Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 7,93 Mb.
səhifə13/148
tarix08.01.2019
ölçüsü7,93 Mb.
#92679
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   148

Bibi, M. Franco, Essai sur l'Histoire deş Israeli-tes de l'Empire Ottoman, Depuis leş Origines jıısqu'â nos jours, Paris, 1897; A. Galante, "Don Joseph Nassi d'apres de nouveaux docu-ments", Histoire desjuifs de Turquie, VIII, İst., 1987; ay, Histoire deş Juifs d''istanbul, I, İst., 1941; M. Sertoğlu, "Osmanlı İmparatorluğunda Azınlık Meselesi", BTTD, S. 25 (1969); A. Lamartine, Osmanlı Tarihi, I, İst., 1991, s. 501; Safvet, "Yusuf Nasi", TOEM, S. 16 (1912); 986; N. Güleryüz, Türk Yahudileri Tarihi, I, İst.,

NAİM GÜLERYÜZ



NASUH (Matrakçı)

(?, ? - 28 Nisan 1564, istanbul) Ressam, şair, matematikçi.

Tam adı Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el-Bosnavi'dir. Künyesinden anlaşıldığı kadarıyla Müslümanlığı kabul etmiş ya da devşirme bir Bosnalının torunu olan Nasuh, Enderun'dan yetişmiştir. Karşımıza ilk defa 1517'de bitirmiş olduğu Cemalü'l-Küttab ve Kemalü 'l-Hisab adlı matematik kitabıyla çıkmaktadır. 1517-1522 arasında Mısır'da bulunan, orada silahşorluğu ve matrak oyunundaki maharetiyle ün salan Nasuh, 1520'den sonra Tarih-i Ta-beri'yi Arapçadan Türkçeye çevirmekle ona bir ek yazmaya başlamış ve bu eki 1551'e kadar getirmiştir. Haziran-Temmuz 1529'da I. Süleyman'ın (Kanuni) oğulları Şehzade Mustafa, Mehmed ve Selim için Atmeydanı'nda yapılan sünnet düğünü şenliklerinde iki yürüyen ve birbirleriyle savaşan hisar maketi yapan Nasuh bu münasebetle, aynı tarihte, Tuhfetü'l-Guzat adlı silahşorluk ve şenlikte düzenlemiş olduğu gösterilerle ilgili bir eser kaleme almıştır. 1533'te ise ilk matematik eserinin geliştirilmiş bir hali olan Umdetü 'l-Hisab adlı kitabını yazmıştır.

1533'ten başlayarak Nasuh, Kanuni'nin birinci (1533-1537) ve ikinci (1548-1549) İran, Korfu (1537), Boğdan (1538) ve Macaristan (1543) seferleri ile Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin'in 1543-1544'te Fransa'nın güney kıyılarına yapmış olduğu seferine katılarak bu seferlerin günlüğünü kaleme aldığı gibi, birinci İran, 1543 Macaristan ve Barbaros seferlerinin menzillerini resmedecektir. Böylece Nasuh silahşor, matematikçi, tarihçi, hattat ve ressam vasıflarıyla tam bir Rönesans adamı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han adıyla bilinen 1533-1537 seferinin yazmasının başındaki (vr 8b-9a) ilk minyatür İstanbul'u göstermektedir. Bu, Buondelmonti (1420 dolaylarında) ve Vavassore (15. yy'ın sonu) görüntülerinden sonra bilinen en eski ve ilk Osmanlı çizimidir. Çizim ilkesi olarak, minyatürlere özgü perspektif anlayışı dışında, Batılı görüntülerden farklı olmayan, ancak çok daha ayrıntılı ve binaların çizimi ve yerleştirilmesi bakımından doğru

