Hierapolis (pamukkale)



Yüklə 211,02 Kb.
səhifə2/3
tarix18.01.2018
ölçüsü211,02 Kb.
#38779
1   2   3

ST. PETER KALESİ

Bodrum’a gelindiğinde, ilk önce görülmesi gereken yer herhalde Sen Peter Kalesi'dir. Kasabaya karadan veya denizden gelirken, Kale'nin dikbaşlı görünümüne vurulmamak elde değildir. Orta çağlardan beri ayakta kalan ve dünyada en iyi şekilde korunmuş eserlerden biri olan kale, Bodrum ve havalisinde, savunulmaya değer bir inanç gibi, dimdik ayakta durmaktadır.

ale'nin geçmişi, rütbelerini Avrupa'dan almış bir grup vatansız Sen John'un, şövalyelerine kadar dayanır. "İsrail'in Sen John'unun Keşiş Şövalyeleri Nizamı", onbirinci yüzyılda, hacı gezginler için İsrail'de bir kilise ve bir hastane yapmakla işe başladı. Hasta kim olursa olsun, ondan bakım esirgenmeyeceği konusunda hastanenin kesin kuralı vardı. Aslında, Katolik olmayanlar için de ayrı bir koğuş bulunmaktaydı.

Şövalyeler başlangıçta tam anlamıyla dinsel güç ve işlevlerden yola çıktılarsa da, Haçlılar ve diğer politik gerçekler olayın gidişini politik boyutlara ittiler. Hıristiyanların dinsel inanç ve amaçları fanatik bir mahiyet kazandı. Şövalyeler kendilerini İsa'nın askerleri olarak gördüler ve Kudüs'teki kutsal yerleri savunmak zorunda olduklarına inandılar. Nizam, Haçlı Seferleri sırasında sayısız savaş kazanmanın keyfini yaşadı. Şövalyeler zengin ganimetler elde ettiler ve Papa'ın iltifatlarını kazandılar.



Şövalyeler yedi ayrı dilden gelmişlerdi: Fransa'dan, İtalya'dan, İsyanya'dan, İngiltere'den, Almanya'dan, Provans ve Overn'den (son ikisi şimdi Fransa'nın vilayetlerindendir). Katolik grupların her biri kendi ülkesinden gelen bir şövalyenin emrindeydi. Şövalyeler grubu, üyelerini "Şövalye", "Chaplains'in Hizmetkâr Kardeşleri" gibi çeşitli şekillerde adlandırıyordu ve hepsi de Büyük Üstat'ın (yaşam için seçilen) emrindeydiler. Tüm şövalyeler soylu olarak doğmuşlardı ve Şövalyeler Nizamı'na ücretsiz olarak hizmet ediyorlardı. Ölümleri halinde, sahip oldukları herşey nizam'a kalıyordu.

1309'da Şövalyeler, Rodos Adası üzerinde, kendi toplumlarını ve hükümet merkezlerini kurdular Ege ve Akdeniz'in orta yerindeki bu ada, askeri harekâtları için ideal bir üstü.

Nizam, şövalyelerin sürekli olarak kendileriyle birlikte yaşamalarını gerekli görmüyordu. Şövalyeler, Avrupa'daki kendi topraklarında kalabilirlerdi, çünkü çoğu varlıklıydı. İsterlerse, görevli olarak hac yolu üzerindeki çeşitli hastanelerde çalışabilirlerdi. Ancak, adadaki karargâhın savunulması gerektiğinde de, bir an önce adaya gelmeleri istenirdi.

Şövalyeler İstanköy adasında bir kale kurduktan sonra, Asya üzerindeki bir kara üssünde de güçlü bir savunmaya sahip olmak istediler. 1374'de Simirna'yı (şimdiki İzmir) aldılar. Bu şehri daha önceleri Selçuklular'ın ardından pek çok Hıristiyan güçler ele geçirmiş ve burada bir de kale kurmuşlardı. Moğol lideri Timurlenk'in akıncıları 1402'de bu kaleyi harap ederek, Osmanlılar ve Şövalyeler arasında yüzyıl süren çarpışmaları başlatmış oldular.

Yeni bir yerleşim yerinin arayışı içinde olmak, Şövalyeleri, iki koyun arasına gizlenmiş küçük bir adaya sürükledi (deniz bir zamanlar bu kaleyi tamamen kuşatıyordu). Harabeler bu tarihsel kalenin kanıtıdır ve Dorlar zamanında inşa edildiği artık bilinmektedir (M.Ö.110). Aynı zamanda, bu harabeler arasında M.S. 11'ci yüzyıla ait küçük bir Türk kalesi de bulunmaktaydı. Kuzeyde, kıyıya bir kilometre kala, antik dünyanın yedi harikasından biri olan Kral Mozolus'un mozolesi (şimdi "mozole" denmektedir) bir zelzele sonucu neredeyse yerle bir olmuştur.

Binlerce yıl boyunca birbiri ardından çeşitli halkların yaşadığı bu yerlerde, her grup kendi yapılarında, kendinden bir önceki toplumun kalıntılarını kullanmıştır. Bodrum'un arka sokaklarında dolaşan dikkatli bir gözlemci, antik bloklar kullanılarak kulelerin kenarlarına inşa edilmiş bir çok eski ev görür. 1846'da'İstanbul'daki İngiliz Sefiri Sir Stratford Canning, bu kaleden, Yunanlılar ile Amazonlar (bunları Mozole'den şövalyeler aldı) arasındaki savaşı tasvir eden 12 mermer rölyef alarak, İngiltere'ye göndermiştir.

Vatikan, bu kalenin inşasına büyük önem verdi ve yapımı için Hıristiyanlar gönderdi. 1409'da Papalık bir tamim yayınlayarak, bu inşaatta her kim çalışırsa, onun Cennet'te mutlaka yeri olacağını ilan etti.

Alman mimar Heinrich Schlegelholt kalenin inşaatını denetleyerek, son zamanlarda inşa edilen kalelere uygun olmasını sağladı. O sırada Fransızlar top döküm tekniklerini geliştirmişlerdi. Bu nedenle, kale duvarları boyunca ve özellikle de kara tarafına top mazgalları yapılmıştı.

açlılar çok güçlü bir savaş filosu olduğundan, deniz saldırılarından endişeleri yoktu (bu nedenle kara tarafındaki duvarlar deniz tarafındakilere oranla daha kalındı). Ayrıca, şövalyeler ikinci ve üçüncü hendeği de savunma açısından gerekli gördüler. Sonuç olarak, bir çok kalede rastlanmayacak türden mazgallar yapıldı.

Kalenin yapımı 15.ci yüzyıl boyunca sürdü ve 1437'de ilk duvarlar tamamlandı. Kalenin özel kilisesi (Kale içindeki eski yerinde halâ dimdik ayaktadır) inşaatı biten ilk bölümlerden biriydi. Şövalyeler aynı zamanda, karşı tepenin üstünde, koya tepeden bakan ve Kale'yi gören bir gözetleme kulesi yaptılar. Bu kulenin kalıntıları üzerine bugün Türk bayrağı çekilidir ve burası orduya ait dinlenme yeridir.

Kalenin içerilerinde, doğal kayaların içine geniş mekânlar oyularak, yağmur suyu toplamak üzere sarnıçlar inşa edilmiştir (bunlar kaledeki kilisenin altındakiyle birlikte toplam 14 adettir). Bazıları bugün bile işlevini sürdürmekte olan bu sarnıçlar, kuşatma sırasında Şövalyeler tarafından kullanılırlardı.

Şövalyeler bu yerleşim yerinin eski adını bilmediklerinden, buraya Mesi demeye başladılar ve bu yeni Kale, Şövalyelerin Rodos'tan sonraki en önemli stratejik noktası oldu. İstanköy adasındaki Antimahya kalesiyle bağlantılı olarak, burası gününün en yoğun deniz taşımacılığı yolunu kontrol ediyordu.

Kale, Kurtarıcı Sen Peter (St. Peter) Kalesi olarak bilinir, çünkü batı Anadolu'daki tüm Hıristiyanların sığınağı haline gelmişti. Şövalyeler, mültecilerin izlenimi sürerek, onları bulup rahatlarını sağlamak ve onları kaleye getirmek gibi görevlerde kendilerine yardımcı olabilen özel eğitimli köpekler besliyordu. Bu köpekler belki de Sen Bernar türüydü.

Kalede yaşam, savaş aralarında oldukca yavaştı; bu dönemlerde şövalyeler duvarları kat kat yüzlerce arma ve rölyefle süslerlerdi.

Hafif zırhlı giyecekler, ilk kez Haçlı Seferleri sırasında İsrail'in fethinde kullanılmıştı, çünkü Orta Doğu'nun sıcağı her zaman kullandıkları ağır zırhların giyilmesine olanak vermemişti. Şövalyeler de, tıpkı Müslüman düşmanları gibi, zırhların üzerlerine giydikleri cübbeleri ve kalkanları renkli sembollerle süslerlerdi.

Kalenin bir çok yerinde görülen kat kat boyalı bazı armaların bir zamanlarki parlak renkleri solmuş durumdadır. Bu nedenle bu işaretlerin kimi veya neyi temsil ettiklerini anlamak güçtür. Genel olarak bu armaların üzerlerinde aslanlar, ejderler, haçlar ile yatay ve dikey bantlar vardır. Her şövalyenin kendine ait bir işareti vardı; diğer işaretler belli ülkeleri, dinsel figürleri, kale komutanlıklarını ve Nizamın Büyük Ustalarını göstermekteydi. Günümüze 249 kadar farklı dizayn ulaşmıştır. Diğer tarihsel kayıtlar, bu sembollerin çoğunun neler olduğunu aydınlatmıştır. Örneğin, Kale'deki yedi kapının her birinin üstünde tanınmış bir çok şövalyenin ve Büyük Ustaların armaları yer almaktadır. Öte yandan, Fransız Kraliyet Arması da icerlek hendeğin kuzey duvarını süsler.Yüksekçe bir duvar üzerinde Meryem Ananın ve Apostol (Resul) Peter'in kendi göğsü üstüne doğru tuttuğu Cennet'in anahtarları gibi dinsel motifler de görülür.

Sen Peter Kalesi, yüzyıldan fazla bir süre için Şövalyeler Toplumu'nun entegre bir savunma noktasıydı. Osmanlı İmparatorluğu bu sıralarda büyümekteydi. 1453 yılında II. Sultan Mehmet (Fatih) Konstantinopol'ü (bugünkü İstanbul) fethettiğinde, Şövalyelerin ellerindeki yerlere saldırma isteğini ilan etti. Şövalyeler ancak, Fatih'in 1480'deki saldırısına kadar dayanabildiler.

