çeken, 1954’te Hekimhan’ın Ağılbaşı köyünde dünyaya gelen Halil Yazgan;
1956’da Hekimhan Güzelyurt’ta dünyaya gelen ve:
Demir madenin var servet yurduma
Derman sensin şu onulmaz derdime
Deveci’yim bütün yükün sırtıma
Aşkın ne kadar da yaman Hekimhan
Hekimhan, Hekimhan, Aman Hekimhan
gibi farklı ve özgün söyleyişleriyle birçok yayın organında görülmektedir.
Hekimhan Güzelyurt’ta 1956’da dünyaya gelen; doğa, aşk, gurbet ve insan sevgisi temlerini işleyen Eyüp Eraslan;
1956’da Hekimhan Kızılyatak köyünde dünyaya gelen ve halk şiiri tarzında rahat söyleyişleri ile dikkat çeken Hüseyin Özdemir;
1960’ta Hekimhan’ın Ağılbaşı köyünde dünya gelen, 12 yaşından beri sazı ve sözü ile Malatya yöresinin usta âşıkları arasında sayılan Muharrem Akıncı:
Muharrem der güzelliğin söz değil
Methettiğim gelin değil kız değil
Baba diyarımdır bu da az değil
Sende doğdum sende ölsem Malatya
ve:
Âşık Muharremin budur çilesi
Sazında sözünde yoktur hilesi
Yoksulluk başımın eski belası
Nasıl saklarım ki yoksulluk seni
biçiminde sazına ses vermektedir.
Hekimhan yöresi âşıkları şüphesiz bu kadar değildir, bir bölümünü anıp deyişlerinden bazı örnekler sunduğumuz Hekimhanlı âşıkların gelenek içindeki yerine bakalım.
-
Hekimhanlı Âşıklarda Saz
Her milletin, kendi ilk namelerini terennüm ettiği milli bir sazı vardır.
Anadolu’ya gelinmeden önce Ozanların sagular ve destanlar okurken kullandıkları musiki aleti kopuzdur.
Yaşamımızın her aşamasında görülen, Anadolu'nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi olup, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır.
Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir.
'Saz başlar, söz susar' sözü de saza ve âşığa duyulan saygının önemini göstermektedir.
Büyük göçler sırasında ozanların elinde Anadolu'ya gelen saz, 14. yüzyılda büyük bir evrim geçirmiş, fiziksel özellikleri, tınısı, ses rengi ve çalma tekniği köklü değişime uğramıştır.
Kopuzun sapına perde bağlanmasıyla, bağlama şekillenmeye başlamıştır. Tellerin yalnızca sayısı değil, niteliği de değişmiş, at kılı, hayvan bağırsağı ve ipekten üretilen tel yerine metal kullanılmaya, şelpe tekniği olarak bilinen parmakla çalınma yerine tezene ya da mızrapla çalınmaya başlanmıştır.
Anadolu'nun her yanında yaygın olarak çalınan bağlama, yörelerin folklorik özelliklerine bağlı kalınarak, 'yöre tavrı' içinde sürdürülür. Bu nedenle âşıklarda üslup tavır ve süslemeler, yöreden yöreye farklılıklar gösterir.
Bu farklılıklar ağız farklılıklarının yanı sıra gelenek, görenek, inanç, yaşam tarzı ile de ilintili olup Antep, adıyaman yöresinde Barak, Güney Anadolu’da Bozlak vb tarzların oluşmasına neden olmuştur.
Bu özellikleriyle saz, eğlence unsuru olmaktan öte, sohbet aleti olarak kullanılmış, âşıklık geleneği içinde sözle verilecek mesajların daha etkileyici oluşunun aracı olmuştur. Sazımın Sözü adlı eserdeki:
Âşık dayandırır sözü sohbeti
Elinde sedefli saza danışır
Kemale yetende insan san’atı
Çöllerin ördeği kaza danışır.”1
biçimindeki söylem sazın önemini içerdiği gibi;
Seyranî'nin: "Saz çalmayan telin kadrin ne bilsin"2 dizesi ve Ruhsatî'nin:
Ruhsatî zamane tutmaz adamı
Elindeki kemanî saz olmayınca3
dizeleri sazın önemini dile getiren çarpıcı deyişlerdendir.
Bu nedenle Hekimhan halkı “Sazsız âşık kulpsuz testiye benzer” demektedir.
Anadolu Türk kültüründe bağlama, “telli kuran” denilecek kadar kutsal sayılmaktadır.
Hekimhan’ın Sivas gibi Anadolu halk şiirinin merkezlerinden birine yakın olması nedeniyle, Hekimhan yöresi âşıklarına Sivas yöresinin ünlü âşıkları önemli ölçüde etki etmiştir.
Malatya, Anadolu’da halk kültürü değerleri açısından en zengin yörelerimizden biridir. Halk oyunları ve türküleri ile ünü oldukça yaygındır. Arguvan yöresi türküleri, Türk halk türküleri içinde kendine özgü formunda “Arguvan Ağzı” ya da “Minayik Ağzı” adı ile anılıp repertuvarlarda özel bir yer almıştır.
Halk şiirinin Darende, Hekimhan, Arguvan ve Arapgir’de sevilip sayılması bir ölçüde Sivaslı Pir Sultan Abdal, Âşık Veli, Ruhsatî gibi önemli âşıklara bağlanabilir.