olan bu tasvir, Kanuni dönemi başı İstanbul'u için çok önemli bir kaynaktır. Doğuya doğru yönlendirilmiş görüntünün üst sol köşesinde suru ve üç avlusu ile Topkapı Sarayı yer almaktadır. Bu tarihte sarayın hemen hemen avluları çevreleyen binalardan ibaret olduğu anlaşılıyor. Mavi zeminli üçüncü avlunun ortasında görünen köşk Arzodası, kahverengi zeminli ikinci avlunun dışına eklenmiş düz çatılı tek katlı yapı ise hasahırlar olmalıdır, Bâb-ı Hümayun ve Ortakapı bildiğimiz halleriyle çizilmişlerdir. Sarayın hemen sağında, zamanın iki minaresiyle Ayasofya ve onun ötesinde Atmeydanı gösterilmiştir. Atmeydanı'nın ucunu kapayan ve Pi-erre Gilles'e(-0 göre Süleymaniye Ca-mii'nin avlusunda kullanılacak olan sütunlar hâlâ yerli yerinde durmaktadır (ki bunlar 1533'te İstanbul'da olan Coecke van Aelst'in[->] Atmeydanı çiziminde de gösterilmiştir). Coeckein tasvirinde Dikilitaş ve Yılanlı Sütun doğrultusunda gösterilen iki sütun burada da vardır, ancak İbrahim Paşa'nın Buda'dan getirip sarayı önünde diktirdiği Herkül heykelleri 1533 tasvirinde görülmelerine rağmen Matrak-çı'da yoktur, çünkü İbrahim Paşa'nın 1536'da öldürülmesinden sonra bu heykeller ortadan kaldırılmıştır. İbrahim Paşa Sarayı(->) ise ayrıntılı bir biçimde meydanın alt (batı) tarafında çizilmiştir. Ayasofya ile Atmeydanı arasındaki bina Ars-lanhane(-») olarak kullanılan Bizans kilise-sidir ki, Freshfield albümündeki Atmeydanı çiziminde (1574) aynı biçimde gösterilmiştir. Arslanhane ile İbrahim Paşa Sarayı arasındaki cami ise Atmeydanı ile Di-vanyolu arasında bulunan Firuz Ağa Ca-

Atmeydanı'nın üstünde (doğusunda) bir konut alanı gösterilmiştir, burada İs-hak Paşa Camii ve önemli bir Bizans kili-

sesi yer alır. Atmeydanı ile Beyazıt Camii arasında Divanyolu doğrultusunun kuzeyinde Çemberlitaş, Atik Ali Paşa Camii ve Külliyesi, onun ötesinde de bedesten ve çarşı çizilmiştir. Çarşının hemen kuzeyinde ise Mahmud Paşa Camii ve onun kuzeybatısında Çandarlı İbrahim Paşa Camii vardır ki, büyük çatısıyla M, Lorichs(->) panoramasında da (1557) görülmektedir. Bu caminin yanındaki kule, sonradan Valide Hanı'nın içine alınan kule olmalıdır.

Kapalıçarşı'nın altında (batısında) tüm ayrıntılarıyla Bayezid Külliyesi(->) ve onun altında da Eski Saray(->) çizilmiştir. Eski Saray ile Haliç arasında Süleymaniye Kül-liyesi'nin yapılacağı yerde evler vardır. Marmara tarafında ise Kadırga Limanı ve tersaneleri ve onun batısında Langa bostanını çevreleyen ikinci sur ve deniz kenarındaki iki kule gösterilmiştir. Daha doğuda ise, Atmeydanı'nın hemen altında Küçük Ayasofya Camii(->) gösterilmiştir.

Eski Saray ile Fatih arasında birbirine paralel iki çarşı halinde Saraçhane çizilmiştir. Saraçhane ile sukemeri arasında, kemerin dibinde Burmalı Mescit(->) ve onun sağında Kalenderhane Camii(->) tasvir edilmiştir. Saraçhane'nin sağında gösterilen cami Aksaray'daki Murad Paşa Camii olmalıdır, onun yanında ise bir bazilika ve ikinci bir cami gösterilmiştir.

İki minaresi birbirinden farklı çizilen Fatih Camii ile kara surları arasında kalan bölümde, Haliç yönünde Sultan Selim Camii ve kilise mimarisi belirgin olan Gül Ca-mii(-»), Marmara yönünde ise Arkadios Sütunu^) ve Davud Paşa Camii, onun güneybatısında Bizans yapısına eklenmiş minaresiyle Koca Mustafa Paşa Camii ve sağ alt köşede Yedikule yer almaktadır.

Büyük çoğunluğu biçimlerinden ya da konumlarından tanınabilen büyük yapılar stilize olmalarına rağmen konutların



NASUHI TEKKESİ

50

51



NAŞİT, ADİLE

yapısı da. ilgi çekicidir. Bunlardaki özellikle kule biçiminde yapılar ya da esas çatıyı aşan köşkler (cihannümalar) bildiğimiz Osmanlı evi yapısından epey farklıdır, ancak dönemin Batılı İstanbul tasvirlerini (Lorichs vb) andırır.