1521'de Kanuni Sultan Süleyman, Nizam'ın Rodos'taki merkez üssüne meydan okumaya hazırdı. Büyük Usta Fabrico del Carretto ile karşılıklı mektuplaşmaları sonucunda Haziran 1522'de savaş ilan edildi. 200.000 Osmanlı askeri Marmaris Koyu'nda toplandı. Şövalyeler bu kuşutmaya ancak altı ay dayanabildiler ve 1523'te teslim olmaya zorlandılar. Ardından da Sen Peter kalesi teslim alındı.

Sultan Süleyman, Şövalyelerin yaşamlarını bağışladı. Onlar da deniz yoluyla Girit adasına gittiler. 1530'da Avusturya, İspanya ve Sicilya İmparatoru V.Şarl (Charles) Akdeniz'deki Malta Adası'nı Şövalyelere verdi. Napolyon Bonapart ise onları 1798'de buradan kovdu ve böylece Nizam ortadan silindi; 1831 yılında İngiltere'de yeniden canlandı ve günümüze kadar ulaştı. Bu grup halen hiç bir hükümete bağlı olmaksızın misyonunu otuzdan fazla ülkede bir yardım organizasyonu olarak sürdürmektedir. Papa, organizasyonun yeni yasasını 1961 yılında onaylamıştır.

ale Türklerin elinde pek çok değişik nedenlerle kullanıldı. 17. Yüzyılda köylüler Kale'nin içine bir çok ev yaptılar. 1824'teki Rum isyanında, Türkler burayı ve kasabayı askeri üs olarak kullandılar. 19. Yüzyılda Türk inşaatçılar buraya bir halk hamamı yaptılar ve daha sonra hamama minare ekleyerek, camiye çevirdiler. 1895'te de kale güçlendirilerek hapishane olarak kullanıldı.

Birinci Dünya Savaşı'nda bir Fransız savaş gemisi Kale'yi topa tutarak, bir çok kuleye zarar verdi ve minareyi devirdi. Savaştan sonra, Anadolu kıyılarını Kuşadası'ndan Antalya'ya kadar işgal eden İtalyanlar, Kale'ye bir garnizon yerleştirdiler. Ayrıca İtalyan ve Fransız kulelerini de tamir ettiler ve Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştılar. Mustafa Kemal Atatürk tarafından kumanda edilen Kurtuluş Savaşı'nı Türklerin kazanacağı belli olunca, İtalyanlar 1921 yılında geri çekildiler.

Türk hükümeti Kale'yi su altındaki batık araştırmalarından çıkan buluntuları sergilediği bir depo olarak kullanmaya karar verinceye kadar, burası yaklaşık 40 yıl boş kaldı. Çok geçmeden hükümet, bu buluntuları aynı müzede sergilemeğe değer buldu. Bunun için Kale'den daha iyi bir yer olamazdı.

Oğuz Alpözen bu müzeye ilk kez 1962'de, arkeoloji öğrencisi olarak geldi. Daha sonra 1968'de de sualtı arkeoloğu olarak müzenin ilk resmi görevli personeli oldu. 1978'den itibaren de Kale'nin direktörü olarak görev yapmaktadır. Kendisi, bir görüşme sırasında, "Burada görülecek pek çok şey vardır, ancak herhalde ziyaretci ilk defasında pek çoğunu farkedemez" Müzesi'nin ilk bakışta göründüğünden çok daha ilginç olduğunu israrla belirtmiştir.

Sık sık gözden kaçan bir husus da, iç bahçedeki özenle seçilmiş zengin bitki çeşididir. Bu koleksiyonda, mitolojide belirtilmiş türleri de içeren, Akdeniz'in hemen her tür bitki ve ağacından örnekler görülmektedir. Örneğin, mersin ağaçı, Tanrıça Afrodit'in kutsal ağacıydı; çınar ağaçıda krallar ve soylular tarafından canlandırıcı niteliği ile bilinirdi. Bitki hayranları burada ayrıca nadir olarak rastlanan ve birzamanlar anestezik özelliği nedeniyle kullanılan Adamotu'nu da bulabilirler. Burası, çok değişik türde çiçek, kaktüs ve ağacın canlı bir teşhir alanıdır.

O.Alpözen: "Aynı zamanda burada Afrodit'in anısını yaşatan pek çok güvercin ve tavuskuşu bulunmaktadır," demiştir. Anlattığına göre, eski zamanlarda insanlar tavuskuşlarından çok hoşlanırlarmış ve hatta onları kendi kişisel sembolleri olarak benimserlermiş.

uradaki müzenin asıl amacı, bir çoğu binlerce yıl öncesinden kalan, çok değişik türlerdeki denizaltı bulgularını günümüzdeki ziyaretçilere sergilemektir. Müzede sergilenenlerin yüzde doksanı denizden çıkarılmıştır (gerisi ise Bodrum ve civarında bulunanlardır) ve bunlar Kale'nin içindeki sayısız galerilere ve değişik atmosferdeki salonlara dağılmıştır. Örneğin, bugün Özel Kilise'deki Bronz Çağ Salonu'nda M.Ö. 2500'ler civarındaki bulgular sergilenmektedir. İtalyan Kulesi'nin ilk katında, yüzyıllar öncesime uzanan dönemlerden kalma sikke ve takılar bulunmaktadı. (Ayrıca iki sanat galerisinde de modern Türk sanatçılarının yapıtları serğilenmektedir. Kuzey taraftaki hendek ise Bodrum Festivali sırasında tiyatro olarak kullanılmaktadır). Kale'de yeni açılan bir bölümde de, tarihin, nasıl Bodrum yaşamının bir parçası olduğu gösterilmektedir. Yeni bulguları yaşama döndürmek üzere yapılan kazılarda, M.Ö. 360-325 yılları arasında yaşamış Karya'lı bir prensesin kalıntılarının tesbit edildiği bir mezar bulunmuştur. Çok önemli olan bu bulguda, iskelet kalıntıları üzerine, altın aplike edilmiş bir giysi, düzeltilerek konmuş ve altın taç, bilezikler, yüzükler ve kolye ile tamamlanmıştı. Kalıntıların iyi korunmuş halde olmaları, bir İngiliz uzmanlar grubunun, bu eski çağlardan kalma asil kadın kafatasını ve yüz hatlarını yeniden yapılandırmalarına fırsat verdi. Bodrum Kalesi, bu önemli buluntunun onuruna, Karya'lı Prenses'in bedeninin ve takılarının gösterildiği özel bir salon açtı.

Bodrum ve civarındaki sualtı kazıları, Amerikan kökenli bir arkeoloji grubunun yardım fonu sayesinde ve denetiminde süregelmektedir. Ayrıca dünyanın her yanından öğrenciler asistan olarak ve sualtı kazı ve kalıntıları hakkında bilgi edinmek amacıyla buralara gelmektedir.

Şimdilerde, bu gurup bir çok proje üzerinde çalışmaktalar. Bunların arasında 11. Yüzyıla ait bir batık geminin ve bir Osmanlı gemisinin restorasyonları tamamlanmış olup gösterime sunulmasıdır.

Müzeyi, Mayıs-Ekim ayları arasında günde 1,000 kişi ziyaret etmektedir. Bu sayı, başka ilgi çekici çalışmalarda sunularak daha arttırılmak istenmektedir. Örneğin; Şövalyelerce kullanılan bir zindan ve tam teçhizatla kullanılacak bir Türk hamamını hizmete sunmak gibi…



DİDİM
Tarihi:

Milat’tan önceki yıllarda yaşayan insanlar büyü, fal gibi şeylere çok inanırlardı. Bu inançları onların yaşamlarını yönlendiren en büyük faktördü.


Dinsel duyarlılıkları karışık ve değişikti. Kendilerince her yararlı ve güzel şeyin ayrı bir tanrısı olduğu var sayılırdı. Örneğin; Deniz Tanrısı Poseiden, aşk tanrısı Eros, Şarap Tanrısı Baküs “Dionysos”, Işık ve Güneş Tanrısı Apollon gibi.
Bu inançtaki insanlar genel olarak Ege Denizi çevresinde yaşıyorlardı. O günkü koşullarda ticaret ve kültürde, sanatta bir hayli gelişmişlerdi.
Ulaşım kolaylıkları gereği denize yakın yerlerde Truva, Bergama, Efes, Priyon, Milet gibi büyük şehirler kurmuşlardı.
Didim’deki Apollon Mabedi de 20 km kuzeydeki Milet şehri ile diğer yöre halklarının geleceklerini öğrenme ve dertlerine çare bulma isteklerini karşılamak için yapılmıştır.
Ionya’nın en büyük kenti Milet’in Didim’de kurduğu Apollon Tapınağına “DİDİYMEİON” denirdi. İlk çağ yazarları bu adın kaynağını tam olarak veremiyorlar. Ama “İkiz Tapınak, ya da İkizler Tapınağı anlamına gelen bu ad iki dorukta bir dağdan veya tanrı Apollon’un sevdiği ikizlerden gelmelidir.” diyenler var. Nitekim, o çağlarda, şimdi “Tek Ağaç” muhiti diye anılan yerde bulunan birbirine paralel iki Tepeye “Didymeion” denildiğini Fransız tarihçi Charles Texsier belirtiyor.
Arkaik devre ait olan bu eski Apollon Mabedi bir çok hükümdar, hatta Lidya Kralı Krezüz tarafından ziyaret edilmişti. Perslerin M.Ö. V. Yüzyılda Anadolu’da yaptıkları saldırılar sonunda Dara “DARİUS” bu tapınağı şehriyle birlikte yıkmış ve içerisinde bulunan bronz Apollon heykelini bir çok esirle götürmüştü. Bu saldırı ve yıkımdan sonra yaklaşık 150 – 180 yıl harap ve terkedilmiş bir halde kalan mabed, Büyük İskender’in Pers’lere karşı zaferinden sonra bu gün gördüğümüz şekilde yeniden yapılmaya başlanmıştı.
Yapım işi çok büyük çapta tutulur. Mimar olarak Efes’te yanan Artemis Mabedi’ni yeniden yapan Panienie Mileti Dephnis görevlendirilir. Tapınak bitince dünyanın sekizinci harikası olacaktır. Yapım işi uzun yıllar sürer ve bu arada Milet’in hazinesini de bir hayli sarsar. Hatta mabedin inşaatında çalışan usta ve işçiler ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle bir süre çalışmazlar. Bir anlamda tarihin ilk grevi gerçekleşir. Bu konu ile ilgili yazılı belgeler Milet’te son yıllarda yapılan kazılarda bulunmuştur.
Bütün bu zorluklara rağmen mabedin yapımı M.S. II. Yüzyıl ortalarına kadar sürdürülmeye çalışılmıştır. Ama ne varki aradan geçen yüzyıllar içinde nesillerle birlikte inançlar da doğal olarak değişmiş, örneğin, İsa’nın ilan ettiği Hiristiyanlık dini Didim’deki halk tarafından da benimsenmişti. Dolayısıyla Tanrı Apollon unutulmuş ve onun adına yapımı sürdürülmeye çalışılan mabet de eski önemini yitirmişti. İnşaat Roma krallarının gayretlerine rağmen bitirilemeden yarım bırakılmıştır. Duvarlarının bir kısmına son işçiliğinin yapılması, bazı taşların traş edilmemesi, güneşli tarafta görülen yüksek tek sütunun yevsiz oluşu bunu belirtmektedir.