Malatyalı âşıkları incelediğimizde Arguvan yöresinin kendine özgü “Arguvan havası” dediğimiz söyleyiş özelliği dışında Hekimhan, Darende ve Arapgirli âşıklarda söyleyiş özelliğinden çok, anlam ağırlığı dikkat çekmektedir.
Âşıklık geleneği içinde önemli bir yere sahip olan saz, âşıklarca kutsal bir varlık gibi görülmüş, ona çok değer verilip özenle korunmuştur. Âşıklar sazlarını insana benzetmişler, sapının baş tarafına baş-kaş, burgularına kulak, sapına kol, yüz tarafına göğüs, deliklerine göz, tambur kısmına da gövde adını vermişlerdir. İnsana saygı nedeniyle de sazı yere bırakmayıp yukarıda tutmaya özen göstermişlerdir.
Alevi ve Bektaşi âşıkları ise sazların şekilleri ve sazın parçalarını özel remizlerle ifade etmektedirler.
Tellerin üç sıra bağlanması; Allah, Hz. Muhammet, Hz. Ali üçlemesi, kimi sazlardaki on iki tel ise, On İki İmam’ın simgesi olarak düşünülmektedir.
-
Hekimhanlı Âşıklarda Usta-Çırak Geleneği
Âşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri usta-çırak geleneğidir.
Bu geleneğin özünde halkın gönül duygularının âşıklarca dile getirilerek halkın belleğine işleyip kuşaktan kuşağa ulaştırılması yatar.
Bu geleneğin temsilcileri olan âşıklar, ustalarından öğrendiği bilgi ve becerileri bir anlamda usta mallarını çırakları aracılığıyla geleceğe taşırlar.
Çırak ustasını babası gibi görür. Her âşık ustası ile övünür.
Usta-çırak geleneğinin en canlı biçimde yaşatıldığı yörelerden biri Malatya’dır. Çünkü, Türk halk şiirinin en usta âşıklarından Ruhsatî gibi bir ustanın ustası Kusurî Malatyalıdır.
Âşıklık geleneği sadece saz çalıp deyiş ve türkü söylemeye dayanmayan, bir usta tarafından öğretilmesi gereken bir iştir.
Âşıklıkta yol vardır, erkân vardır. Bu Anadolu’da ahilik çerçevesinde oluşan esnaf teşkilâtında olduğu gibi önemli bir gelenektir.
Usta çırak geleneği âşıklığın ana kurallarındandır.
Âşık, bir usta yanında pişecek, sanatı, sanatın inceliklerini, kurallarını ustasından öğrenecek o da yeni çıraklar edinip kendinden sonrakilere aktaracaktır.
Bu nedenle usta âşık yanına bir çırak alır, ona sahip çıkar, âşıklık sanatının inceliklerini öğretip sanatının devamını sağlamaya çalışır.
Genç âşık ustasının sazını taşır, koşmalarını, semailerini ezberlemeye çalışır. Ustası da onu eğitmek, ufkunu açmak için köy odalarına, âşık kahvelerine götürüp sohbetlere katar. Saz ve söz öğretir.
Âşık bu taklit dönemini aştıktan ve geleneksel âşık şiirinin bütün katı kuralları içinde şiirlerine kendi damgasını vurmayı başardığı anda artık usta bir âşık olmuştur.
Ustası bu durumu görüp piştiğine, olgunlaştığına kanaat getirince de sırtını okşar, sazını eline verir, “Git artık nasibini ara” der. Buna âşık dilinde “çıraklama” denir.
Esirî Baba’nın bir şiirinde geçen "Pederden miras bana bu nağme" deyişine bakılırsa babasının da saza, söze yatkın belagat ehli bir kişi olduğu ve Esirî’ye ustalık ettiği anlaşılmaktadır.
Aşkın şarabından içip mest oldum
On yedi erkâna kemerbest oldum
Ustalar elinde doğup ust(a) oldum
Âşık olmuş gevher saçar dükkânım
diyen Esirî geleneğin bu denli güçlü olduğu Alevi-Bektaşi edebiyatında usta çırak geleneği çarhında yetişmiş önemli âşıklardandır.
Hekimhan’ın Hacılar köyünde doğan ve deyişlerinde Kadim mahlasını kullanan Yusuf Kenan Gözcü de Âşık Sefil Selimî’ye çıraklık ederek geleneğe uyanlardandır.
Hekimhan’ın Ağılbaşı Köyü Nalköy mezraında doğan Muharrem Akıncı ise Meftunî’nin çıraklarından olup âşıklık geleneklerini ustaca sürdürenlerdendir.
Hekimhan’ın Kızılyatak koyünde doğup sazı ve sözü ile ününü oldukça yaygınlaştıran Âşık Saltan da Âşık İlhamî’ye çıraklık etmiş gelenek içinde yetişmiş önemli âşıklar arasındadır.
-
Hekimhanlı Âşıklarda Mahlas Alma
Mahlas, bir ustanın, bir pîrin ya da mürşidin verdiği ad olduğu gibi bir olay anında söylenen bir söz, bir yer adı, ya da bir ada nispet î’si eklenerek oluşturulan ad olabilmektedir.