9a numaralı varakta çizilmiş olan Galata tasvirinde kent surlarla çevrilmiş ve sur dışı hemen hemen tümüyle kırlık gösterilmiştir. Ceneviz kolonisinin zaman içinde genişlemesinin izi olan iç surlar da, topografyaya pek uygun olmamakla birlikte, çizilmiştir. Üçgenin tepesinde hâkim bir vaziyette olan Galata Kulesi dışında sur içinde tanınabilen binalar San Domenico (Arap Camii) ve San Françesko kiliseleridir. Surun önünde deniz kıyısında İbrahim Paşa'nın yaptırdığı cami vardır. Tophane tarafında Tophane binası, dizilmiş toplar ve Vavassore haritasında da gösterilen tatlı su kuyusu yer alır. Kasımpaşa tarafında ise tersane gözleri ve Kasımpaşa Camii gösterilmiştir.

Bibi. H. Yurdaydm, Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i 'Irakeyn-i Sultan Süleyman Han (Giriş ve tıpkıbasım), Ankara, 1976; W. B. Denny, "A Six-teenth Century Architectural Plan of istanbul", Arş Orientalis, VIII (1970), s. 49-63; N. J. Johnston, "The Urban World of Matraki Ma-nuscript", Journal of East Studies, XXX/3 (1971), s. 159-176.

STEFANOS -YERASİMOS



NASUHÎ TEKKESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Doğancılar'da, İnsaniye Mahallesi'nde, Tunus Bağı Caddesi'nin üzerinde yer almaktadır.

Halvetîliğin Şabanî koluna bağlanan Nasuhî kolunun âsitanesi ve pir makamı olan bu tekke 1099/l687-88'de, Sadrazam Damat Morali (Enişte) Hasan Paşa (ö. 1713) tarafından adı geçen kolun kurucusu Şeyh Nasuhî Mehmed Efendi (ö. 1718) için inşa ettirilmiştir. Hasan Paşa 1102/1690-91'de IV. Mehmed'in (Avcı) kızlarından Hatice Sultan (ö. 1743) ile evlenmiş, tekkenin vakfı, paşanın ve Nasuhî Mehmed Efendi'nin vefatlarından sonra 1131/1718-19'da Hatice Sultan adına tescil edilmiştir. Bu arada Hasan Paşa tekkenin girişinde 1117/1705-06'da bir çeşme yaptırmıştır.

Önemli bir tarikat merkezi olduğu için zengin bir mimari programa sahip bulunduğu tahmin edilebilen bu ilk tesis günümüze ulaşamamış, 19. yy'ın ortalarında, çoğunluğu ahşap olan tekke binaları yanmış, 1280/1863-64'te dönemin ricalinden Ebubekir Rüstem Paşa (ö. 1863) tarafından, kagir olarak son şekliyle ihya edilmiştir. Evkaf Nezareti tarafından 1320/ 1902'de onarım gören yapılardan, cami-tevhidhane, tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra yalnızca cami olarak kullanılmaya başlamış, türbe, uzun bir süre ziyarete kapalı tutulmasına rağmen varlığını sürdürmüş, harem ve selamlık bölümleri de, Nasuhî Mehmed Efendi'nin neslinden gelen ve tekkenin meşihatını ellerinde tutan Nasuhîzadeler tarafından mesken olarak kullanılmıştır. 1960'lardan sonra selamlık bölümü, eski haline sadık kalınmaksızın yenilenmiş, yüzyılın başların-

da, depremde hasar gördüğü için yıktırılan minare, söz konusu aileden Alâeddin Na-suhioğlu tarafından 1966'da yeniden inşa ettirilmiştir. Bu arada cami-tevhidhane ile türbenin kuzeyinde (karşısında) yer alan, tek katlı ahşap kanat, cami görevlilerine meşruta olmak üzere kagir olarak yenilenmiştir.

Tekke, kaynaklarda "Nasuhî Efendi," "Şeyh Nasuhî Efendi," "Hazret-i Nasuh-î", "Nasuhîzade" adlan ile de anılmaktadır. Ayin günü cuma olan tekkede, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde 7 erkek ile 2 kadının ikamet ettikleri belirtilmiştir.