Didim – Didyma Mabedi düzgün en uygun bir alan üzerine inşa edilmiştir. Temellerinde depreme karşı dayanıklı ızgara plan uygulanmış, çevresine 124 sütun konulması (çatıyı tutması için) düşünülmüştür. Sütunların yüksekliği 19,4 metredir.


Mabedin en ilgi çeken tarafı 1,45 metre eşik bulunan anıtsal kapısıdır. Sağında, solunda ve tabanın’da 7 şer metre uzunluğunda ve yaklaşık 60 ton ağırlığında tek parça mermer bloklarla çevrelenmiş bu dev eşik mimari bir zorunluluktan ötürü yapılmış değildir. Bunda o zamanki, dini görüşün oldukça rolü vardı. Çağın inanışına göre ibadete gelen halk mabedlerin içerisine giremezler, önündeki sunağın çevresinde toplanırlardı. Ancak Rahipler ve Apollon kültürü ile ilgili kahinler mabede girerlerdi.
M.S. XV. Yüzyılın bitimine doğru meydana gelen bir deprem ve yangınlar mabedi çok büyük ölçüde tahrip etmiş ve yıkmıştır.Gezginler ve arkeoloklar uzun yıllar yıkıntı haliyle kalan bu yapı XVIII. Yüzyıldan sonra ilgilenmeye başlamışlardır. İlk defa Nevton ve C. Texier gibi gezginlerin yazılarında sözü edilen mabed üzerinde çalışmalara 1858 yılında İngilizler tarafından başlanılmıştır. 1872 yılında tapınakta Fransızlar, Thomas ve Rayet başkanlığında çalıştılar.
Sistemli kazılar ancak 1904 de Berlin Müzesi adına Almanlar tarafından yapılmaya başlandı. Bu kazı devrin ünlü Arkeoloğu Prof. Theodar Wiegan başkanlığında 1913 yılına kadar devam etti.

1924 – 1925 yıllarında Almanlar tapınakta yine çalıştılar ve buğünkü görüntüyü meydana çıkardılar. Bu kazının toplu sonuçları 1941 yılında HI Kneckfusa tarafından “Didyma” adlı bir kitapta yayımlandı. Son yıllarda ise Alman Arkeoloji Profösörü Dr. K. Tuchelt başkanlığında tapınakta yeniden çalışmalara başlanıldı. Nitekim bu çalışmalar sonunda varlığı bilinen “Mukaddes Yol”un kalıntıları gün ışığına çıkartılmıştır.Bu mukaddes yol tapınakla, bu günkü Mavişehir’in bulunduğu yerdeki Panormas limanı arasındadır. Dua ve bir takım istekleri için gelenler Panormos Limanında karaya inerler ve 4 km. çevresi aslan ve Branhid heykelleriyle süslü mermer “Mukaddes Yolu yürüyerek Tapınağa varırlardı. Son yıllarda Altınkum sahil yerleşiminin sınırlarını alabildiğince genişleterek sıkıştırdığı Didyma Apollon Tapınağı’nı ziyaret edenlerin, bir zamanlar ücra bir köşede kalmış bu yerin o zamanki güzelliğini tahayyül edebilmeleri neredeyse mümkün değildir. Son zamanlarda resmi makamlar tarafından “Eski Görkemiyle” yeniden ayağa kaldırılması talep edilen Apollon Tapınağı ve yakın çevresi, başka hiçbir yerle karşılaştırılamayacak kadar etkileyicidir. Çünkü başlangıçta Königlich Preussischen Museen zu Berlin adına Theodor Wiegand daha sonra Martin Schede ve 1972 yılından itibaren de uzun süre Klaus Tuchelt yönetiminde yapılan kazılarda, milattan önce 4 üncü yüzyılda öncüleri örnek alınarak başlanmış olan ve Büyük İskender tarafından da desteklenen, devasa mimarinin faniliğini gösteren yıkık durumdaki sütun tamburlarıyla bu tapınak dışında, Artemis Kutsal Alanı ve Kutsal Alanın ziyaretçileri için çeşitli yapılar araştırılmıştır. Bu bağlamda önemli ticaret merkezi Milet ile Didyma’yı Arkaik dönemden beri birleştiren kutsal cadde de araştırılmıştır. 26 kilometrelik bu tören yolu, büyük heykellerle donatılmış dinlenme durakları tarafından bölümlere ayrılıyordu ve imparatorluk döneminden beri en azından son kısmı özenli taş döşeliydi ve sütunlu galerileri vardı. Şimdiye kadar ancak bir kısmı bilinen bu kutsal alan, bir kent gibi programlı oluşturulmuş bir bütün olarak algılanmalıdır.

19.yüzyılın sonlarında tapınağın hemen yukarısında, genellikle tapınak malzemelerinin kullanıldığı ve yalnız terkedilmiş büyük kilisesi günümüze ulaşmış ve halkı Rumlardan oluşan bir köy vardı. Örenyerinin en yüksek noktası, böyle yerleşimler için karakteristik olan ve tapınağın devasa parçalarının yanında son derece narin duran bir yel değirmeni için en uygun yerdi.

19.Yüzyıl boyunca İngiliz ve Fransız araştırmacılarının birkaç kez giriştikleri kazılara rağmen, daha önce kimsenin tasavvur edemediği bu devasa yapının boyutları ancak 1906 yılından sonra büyük teknik zorluklarla gerçekleştirilen kazılarla ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1979 yılında keşfedilen duvarların yüzeyine çizili ayrıntılı planların ortaya çıkması da büyük heyecan uyandırmıştır.2003 yılında Andreas Furtwangler yönetiminde başlayan çalışmalar, kutsal alanın erken dönemlerinin anlaşılmasına yönelik olup, aynı zamanda eserlerin ortaya çıkartılmasından hemen sonra onarım ve yeniden ayağa kaldırma çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca var olan mimari parçaları korumak ve tapınağın etkileyici görünümünü muhafaza etmek için yangınlardan zarar gören mermer parçaların özenle onarılıp çok zaman gerektiren ince çalışmalarla emniyete alınması sürdürülmektedir



DIDYMAİON

Yenihisar’dan Didim’e giderken yolun sağında göreceğiniz Didymaion Apollon Tapınağı ülkemizdeki iyi korunmuş eserlerden biridir. Her gün açık ve 08.00 - 19.30 arası gezilebiliyor. Oradan geçiyorsanız ve zamanınız azsa durup dışarıdan da bakabilirsiniz. İyisi mi elinizdeki kitabın serisinden yayınlanan Türkiye’nin Antik Kentleri kitabından bir tane edinin. Yol boyunca bir balıkçı barınağı ve Tavşanburnu Orman İçi Dinlenme Kampı’nı göreceksiniz. Yaz sıcaklarında biraz dinlenmek için uygun bir yer. Ama yemek de yemek isterseniz Apollon Tapınağı’nın karşısındaki lokantaları öneririz. Burada Aşık ve Kamacı adlı lokantalarda mola verebilirsiniz. Orta fiyatlı iyice lokantalardır. Lokantaların yan tarafındaki halen kullanılan cami eskiden kiliseydi, sonradan camiye çevrildi. Dikkatle baktığınızda hemen belli oluyor.Milet ilk İon kentlerinden bile eski tarihlidir. Biliciler (kahinler) kenti olarak ünlenmişti. Geleceklerini öğrenmek isteyenler, bir savaşa karar vermeden önce krallar, hep buraya gelirlerdi. Didyma Milet kentinin kutsal yeriydi. İki yanında heykeller bulunan kutsal bir yolla Milet’e bağlanıyordu. 1863-1874 yılları arasında kutsal kentte kazılar yapan ingiliz Wood yol kenarındaki rahip, rahibe, kral, kraliçe ve yatan aslan heykellerini ülkesine götürdü. Brankhit denilen bu eserler halen British Museum’dadır. Araştırmalar ilk tapınağın MÖ. VIII. yy’ın sonlarında yapıldığını, MÖ. 560 yılında ise büyük bir tapınak haline getirildiğini gösteriyor. Milet’te sözettiğimiz Pers yıkımından Apollon Tapınağı da nasibini aldı. İskender’in MÖ. 334’de Persleri yenmesiyle bağımsızlığını kazanan kent tapınağı tekrar yaptı. Büyük tapınağın yapımı MÖ. III, ve II. yy. boyunca sürdü. Bir bölümü ancak Roma Dönemi’nde tamamlanabildi. MÖ. 300 yılında Suriye Kralı Seleukos Perslerin götürdüğü Apollon heykelini tapınağa hediye etmiştir. Efesli mimar Paionios ve Daphnis’in eskisinden daha büyük olarak yaptıkları tapınak Efes ve Sisam’dan sonra en büyük kutsal yapıydı.



Prof. Ekrem Akurgal çevrede bulunan parçalarla tapınağın bütünüyle ayağa kaldırılabileceğini söylüyor.