Esirî’nin asıl adı Mehmet’tir. Babası Kasım Ağa Hekimhan’ın Basak köyünden 18. Yüzyılın ünlü âşıklarından Baboğ Dede’nin dördüncü oğludur. Soyca âşık olan Mehmet (Esirî), 1843’te Hekimhan’ın Güvenç köyünde dünyaya gelmiştir.
Asıl adı Mehmet olan Esirî Baba’nın da mahlas alması bu gelenek çerçevesinde güzel bir olayla vuku bulmuştur.
Âşık Mehmet, 20 yaşına geldiği zaman kardeşlerine “Hacı Bektaş’a Feyzullah Çelebi’yi ziyarete gideceğim.” diyerek köyünü terk edip Hacı Bektaş’a gider. Dergahta, Feyzullah Çelibe’den manevi himmet alarak âşıklığını beyan eder. Âşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Çelebi’nin “Söyle Esirî’m sakla sırrımı” demesi üzerine Âşık Mehmet kendi adını bırakarak bir daha “Esirî” mahlâsını kullanmaya başlar.
Asıl adı Hüseyin olan Hekimhan’ın en önemli âşıklarından Sadık Baba da Hacı Bektaş’ta bir süre tekke kültürü alır. Çelebilerden Hamdullah Efendi Hüseyin’in uyumlu, sözüne güvenilir, olgun ve tekkeye çok bağlı bir kişi olduğunu görerek onu Sadık adı ile çağırır. Bu olaydan sonra Hüseyin deyişlerinde mahlas olarak kullandığı Hüseyin adını değiştirip Sadık adı ile deyişler söylemeye başlar. İleri yaşta da halk Sadık Baba demeye başlar ve ünü Sadık Baba olarak Anadolu coğrafyasına yayılır.
Yörenin usta âşıklarından Hasan Hüseyin Şahin eski Arap alfabesi ile ismi yedi harften ibaret olduğu için mahlasını Yediharf olarak kullanır.
ç. Hekimhanlı Âşıklarda Bade İçme
Âşıklar âşıklığa başlamayı ya da yetişip usta âşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol olan usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli âşık olmaya bağlarlar.
Esirî Baba şiirlerinde badeli âşıklardan olduğunu vurgulayıp,
Pîr elinden dolu içip mest oldum
Aldım sattım her kıymetten üst oldum
Mürşit meydanında kemerbest oldum
Yüzümde yedi hat ağlara düştüm
gibi deyişi ve:
Erenler yaktı çıramız
Çok şükür Ruşen olduk
Âşıklıkta bu töremiz
İçtik bade sultan olduk
biçimindeki söyleyişiyle badeli âşıklardan olduğunu dizelerine aktarmıştır.
Yediharf de:
Gönül aşk badesin ezeli içti
Farımaz sevdaya düştü ne fayda
diyerek badeli âşıklardan olduğunu vurgulamıştır.
-
Tarih Bildirme
XV. Yüzyıldan itibaren Divan Edebiyatında Arap harflerinin her birine bir sayısal değer yükleyerek doğum, ölüm, düğün, zafer, felaket, deprem vb. çeşitli olayların meydana geldiğini hatta bir binanın yapılış tarihini EBCED hesabı diye adlandırılan bir teknikle tarih saptama işlemine tarih düşürme ya da tarih bildirme denir.
Tarih düşürme işlemi Âşık Edebiyatında da Divan Edebiyatının etkisi ile uygulanmaya başlamış ve zaman içinde gelenek haline dönüşmüştür.
Âşık; kıtlık, yangın, sel felaketi, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla, kendi doğum tarihlerini şiirlerinde tarihî birer belge gibi kalmasını istemiş ve genellikle ilk ya da son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.
Âşıkların şiirlerinde geçen tarihlerin Halk Edebiyatı araştırma ve incelemelerinde büyük önemi vardır. Bu tarihlerle o âşığın yaşadığı çağ ve çoğu zaman da hayatta olduğu yıllar belirlenebilmektedir.
Malatyalı âşıklarda da tarih bildirme geleneği canlılığını korumuş, pek çok önemli olay vakanüvüsler gibi dizelere aktarılarak belgelenmiştir.
Kusurî’nin:
Bin yüz doksan üçde geldim cihana
Hub surette insan oldum nedir bu
Elden ele beşiklerde beslendim
Necm-i seher sübyan oldum nedir bu4
dörtlüğünde doğum tarihi olan miladi 1802 işaret edilmekte;
Kul Sevindik’in: “Sene bin iki yüz olmuştur tamam”5
dizesinde miladi 1809’da hayatta olduğu anlaşılmaktadır.
Yediharf:
“Bin üç yüz otuz beş Recep ayında
Yarin cemalini gördüm vallahi”6
diyerek sevgilisini ilk gördüğü zamana tarih düşürmüştür.
Bu geleneği en iyi uygulayanlardan biri de Esirî Baba’dır.