Tekkenin ilk postnişini olan Şeyh Nasuhî Mehmed Efendi Üsküdar'da, Toygar Te-pesi'nde Bulgurlu Mescit yakınında doğmuş, bu yüzden "Nasuhî-i Üsküdarî" olarak tanınmıştır. Babası sipahilerden Seyyid Nasuh Bey'dir. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 1050/1648, bazılarında da 1063/1653 olarak verilir. Dönemin ileri gelen mutasavvıflarından, âlimlerinden ve büyük velilerinden olan Nasuhî-i Üsküdarî, Halvetîliğin Şabanî koluna bağlı Karabaşı kolunu kuran, "Karabaş-ı Velî" ve "el-Atvel" (en uzun) lakaplarıyla anılan Şeyh el-Hac Ali Alâeddin Efendi'nin (ö. 1685) halife-sidir. Yazmış olduğu içtihatlarla Halvetîliğin Nasuhî kolunu tesis etmiş, Nasuhîlik İstanbul'un yamsıra Libya (Trablusgarp), Tunus ve Cezayir gibi başkente uzak Osmanlı eyaletlerine kadar yayılmış, bu koldan 19. yy'da Çerkeşî kolu (kurucusu Şeyh Seyyid Mustafa Çerkeşî, ö. 1914) ayrılmış, bu da kendi içinde Kuşadâvî (İbra-himî) (kurucusu Kuşadalı Şeyh İbrahim Efendi, ö. 1845) ve Geredevî (Halilî) (kurucusu Geredeli Şeyh Halil Efendi, ö. 19-yy ortalan) kollarına ayrılmıştır. Nasuhî-i Üsküdarî'nin tefsir, hadis ve tasavvufa ilişkin birçok eseri (9 ciltlik Tefsir-i Şerif), halifelerinden Mudurnulu Şeyh Abdullah Rüşdî Efendi adına kaleme alınan Risa-le-i Rügdiye, halifelerinden Maçka Tekkesi postnişini Şeyh Mehmed Fahreddin Efendi'ye (ö. 1750) ithaf edilen Risale-i Fabriyye, oğlu ve halefi Şeyh Ali Alâeddin Efendi (ö. 1751) için yazılan Risale-i Vele-diyye, Cemü'l-Ehadis, mektuplarını içeren Mürasele-i Pîr (Mükâşefât-ı Vakıât, Şerh-

Nasuhî Tekkesi'nde cami-tevhidhane ile türbenin kesiti. Merih Özdemir/ MSÜ Arşivi



i Gazel-i Mısrî-i Niyazı), ayrıca' Divan-ı îlabiyyat'ı bulunmaktadır. Menkıbeleri, halifelerinden Senaî Hasan Efendi ve tekkenin son şeyhi Nasuhîzade Şeyh Kera-meddin Efendi (ö. 1933) tarafından tespit edilmiştir.

Nasuhî-i Üsküdarî'den sonra tekkenin postuna oğlu Şeyh Ali Alâeddin Efendi geçmiş, daha sonra babadan oğula intikal eden meşihat görevim Şeyh Mehmed Faz-lullah Efendi (ö. 1796), Muhyieddin Efendi (ö. 1898) ve Şeyh Mehmed Kerameddin Efendi üstlenmiş, "Nasuhizadeler" olarak tanınan bu sülale İstanbul'un en nüfuzlu şeyh ailelerinden birisi olmuştur.

Tekkenin arsası doğuda, Üsküdar'ı Kadıköy'e bağlayan Tunus Bağı Caddesi, diğer yönlerde komşu parsellerle sınırlıdır. Arsanın kuzeydoğu köşesinde cadde üzerinde Hasan Paşa Çeşmesi, güneydoğu köşesinde, arsanın eğiminden dolayı caddeye göre yüksekte kalan ve istinat duvarı niteliğinde bir çevre duvarı ile kuşatılmış bulunan hazire yer alır. Hazire ile çeşme arasında uzanan, günümüzde üstü açık olan girişin aslında cümle kapısı niteliğinde bir kapı ve bunu izleyen, beşik tonozlu bir geçit şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Arsanın ortasında tekke binası, doğudan batıya doğru birbirlerine bitişik olarak sıralanan türbe, cami-tevhidhane ve selamlık bölümlerini barındırmaktadır. Bu yapının önünde (kuzeyinde) yer alan ince uzun planlı avlunun diğer yakasını, halen yerini iki katlı kagir meşrutaya terk etmiş bulunan ve derviş hücrelerini barındırdığı tahmin edilebilen, tek katlı ahşap bina işgal etmekte ve Hasan Paşa Çeşmesi'nin su haznesine bitişmekteydi. Söz konusu avlunun batı yönünde de tek katlı kagir bir yapının var olduğu anlaşılmaktadır. Bu yapı ile selamlığın arkasındaki (batısındaki) geniş bahçe içinde, harem dairesini teşkil eden, biri tek, diğeri çift katlı olan iki kanadın oluşturduğu, büyükçe (30x15 m) bir bina bulunmaktaydı. Harem bahçesi niteliğindeki bu arka bahçeye, küçük avlunun batısındaki tek katlı kanattan, ayrıca arsanın güneydoğu köşesinde yer alan ve aynı zamanda nazireye açılan tali kapıdan ulaşılmaktaydı. Nitekim türbenin güney