MİLETOS
İzmir - Aydın yolunda Ortaklar’dan sağa dönüp Söke’yi geçiyorsunuz, yolunuzun üzerinde Milet tabelasını görüp sola dönünce antik kentin önündesiniz. Çıkışta geldiğiniz yönün karşı tarafından çıkmalısınız ki, hem müzeyi görmeli, hem de Didyma’ya daha kısa yoldan ulaşmalısınız.
MÖ. 2000 yılına kadar uzanan bir tarihi olan kent MÖ. 650 yılından itibaren çok zenginleşmiş, Akdeniz ve Karadeniz’de 90 koloni kurmuştur. MÖ. 546’da Lydyalılarla birlikte Pers egemenliğine girmiştir. MÖ. 490 yılında Perslere karşı özgürlük için savaş açmışlar, yenilince de kent Persler tarafından yıkılmış, tümüyle yakılıp kül edilmiştir. 479’da Perslerin Mykale savaşında yenilmesi üzerine kent yeniden kurulmuştur.
Miletos o zamanlar bir liman kentiydi. Bilim, sanat ve ticarette çok gelişmişti. Kentin ikinci kuruluşunda mimar ve tarihin ilk kent plancısı sayılan Hippodamos’un dik açılarla kesişen geometrik planı uygulanmıştı. Günümüzün düzensiz ve plansız gelişen kentlerine bakınca 2500 yıl kadar önce uygulanan plan hayranlık yaratıyor. Felsefe tarihinin büyük filozofları Thales, Anaximandros, Anaximenes, tarihçi Hekataios, Ayasofya’nın mimarı İsidoros Miletos’ta yetişmişlerdi.
140 metre genişliğinde ve 30 metre yüksekliğindeki 15000 kişilik tiyatrosu bugün de görkemli bir yapı olarak geziliyor. Tribünlerin arka tarafındaki galerileri, oturma yerleri oldukça iyi durumda. İmparator locasının tentesini tutan dört sütundan ikisi ayaktadır. Tiyatronun yanında geniş bir alanı kaplayan kalıntılar Faustina Hamamı’na aittir. Palaestrası (Spor alanı) ile birlikte oldukça sağlam durumdadır. Burada bulunan heykeller İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Hamamın bitişiğindeki kent duvarlarının gerisinde Serapis Tapınağı yer alıyor. Agoranın esası Berlin Müzesi’ne kaçırıldığı için sadece temellerini görebiliyoruz. Agora’nın kuzey kapısından çıkınca sağda Piskoposluk Kilisesi’nin, kilise avlusuna bitişik kutsal mezarlık kalıntıları görülüyor. Agoranın önünde 100 metre uzunluğundaki tören yolu uzanıyor. Yolun kenarında dükkanlar yer almaktaydı. Yolun kenarındaki MÖ. II. yy. yapısı Gymnasion restore edilerek ayağa kaldırılmıştır. Tören Yolu’nun doğu ucunda liman kapısı bulunmaktadır. Kutsal Alan’da bereket tanrıçaları Demeter ile Kore’ye sunulmuş iki tapınak bulunmaktadır. Burada bulunan rahibe Nikeso’ya ait heykel Berlin Müzesi’ndedir. Kentin en önemli yapısı Agora’nın güneyinde tepeye kurulmuş Athena Tapınağı’nın yerlerine dikilmiş sütunları etkileyici. Tapınağın sadece kaidesini görebilmekteyiz. Tanrı tasvirleri olan kabartmalar İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
Miletos’da görülecek önemli eserler arasında evler de bulunmaktadır. Kaldıkları çağa göre çok iyi durumda sayılan evlerde bazı eşyalar da bulunmuştur. Miletos’ta Selçuklular döneminden kalan yapılar da bulunmaktadır. İsa Bey Camisi (1404) mermer işçiliği ile dikkati çekmektedir. Ayrıca hamam kalıntıları vardır. Ören yerinin çevresinde lokanta, büfe, çay bahçesi ile tuvalet bulunmaktadır.
Geziyi tamamladığınızda Didyma’ya doğru giderken çıkışta Müze’ye uğramalısınız. Çevrede bulunan eserlerin bir bölününü bu müzede görebileceksiniz.
Efes Antik Kenti


İlk çağın en ünlü kentlerinden biri olan Efes, Küçük Menderes nehrinin deltası üzerinde kurulmuştur. O dönemdeki korunaklı limanı, İran’daki Susa’dan başlayan Kral Yolu’nun denize ulaştığı nokta olması kentin önemini arttırmıştır. Bir kent devletçiği iken Roma İmparatoru Augustus Dönemi’nde Asya Eyaleti’nin başkenti olmuş ve nüfusu M.Ö. 1.-2. y.y.’larda o dönem için çok fazla olan 200.000 kişiyi aşmıştır. M.Ö. 6. y.y.’da bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer almıştır. Ünlü bilge Heracleitos, rüya tabircisi Artemidorus, şair Callinos ve Hipponax, gramer bilgini Zenodotus, hekim Soranos ve Rufus Efesli’dirler.
     Kentteki en eski buluntular M.Ö. 6. bin yıla tarihlenen Çukuriçi Höyük’teki Neolitik Çağ kalıntılarıdır. Ayasuluk Tepesi’nde ise Eski Tunç Çağ’a tarihlenen bir Hitit Dönemi yerleşimi vardır. Burasının adı Hitit yazılı kaynaklarında Apasas olarak geçmektedir. Dilbilimcilere göre Efes kelimesi Apasas’dan türemiştir.
     Herodot’a göre M.Ö. 1. bin yıllarında kentte Anadolu’nun en eski halkı olmakla övünen Karyalılar ve Lelegler yaşarken, batıdan göçmenler gelir ve burada bir koloni kurarlar. Ana Tanrıça olarak büyük tapkı gören Kybele, kolonistlerin gelişiyle Efes Artemisi adını alır. Artemis adına yapılan tapınak daha o dönemde dünyanın yedi harikasından birisi sayılmıştır. Kent 7. y.y.’da Kimmerler’in, M.Ö. 560 yılında da Lydialılar’ın ve bundan az sonra Persler’in saldırılarına uğrar. Büyük İskender ile birlikte özgürlüğüne yeniden kavuşur. İskender’den sonra Lysimakhos’un egemenliğine girdiğinde, bu imparator bugün kalıntılarını gördüğümüz kenti Miletli Hippodamos’un bulduğu “Izgara Plan”a göre yeniden kurar. Bu plana göre kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.
Kent deniz ve kara ticareti ile Roma Dönemi’nde Asya’nın en büyük ve zengin metropolü olur. Her taraf mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donanır. Tümüyle mermerden yapılmış ilk kenttir. M.Ö. 4.y.y.’da limanın dolması nedeniyle ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. y.y.’da Araplar bu kıyılara saldırır. Efes, savunması daha kolay olması sebebiyle Ayasuluk Tepesi’ne taşınır. 13. y.y.’da Türkler buraya geldiklerinde Efes’te küçük bir köy bulurlar. Burasını yeniden imar ederek kentin her tarafını bu kez cami, han, hamam gibi Türklere özgü yapılarla donatırlar.
        Günümüzde kentin iki girişi vardır. Kolay bir gezi için Meryemana Evi yolu üzerindeki “Magnesia Kapısı”ndan (Üst Kapı) kente girilmelidir. “Doğu Gymnasiumu” Panayır Dağı eteğindeki Magnesia Kapısı’nın hemen yanı başındadır. Üst kapıdan girildiğinde ilk anıtsal yapı “Odeion” ve hemen bitişiğindeki “Varius Hamamları”dır. Efes’in iki meclisli bir yönetimi vardır. Bunlardan ilki olan Danışma Meclisi toplantılarını burada yapardı. Bu nedenle yapı “Bouleterion” olarak da adlandırılır. Odeion’un önünde ticaret işlerinin görüldüğü bir yer (Borsa) olarak inşa edilen, “Bazilika” vardır. Bunun yanındaki kalın sütunları bulunan yapı “Prytaneion (Belediye Sarayı)”dur. Prytan kentin belediye başkanı gibi görev yapardı. En büyük görevi yapının içindeki hiç durmadan yüzlerce yıl yanmakta olan ocağın sönmemesini sağlamaktı. Kent Tanrıçası Hestia adına bunu üstlenmişti. Efes Müzesi’nde sergilenen Artemis heykelleri Prytaneion kazısında bulunmuştur. Odeion’un önündeki meydan kentin “Devlet Agorası (Yukarı Agora)”dır. Tam ortasında Mısır tanrıları Tapınağı (İsis) bulunuyordu. M.S. 80 yılında Laecanus Bassus tarafında yaptırılan Anıtsal Çeşme, Devlet Agorası’nın güneybatı köşesinde yer alır. Buradan “Domitian Meydanı”na ve bu meydan etrafında kümelenmiş olan “Pollio Çeşmesi”, “Domitian Tapınağı”, “Memmius Anıtı” ve “Herakles Kapısı” gibi yapılara ulaşılır.
      Ünlü “Kuretler Caddesi”, Yukarı Agora’dan batıya doğru uzanmaktadır. Caddeden batıya doğru ilerlendiğinde, ilgi çeken yapılar sırasıyla “Trajan Çeşmesi”, zarif ön cephesiyle “Hadrian Tapınağı” ve “Skolasticia Hamamları”dır. Hadrian Tapınağı’nın hemen yanında “Aşk Evi” ve “Latrina (Tuvaletler)” vardır. Caddenin sol tarafındaki yamaçlarda ise “Yamaç Evleri” bulunmaktadır. Peristilli ev tipinin en güzelleri olan bu evler günümüzdeki modern evlerin konforunda idi. Hepsinde duvarlar fresklerle, taban ise mozaiklerle kaplıdır. Gene hepsinde kalorifer sistemi ve hamam bulunmaktadır. Efes yamaç evleri arkeoloji literatüründe belli başlı ayrı bir konu olup mutlaka gezilmesi gerekir. Caddenin sonunda ise Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan “Celsus Kütüphanesi” bulunmaktadır. M.S. 106 yılında Efes valisi olan Celsus ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsus’un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Efes’in en ilginç yapılarından biri olan “Serapis Tapınağı”, Celsus Kütüphanesi’nin hemen arkasındadır. Celsus Kütüphanesi’nin yanındaki “Mazeus Mithridates Kapısı”ndan “Ticaret Agorası (Aşağı Agora)”na geçilir.
       Aşağı Agora “Mermer Cadde”nin başlangıç noktasıdır. Caddenin sonunda dünyanın en büyük tiyatrosu olan, 24.000 kişi kapasiteli “Büyük Tiyatro”, St. Paul’ün vaazlarına mekan olmuştur. Tiyatro yaz ve sonbahar ayları boyunca her türlü kültür ve müzik etkinliklerine açıktır. Büyük Tiyatro’nun hemen köşesinde, Efes’in en küçük yapısı olan “Hellenistik Çeşme” yer alır. Bir hamamı da olan karşıdaki “Tiyatro Gymnasiumu” M.S. 2. y.y.’da inşa edilmiştir.
      Büyük Tiyatro’dan, bugün tamamen dolmuş olan “Antik Liman”a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli “Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi)”, Efes’in en uzun caddesidir. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu “Dört Havari Anıtı” caddenin hemen hemen ortasındadır. Bu caddenin bitiminde, Antik Liman’a yakın yapılmış olan “Liman Gymnasiumu ve Hamamları” yer almaktadır. Bu yapı kompleksinin kuzeyinde ise 431 Konsül Toplantısı’nın yapıldığı yer olan “Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi)” bulunmaktadır.
     
“Vedius Gymnasiumu” kentin kuzey ucunda, Bizans Dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır. Bunun hemen yanında, İmparator Neron zamanında inşa edilmiş, at nalı biçimli “Stadium” vardır.
Odeon
Agoranın kuzeyinde yer alan Odeion, küçük bir tiyatro görünümündedir. Bunun için Küçük Tiyatro olarak da adlandırılır. Kazı çalışmaları sırasında ele geçen bir yazıta göre yapı, Efesli ünlü bir aileden olan Publius Vedius Antonius ile karısı Flavia Papiana tarafından M.S. 150 yıllarında bouleterion olarak yaptırılmıştır. Panayır Dağı’nın yamacına inşa edilen yapıda, genel anlamda tiyatrolarda görülen “cavea” “orkestra” ve “scene” gibi üç ana bölüm vardır. Cavea yarım daire şeklindedir. Scene büyük olasılıkla iki katlıdır. Hemen önünde mermerden yapılmış dar bir podiumu vardır. Sceneden podiuma beş kapıdan geçilebilir. Orkestra yarım daire biçimindedir. Ortasına yağmur suları için kanal yapılmaması odeionun üzerinin kapalı olduğunu gösterir. 1400 kişiliktir. Yapı odeion olarak konserler, bouleterion olarak da boule toplantıları için kullanılmıştır.