Esirî Baba, bazı deyişlerinde sosyal konuları da dile getirip gelecek kuşaklara dizelerini tarihi birer belge gibi aktarmıştır. 23 dörtlükten oluşan “Ağ Yeli" isimli destanında:
Hep takavüt oldu dağların kışı
Ömürde görmedik böylesi kışı
Ne bir çalı kaldı ne bir taş başı
Kerem edip ihsan eyle ağ yeli
Sene bin iki yüz doksan bir tarih
Hem dasitan olsun hem bir tavarih
Ne şiddetten gayrı candan bi zarih
Kerem edip ihsân eyle ağ yeli
biçimindeki söyleyişi ile miladi 1875’teki büyük kışı çarpıcı dizelerle anlatan âşığın deyişlerinde engin bir kültüre sahip olduğu sezilmektedir.
Nazire Söyleme
Aslında divan edebiyatına ait olan nazire; bir şairin şiirini, diğer bir şair tarafından, aynı uyak ve ölçüde olmak üzere benzer biçimde yazma demektir.
Divan edebiyatının etkisi ile halk edebiyatında da yaygın olarak kullanılan ve gelenek haline dönüşen nazire söyleme Malatyalı âşıklar tarafından da benimsenmiştir.
Âşıkî’nin:
Canan bizi aşk oduna
Yaka geldi yaka gider
Boynumuza zülfü bendin
Taka geldi taka gider7
dörtlüğü ile başlayan şiiri Yunus Emre’nin:
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider8
şiirine naziredir. Esirî Baba’nın da Kazak Abdal’ın:
Ormanda büyümüş adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez"
biçimindeki çok bilinen şiirine:
Farketmez dört harften ebced demesin
Müderristen her mollayı beğenmez
Bilmez iken elin yüzün yumayı
Abdest almış serapayı beğenmez
biçiminde nazire yazdığı görülmektedir.
e. Âşık Kolları:
Türk halkı geleneğine bağlı bir toplumdur. Geleneğe bağlılık birçok sanatın devam etmesinde önemli bir rol oynamıştır. Özellikle el sanatları ile ilgili esnaflıkta âhilik çerçevesinde, çırak yetiştirme geleneği günümüze değin varlığını korumuştur.
Âşık edebiyatında da çırak yetiştirme geleneği yüzyıllar boyu canlılığını koruyan geleneklerden biridir.
Çırak, baba yarısı saydığı ustasının adını yaşatmak, sözde ve sazdaki edasını korumak için ustasından öğrendiği üslûbunu, dilini, sözdeki zarafetini, sazdaki tavır ve tekniğini, kendi yetiştirdiği çırağına da geleneğe bağlı kalarak öğretir.
Çırak da ustasından öğrendiklerini kendi çıraklarına nakledince âşık kolu dediğimiz bir kol oluşur.
Âşık kolu, “Çıraklık geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından, odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak ona ait üslûp, dil, ayak, ezgi, konu, hatıralar ve hikâyelerin devam ettirildiği mektep.” Olarak da tanımlanmaktadır. Bir âşık kolunun varlığı için Odak hüviyetindeki usta âşığın dil ve üslubu korunmalı, usta âşığın işlediği konular işlenmeli, usta âşığın karşılaşmaları iyi bilinmeli, usta âşığın anlattığı hikâyeler anlatılabilmeli, usta âşığa ait ayaklar kullanılmalıdır.
Adından söz edilen ve bilinen âşık kolları; Dertli, Erzurumlu Emrah, Feryadî, Huzurî, Ruhsatî, Sümmanî, Şenlik, Derviş Muhammed ve Kemterî kollarıdır.
Türk halk şiirindeki âşık kollarının en önemlilerinden sayılan Ruhsatî kolu, Malatyalı Âşık Kusurî’nin çırağı Âşık Ruhsatî tarafından oluşturulmuştur.
Malatya’da bizim ortaya çıkardığımız bir kol da Derviş Muhammet kolu’dur.
Bu kol:
Derviş Muhammet, Şah Sultan, Âşıkî, Âşık Hüseyin, Bektaş Kaymaz, Âşık Hasan Hüseyin, Meftunî (Memo Temiz) biçimindedir.
ESİRÎ BABA’NIN SANATI VE ŞİİR DÜNYASI
Esirî Baba’nın Şiirlerinde Dış Yapı
Türk halk şiirine lirizmin güzel örneklerini kazandıran Esirî, hece ölçüsüyle
söylediği deyişlerinde çok başarılı olmuş, ancak aynı başarıyı aruzla yazdıklarında gösterememiştir.
Hece ile yazdığı şiirlerinde genellikle 8’li ve 11 ölçüyü kullanmıştır. Aruzlu şiirlerinde ise gazel, divan ve müsemmen biçimlerini kullanmıştır.
Bilindiği gibi halk şairleri aydınlarca ve divan şairlerince hor görülmeleri nedeniyle bilgiçlik göstermek, hece ölçüsünün dışında az da olsa ağdalı dille ve aruz kalıplarıyla şiir söyleyebileceklerini kanıtlamak ister gibi birtakım aruzlu şiirler ortaya koymuşlardır.
Esirî Baba da bir şiirinde:
Şarabı mevt içen âşık şiiri gazel söyler
Bilenler iptida intiha ruzi ezel söyler
diyerek divan edebiyatı nazım şekillerinden gazeli övmüş;
Teşbihe durmuş melekler sahibi mahşer diye
On sekiz bin âleme kendini sultan eylemiş
biçiminde pek çok gazel yazmıştır.
Saz şairlerinin aruz ölçüsü ile yazdıkları şiirlerinin çoğu divan türündedir. Saz şairlerince divanî de denilen divanlara Esirî’de:
Bu demin keyfiyetin bildirdi ayıklar bana
Her yerin kıldı mürüvvet kavli sadıklar bana
Hâlime hemdem kılup imdadı âşıklar bana
Sevdiğim bunca cefayı etme yazıklar bana
biçiminde dörtlük esasına dayalı murabba divanlarla;
“Darbı gamzen sinemi hemana dönderdi bugün
O bakışlar köşkümü virane dönderdi bugün ”
örneği gibi beyit esasına dayalı gazel biçiminde divanlara rastlanmaktadır.
Divan edebiyatında sekiz dizelik bölümlerden meydana gelen şiirlere
müsemmen denilmektedir. Böyle:
Hak-i paye yüz sürelden gamdan azadım bugün
Kühû dağlar delmeye aşk ile Ferhadım bugün
Rah-i Hakk’a ser verip cûş eyler cesedim bugün Hamdülillah kim imaret buldu bünyadım bugün
Uyanıp subh u seherde ah-ı feryadını bugün
Babına geldim medet rahneyle üstadım bugün
Hacı Bektaş-ı Veli’nin kemteriyem kemterim
Lâfetâ illâ Ali’dir hem dilimde ezberim”
biçiminde sekiz dizeden oluşan bölümlerden kurulu müsemmen ve her bölümün 7 ve 8. dizeleri olduğu gibi tekrar edilen mütekerrir müsemmenlere de şiirleri arasında rastlanmaktadır.
Esirî Baba’nın Şiirlerinde İç Yapı
Dili ve Söyleyişi
Ondokuzuncu yüzyılın genel şiir dünyasını gözden geçirince Esiri’nin şiirlerinin
sade, yapmacıksız ve samimi bir eda içinde söylendiği görülür.
Doğallık ve canlılık onun en göze çarpan özelliğidir.
Esirî der ilmi hali bilen var
Arif olup bir manayı bulan var
Alan alsın pîr aşkına talan var
Verme mahım emeğimi zaylara
ve
Özünü bilene insan dediler
Manadan bilmeze nâdan dediler
Hazne-i Hak kevn ü mekân dediler
Nekes yok eder cömert vara götürür
gibi deyişlerinden anlaşılacağı üzere çok derinlere indiği görülür.
Yetiştiği ortam gereği küçük yaşta sazlı sözlü toplantılarda, cem törenlerinde sık
sık bulunuşu; Âşık Baboğ gibi usta bir âşığın torunu olup saz çalmayı soydan gelen bir yetenekle iyi öğrenişi; çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Güvenç köyünde Aşık Sadık Baba gibi usta bir âşığın yanında oluşu, saz ve söz ustalığına olumlu katkılarda bulunmuştur.
Şiirlerinde gördüğümüz:
Esiri der âşıklara yol böyle
Naz ederse sultanına kul böyle
Sevişmenin ayrılması fal böyle
Bir gelmesi yârin bir gelmemesi
gibi rahat ve ustaca söyleyişleri ise Esiri"nin usta âşıklar zincirinin önemli halkalarından biri olduğunun delilidir.
Deyişlerini incelediğimizde dilinin Hekimhan ve yöresinde sıkça kullanılan dem, bostan, çöp, em, revan, kemha, gazel, tevek, pay, kıtmir, kendir, çec, kücü, bocu, ürmek, yelmek, savmak, ecel, ütmek, çulha gibi sözcüklerle yüklü olması yöresel dili ve mahalli kültürü ustaca dizelerine aktardığını göstermektedir.
Ayrıca, 17 defa Hacı Bektaş’a gidip orada yurdun çeşitli yörelerinden gelen âşıklarla sık sık birlikte olması ve tasavvufi bir eğitim görmesi nedeniyle oldukça zengin bir söz hâzinesine sahip olmuştur.
Şiirlerinde geçen musahip, talip, pîr, vahdet, mürşid, tavaf, ilm-i ledün, dergâh, hüsn, tuba, leb, nikâp, mihraç, kelâm, râh, libas, ahd, yedullah ve deman gibi sözcükler bu görüşümüzün kanıtıdır.
Esirî Baba’nın Şiirlerinde ana Duygular
a.Aşk
Bir şiirinde:
Dilber ben seni severim
Ne hacet bunda ispata
Bu canı feda eylerim
Gelse bir teline hata
diyen Esirî, sevgilisinin saçının bir teline bir ömrü feda edecek kadar tutkun görünür.
Esirî de her âşık gibi sevdasının diline düşmesini istemez.
Bir şiirinde:
Yar odur zülfünde bin berdar ola
Lebleri mey gözleri esrar ola
İstemem ki sırrımız ihsar ola
Vuslatı bar olmaya tenha gerek
deyip gizli kalmasını ister. Fakat:
Tutup bir ahımı bine yetirdi
Dile destan etti kaşı yay beni
Bülbül gibi feryadımı arttırdı
Yaktı viran etti kaşı yay beni”
diyerek sevgilisinin kendisini dile düşürmesinden yakınır.
Her âşık gibi Esirî de sevgilisini kıskanır.
Bir şiirinde:
İşittim rakiple sohbet edersin
Benim garip gönlümü kati edersin
Gördüm yad el ile ülfet edersin
Güç gelir sevdiğim o kadar bana
diyerek kıskançlığını dile ve tele döker.
Sevgili vefasızdır fakat âşık bu vefasızlıktan yılmaz.
Ona:
Esirî der şikâyetim yardandır
Dostun hayaline yelsem kârdandır
biçiminde seslenip âşığın vefasızlığını, sitemini, kahrını bile lütuf sayar.
Hey erenler hasbi halim söyleyem
Serde sevdası var kaşı karanın
Malı mülkü tacı tahtı neyleyem
Müptelası oldum bir mahperanın
diyerek tutkusunun ne denli yüce olduğunu dile getirip vurur sazının teline.
Sevgilinin vefasızlığı karşısında:
Aşkın oduna yanardım
Şems-i pervane dönerdim
Seni sadık yar sanırdım
Terk eylesem yolu imiş
diyerek duygularını sazının teline döker.
Buna rağmen sevgili âşığa eziyet etmekten haz duyar. Esirî de tahammül
sınırının sonuna gelince:
Gönül düşmez hoyrat ile nadana
Garip bülbül arzu eder gülşana
Beni yakan benden beter o yana
Beni görüp deli sanır bazılar
diye kendini aşk ateşine atan sevgilisinin kendinden daha beter yanmasını diler.
Sevgilisinin eziyetinin sürmesi karşısında da:
Derd-i hicran bir dağ çekti sineme
Mahi gözlüm yeter çevrin elverir
deyip isyan eder.
b. Gurbet
Her âşığın belini büken gurbet olgusudur. Âşık ya sılayı bırakıp gitmiştir,
memleket özlemiyle yanar tutuşur; ya anayı - babayı gözü yaşlı koyup gitmiştir; ya çoluk çocuğundan ayrı gurbet ellerde kalmıştır, ya da sevgilisinden uzaktadır.
Gurbet hem âşığı olgunlaştırır, hem de gurbette söylediği şiirler her
dinleyeni yürekten sarsar.
Esirî’nin şiirleri arasında da gurbet olgusunu:
"Esirî der garip gönlüm firaktır
Kaldım gurbet elde sılam ıraktır
Gönlüm sana bir eğlence gerektir
Benim ağyar ile sohbetim mi var”
ve
“Bülbül halin gülistana duyurdu
Gönül mesken etti şimdi bu yurdu
Ah bu devran dostu dosttan ayırdı
Sandım cesedimden can ayrı düştü”
biçimindeki deyişleriyle dantel gibi işleyen usta işi söyleyişlere rastlanmaktadır.
c. Esirî Baba’nın Deyişlerinde Din ve Tasavvuf
Âşıkların dilinde güzelin, güzelliğin ve aşkın simgesi Leylâ’dır. Halk hikâyelerinde Mecnun’un Leylâ’sına, Ferhat’ın Şirin’ine kavuşamaması gibi âşıklar da sevgililerine kavuşamaz ve kendilerini Mecnun’la özleştirirler.
İçinde bulundukları durumu Esirî’nin deyişlerinde sık sık rastladığımız gibi:
Bir saçı Leyla ’da meylim kalıptır
Anınçün gönül hayran oluptur
Esirî der serden aklım aluptur
Mecnun gibi çöle gittim ağlarım
biçiminde dile getirir.
Bir türküde “Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı buldum” dendiği gibi Âşıklar
“Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı bulurlar”.
Mutasavvıflara göre insan güzelliğinde Tanrı’nın görünüşü vardır.
Yönümü dönderdim kıblegâhıma
Sığındım ol settarı penahıma
Esiri der yüz tuttum Allah’ıma
Bağışla günahım ey kani kudret
"Yönümü dönerdim kıblegâhıma” deyişinde belirttiği gibi Tanrı’ya, Tanrı sevgisine yönelir.
Esirî, Hacı Bektaş dergâhına bağlı güçlü bir ozandır.
Onun şiirlerinde Hz. Muhammet, Hz. Ali, Ehlibeyt, Hacı Bektaş-ı Veli ve Balım
Sultan gibi din ve tarikat ulularına sevgi ve saygı ön plandadır. Bir şiirinde:
Veliler nebiler hatmi Muhammet’tir Muhammet Hakikat mürşidi kutbi Muhammet’tir Muhammet
diyerek Hz. Muhammet’e sevgi ve saygısını dile getirirken bir şiirinde:
Esirî der ikrar verdim uluya
Ihlâsım tam Şâh-ı Merdan Ali’ye
Başımız bağlıdır Kâlû Belâ’ya
Yine bizi bu katara düzdüler”
diyerek Hz. Ali’ye bağlılığını belirtir.
Esirî’de Ehlibeyt sevgisi çok yüksek değerdedir. Pençe-i Âl-i âbâ da
denilen ve bir elin beş parmağı ile simgelenen ehlibeyt sevgisi ile dolu:
Esirî der Ehlibeyt’e bendeyiz
Vahdetteyiz devrandayız demdeyiz
gibi pek çok deyişi bulunmaktadır.
Esirî’de Hacı Bektaş sevgisi de ayrı bir yer tutar. Bir deyişinde:
Esirî der kadim ikrar uluya
Hazreti Pir Hacı Bektaş Veli’ye
Ahd u peymanımız Kalu Belâ’ya
Kavuşturup bulduran Hak bulan Hak
diyen Esirî Baba’da din ve tarikat ulularına sevgi ve saygı:
Derdi sen verip de derman aratma
Medet mürvet Balım Sultan sen bilin
Vahdetinden visalinden ayırma
Medet mürvet Sultan Balım sen bilin”
deyişinde görüldüğü gibi ihmal edilmemiştir.
Hak yolunda yürüyen tarikat yolcusunun geçmek zorunda olduğu manevi
aşamalar olarak algılanan deyişlerde dört kapı kırk makam olarak belirlenen şeriat - tarikat - marifet - hakikat kavramları Esirî Baba’da ustaca işlenmiş:
Evvel şeriatın şartın unutma
Tarikatta rızasız bir iş tutma
Gel Esirî marifeti yad etme
Hakikatte külli kemal bir oldu
ve
Şeriat şartına amel etmeyen
Tarikatta bir gerçeğe yetmeyen
Marifet şehrinde yükün tutmayan
Hakikate erişemez süresi
biçiminde dile getirilmiştir.
Bugüne kadar, üzerinde en az durulan bir konu da bilindiği gibi duvazlardır.
Duvaz; Alevi - Bektaşi edebiyatında oniki imam için söylenmiş nefeslere
verilen addır. Bu duvazlarda Hz. Muhammet’ten sonra şu on iki imamın adının geçmesi zorunludur.
Bunlar: Hz. Ali, Haşan, Hüseyin, Zeynelabidin, Muhammet Bakır, Cafer-i Sadık, Musa-ı Kâzım, Ali Rıza, Muhammet Taki, Ali Naki, Haşan Askeri ve Muhammet Mehdi’dir.
Duvaz söylemeyen Alevi-Bektaşi âşığı yok gibidir. Esirî Baba’nın sanatkârane yazılmış çok zarif duvazları bulunmaktadır.
Son dörtlüğü:
Bakır, Cafer, Kâzım Rıza
Taki, Naki, Asker liva
Esirî Mehtidir liga
Ya Muhammet ya Muhammet
biçiminde olan sekiz heceli;
Son dörtlüğü:
Muhammet Mehdî’dir bil padişahım
Caharda masumaynı kadir ilahım
Esirî der, günahkârım penahım
Muhammet’tir, Muhammet’tir, Muhammet
biçiminde olan onbir heceli;
Son beyiti:
Esirî, Mehdî’ye geldi tutup yüz
Günahını bağışla bu gedanın
biçiminde olan gazel tarzında duvazları
Son dörtlüğü:
Şah Hasan, Şah Hüseyin, Zeynel, Bakır hürmeti
Cafar’i Kâzım, Musa, Rıza, Taki, Naki himmeti
Esirî der, Hasan Askerî, Mehdi kıla şefkati
Allahümme sallü alâ seyyidina ya ahed
olan divan biçimindeki duvazları güzel örneklerdendir.
ç. Öğütler
Ahmet Yesevi çizgisinin Anadolu’daki usta âşıklarından biri olarak gördüğümüz Esirî Baba’nın Ahmet Yesevi’nin hikmetleri gibi özlü deyişlerine usta bir âşık edası ile söylediği öğütlerine baktığımızda kimi zaman:
Esiri ikrara uyanlardan ol
Men aref sırrını duyanlardan ol
Doğru yürü doğru diyenlerden ol
Beyhude cihanı gezme boşuna
gibi doğru davranmayı öğütlerken kimi zaman:
Özünde benliği dur et
Kalbin evini pür-nur et
Yapıp bir gönlü mamur et
Küfrisen de iman olur
diyerek benlikten uzak durup gönül almayı, kimi zaman:
Sen dururken el ayıbın gözetme
Her gördüğün yere destin uzatma
gibi deyişleri ile başkalarının ayıplarını gözetip yüze vurmamayı, kimi zaman:
Her özün bilmezi mihenge vurma
Hazer kıl cahilin yanında durma
Manadan bilmeze mesele sorma
Arif vardır ıssız sanma cihanı”
gibi söyleyişleri ile cahil, kötü kişilerle konuşmamayı öğütleyen şiirlerine
ve:
Kulak urma batıl söze
Kesret perdedir göze
Benden nasihattir size
Pazar olmaz gölde balık
biçimindeki bilgece öğütlerine sıkça rastlanmaktadır.
e. Yakınma ve Yergi
Âşık bir bakıma halinden, bulunduğu durumdan şikâyet eden kişidir. Gönlü
kırıktır. Kaderinden yakınıp feleğe sitem eder.
Esirî’de:
Gel ey gönül mülk edinme bu dehri
Eli göçmüş ıssız hana dönersin
Bal deyi sunarlar âkibet zehri
Tacı tahtı bî mekâna dönersin
diyerek gönlüne seslenir.
Bir şiirinde:
Can bülbülü depreşiyor kafeste
Gönül dost arzular âhir nefeste
Bad-ı saba götür niyazım dosta
Âşıkların töresi bu yolu bu
deyip, âşıkların iç dünyasını dile getirir.
Bir şiirinde:
Deli gönül güsselenme gam olsa
Şazılık gösterir nevcivan bize
Bir mâhi gözlüye âşık olaldan
Çok kahır geçirdi bu devran bize
deyip çektiği kahrı dile getirir.
Âşıkların en büyük sitemi feleğedir. Çektikleri bütün sıkıntılardan feleği sorumlu
tutarlar. Esirî’de de âşıkların bu genel tutumu görülür.
O da:
Ağlasana sefil Mecnun
Saçı Leylâ küstü bize
Boynu eğri koyup mahsun
Felek çaldı kasti bize
ve
Uçurdun dalından bülbülü felek
Taktir İlâhî’den geldi ne çare
Ciğer yaralandı delindi yürek
Felek bize zulüm kıldı ne çare
diyerek kimi zaman feleğe sitem eder, Kimi zaman da feleğin zulmüne boyun eğip çaresizliğini dile getirir.
Divan edebiyatındaki hicviyelerin karşılığı olan halk şiirindeki taşlamaların güzel
örneklerini de Esiri’nin şiirleri arasında görmek mümkündür.
Kişisel yergileri ile de dikkat çeken Esiri bir şiirinde:
Edep bilmez ne hizmete yakışır
Kulak verir nahak söze bakışır
Mürayi baş sallar işin çıkışır
Meşrebi mevali sandım bürüdü
derken, bir başka şiirinde:
Esiri bûs eyle demana eğil
Yalancıyı yen de gerçeğe yenil
Yüz bin emek çeksen küheylân değil
Ardına varanı teper savuşur
diyerek kişisel taşlamanın ilginç örneklerini vermiş:
Gafil sofu unutmuşsun erkânı
Meşrebin ne hangi dine taparsın
Galip edip benliğine düşmanı
Nefse uyup doğru yoldan saparsın
biçimindeki yergileriyle de bu türün unutulmaz şiirlerini edebiyatımıza kazandırmıştır.
f. Ölüm
Bir şiirinde:
Amelsiz ilim ne demek
Şöyle bir beyhude emek
Yakasız yensiz bir gömlek
Anı ancak giyen bilir
diyen Esirî de ölümü en çarpıcı dizelerle sazının teline dökmüş:
Gel Esirî şebi şeker sanma gil
Kartal gibi her lâşiye konma gil
İkrar verip ol ikrardan dönme gil
Âkıbet feleğin kervanı vardır
biçimindeki söyleyişi ile ustaca ölüm olgusunu hatırlatmış:
Buna çare olmaz yetmiş vadeler
Felek gözyaşından sundu badeler
Geldi talip muhip emmizâdeler
Yükletti göç etti kervanı felek
biçiminde ölüm gerçeğini pek çok âşık gibi şiirlerinde işlemiştir deyip, ruhu şad olsun diyelim.
*
Esirî’nin şiirlerinin toplandığı iki büyük defter mevcuttur. Bir cönk ise Hamza adlı torununda kalmıştır. Cönk ve mecmuaların bir bölümü 1952 yılında Malatya ili Yazıhan ilçesi Karaca köyünden Abdurrahman Ünlüer tarafından okunup Cemal Özbey’e verilmiştir.
Cemal Özbey tarafından uzun yıllar saklanan bu defterler Cemal Özbey’in vefatından kısa bir süre önce 1993’te “Yaşlandım ve rahatsızım. Bu şiirleri değerlendiremedim. Bunların kıymetini ancak siz bilirsiniz" diyerek bana vermiştir.
Bu asil davranışından dolayı rahmetli Cemal Özbey’i minnet ve şükranla anıyorum.
Bu güne kadar Esirî hakkında bizim dışımızda kimsenin bir yazısı yoktur.
Kıbrıs’ta yapılan VI. Uluslararası Ahmet Yesevi ve Türk Halk Edebiyatı
Semineri’ndeki bildirimizde Hekimhanlı Âşıklar arasında sayılıp üç şiiri örnek olarak verilmiş; Milli Folklor Dergisi’nin 22. sayısında (Yaz-1994) Cönklerden Gün Işığına başlıklı bir yazımızda üç şiirine yer verilmiş, Hekimhan Folkloru ve Hekimhanlı Âşıklar isimli kitabımızda 30 şiiri yayımlanmış, bir de Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan Hekimhanlı Esirî adlı kitabımızda 270 şiirine yer verilmiştir.
Çeşitli antolojilerde yer alan Esirî’ye ait şiirlerin tamamı benim yayınlarımdan alınmıştır.
Esirî hakkındaki tüm yayınlar bize ait olup elimizde hiç yayımlanmamış 105 şiirini daha ekleyerek şiirlerin tamamı olan 375 şiiri ESİRÎ BABA adlı kitabımızda Türk halk kültürüne kazandırmanın mutluluğu içindeyim.
Bu arada, Esirî Baba’nın hemşehrisi olup, beni arayarak, Esirî Baba’nın bütün şiirlerini yayımlamak isteyen ve bütün zorluklara göğüs gererek kitabın yayımını gerçekleştiren şu anda aramızda bulunan sayın Kamber Durna’ya ve yine Esirî Baba’nın hemşehrisi olup Özgül Yayınlarının bütün olanaklarını kullanan sayın Naki Özgül’e huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum. Saygılarımla.
Dostları ilə paylaş: |