cephesindeki pencerenin niyaz penceresi niteliğinde olması, söz konusu tali kapıdan hareketle arkadaki hareme ulaşan, ancak zamanla nazirenin genişlemesi sonucunda ortadan kalktığı anlaşılan bir geçidin varlığına tanıklık etmektedir.

Cami-tevhidhaneyi, türbeyi ve selamlığı bünyesinde toplayan bina 30x13 m bo-yutlarındadır. Cami-tevhidhane ile türbenin duvarları, moloz taş ve tuğla sıralarından oluşan almaşık örgü ile inşa edilmiş, basık kemerlerle geçilmiş olan kapı ve pencere açıklıkları dışarıdan kesme kü-feki taşından sövelerle dikdörtgen şeklinde çerçevelenmiş söz konusu bölümler, halen Marsilya kiremitiyle kaplı kırma çatılarla örtülmüştür. Dikdörtgen (12,50x 11,50 m) bir alanı kaplayan cami-tevhid-hanenin, kuzeydeki küçük avluya açılan kapısının üzerinde, metni şair Yakub Asım Efendi'ye (ö. 1883) ait, ta'lik hatlı ve 1280/ 1863-64 tarihli manzum ihya kitabesi bulunmaktadır.

Cami-tevhidhane hariminin selamlığa bitişik olan batı duvarı sağır bırakılmış, güney duvarının eksenine mihrap, mihrabın yanlarına ikişer pencere, giriş (kuzey) cephesinin üst kesimine beş adet pencere, batı duvarına da türbeye açılan bir niyaz penceresi yerleştirilmiştir. Mekânın kuzeyinde uzanan 3 m derinliğindeki iki katlı mahfillerin sınırında kare kesitli dört adet ahşap dikme sıralanır. Harimin kuzeybatı köşesinde yer alan ve türbeye doğru çıkıntı yapan merdiven fevkani mahfile ulaşır. Her iki mahfilde de dikmelerin arası ahşap korkuluklarla kapatılmış, fevkani mahfilde, ortadaki açıklık yarım daire planlı bir çıkma ile genişletilmiş, kuzeybatı köşesindeki açıklık ise, oymalı ahşap kafeslerle donatılmak suretiyle küçük bir hünkâr mahfiline dönüştürülmüştür. Niyaz penceresi diğerlerinden farklı olarak kemerlidir. Güney cephesinde hafifçe taşkınlık yapan, yarım daire planlı mihrap nişi son yıllarda turkuvaz renginde fayanslarla kaplanmıştır. Ahşap minber, kapısında ve köşkünde bulunan neogotik üsluptaki üç merkezli kemerleri ile Abdülaziz döneminin eklektik zevkini yansıtmaktadır. Duvarlarda herhangi bir bezeme bulunmamakta, çubuklu tavanın merkezinde çıtalarla oluşturulmuş sekizgen bir göbek yer almaktadır. Dikdörtgen planlı (13,50x5,50 m) türbenin girişi kuzeydoğu köşesinde, minare kaidesinin yanındaki girintidedir. Batı duvarında cami-tevhidhane harimine açılan niyaz penceresinden başka doğu duvarında üç, kuzey ve güney duvarlarında da birer pencere vardır. Güney duvarındaki pencere, türbenin dışarıdan da ziyaret edilebilmesi için bir niyaz penceresi olarak düşünülmüş ve birtakım ayrıntılarla diğerlerinden farklı kılınmıştır. Söz konusu açıklığı içerden, barok üslupta kaidelere oturan yivli pilastrlar kuşatmakta, yuvarlak bir kemer taçlandırmak-ta, ayrıca cephede, bu pencerenin üzerinde, ta'lik hatla yazılmış olarak şu beyit yer almaktadır: Makâm-ı ulyâdır menba-i feyz-i fütuhîdir / Edeble dâhil ol sofî bu "b-ı Nasuhîdir. Bu beytin, Nasuhî

Efendi'nin Risale-i Velediyye adlı eserini şerh eden Zekaî Efendi'ye ait olduğu nakledilmektedir.