Devlet Agorası (Yukarı Agorası)

 M.S. 1. y.y.’ın başında yapılan agora, 160 x 56 m. ölçülerindedir. Burası, devletin kontrolü altında politik ve dinsel toplantıların yapıldığı yarı kutsal bir alandır. Birçok agoralarda görüldüğü gibi, ortasında dikdörtgen tabanlı bir tapınak vardır. Tapınağın alınlığını süsleyen Odysseus’un Polyphemos ile ilgili serüvenini anlatan heykel grubu, sonradan agoranın batısında bulunan Pollio Çeşmesi havuzu kenarına konulmuştur. Agora son şeklini imparator Theodosius zamanında (M.S. 379-395) almıştır. Kuzeyinde ve doğusunda şu anda görülmeyen iki stoası bulunmaktaydı.

Prytaneion (Belediye Sarayı)

Kentin hem erkek hem de kadınları tarafından üstlenilen en yüksek dinsel ve yönetimsel görevi Prytanlık’tı. Kent içinde seçkin sınıftan olan Prytan’ın görevi; Prytaneion’da bulunan ve Efes’teki tüm evlerin ocaklarının, kentin varlığını simgeleyen “Kent Ocağı”ndaki ölümsüz ateşin gece-gündüz durmadan yanmasını sağlamaktı. Ocak tanrıçası Hestia adına Prytan bu görevi büyük kıvançla yürütürdü. Yapılan harcamalar Prytan tarafından karşılanırdı. Artemis Tapınağı kentin yönetim sisteminin dışında bırakılmıştır. Efes Prytaneion’u, yan yapıları dışında önde, çevresi portikli bir avlu ve gerisinde bulunan kapalı büyük bir salondan oluşmaktadır. Cephesinde sekiz adet yüksek ve kalın Dor stilindeki sütunlarıyla büyük bir tapınak görünümündedir. Salonun tam ortasında bazalttan yapılmış sunağın temelleri vardır. Efes’in gece-gündüz hiç sönmeyen ateşi “Hestia (Ocak Tanrıçası) Kutsal Alanı” denilen bu yerde yüzyıllar boyunca yanmıştır. Efes Müzesi’nde sergilenmekte olan Artemis heykelleri, bu kutsal alanda sağlam olarak bulunmuşlardır. Sütunlar ve yapının çevreye saçılmış durumdaki mimari parçaları üzerinde görülen yazıtlardan bir bölümü “Kuretler Birliği “ nin listesini verir. Kuretler , önce sayıları altı iken daha sonra dokuza çıkan Artemis Tapınağı ile ilgili rahip sınıfıdır.

Prytaneion , ilk kez M.Ö. 3.yy.’ da yapılmış , son şeklini imparator Augustus döneminde almıştır. Prytaneion ile Domitian Meydanı arasındaki yolun biri sağında biri solunda olmak üzere iki figürlü iki kaide vardır.

Domitian Tapınağı
Tarih boyunca Efes, dört kez Neokoros , yani imparator sahibi tapınağı yada bekçisi olma hakkını elde etmiştir. İlkçağda, bir imparator tapınağına sahip olmak, onun bekçilik görevini üstlenmek , kentler arasında çok onurlandırıcı bir ayrıcalıktı.

Efes’e bu hak ilk kez İmparator Domitian (M.S.81- 96) tarafından tanınmıştır. Domitian Meydanı’nın güney kenarındaki 50x100 m. ölçülerindeki düz teras üzerine oturtulan tapınaktan günümüze fazla bir şey kalmamıştır Buna karşın temel kalıntılarından yapının konumu hakkında bilgi edinilmektedir. Buna göre tapınağın oturduğu podiumun ölçüleri 24x34m. olup, çevresinde sekiz sıra krepis vardır.

Küçük bir prostylos plan gösterir. Dar kenarlarında sekiz , uzun kenarlarında on üçer sütun bulunmaktadır. Ayrıca 9x17 m. ölçülerindeki cellanın önünde dört sütun daha vardır. Sunak, cellanın 10m. önünde olup, köşeli “U” biçiminde planlı ve merdivenlidir. Bunun güzel işçilik gösteren bir bölümü Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Efesliler, imparatorun kendilerine tanıdığı hak nedeniyle ona şükran borçlarını ödemek için tapınağa Domitian’ın 5m. yüksekliğinde heykelini koymuşlardır. Kaidesi ile birlikte 7 m. yi bulan heykelin bazı parçaları Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.
1- Varius Hamamları 6- Pollio Çeşmesi

2- Arkaik Mezarlar 7- Domitian Tapınağı

3- Odeion 8- Memmius Anıtı

4- Prytaneion (Belediye Sarayı) 9- Çeşme (Laecanus Bassus Çeşmesi)

5- Su Sarayı

Kuretler Caddesi

 Mitolojide yarı tanrı olarak bilinen Kuretler, sonradan Efes’te bir rahip sınıfının da adı olmuştur. Meydana getirdikleri kollegium , Efes’in en büyük kült birliği sayılmıştır. Adını Kuretler’den alan cadde, Celcus Kitaplığı’na doğru uzanır. Kentin merkezinde bulunduğu için bir çok anıtsal yapının cephesi bu caddeye doğru yönlendirilmiştir. İki kenarında da tabanları mozaikli ve üzerleri örtülü sütunlu galeriler vardır. Dükkan, ev ve öteki yapıların kapıları bu galerilere açılır. Sütunların önünde görülen bir bölümü yazıtlı kaidelerde, kente iyiliği dokunmuş kişilerin heykelleri bulunmaktaydı. Herakles Kapısı yakınında bulunan heykel, bunlardan birisi olup, Hekim Aleksandros’a aittir. Efes Müzesi’nde sergilenen Konsül Stephanos Heykeli de bu caddede bulunmuştur. Caddenin tabanı mermer plakalarla kaplıdır. Bunun altında geniş bir kanalizasyon sistemi vardır.

Her birinde Havarilerden birinin heykeli bulunan, dört sütunlu “Dört Havari Anıtı”, Efes’in en uzun caddesi olan, Arcadiane Caddesi’nin hemen hemen ortasında yer alır.

 

Trajan Çeşmesi


  Trajan Çeşmesi , Kuretler Caddesi’nin kuzey kenarındadır. Kazılar sırasında bulunan bir yazıta göre , M.S. 102 - 114 yıllarında yapılmış imparator Trajan’a adanmıştır. Adak yazıtı , bugün Çeşme’nin yanında bulunan büyük korniş üzerindedir. Ortada havuz ve üç tarafında iki katlı sütunlardan oluşan bir cephe mimarisine sahiptir. Sütunlar arasında, içlerinde heykeller bulunan nişler vardır. Ortadaki nişin içinde (günümüzde kaidesiyle ayağın bir parçası yerinde duran) imparator Trajan’ın heykeli bulunmaktaydı. Havuza su, imparator heykelinin altındaki geniş kanaldan geçmektedir. Çeşme genel yapısı hakkında bilgi vermek üzere küçültülerek onarılmıştır. Orijinal yüksekliği 12 metredir. Kazı çalışmaları sırasında bulunan Dionysos, Satyr, Aphrodit ve imparator ailesine ait heykeller Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.

 Hadrian Tapınağı

 Hadrian Tapınağı, Kuretler Caddesi üzerinde görkemli yapılardan birisidir. En geç M.S. 138 yılında yapılmış olması gerekir. Anıtsal bir pronaos ile yalın ve küçük bir naos’tan oluşmuştur. Pronaosun önünde Korint tarzında sütun başlıklarıyla üçgen alınlığı taşıyan dört adet sütun vardır. Ortadaki iki sütunun üzerinde alınlığın içine doğru kıvrılan bir kemer bulunmaktadır. Kemerin tam ortasında başı taçlı kent tanrıçası Tyche’nin büstü vardır.

Tapınağın kapı lentoları, inci ve yumurta dizisi gibi klasik motiflerle zengin bir şekilde bezenmiştir. Kapıdaki yarım yuvarlak ikinci alınlık üzerinde, akanthus yaprakları ve çiçekler arasında Medusa görünümlü kadın kabartması vardır.

Pronaosta kapı üst lentosu sırasında bulunan frizin orijinali Efes Müzesi’ndedir. Tapınağın onarımı sırasında kopyaları burada kullanılmıştır. Dört parça olan frizin soldan başlayarak ilk üçünde; bazı tanrı ve tanrıçalar ile Efes’in kurucusu Androklos’un yaban domuzunu izleyişi, tanrılarla Amazonlar, Amazonlar ve Dionysos alayı işlenmiştir. Frizin dördüncü parçasının konusu diğerlerinden farklıdır. Burada soldan başlayarak Athena, ay tanrıçası Selene, bir erkek Apollon, bir kadın figürü, Androklos, Herakles, Theodosius’un karısı ve oğlu, tanrıça Athena işlenmiştir. M.S. 4. y.y.’da depremlerle yıkılan tapınak yeniden restore edilirken, frizin dördüncü bloğu Efes’teki başka bir yapıdan alınarak burada kullanılmış olmalıdır.

Tapınak 138 yıllarında P. Quntillus tarafından imparator Hadrian’a adanmıştır. Adak yazıtı arşitravın üzerindedir. Tapınağın sütunları önünde dört adet yazıtlı heykel kaidesi bulunmaktadır. Kaideler üzerinde aynı tarihlerde İmperium Romanum’a sahip dört imparatorun heykelleri vardır. Yazıtlardan da okunduğu gibi bunlar; Diocletian, Maksiman, Constantinus Chlorus ve Galerius’tur. (M.S. 293-305).



Serapis Tapınağı

Agora’nın güneybatı köşesindeki merdivenli yol, Serapis Tapınağı’na ulaşır. Bir Mısır tanrısı olan, fakat zamanla Yunan ve Roma dünyasına giren Serapis kültü, Efes'te de yayılma sahası bulmuş ve adına bu tapınak inşa edilmiştir. İlk araştırmalar sırasında, Efes'in en abidevi eserlerinden birisi olan bu tapınağın, İmparator Cladius (M.S. 41-54) adına yapılmış olduğu sanılmıştı. Fakat mimari parçaların daha geç yüzyıllara (M.S. 2. y.y.) ve Mısır kültü ile ilgili bazı kitabe ve heykellerin bulunuşu buranın bir Serapis Tapınağı olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Serapis Tapınağı, avludan daha yüksek bir teras üzerine oturtulmuştur. Bir prostylos olan tapınağın yalnızca 1,5 m. çapındaki Korint başlığı taşıyan sütunlardan her birinin 57 ton ağırlığında olduğu saptanmıştır. Tapınağın kapısı son derece geniş olup iki kanatlıdır. Madenden yapıldığı için altına tekerler konulmuştur. Bu yüzden tekerleğin stylobat üzerindeki izi görülmektedir.Şüphesiz bu tapınağın en göz alıcı kısmı, cephesiydi. Etrafı galerilerle çevrili büyük bir avludan merdivenlerle çıkılan bu kısımda, yüksekliği 15 metre ve her birisinin ağırlığı 57 ton olan sütunlar yükselmekteydi. Sütunlar ile arşitrav ve alınlığa ait parçalar halen tapınak önünde görmek mümkündür. Celladaki kalıntılara göre bina sonradan kilise olarak kullanılmıştır. Antik çağlardaki büyük yer sarsıntılarının Serapis Tapınağı’na oldukça büyük zararlar verdiğini bugün görmekteyiz.

Yamaç Evler (Zengin Evleri)

Kentin merkezinde olmaları bu evlerin özel ve seçkin kişilere ait olduğunu göstermektedir. Bu nedenle Efes’in bu kesiminde yer alan evlere “Zengin Evleri” ya da “Yamaç Saray” da denilmektedir.

Merdivenli yollara her terastan bir evin kapısı açılır. Hepsi peristylli (ortadan küçük avlulu) olup, odalar bu avlu çevresinde dizilmişlerdir. Çoğunluğu üç katlı olan bu evlerin ortasındaki bu peristyl 20-25 m’yi geçmez. Dört tarafı sütunlu, tabanı mermer kaplıdır.

Evlerde akarsu sistemi vardır. Çeşme ya da peristyl içinde ya da kenarındadır. Bazılarında sarnıç ve kuyu da bulunur. Üzeri açık olan peristyl’den evin aydınlığı sağlanır. Bu yeterli olmadığı ve pencere de bulunmadığı için, içindeki odalar karanlık ya da loştur. Evlerin hemen hemen hepsi hamamlardaki gibi ısıtılmaktadır. Tabanlar mozaik, duvarlar ise fresk ya da dekoratif renkli mermerler ile kaplıdır. Bu evlerde yapılan kazılarda çıkarılan çok zengin ve paha biçilemez eserler, Selçuk-Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.



Evlerin ilk inşa tarihi M.S. 1. Y.y.’ın başına değin uzanır. Bununla birlikte Heraklius (M.S. 611-641) Dönemi’ne değin kullanılan evler, bu süre içinde çok kez restore edilmiş ya da değişikliğe uğramıştır.

Celcus Kütüphanesi
Efes’teki onarımı tamamlanan anıtsal yapılardan birisi de Celsus Kütüphanesi’dir. M.S. 92 yılında Roma’da konsül ve Roma’daki tüm kamu yapılarının sorumlusu olduğunu bildiğimiz Tiberius Julius Polemaeanus; 105-106 ya da 106-107 yıllarında, başkenti Efes olan Asia Eyaleti prokonsülü (valisi) idi. Celsus, M.S. 114 yılında 70 yaşındayken ölünce, oğlu Tiberius Julius Aquila, kütüphaneyi babası için heroon (anıtsal mezar) olarak yaptırmıştır. İnşaatın 117 yılında tamamlandığı sanılmaktadır. Celsus Kütüphanesi içindeki apsidal duvarın altındaki mezar odasında bulunan lahitte gömülüdür. Lahit kaliteli bir mermerden yapılmıştır. Üzeri kabartma olarak; girlant, Eros, Nike ve rozetler ile süslüdür. 1904 yılındaki kazı çalışmaları sırasında lahit kapağı açılmış ve iskeletin ikinci bir kurşun lahitte bulunduğu görülmüştür. imparator Hadrian Dönemi özelliklerini yansıtan yapının en çok cephesine özen gösterilmiştir. Cephe iki katlıdır. Alt katta ikişerli olarak planlanan Korint başlıklı sütunlar, 9 basamaklı bir merdivenle çıkılan 21 m. uzunluğundaki bir podium üzerine oturtulmuştur. Bunların arasında içeriye geçit veren zengin çerçeveli üç kapı vardır. Ortadaki kapı daha geniş ve yüksektir.
Kapılar arasındaki nişlerde görülen heykeller kopyadır. Orijinalleri kütüphanenin kazıldığı yıllarda Viyana’ya götürülmüştür. Heykeller, kaidelerindeki yazıtlardan da anlaşılacağı gibi Celsus’un bilge (Sophia), ilim (Episteme), zeka (Ennoia), ve erdemini (Arete) sembolize etmektedir. Üst kattaki sütunlar alttakilerden daha küçük olup, sıra ile üçgen ve yarım yuvarlak olan alınlıkları taşırlar. Her alınlığın altında bir pencere yer almıştır.
Sophia (Bilge) Episteme (İlim) Ennoia (Zeka) Arete (Erdem)
Kütüphanenin içi 10.92 X 16.72 m. ölçülerinde olup dekoratif mermerle kaplıdır. Batı duvarında Celsus’un üzerine rastlayan bölüm apsidaldir. Kütüphane kazıları sırasında bulunan ve halen İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bir heykelin Celsus’a ya da oğluna ait olduğu ve bu yarım yuvarlak apsidal niş içinde bulunduğu kabul edilir. Yan duvarlarda kitap rulolarının saklandığı nişler sıralanmıştır. Aynı nişler duvarın üst kısmında da görülür. Kütüphanenin iç kısmının iki katlı olmayıp, ikinci katın olması gereken yükseklikte bulunan nişlerin önünde korkuluklu bir balkonun bulunduğu halen görülen kalıntılardan anlaşılmaktadır. Nişlerin bulunduğu duvarların arkası rutubete karşı boş tutulmuştur. Bunlardan sağdaki Celsus’un mezar odasına dek uzanır. Bu nişlerde 12.000 rulonun bulunduğu bilinmektedir.
Celsus Kütüphanesi iki yanındaki yapılardan daha sonra yapıldığı için araya sıkıştırılmıştır. Bu nedenle istenilen anıtsal görünüm, perspektif yanıltmalarıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Bunun için sütunların oturduğu podium yay şeklinde yani ortası yüksek, kenarları daha alçak olarak düzenlenmiştir. Kenarlardaki sütun, başlık ve kiriş gibi yapı elemanları ortadakilerden daha küçük yapılarak, bunların daha uzakta bulundukları izlenimi verilmek istenmiştir. Böylece yapının olduğundan daha geniş algılanması gerçekleştirilmiştir.
M.S. 262 yılında Goth saldırıları sırasında, kütüphanenin iç bölümü tamamen yanmış, ancak cephesi bu yangından fazla etkilenmemiştir. M.S. 4. y.y. sonunda cephe Efes’teki diğer bazı yapılarla birlikte onarılmış ve önündeki merdivenlere bitişik durumda küçük bir çeşme yapılmıştır. M.S. 10. y.y. dolayında olan bir depremle cephe de yıkılmıştır.
Kütüphanenin kazısı sırasında, öndeki çeşmenin iki yanına dizilmiş durumda Part Savaşları’nı gösteren friz blokları bulunmuştur. Bu frizin, kütüphanenin önündeki meydanın güneyinde bulunan bir sunağa ait olduğu tezi ileri sürülmektedir. Kütüphaneye inen merdivenli yola, sunağın ve kitaplığın merdivenleriyle buraya bir Auditerium görünümü kazandırılmıştır.
Meydanın ortasına harç ve moloz taşlarla özenmeksizin yapılan duvar ve kapı geçidi, Efes’in nüfusunun oldukça azaldığı dönemdeki (M.S. 6.- 7. y.y.) kent duvarı ve batıya açılan kent yapısıdır.
Meydanın bir kenarında görülen lahit, 1968 yılında Efes Müzesi’nin bir kazısı sırasında soyulmuş durumda bulunmuştur. Üzerindeki yazıttan da anlaşılacağı gibi lahit, Tiberius Claudius Flavianus Dionysos’a aittir. M.S. 2. y.y.’da yapılmıştır.  
MAZEUS-MİTHRİDATES KAPISI

Kütüphane yanından geçit veren kapı, Roma zafer anıtları tipinde, üç geçitlidir. Geçitler arasındaki kalın ve güçlü plasterler, üstteki kemeri ve kemerden sonra gelen üç bölümlü, zengin bir biçimde süslenmiş frizi taşır. En üstte de attik duvarları bulunmaktadır. Yanlardaki geçitlerde ikişer adet apsidal niş bulunur. Bunlardan doğu yönündeki geçitte bulunan ikinci nişte “Buraya kim işerse, mahkemede yargılanacaktır” yazılıdır. Yapının asıl yazıtı, iki yan geçitlerin üzerinde bulunan attikler üzerindedir. Yazı Latince’dir ve bronz harflerle attikler üzerine kakma olarak monte edilmiştir.

Mazeus ve Mithridates, imparator Augustus ve ailesinin hizmetinde köle olarak bulunurlarken özgürlükleri bağışlandığı için, imparator Augustus’tan izin alarak bu kapıyı yaptırmışlar (M.Ö. 4-3 yıllarında) ve Augustus’a, karısı Livia’ya, kızı Julia ve damadı Agrippa’ya adamışlardır.


Mermer Cadde

 Panayır Dağı’nı dolaşan Kutsal Yol, Celsus Kütüphanesiı ile Büyük Tiyatro arasında “Mermer Cadde” adını alır. Büyük ve düzgün mermer bloklar ile kaplıdır. Doğu kıyısı tıpkı Kuretler Caddesi’nde olduğu gibi sütunlu bir portike sahip değilse de batı kıyısı cadde yüzeyinden iki metre yükseltilerek imparator Neron Dönemi’nde (M.S. 54-68) üzeri kapalı bir stoa durumuna getirilmiştir.

Caddenin stoa tarafındaki dar yaya kaldırımı üzerinde, Aşk Evi’nin reklamı esprisi yapılan Bizans Dönemi’ne ait yazıtlı bir kadın başı, yanında sol ayak ve kalp olduğu söylenen figürler vardır. Caddenin bu kıyısında bulunan gladyatör kabartmaları, kentin değişik yerlerinden toplanarak burada sergilenmiştir.

İlkçağ’da cadde tabanının onarılmış bölümlerinde, Roma Dönemi arabalarının 10-15 cm.’ ye varan tekerlek izlerini görebiliyoruz.


 Meryem Ana Evi

St. John İncili’ne göre, İsa ölmeden önce, “Kadın, işte oğlun” diyerek St. John’ı ve St. John’a da “İşte anan” diyerek Meryemana’yı göstermiştir. İsa’nın ölümünden 4 ya da 6 yıl sonra St. John’ın Meryemana’yı beraberinde Efes’e getirdiği, kısa bir süre Konsül Kilisesi’nin (Meryem Kilisesi) bugün bir bölümünün altında kalan bir yapıda konakladıkları, 431 yılı notlarında belirtilmektedir. Daha sonra St. John, Meryemana’yı önceden hazırlattığı Bülbül Dağı’ndaki eve götürmüştür. Meryemana’nın hayatının son günlerini geçirdiği evin yeri zaman içinde unutulmuş ve bir harabe haline gelmiştir. Buna karşın Orta Çağ’dan az sonra evin bulunduğu yer sık sık gündeme gelmiş fakat tartışmalarda bir sonuca varılamamıştır.

 1878 yılında Clementi Brentado tarafından “Meryemana’nın Hayatı” adı altında Fransızca olarak yayınlanan, Alman Katherina Emmerich’in açıklamaları evin yeri konusunda yeni bir canlılık getirir. 1891 yılında İzmir Koleji müdürü olan Lazarist rahip Eugene Poulin, bu dindar rahibin anlattıklarının ne derece doğru olduğunu anlamak amacıyla rahip Yung başkanlığında bir grubu araştırmakla görevlendirdi. Grup Efes’in güneyindeki dağlarda uzun süre dolaşarak araştırma yaptı. Sonunda Meryemana Evi olarak bilinen Panaya Kapulu’daki evi buldular.

Hayatı boyunca hiç bir zaman bulunduğu kentten ayrılmamış olan Katherina Emmerich’in (1774-1824) açıklamalarıyla anlattığı yer Panaya Kapulu’na aynen uyuyordu. Eugene Poulin, bu olaydan sonra, yeri hızla tanıtmak amacını güderek bir dizi eser yayınladı. Olay bütün dünyanın dikkatini çekmiştir. Gelen din araştırmacılarının çoğu bu görüşü benimsediler. İzmir Başpiskoposu Monsenyör Timoni, konuyu araştırdıktan sonra 1892 yılında, burada din törenlerinin yapılmasına izin verdi. Papa 23. Jean 1961 yılında Meryemana Evi üzerine az çok yapılmakta olan tartışmaları durdurdu ve burasını kesin olarak Hac Yeri ilan etti. 1967 yılında Papa 6. Paul ve 1979 yılında Papa 2. Jean Paul, Meryemana Evi’ni gezerek buraya verdikleri önemi belirttiler.

Sarnıçtan sonra devam eden yolun sonunda, haç planlı ve kubbeli küçük bir kilise vardır. Meryemana’nın evi olarak bilinen yapı budur. 6. - 7. y.y.’a tarihlenen yapı temel seviyesinin biraz üzerine kadar yıkılmış durumda bulunmuş, sonradan onarılarak bugünkü görünümü verilmiştir. Antik duvarların yenilerden ayırt edilmesi için ikisi arasına kırmızı renk boya ile bir çizgi çekilmiştir. İki tarafında kapı benzeri nişler bulunan kemerli girişten sonra tonozlu sahanlığa geçilir. Apsisteki Meryemana heykeli yüzyıl kadar önce buraya konmuştur. Önünde gri rengiyle taban mermerlerinden ayırt edilen kısım, ocağın bulunduğu yer olarak saptanmıştır. Kazılar sırasında burada bulunan kömürler ve ev temellerinin bir bölümü 1. y.y.’a tarihlenmiştir. Meryemana, Müslümanlarca da kutsal sayıldığı için bu odada namaz kılınır. Duvarlarda görülen yazılar, Kuran’da geçen Meryemana ile ilgili surelerin tercümeleridir. Bir dolap içinde de isteyenlerin sureleri daha etraflı okuyabilmeleri için çeşitli dillerde Kuran’lar bulunmaktadır.

Artemis Tapınağı

Selçuk-Kuşadası yolunun başlangıcındadır. DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLAN ARTEMİS TAPINAĞI, M.Ö. 334-250 yılları arasında ününü dünyaya duyurmuştur. Yağma, deprem, yangın gibi nedenlerle yedi defa yıkılıp yapılmıştır. İon tarzı büyük sütunlarla çevriliyken bu gün sunak yerinden başka bir şey kalmamıştır. Tapınak dünyanın mermerden yapılmış ilk ve büyük yapısıydı. Kalıntıların bir kısmı Londra’daki British Museum’dadır.Şimdiki tapınak Hellenistik Dönem’e aittir.Tek tanrılı dinlerin insanları gibi tapınan Efesliler Artemis’in bünyesinde pek çok tanrının gücünün birleştiğine inanıyorlardı. 105x55 m. alanda yüksekliği 17,65 m. olan tapınak 127 sütunludur. Sunak yerine 13 basamakla çıkılmaktadır. Tapınaktaki heykeller, yarışmalarda seçilerek konulmuştur. Cephedeki 36 sütun Lydia Kralı Kroisos tarafından hediye edilmiştir.Tapınağın yönetiminden bir kaç rahip sorumluydu. Bu rahiplerin ve Megabysos denilen baş rahibin erkeklik organları kesilmişti. Megabysos olmak çok onur verici bir görevdi. Bunların yardımcıları bakirelerdi.

Artemis’e hizmet veren bir diğer rahip sınıfı da ‘Kuretler’dir. Mitolojiye göre Kuretler, Zeus’a yakınlığı olan yarı tanrılardır. Zeus, Dionysos’u bacağından doğurduğu zaman Hera’nın duymaması için nasıl Kuretler yanında bulunup gürültü ettilerse; Leto Artemis’i doğururken de bunlar yanında bulunup gürültü etmişlerdir.

Artemis Tapınağı’nın ilginç özelliklerinden biri ise, bir banka gibi görev yapmasıydı. Tapınağa armağan edilen ya da emanet olarak bırakılan değerli eşyaları kabul etme, tapınak bütçesinden kredi açma gibi görevleri Baş Rahip Megabysos üstlenmişti. Yandaki resimde tapınağın eski halinin güzel bir çizimini görebilirsiniz. Daha büyük görmek için üzerine tıklayabilirsiniz.

Artemis Tapınağı’nın birtakım ayrıcalıkları vardı. Bunlardan en önemlisi, tapınağa sığınıldığında, burada kaldığı sürece dokunulmazlık hakkının tanınmasıydı. Bu durum pek çok suçlunun tapınakta toplanmasına neden olmuştur.

Artemis inancının, Artemis Tapınağı ve dinsel aşama düzeninin arı çevresinde kurulduğunu ileri sürenler vardır. Arı, Efes’in simgesidir. Efes sikkeleri ve heykelleri üzerinde çok yaygın olarak kullanılır.


  

St. John Kilisesi

St. John Kilisesi, Selçuk Kalesi’nin bulunduğu tepenin güney eteğindedir. Bu yapı Efes’teki Bizans Dönemi yapılarının en görkemlisidir.

Tarihçi Eusebios, Hıristiyanlığı yaymaya çalışan havarilerin M.S. 37-42 yıllarında Kudüs’ten kovulduklarını, St. John’ın Anadolu’ya geçerek burada çalışmalarını sürdürdüğünü kaydeder. Böylelikle bu yıllarda St. John’ın kendisine İsa tarafından emanet edilen Meryemana ile birlikte Efes’te olduğunu anlıyoruz.
St. Paul’ün öldürülmesinden sonra St. John, Efes Kilisesi’ne bağlı kiliselerin başına geçerek İncil’ini burada yazar. Ölümünden sonra da vasiyeti üzerine bugün de kendi adıyla anılan kilisedeki yerine gömülür. Hıristiyanlığın Efes’te güç kazandığı M.S. 4. y.y.’da mezarı üzerine ahşap çatılı bir Bazilika yapılır. Bizans imparatoru Justinien (M.S. 527-565) Dönemi’nde ise bugün kalıntılarını gördüğümüz kilise yapılır. Haç planlı yapı avlu, narteks ve 5 nefli ana kısımdan oluşmaktadır. St. John'un mezarı, en ortadaki kubbeli böülümün altındadır. Mezardaki bir delikten çıkan kutsal tozun iyileştirici özelliği olduğuna inanılıyordu. 7. - 8. y.y.’da Efes, Arap akınlarıyla karşı karşıya kaldığı zaman kilisenin çevresine sur duvarları yapılmış ve bulunduğu yer tepe üzerindeki kaleye bağlanarak, buraya bir dış kale görünümü verilmiştir.

14. y.y.’da kilisenin yakınına yapılan ünlü İsa Bey Camisi’nden sonra çok daha önem kazanan bu bölge, günümüzde yapılan kazı ve restorasyon çalışmalarıyla her gün binlerce ziyaretçinin uğrak yeri olmuştur. 

 

BERGAMA

İzmir'in kuzeyinde 100 km uzaklıkta, Bakırçay Havzasında yer alan ve ülkemiz uygarlık tarihinin en eski yerleşmelerinden biri olan Bergama, tarih öncesi dönemlerden başlayarak İon, Roma ve Bizans uygarlıkları ile devam eden dönemde, Dünya çapında önemi   olan arkeolojik eserlere sahip olmuştur. Bergama'nın güneybatısında Antik Dönemin önemli sağlık merkezlerinden Asklepion, ilk yerleşim alanı olan 300 m. yüksekliğinde dik bir tepe üzerinde kurulan Akropol ve M.S. 2. yüzyıla tarihlenen Serapis Tapınağı (Kızıl Avlu) yörenin turistik cazibesini oluşturmaktadır. Zeus Sunağı 1897 yılında Almanya'ya kaçırılmıştır.

Bergama güzellik ılıcalarıyla, meşhur Kozak yaylasıyla, plajlarıyla ünlü Ayvalık ilçesi bağlantısıyla, gelişmiş dokumacılığı ve kilimciliğiyle ünlü bir ilçedir.

Tarihçe: Bugünkü adı antik dönemdeki ismi olan Pergomon 'dan gelmektedir. İlk çağda muhteşem abideleriyle büyük bir şehir ve aynı adı taşıyan krallığın merkezi olmasının yanı sıra Ortaçağın önemli stratejik mevkii, Karesioğullarının merkezi ve son olarak Osmanlı İmparatorluğunun önemli merkezlerindendir.

Kesin kuruluş tarihi bilinmeyen kentte yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen bilgilere göre M.Ö.7. yüzyıllarda sur duvarlarının inşa edildiği saptanmış olup, bu yıllarda kentleşmenin   başladığı anlaşılmaktadır. Bergama, Pers, Büyük İskender, Frigya, Trakya Krallığı, Selevkos Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerini görmüştür.



1302 yılında Bizans hakimiyeti ortadan kalkan şehirde Karesioğulları Beyliği idareyi ele almış, 1341 yılından hemen sonra ise Bergama Osmanlılar tarafından alınmıştır.

Akropolis: Akropol son derece dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Yaklaşık 300 m. yükseklikteki bu tepeye kıvrılarak tırmanan bir yoldan çıkılır. Akropol denilen şehir yerleşiminde dini, resmi, sosyal ve ticari binalar iç içe kendine özgü bir plan çerçevesi içinde   yerleşmiştir. İlk çağlardan bu yana iskan yeri olan tepenin üstünde Bergama Kral Sarayları yer alır. Beş adet sarnıç ile cephanelik de bu tepe üzerine yerleşmiştir. Binaların alt bölgesinde Athena Tapınağı vardır. Ayrıca Kütüphane ve Trajan tapınağı da bulunmaktadır. Bunlarında altındaki terasta Zeus sunağı özenle yerleştirilmiştir. Dünyadaki en dik tiyatrolardan birisi de burada yer almaktadır.. En alt kesimde ise Gymnasion ve Demeter Tapınağı bulunur. 

Athena Tapınağı: Tiyatronun üstündeki terasta inşa edilmiş olan Athena Tapınağı 6x10 m. sütunlu Dor düzeninde bir yapıdır. Tapınağın temellerinden yalnız bazı parçalar kalmış olmakla birlikte batı kanat kısmen 1.20 m. yüksekliğe değin korunmuştur. Tapınağın sütun ve   arşitrav parçaları halen Berlin Müzesindedir. Kentin en önemli tapınağının Tanrıça Athena' ya ait olması, İzmir, Milet, Eriythrai, Foça ve Assos'ta da görüldüğü gibi Batı Anadolu'nun yerleşmiş bir geleneğidir.

Kütüphane: Athena kutsal alanının kuzeyinde bitişik yapı ünlü Bergama kütüphanesinin kalıntılarıdır. Eskiden galerinin üst katından girilen kütüphane, II. Eumenes devrine ait olup 13.53X 15.35 m boyutlarında büyük bir okuma odasına sahiptir. Tahta raflarla donatılmış kütüphanede 3.50 m. yüksekliğinde Athena heykeli vardı. Bu heykel şu anda Berlin Müzesindedir. II. Eumenes döneminde zenginleşen kütüphanenin en büyük rakibi İskenderiye Kütüphanesiydi.

Saraylar: Athena tapınağını çeviren stoalar ve kütüphanenin hemen doğusunda Bergama krallarının saraylarına ait kalıntılar yer almaktadır. Bunlar ortasında avluları bulunan peristyl tipinde iki büyük evdir. Kuzeydeki küçük evin Attolos daha büyük olanın da Eumenes döneminde yapılmış oldukları kabul edilmektedir. Saraylarda bulunan mozaik parçaları şimdi Berlin Müzesinde saklanmaktadır.

Arsenaller: Askeri malzeme deposu olarak bilinen Arsenaller akropolün kuzey ucunda Sarayların ve Trajaneun'un ötesinde 10 m. kadar aşağı düzeyde bulunmaktaydı. Bunlar birbirine paralel 5 uzun yapıdır.

Trajaneum: Tanrılaştırılan Roma İmparatoru Trajan için yapılmış olan akropolün en yüksek terasıdır. Daha önce burada bir Helenistik dönem yapısının bulunduğu şüphesizdir. Üç tarafı stoalarla çevrili olan tapınak 68x58 m. büyüklüğünde bir teras üzerinde yükselmektedir. Tapınağın içinde Trajan ve Hadrian'ın kolosal mermer heykellerinin başları bulunmuştur. Söz konusu eserler Berlin Müzesindedir. 

Tiyatro:Bergama Tiyatrosu dik bir yamaç üzerine kurulmuş olup, Helenistik dönemin en güzel mimari eserlerindendir. Batı Anadolu'nun en dik tiyatrosu olan yapı 10.000 kişiliktir. Sahne kısmı Helenistik dönemde ahşap idi. Yalnızca oyun günleri kuruluyor sonra   yeniden kaldırılıyordu.

Dionysos Tapınağı: Bergamalılar bu göz alıcı tapınağı özel bir düşünce ile 250 m.lik tiyatro terasının kuzeyinde bütün gezi yerine egemen olacak şekilde inşa etmişlerdi. Sunağı ile birlikte çok iyi korunmuş olan tapınak zengin profilli, bir podyum üzerinde yükselen İon düzeninde bir prostylosdur. Uzun bir yolun bitiş noktasında yer alışı ve bütün gözleri üzerinde toplayan bir anıt oluşu ile bu eser, Roma sanat anlayışı ile birlikte Avrupa Barok mimarisini de etkilemiştir. Helenistik dönem ve Roma çağına ait orijinal   parçalar Berlin Müzesinde saklanmaktadır.

Zeus Sunağı: Athena Tapınağı alt terasında 25 m. kadar aşağısında bulunuyordu. Bu yer yaklaşık 69x77 m. büyüklüğündeydi ve büyük sunak tam ortasında yükseliyordu. Büyük bir olasılıkla sunağın dört bir yanı açıktı ve anıt her yerden rahatlıkla görülüyordu. Akropolde   yalnız temelleri görülebilen sunağın tüm mimari parçaları ve kabartmaları bugün Berlin Müzesinde eskisine yakın bir şekilde tamamlanarak sergilenmektedir.

Agora: Zeus Sunağının güneyinde yukarı Agora yer alır. Helenistik döneme aittir. Tüccarların tanrısı Hermes'e ait Agora Dor üslubunda yapılmıştır. Meydanın batı kenarında Demeter tapınağının temelleri görülmektedir.

Gymnasionlar: Bergama kentinin üst üste üç ayrı terasta yer alan görkemli Gymnasionu vardı. Ele geçen yazıtlardan alttaki terasların çocuklara, ortadaki terasın delikanlılara üstteki terasın büyüklere ait olduğu anlaşılmıştır.

Asklepion: Sağlık ve hekimlik tanrısı olarak bilinen Asklepios, Apollonun oğullarından biridir. Asklepios'un yeri anlamına gelen Aesklepion ilk çağlarda Bergama'da önemli sağlık merkezidir. Sütunlu bir caddeden sonra Asklepiona gelinir. Buradaki tedavi şekilleri arasında şifalı su, çamur kürü, spor, tiyatro, psikoterapi yer almaktadır. Girişte solda bulunan yapı Asklepios tapınağıdır. Sağlık tanrısı adına M.S. 150 yıllarında bağışlarla yapılan tapınak bir kubbe ile örtülü ve duvarları 3 m. kalınlığındadır. Burada su sesi ve telkinlerden faydalanarak hastaların iyileşmesi sağlanırdı.

Serapis Tapınağı: Eski Bergama'nın en büyük yapısı, halkın kızıl avlu olarak adlandırdığı kırmızı tuğla ile inşa edilmiş olan ve Mısır tanrılarına adanmış olan tapınaktır Bu tapınak bugün Bergama kentinin içinde kalmıştır.

Camiler

Ulu Cami: Bergama Çayının sol sahilinde ve Tekke Boğazına giden yolun başındadır.

Şadırvan Cami: Selçuk minaresinin yanında ve kendi adıyla anılan bölgededir. Kapı üzerindeki mermer yazıtta H. 957 (M. 1550) yılında, Osman oğlu Hacı Hasan tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Avluda bulunan şadırvanın Bergama voyvodası Abdullah Ağa tarafından, 1240 (1824) tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Selçuk Minaresi: Şadırvan Camii yanındadır. ''Arap Camisi'' diye anılan yapıt yıkılmış ve günümüze yalnız minaresi kalmıştır. Buraya "Güdük Minare", "Çinili Minare" adları da verilmiştir. Yapı biçimi ve süsleme Selçuklu yapıtı olduğunu kanıtlamaktadır.

Bergama'da yer alan diğer camiler arasında, Kurşunlu Cami, pazar yerinde bulunan Hacı Hekim Cami, Asklepion yolu üzerinde Laleli Cami, Yeni Camii ve Emir Sultan Minaresi sayılabilir.



Hanlar

Çukur Han: Saraçlar arastası ile Ekin loncasının Şeftali Sokağı arasındadır. İnşa tarzına göre, Hanın XIV-XV. yüzyıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

Taş Han: Rüştiye Mektebi caddesinde ve Küplühamam yanındadır. Kapısı üstünde bulunan kitabesine göre, bu kervansaray. Sultan Mehmet'in oğlu Sultan Murat zamanında, Hatip Mahmut'un oğlu Hibeytullah tarafından 835 (1432) tarihinde yaptırılmıştır. Kitabenin bulunduğu açıklık, yontulu taşla işlenmiş ve bunun altına klasik (9 taşlı) basık Türk kemeri ve mermer söveler yerleştirilmiştir.

Yaylalar

Bergama'ya 20 Km. uzaklıkta olan Kozak Yaylasına Bergama-Ayvalık bağlantılı yol güzergahından gidilebilir.



Kaplıcalar

Mahmudiye Ilıcası: Suları 26ºC sıcaklıkta bulunan ılıcada radyoaktivite oranı yüksektir. Sodyum açısından zengin olan ılıcada kalsiyum yoktur.

Paşa Ilıcası: Bergama'nın 15 km. kuzeyindeki Paşa Köyündedir. Ilıcanın sıcaklık ve madensel tuzları yönünden fakir olan suları banyo olarak kullanılır.

Geyiklidağ Ilıcası:Bergama ile Kozak Bucak merkezinin arasında yer alan ılıca etrafında konaklama tesisi bulunmamaktadır.

Güzellik Ilıcası: Bergama'ya 4 km. uzaklıkta bulunan Güzellik Ilıcası, kubbeli ve iki mermer havuzlu bir kaplıcaya sahiptir. Bergama Kralı Eumenes döneminde kurulduğu belirtilen kaplıca ''Eskülap Banyoları'' adı ile yüzyıllarca ününü sürdürmüştür. Bugün ağaçlık bir alanda bulunan kaplıca bitişiğinde Bergama Belediyesine ait bir otel ve bungalovlar bulunmaktadır. Kaplıca su sıcaklığı 35ºC dolayındadır. Sodyum bikarbonat ve sülfat bulunan kaplıca suyunun romatizma, nefralji kalp hastalıkları için iyi gelmektedir. Tarihte Kleopatra'nın da Bergama'yı ziyaretinde bu kaplıcada yıkanarak güzelleştiği rivayet edilir. Kaplıca suyunda 1,5 eman değerinde oldukça yüksek radyoaktivite bulunmaktadır.

Dereköy Ilıcası:Bergama'nın batısında Altınova (Ayazment) bucağının 15 km doğusunda bulunan ılıcada bir hamam bulunmakta ve suları ağrılı hastalara iyi gelmektedir.

Haydar Ilıcası:Bergama'nın kuzeyinde Kozak bucağına bağlı Ilıca Köyündedir. Roma döneminden kalma bir hamam kalıntısından başka yapı bulunmamaktadır. Ilıcanın sıcak ve kükürtlü sularının hareket sisteminin ağrılı hastalıklarında ve deri hastalıklarında yararlıdır.

Bergama Evleri

Kalın dış duvarları, iç sofalı planları, yığma yapı gereklerine bağlı pencere boyutları ve doluluk boşluk oranları ile Bergama evleri ısı kontrolü açısından belli bir üstünlüğe sahiptir. Geleneksel Türk evi üst katlardaki çıkmalarla dışa açılma   olanağından yoksun, alt ve üst katları hemen hemen aynı büyüklüktedir. Az sayıdaki evde Sakız üslubuna özgü ahşap bir cumba veya balkon şeklinde çıkmalarla bu özellik biraz değişebilir.



Yüklə 211,02 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin