İmam Ali (a.s) ve Sakife'den Kaynaklanan Olumsuzluklar
Hz. Ali'nin (a.s) bütün tavırları cesurcaydı. Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfet meselesi karşısındaki tavrı tam bir kahramanlık örneğiydi. Evet, ilâhî inanç sistemi (akide), her dönemde canını ve malını feda ederek ilkelerini güçlendirecek bir kahraman ister. Hicret günü Ali'yi (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) yatağında sabahlamaya, Resulullah'ı da kurtuluş Medine'sine hicret etmeye iten sebep buydu. Ancak Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra karşılaşılan durum nedeniyle İmam Ali (a.s) ne kendini, ne de oğulları Hasan ve Hüseyin'i feda edebilecek durumda değildi. Çünkü eğer kanaati doğrultusunda hilâfeti şer'î mecrasına döndürmek için kendini feda edecek olsaydı, ondan sonra ipin ucunu tutacak bir kimse kalmazdı. Resulullah'ın (s.a.a) iki torunu kendilerinden istenen görevi yerine getiremeyecek kadar küçüktüler.
Bu nedenle, hayatının her döneminde, Kâbe'nin içinde dünyaya geldiği günden Kûfe mescidinde şehit olduğu güne kadar ilkeler uğruna canını bir kurban olarak ortaya süren Ali (a.s) bu sefer Peygamber (s.a.a) tarafından atandığı makamı feda etti ve Peygamber'in (s.a.a) kendisine vasiyet ederek emanet bıraktığı ve koruma görevini verdiği yüksek maslahatlar uğruna zahirî siyasî liderlikten feragat etti.
Ali (a.s), yolların ayrılış noktasındaydı; hepsi de zor ve hepsi de kendisine ağır geliyordu.
1- Ya diğer Müslümanlar gibi Ebu Bekir'e biat edecekti. Daha doğrusu varlığını, kişisel menfaatlerini ve gelecekteki çıkarlarını korumayı esas alan bir davranış içinde olacaktı. O zaman iktidar sahiplerinin nezdinde yüksek bir makama ve saygıya nail olacaktı. Bu mümkün değildi. Çünkü bu, Ebu Bekir'e biat edilmesini, onun velâyetini, liderliğini onaylamak, kabul etmek anlamına gelirdi. Bu ise, Peygamber'in (s.a.a) emirlerine aykırıydı ve hilâfetin, velâyetin ve imametin asıl çizgisinden ve gerçek anlamından ebediyen sapmasına neden olurdu. Bu takdirde Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve İmam Ali'nin (a.s) İslâm'ın temellerinin kökleşmesi ve şer'î hilâfetin dayanaklarının sağlamlaştırılması için harcadıkları onca çaba ve emeğin, fedakârlıkların boşa gitmesi kaçınılmaz olurdu. Bunun ardından da İslâmî deneyimin bütünüyle asıl mecrasından çıkması gibi bir felâket ortaya çıkardı.
2- Gözünde bir çöp, boğazında bir kemik var olduğu hâlde susacaktı. İslâm'ın ve Müslümanların varlığını korumak için ılımlı bir çizgi takip edecek ve bu stratejisinin meyvelerini ileriki zamanlarda devşirecekti.
3- Ebu Bekir'in halifeliğine karşı silâhlı bir isyan başlatacak, insanları kendisiyle beraber olmaya çağıracak ve onları iktidarı silâhla devirmeye yönlendirecekti.
Fakat böyle bir isyandan ne gibi sonuçların elde edilmesi umulabilirdi? Bu sorunun cevabını, o günkü tarihsel koşullar bağlamında bulmaya çalışacağız.
Herkesin bildiği gibi, iktidar sahipleri en küçük bir muhalefet karşısında iktidarlarını bırakıp gitmezler. İmam'ın (a.s) muhataplarının da hilâfet makamına hırsla sarıldıklarını biliyoruz. Bu şu demekti: Onlar henüz elde ettikleri iktidarı korumak için ellerinden geleni yapacaklar, karşı koyacaklar, kendilerini savunacaklardı. Bu durumdan yararlanarak Sa'd b. Ubade'nin de yeni bir savaş başlatması gayet akla uygundu. Çünkü Sa'd'ın da siyasî amaçları ve bu amaçları tatmin etme arzusu vardı. Çünkü darbe yaparak iktidarı ele geçiren hizip Sa'd'dan biat isterken, o onları şu şekilde tehdit etmişti: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki, dağarcığımdaki oklarla size saldırmadıkça, mızrağımı vücutlarınıza daldırmadıkça, kılıcımla size vurmadıkça, ailem ve bana tâbi olanlarla birlikte sizinle savaşmadıkça böyle bir şey yapmam. Bütün insanlar ve cinler size biat etseler de ben size biat etmem."[250]
Genel kanaat Sa'd'ın isyan etmek için hazır beklediği, ancak mevcut hilâfete karşı kılıç çeken ilk kişi olmak istemediği yönündedir. Sadece savaş ilânı anlamına gelen sert bir tehdit yöneltmekle yetinmişti. Bu yüzden kılıcını çekip meydana atılmak için deyim yerindeyse çıngal kopmasını beklemişti. Onun amacı, iktidardaki hizbin yıpratılması için beklemekti. Şayet iktidara karşı güçlü bir ses ortaya çıkacak olsaydı, o da harekete geçecek ve muhacirleri Medine'den atmanın yollarını arayacaktı.[251] Nitekim Sakife toplantısında onun adına konuşanlardan biri böyle bir tehditte bulunmuştu.
Bu arada Emevîleri, siyasal bir kitle olarak ağırlıklarını hissettirmeye başladıklarını da unutmuyoruz. Ayrıca cahiliye döneminin son zamanlarında Mekke'de büyük bir etkinlikleri vardı. İslâm'a ve Peygamber'in (s.a.a) hükümetine karşı Mekke'nin yürüttüğü mücadelenin lideri Ebu Süfyan'dı. Şu anda da İtab b. Üseyd b. Ebu'l-As b. Ümeyye Mekke'nin itaat edilen emiriydi.
Tarihî kaynaklarda bu dönemle ilgili olarak yer alan haberleri incelediğimiz zaman şunu görüyoruz:[252] Resulullah (s.a.a) vefat edip vefat haberi Mekke'ye ulaştığında Mekke valisi Üseyd b. Ebu'l-As b. Ümeyye saklandı. Şehir büyük bir sarsıntı geçirdi. Mekke halkı neredeyse mürtet oluyordu. Biz bunların iman ve akideden çıkıp mürtet olmaktan vazgeçmelerini açıklama yönündeki bazı yorumları ikna edici bulmuyoruz. Bizce bunun bir tek izahı olabilir; o da, Ebu Bekir'in halife olmasını kendi başarıları gibi algılamalarıdır. Nitekim bazı tarihçiler de bu kanaattedir. Çünkü Ebu Bekir'in halife seçilmesi, Peygamber'in (s.a.a) vefat ettiği gün gerçekleşmişti. Büyük bir ihtimalle Mekkeliler halifenin seçilmesi haberini vefat haberiyle birlikte aldılar. Aslında meselenin izahı şöyledir: Emevî vali İtab b. Üseyd bu hengâmede ailesinin alacağı tavrın rengini öğrenmek istediği için bir süre gizlendi ve bu karışıklıklar da başladı. Daha sonra Ebu Süfyan'ın önce öfkelendiğini, sonra da yeni iktidara razı olduğunu ve iktidar sahiplerinin yanında yer aldığını öğrenince, gelişmelerin Emevî hanedanının çıkarına uygun geliştiğini fark etti.[253] Bunun üzerine vali yeniden ortaya çıktı ve gelişmeler de doğal mecrasında akmaya başladı.
Bu da gösteriyor ki, bu sırada Emevî ailesi arasındaki siyasal ilişkiler devam ediyordu. Ebu Süfyan'ın Ebu Bekir'e ve arkadaşlarına öfkesini dile getirirken sözlerinin gerisindeki kuvvetin de nereden geldiğini bu sayede anlıyoruz. Şöyle demişti: "Öyle bir gürültü ve toz duman görüyorum ki, onu ancak kan bastırabilir." Ali ve Abbas'a da şöyle demişti: "Nefsim elinde olana andolsun ki, o ikisini kollarından tutup kaldıracağım."[254]
Dolayısıyla Emevîler isyana ve darbe yapmaya hazırdılar. Ali (a.s) onların bu niyetlerini gayet açık bir şekilde biliyordu. Emevîler ondan isyana liderlik etmesini istedikleri zaman, onların hangi niyetle hareket ettiklerini çok iyi biliyordu. Ali (a.s) onların güvenilecek kimseler olmadıklarının farkındaydı. Onlar, Ali'yi (a.s) kullanarak amaçlarına ulaşmak istiyorlardı. Bu yüzden Ali de onların taleplerini reddetti. Aksi takdirde onların dinî otoriteye karşı bayrak açmaları kaçınılmaz olacaktı. Çünkü silâhlı gruplar birbirini boğazlarken, hâkimiyette olan iktidar onların çıkarlarını koruyamazdı. Onların bayrak açması demek, dinden çıkıp Mekke'nin Medine'den ayrılması demekti.
Şu hâlde böle bir zamanda Alevî bir isyan, kanlı bir muhalefetin ilânı anlamına gelirdi. Onu da çeşitli grupların başlatacağı başka kanlı isyanlar izlerdi. Bu takdirde hainlerin ve münafıkların kullanacakları uygun bir ortam oluşurdu.
Bu zorlu zaman, Ali'nin mevcut iktidara karşı tek başına sesini yükseltmesine elverişli değildi. Bilâkis, Ali'nin (a.s) sesini yükseltmesi değişik mezhep ve grupların birbirine girmesi anlamına gelirdi. O zaman da İslâm'ın varlığı ortadan kalkardı. Böyle bir hassas dönemde Müslümanların tek bir yönetim etrafında birleşmeleri hayatî öneme sahipti. Fitne ve isyanların olabileceği bu tür hassas zamanlarda Müslümanların kuvvetlerini birleştirmeleri son derece önemliydi.[255]
Bundan dolayı İmam Ali (a.s) orta yolu tutmak durumundaydı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisine emanet ettiği İslâm risaletinin hedeflerinin mümkün olduğunca ekseriyetini gerçekleştirmek için bu yolu izlemekten başka da çaresi yoktu.
Bu da gösteriyor ki, Hz. Resulullah (s.a.a) Ali (a.s) için iki yol hazırlamıştı ya da iki aşamalı bir yol hazırlamıştı. Birinci aşama: Ali'nin (a.s) açıkça ve resmî bir şekilde şer'î imam ve Peygamber'in halifesi olarak tayin edilmesi, önceden de Müslümanlardan onun için biat alınması ve Gadir günü hazır olan olmayan herkesin gözlerinin önüne somut kanıtın konulmasıydı.
Resulullah efendimiz (s.a.a) tarihin ve zamanında yaşayan herkesin tanık olduğu gibi, büyük bir siyasî liderdi. Basiretli, ileri görüşlü ve isabetliydi. Ümmetine karşı da son derece şefkatliydi. Gayb âlemiyle ve ilâhî ilimle de sürekli temas hâlindeydi. Öte yandan ilâhî irade de, İslâm şeriatının en son şeriat olmasını öngörmüştü. Bu da ilâhî risaletin bütün hedeflerinin gerçekleşmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bunun yanında Peygamber efendimiz (s.a.a) zamanındaki Müslümanların İslâm risaletine dair bilinçlerinin, İslâmî değerleri özümseme boyutlarının da farkındaydı. Müslüman olan veya ileride Müslüman olacakları beklenen toplumların karakterlerini de çok iyi biliyordu. Bu topluma cahilî değerlerin hâkim olduğunu, kabile asabiyetlerine göre hareket ettiklerini ve uzun süreli bir eğitim sürecinden geçmediklerini biliyordu. Peygamberimizin (s.a.a) yaşadığı dönemi inceleyen herkesin göreceği bu koşullardan dolayı uzun vadeli bir stratejinin olması bir zorunluluktu. İlâhî mesajın bütünüyle egemen olmasının garantisi olacak böylesine uzun vadeli bir stratejinin olması kaçınılmazdı. Çünkü böyle bir plânın olmaması İslâm risaletinden beklenen sonuçların alınmaması, hedeflerinin gerçekleşmemesi anlamına gelirdi. Özellikle toplumun kısa süre önce bir değişim geçirdiğini düşündüğümüz zaman, değişimin kalıcı ve verimli sonuçlara götürücü özellikte olması için Peygamberimizin de böyle bir plân hazırladığı muhakkaktır.
Bu da gösteriyor ki, ümmetin yüz çevirmesinden veya ilâhî-nebevî öneriye uymamasından sonra devreye giren ikinci aşama; sabretmeyi, kesin kararlı olmayı ve eğitsel faaliyet yönünde pratik bin plân hazırlayıp uygulamayı öngörüyordu. Genç İslâm devletinin himayesinde gerçek değerlerin öğretimini esas alan bir eğitim plânı. İlâhî-nebevî önerinin kabul edilmesini, egemenliğin meşru sahiplerine iade edilmesini, ölümsüz şeriatın sahih uygulamasını ve ilâhî hedeflerin en parlak şekilde gerçekleşmesini sağlayacak gerekli şartları oluşturmayı ön gören bir olân.
Dostları ilə paylaş: |