Türbede, Nasuhî Efendi'ye, hanımına ve neslinden gelenlere ait toplam on adet ahşap sanduka tespit edilmektedir. Nasuhî Efendi'nin sandukası diğerlerinden daha büyük tutulmuş ve tepede kesişen ke-merciklerle birbirine bağlanmış düşey pirinç çubukların teşkil ettiği bir şebeke ile kuşatılmıştır. Batı ve güney duvarlarındaki niyaz pencerelerinin eksenlerinin kesişme noktasında yer alan bu sandukanın ayrıcalığı, üzerine isabet eden sekiz kollu yıldız biçimindeki tavan göbeği ile de vurgulanmıştır. Diğer sandukaların etrafında ajurlu ahşap korkuluklar bulunmaktadır. Gerek türbenin gerekse de cami-tevhid-hanenin duvarlarında, Nasuhî Efendi başta olmak üzere, Halvetî büyüklerinin isimlerini içeren çeşitli hat levhaları dikkati çeker.

Cami-tevhidhanenin kuzeydoğu köşesinde yükselen 1966 tarihli minare, kare planlı kaidesi, prizmatik üçgenlerden oluşan pabuç kısmı, çokgen kesitli gövdesi ve peteği, koni biçimindeki külahı ile klasik üsluba uygundur. Tamamen yenilenmiş olan selamlığın eski biçimi hakkında pek az şey bilinmekte, yaklaşık 10x15 m boyutlarında iki katlı bir yapı olduğu, kuzeye doğru 5x7 m boyutlarında, tek katlı bir giriş bölümü ile uzatıldığı tespit edilmektedir.

Cami-tevhidhaneyi doğu ve güney yönlerinden kuşatan hazirede, aralarında devlet ricalinden, ulemadan ve saray mensuplarından birçok kişinin bulunduğu tekke mensupları ve muhipleri gömülüdür. Hazirenin kapısı, tekke binalarının ne ilk (1687-1688) ne de son (1863-1864) ya-pımlarındaki üslup özelliklerine uyan barok üslupta ayrıntıları ile dikkati çekmekte, gerek bu kapı gerekse de türbenin güneye açılan niyaz penceresinin içindeki ayrıntılar 18. yy'm son çeyreğine ya da 19. yy'm başlarına ait bir onarıma işaret etmektedir. Kapının üst söve başlığı bileşik kemer biçiminde yontulmuş, kemerin eksenine kıvrımlı yapraklar, bunun üzerine de "C" ve "S" kıvrımlarının kuşattığı beyzi bir madalyondan oluşan alınlık yerleştirilmiştir.

Hasan Paşa Çeşmesi'nin kübik hacimli haznesi son onarımda, kesme taş örgüsünü taklit eden bir sıva tabakası ile kaplanmıştır. Cadde üzerindeki doğu cephesi beyaz mermerle kaplıdır. Klasik üslubun oranlarını ve ayrıntılarını yansıtan çeşmenin sivri kemeri üzerinde, son mısraı eb-cedle 1117/1705-06 tarihini veren manzum kitabe yer almaktadır. Kitabenin, şair Zamiri İsmail Efendi'ye ait olan metni, kaş kemerli kartuşlar içine sülüs hatla yazılmıştır. Beyzi yalağın çeşmeye göre çok daha geç bir döneme, muhtemelen 19. yy'a ait olduğu bellidir. Tekke girişinin bulunduğu güney cephesine de, muhtemelen Abdülaziz dönemindeki ihya sırasında dikdörtgen biçiminde, ufak boyutlu bir aynataşı konmuştur. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 231-232; Ayvan-

sarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 64; Kut, Dergeh-nâme, 234, no. 66; Çetin, Tekkeler, 588; Aynur, Saliha Sultan, 37, no. 134; Âsitâne, 3; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 72-73, no. 127, no. 314; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 5; Raif, Mir'at, 99-100, 187; IhsaiyatU, 21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 21-22; Sicill-i Osmanî, IV, 557; Osmanlı Müellifleri, I, 166-167; Ergun, Antoloji I, 125, 160, II, 443, 446; Pakahn, Tarih Deyimleri, II, 663; Bayrı, İstanbul Folkloru, 174-175; Öz, istanbul Camileri, II, 49; B. Çeçe-ner, "Üsküdar Mezarlıkları, Türbeleri ve Ha-zireleri", TTOK Belleteni, 49/328 (Eylül-Ekim 1975), 18 vd; Behçetî ismail Hakkı el-Üskü-darî, Merâkid-i Mu 'tebere-i Üsküdar, (yay. B. N. Şehsuvaroğlu), İst., 1976, 84-85; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 239-241, 373-375, II, 49-50; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 294, 296-297; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, îst., 1993, 342; M. O. Bayrak, İstanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), ist., 1979 s. 122; Gölpmarlı, Mevlevilik, 213-214, 319; R. Serin, İslâm Tasavvufunda Halvetilik ve Hal-vetiler, İst., 1984, s. 154, 156; M. B. Tanman, "Relations entri leş semahane et leş türbe dans leş tekke d'lstanbul", Arş Turcica-Akten deş VI. Internationalen Kongresses für Türkische Kunst, Münih, 1987, s. 316; ay, "Settings for the Veneration of Saints", The Dervish Lodge. Architecture, ArtandSufism in Ottoman Tur-key, Berkeley, 1992, s. 153; M. Özdamar, Der-saâdetDergâhları, ist., 1994, s. 239; BOA, İra-de-Evkaf, no. 2842/7 (11 Muharrem 1320).

M. BAHA TANMAN

NAŞİT

bak. ÖZCAN, NAŞİT



NAŞİT, ADİLE

(l 7 Haziran 1930, istanbul -11 Aralık 1987, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.

Tiyatro oyuncusu Amelya Hanım ile tuluat sanatçısı Naşit Özcan'ın(->) kızıdır. Babasının ölümünden sonra ortaokulu bırakarak Şehir Tiyatroları'nın çocuk tiyatrosu bölümünde 1944'te sahneye çıktı. Aynı yıl Halide Pişkinle birlikte İstanbul içi bir turne gerçekleştirdi. Bir süre Muammer Kara-ca'yla çalıştıktan sonra 1948'de komedyen



Adile Naşit

Cengiz Kahraman arşivi

NAUM TİYATROSU



52

53

NAZARLIK

mektedir. Fossati'ler tarafından 1.500 kişilik olarak hazırlanan ve "Yeni İtalyan Tiyatrosu" adını taşıyan proje, dönemin İtalyan tarzı tiyatrolarının başarılı bir örneğidir.

İstiklal Caddesi'ne dik konumda dikdörtgen geniş bir tabana oturan Naum Ti-yarosu'nun planı üç ana bölümden oluşmaktadır: Cadde üzerinde kolonadlı bir giriş hacminden ulaşılan kare planlı bir fuaye, at nalı biçiminde planlanmış ve üç loca katı ile sınırlanmış geniş bir parter ile geniş bir sahne. Bu düzenlemede giriş bölümü iki kat, parter ve sahne bölümleri ise dört kat yüksekliğindedir.

İki katlı giriş cephesi aksiyal ve simetrik bir anlayışla düzenlenmiş, her iki katta orta aksta yuvarlak kemerli üçlü açıklıklara yer verilmiş, bu düzenleme akro-terli ve armalı bir alınlıkla tamamlanmıştır. Zeminde, iki yandakiler pilastr şeklinde olmak üzere İyonik başlıklı dört kolona taşıtılan bir giriş galerisi y? iki yanında yine yuvarlak kemerli geniş açıklıklı

Vahi Öz ve Aziz Basmacıyla bir topluluk kurdu. 1950'de, Muammer Karaca toplulu-ğundayken tanıştığı aktör Ziya Keskiner'le evlendi. 1950-1954 arasında Muammer Karaca Topluluğu'nda yeniden sahneye çıkan Adile Naşit, 1961'de ağabeyi Selim Naşit Özcan ve eşi Ziya Keskiner'le Ankara'da Naşit Tiyatrosu'nu kurdu. Bu topluluk kısa ömürlü olunca daha sonra Gazanfer Özcan, Orhan Ercin ve gene kocasıyla birlikte yeni bir topluluk kurdu. 1963' te geçtiği Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Topluluğu'nda(->) 1975'e kadar çalıştı ve buradaki hemen bütün oyunlarda oynadı. Daha sonra Hisseli Harikalar Kumpanyası, Yedi Kocah Hürmüz, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri gibi müzikallerde rol aldı.

Adile Naşit, televizyonda da çeşitli programlarda göründü. 1981-1982'de haftanın beş gecesi "Uykudan Önce" programında anlattığı masallar ve şirin davranışlarıyla çocukların sevgilisi haline geldi. Daha sonra ölümüne değin rol aldığı televizyon dizisi Kuruntu Ailesi'ne başladı, ilk kez 1946'da göründüğü sinemaya asıl 1970'lerde ağırlık verdi. Çoğunun yönetmenliğini Kartal Tibet ve Ertem Eğil-mez'in yaptığı "Arzu Film güldürülerinin hemen hepsinde oynadı. Bu filmlerde, kendine özgü gülüşüyle basit, saf ve iyi yürekli halk kadını tiplerini canlandırdı.

Adile Naşit işte Hayat adlı filmde çizdiği kompozisyonuyla 1976'da Antalya Altın Portakal Film Şenliği'nde en iyi kadın

oyuncu ödülünü almıştır.

RAŞIT ÇAVAŞ

NAUM TİYATROSU

Beyoğlu'nda, Galatasaray'da bugün Çiçek Pasajı'mn(->) bulunduğu adada yer almaktaydı.

Denebilir ki İstanbul'da günümüze kadar yapılmış tiyatro binaları içinde en önemlisi Naum Tiyatrosu'dur. Avrupa'da da ün yapmış bu tiyatro özellikle italyan operası bakımından İstanbul'u Avrupa'nın sayılı kültür merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Birçok önemli İtalyan operası Avrupa'nın öteki merkezlerinden önce bu tiyatroda oynanmıştır. Örneğin Verdi'nin ünlü operası "II Trovatore" Paris'ten önce İstanbul'da oynanmıştır.

Naum Tiyatrosu 1839'da Tanzimat'ın ilanıyla başlayan yeni dönemde İstanbul'da açılan ilk dört tiyatrodan biridir. 1840'ta İstanbul'a gelen ünlü İtalyan göz-bağcısı Bartolomeo Bosco sihirbazlık gösterimlerini vereceği bir tiyatro kurmak için Abdülmecid'den ferman almıştı. Bos-co'nun tiyatrosunu kurmak için seçtiği yer Mihail Naum Duhani adında Halepli bir Hıristiyana aitti. Burada 1831 yangınından önce Duhani'nin evi bulunuyordu. Yangından sonra bu arsada canbaz gösterimleri düzenlenmişti. Ahşap olan ilk tiyatroda 1840'ta Bosco gösterimlerine başlamış, bu yaklaşık 2 yıl sürmüştür. Naum Tiyatrosu saraydan büyük destek görmüş, başka tiyatro toplulukları yanında daha çok İtalyan operalarına düzenli bir biçimde yer verilmiştir. Salon tam bir İtalyan

operası biçiminde idi. Kat kat locaları vardı. Padişahın locası büyükçe idi, padişah zaman zaman bu locadan devlet erkânı, kimi kez krallar, prenslerle birlikte opera seyrediyordu. Bu bakımdan bir çeşit imparatorluk tiyatrosuydu. 1847 yangınında ahşap olan tiyatro binası yanınca kagir olarak yeniden yapıldı. Naum Tiyatrosu'nun 1853'te de bir yangına uğradığını biliyoruz. Ancak 1870'te Beyoğlu'nun uğradığı en büyük yangınla tiyatro kül olmuştur. Oysa yangından birkaç ay önce bir balo hazırlığında parterin sahne düzeyine getirilmesi için 14.000 kuruş harcanmıştı. Aynı yere bir tiyatro yapmak için bir iki girişim olmuşsa da bir sonuç vermemiştir. Bugün bu tiyatrodan tek anı, bulunduğu sokağa Sahne Sokağı adı verilmiş olmasıdır.



Yüklə 7,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin