Bibi. Ergun, Antoloji, II; A. R. Sağman, Meşhur Hafız Sami Merhum, ist., 1947; M. Cemil, Tan-burîCemil'in Hayatı, Ankara, 1947; H. Yenigün, "Hafız Sami", Musiki ve Nota, S. 31 (Mayıs 1972); Öztuna, BTMA, II.
FiKRET BERTUĞ
SAMİPAŞAZADELER
19. yy'ın ikinci yarısında istanbul'a yerleşen aile.
"Kocamemizadeler", "Subhipaşazade-ler" de denir. Bu aileden değerli devlet adamları ve aydınlar yetişmiş, aileye ait konak ve köşkler, uzun süre İstanbul'un birer kültür yuvası olmuştur. Ailenin iki ayrı kolundan gelenler Tanrıöver ve Koca-memi soyadlarını almışlardır.
Sami Paşa
Gövsa, Türk Meşhurları
Samipaşazadelerin atası Memi Paşa, "Koca Memi", "Memi Can Paşa" (ö. 1639) adlarıyla bilinir. Olasılıkla Enderun'da yetişti ve l607'de dergâh-ı âli çavuşu iken Kastamonu sancakbeyliği ile istanbul'dan ayrıldı. Muhassıl, mirliva, beylerbeyi olarak Çankırı, Canik, Antalya, Sakız ve Ağri-boz'da görev yaptı. 1635'te IV. Murad'ın Iran seferinde tutsak düştü. Kurtulduktan sonra Ağriboz muhafızı oldu ve orada öldü. Yaptırdığı caminin avlusuna gömüldü. Oğlu Mehmed Paşa (ö. 1668) Girit savaşları sırasında Hanya Kalesi kuşatmasında şehit düştü. Koca Memi Paşa'nın diğer oğlu Abdurrahman Paşa'nın da aynı yıllarda öldüğü sanılmaktadır. Abdurrahman Paşa'nın soyu oğlu Mehmed Paşa ve bunun oğlu Abdurrahman Paşa (ö. 1729) ile sürdü. Mora'da ve istanbul'da, Kocame-mizadelerden ayrıca Moralızadeler ve Cim-cozzadeler dalları ayrıldı.
Abdurrahman Paşa'nın bir oğlu Abdür-rahim Selamet Efendi'nin (ö. ?) oğlu Şeyh Yahya Efendi (ö. 1770) istanbul'a gelerek Karagümrük'teki Nureddin Cerrahî Tek-kesi'nde(->) şeyhlik yaptı. Yahya Efendi'nin Mora'da Trapoliçe'de yerleşen oğlu müderris Şeyh Abdurrahman Efendi de (ö. ?) burada bir Cerrahî tekkesi kurdu. Oğullarından Şeyh Abdülbaki Efendi'nin (ö. ?) iki oğlundan biri, Mora Müftüsü Ab-dülhalim Efendi (ö. 1821) olup Mora isyanında öldürüldü. Diğer oğlu şair Şeyh Ahmed Necib Efendi de (1770-1821) yine Mora isyanında öldürüldü. Abdülhalim Efendi'nin oğlu Yahya Sezai Efendi (1817 Trapoliçe-1877 istanbul) ailesiyle istanbul'a göçtü. Oğlu, Edebiyat-ı Cedide içinde Türkçülük, halkçılık ve dilde sadecilik akımlarını başlatanlardan yazar Ahmed Hikmet Müftüoğlu'dur (1870, Istanbul-1927 istanbul).
Hacı Ahmed Necib Efendi'nin oğlu olan Abdurrahman Sami Paşa (1795, Trapoli-çe-23 Mayıs 1881, istanbul) aileye adını veren kişidir. Mora'daki ayaklanma sırasında dedesi ve babası öldürülürken kendisi de aile bireyleriyle tutsak edildi. 1823'te kurtuldu. Napoli'ye, oradan da Kahire'ye gitti. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya ve oğlu İbrahim Paşa'ya, 25 yıl süreyle kâtiplik, vekayi nazırlığı, danışmanlık yaptı. 1848'de oğlu Subhi Bey (Paşa) ile istanbul'a geldi. 1850'de vezir oldu. Rumeli müfettişliği, Bosna, Trabzon, Vidin, Edirne valiliklerinde bulundu. 1857'de ilk maarif nazırı oldu. Tanzimat meclislerinde üyelik yaptı. 1876'da Ayan Meclisi üyeliğine seçildi. Ölümünde Süleymaniye Camii haziresine gömüldü. Tanzimat'la başlayan yenilik hareketleri içinde edebiyatta yalınlığı ve doğallığı teşvik etti. Keçecizade Fuad Paşa'nın ölümü nedeniyle yazdığı Her ten biter bir der d ile/Geh germ ile geh serd ile / Uğraşmaya bin derd ile / Değmez bu dünya abes dörtlüğü bu yaklaşımına örnek gösterilir. Kişver-i Derûn adlı bir ahlak risalesi vardır, inceliği, engin kültürü, zenginliği, iyilikseverliği, köşkünün ve konağının herkese açık olması ile istanbul'da ün yapan, padişahtan halka kadar herkesten saygı gören Sami Paşa, üç eşi, cariye-
SAMİPAŞAZADELER
434
435
SANAT GALERİLERİ
Subhi Paşa
Gövsa, Türk Meşhurları
leri, oğullan Subhi Paşa, Necib Paşa, Hasan, Baki, Halim, Sezai beyler ve kızları ile çok kalabalık bir aileyi temsil ediyordu. En büyük oğlu olan Subhi Paşa ile küçük çocukları arasında 40 yıldan fazla yaş farkı vardı ve torunu Ayetullah Bey, kimi çocuklarından büyüktü.
Sami Paşa'nm büyük oğlu Abdüllatif Subhi Paşa (11 Kasım 1818, Trapoliçe-17 Ocak 1886, istanbul) babasıyla Mısır'dan İstanbul'a geldikten sonra meclis üyeliklerinde, 1867'de maarif nazırlığında bulundu ve 1871'de vezir rütbesiyle Suriye valiliğine atandı. 1872'den sonra evkaf, maarif, ticaret nazırlıkları yaptı. Evkaf nazırı iken öldü ve Sultan Mahmud Türbesi naziresine gömüldü. Arapça, Farsça, Fransızca, Rumca bilen Suhbi Paşa, nümizmatik çalışmaları yapmış ve zengin bir para koleksiyonu edinmişti. İbn Haldun'dan Miftahü'l-Iber çevirisi, Iran tarihine ilişkin Tekmile-tü'l-İber, İslam tarihiyle ilgili Hakayiku'l-KelâmfîTarih-iEhl-i İslam adlı eserleri, II. Abdülhamid'e sunduğu layihaları vardır. Babası gibi kalabalık bir ailesi, büyük bir konağı ve köşkü vardı.
Sami Paşa'nm diğer çocuklarından Ab-dülhalim Bey (ö. 1926) Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nm büyük kabinesinde adliye nazırlığı yapmıştı. Samipaşazade Sezai(->) olarak ünlenen Sezai Bey babasının konağında özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Batı edebiyatına ilgi duydu. Döneminde özgün tiyatro ve düzyazı eserleri verdi.
Sami Paşa'nm diğer oğlu Ahmed Necib Paşa (1855, İstanbul-1885, İstanbul) Abdülmecid'in kızı Mediha Sultan'la evlendi. Vezir ve Şûra-yı Devlet azası iken tifodan öldü. Sami Paşa'nm diğer oğulları Ga-lib, Abdurrahman Hasan, Abdülbaki, Mahmud Hüdaî beyler de kendi dönemlerinde İstanbul'un aydın ve seçkin kişilerin-dendi.
Abdüllatif Subhi Paşa'nm büyük oğlu (Sami Paşa'nm torunu) Ayetullah Bey
(1845, Kahire-1878, Tercan) Yeni Osmanlılar hareketinin öncülerindendir. Vakit ve Basiret gazetelerinde yazarlık yaptı. Rüya adlı bir risalesi, Tedmür Harabeleri adlı bir çevirisi vardır. Erzurum mektupçusu iken Tercan'da öldü. Subhi Paşa'nm diğer çocukları İbrahim, Sami, Mahmud, Ali, Yusuf Kâmil, Hayrullah, Kerim, Abdülvehhab Ko-camemi, Hüseyin beyler, en küçük oğlu da Hamdullah Suphi Tanrıöver'dir (1885, İstanbul-10 Haziran 1966, İstanbul). Ulusçuluk duygularını güçlendiren ateşli söy-levleriyle tanınan Tanrıöver, Türk Oca-ğı'nın kuruluşunda görev aldı, iki kez maarif vekilliği, Bükreş elçiliği yaptı. Dağ Yolu ve Günebakan, söylevlerini içeren eserleridir. Dedesinin ve babasının geleneğini izleyerek Horhor'daki Subhi Paşa Kona-ğı'nda misafir kabullerini ve gençlerle söyleşileri ölümüne değin sürdürmüştür.
Sami Paşa'nm kızları Dürre, Zeyneb, Melek hanımlar ile Subhi Paşa'nm, sayıları 14'ü bulan nikâhlı eşlerinden ve cariyelerinden doğan kızları Şefika, Adviye, Âdile, Ayşe Behiye, Gülsüm, Hadice, Ha-sibe, Zehra Hamiyyet, Emine, Semiha Ti-lâv hanımlar, İstanbul'un önde gelen ailelerinden gençlerle evlendikleri gibi, Sami ve Subhi paşalar ile bunların oğulları da aldıkları eşlerle İstanbul'da en geniş akrabalık ilişkilerini kurmuşlardır.
Samipaşazadeler ve devamı olan Subhi-paşazadeler, İstanbul'da 1850'lerde başlattıkları "büyük konak" geleneğini, geçirilen yangınlara ve ekonomik sıkıntılara karşın 20. yy'ın başına kadar sürdürdüler. Eski Çamlıca köşkleri arasında ilk sırayı alan Sami Paşa'nm Köçeoğlu Agop'tan aldığı köşkü, bir çiftliği andıran bağları ve bostanları, eksilmeyen Mısırlı konukları, Sami ve Subhi paşaların kalabalık aileleri ve gelip giden dostları ile bir malikâne havasındaydı. Baba oğul paşalar, kibarlıkları, kültürleri, edebiyata düşkünlükleri ile İstanbul'da ünlüydüler. Subhi Paşa, babasının köşküne yakın olan Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa Köşkü'nde oturmaktaydı. Ab-dülhak Hamid, "Mazi Mesirelerinden" adlı manzumesinde, bir yangında kül olan Sami Paşa Köşkü'nün harabesini şu dizelerle anlatır:
Bir yer o, mâder-i vatanın, en güzel yeri / Yıldızlı Çamhca, vatanın mihri, mâde-ri/ Bir türbe bir harabe ile anda komşudur/Sami Paşa Konağı bu yangın yeri odur / Sami Paşa harabesi, mazi mesiresi/Zahirdi bir tarafta Selâmı Haziresi.
Seksen yaşında şahikalar tay ederdi o / Yağmur yağardı, seller akardı, giderdi o /Allâme-i zamane idi bî-nazir idi /Hak rahmet eyleye o büyük bir vezir idi.
Üsküdar halkı, baba oğul "iki ak pak sakallı ihtiyar vezirin" beraberce bindikleri araba ile Çamlıca'dan iskeleye inip vapurla karşıya geçişlerini her gün izlemeye alışmışlardı. Bilmeyenler onları kardeş zannederdi.
Sami Paşa'nın İstanbul'daki konağı Taş-kasap'taydı. Bu büyük konakta Sami Paşa ve oğlu Subhi Paşa kalabalık aileleri, harem ve selamlık hizmetlerine bakan cariye-
ler ve uşaklarla oturmaktaydılar. Bir sarayı hatırlatan konaktaki yaşam, İstanbul'un çok yönlü kültürünü yansıtmaktaydı. Konak daireleri arasında dolaşmalar, servisler, dış kapılardan giriş çıkışlar gün boyu durmazdı. Perşembepazarı tarafında konağın geniş bostanı vardı. Burada her türlü sebze yetiştirilmekteydi. Konak mutfağına dışarıdan sebze alınmazdı. Mollagürani tarafında ahırlar ve arabalıklar vardı. Binek hayvanlarından başka sağmallar da burada barınmakta, mandırada her türlü süt ürünleri hazırlanmaktaydı. Haseki tarafındaki tarlalarda bakla, mısır yetiştirilmekteydi. Meyve bahçeleri de bu taraftaydı. Zindan-kapı yönünde konağın kültürel ağırlığım oluşturan kütüphane ile konukevleri vardı. Hindistan'dan, Irak'tan, Mısır'dan, Afganistan'dan İstanbul'a gelenler, Sami Paşa Ko-nağı'nda bazen aylarca konuk edilirlerdi. Konak bir yurt ve mektep gibiydi. Bu konakta yetişip devlet hizmetine girenler çoktu. Konakta özel derslerden dini törenlere, hokkabaz, Karagöz, ortaoyunu gösterilerine kadar her şeye izin olmakla birlikte içkili eğlenceler yapılmazdı.
Subhi Paşa daha sonra Hadi Efendi'nin Horhor'daki konağını satın alarak buraya yerleşti. 20.000 m2'lik bir arsası olan bu konak da geniş avlulu, bahçeli, ahırlı, ara-balıklıydı. 40 kadar odası bulunan bu konakta harem ve selamlık aynı çatı altındaydı. İki daire arasında mabeyin odaları bulunuyordu. Konağın mineli taşlar döşeli, kubbeli hamamı ünlüydü. İç içe üç kubbeli bu hamamda, ilk yapıldığı yıllarda bir kez de II. Mahmud'un (hd 1808-1839) yıkandığı anlatılırdı. Subhi Paşa Konağı'nın "hanegî"leri de (aylarca oturan konuklar) giderek çoğaldığından Subhi Paşa 1860'a doğru, merdivenleri ceviz ağacından, tavanları yaldızlı, sofaları mozaik döşemeli, 25 odalı ayrı bir selamlık yaptırdı (bak. Subhi Paşa Konağı). Bir süre sonra da eski konak, gece uykusu kaçan Mısırlı bir konuğun nargile içerken uyuyakalması ile yere düşen bir ateş parçasından yanıp kül oldu. Bu yangında, yeni yapılan kagir selamlık kurtuldu.
Subhi Paşa Konağı sayısız büyük düğüne tanık oldu. Subhi Paşa'nm ilk gelin olan kızı Adviye Hanım'ın düğünü, yanmazdan önce eski büyük konakta yapılmıştı. Düğün için Mısır'dan gelen davetliler uzun zaman kalmaktaydılar. Geleneksel olarak her yıl yinelenen sünnet düğünlerinde ise konağın bulunduğu mahalleden ve yakın semtlerden çocuklar sünnet edilir, bunlara ve ailelerine yeni elbiseler yaptırılırdı.
Subhi Paşa Konağı'nın bir başka özelliği dönemin bilginlerine, yazarlarına, sanatçılarına açık oluşuydu. Paşa dairesi yüksek düzeydeki aydınlara, ulemaya; kethüda dairesi semtin orta halli komşularına; ağa odaları kimsesizlere açıktı. Subhi Paşa, her günkü konuklarla, uzak memleketlerden gelenlerle ayrı ayrı ilgilenir, sohbet ederdi. Fakat daha çok bilim ve edebiyat söyleşilerinin yapıldığı kendi dairesindeki oturumlara katılırdı. Konağa devam eden aydınlar ve din adamları, paşanın çocukla-
rina, torunlarına, semtten gelenlere özel dersler vermekteydiler. Her gün dört küfe ekmek getirilir, iki küfesi mahallenin yoksullarına dağıtılır, ayrıca Hamdullah Subhi'nin aktardığı anılara göre alt kat sofalarında yoksullara sofralar kurulur, bir de bunların avuçlarına üçer beşer para harçlık konurdu.
Ölümüne tüm İstanbul halkının ağladığı Subhi Paşa'dan sonra Samipaşazadele-rin yaşam düzeni bozuldu. Aile dağıldı. Babası öldüğü sırada henüz l yaşında bile olmayan Hamdullah Suphi Tanrıöver, yıllar sonra, konakla bitişik köşkü, kendi olanakları ile yaşatmaya uğraştı.
Bibi. Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1989, s. 819 vd; İnal, Türk Şairleri, I, 521, 695; Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, İst., ty, s. 73 vd, 108 vd; Gövsa, Türk Meşhurları, 21, 55, 252, 280, 344, 358, 375.
NECDET SAKAOĞLU
SAMPSON KSENONU
Ayasofya'nın(-t) karşısında, Aya İrini Kili-sesi'nin(-») hemen kuzeyinde olduğu tahmin edilen ünlü Bizans misafirhanesi ve hastanesi.
Bizans'ta hem hastane hem de konaklama yeri olarak işlev gören ksenonlar içinde Sampson Ksenonu özel bir öneme sahiptir. (Burası bazı kaynaklarda yalnızca konaklama yerleri için kullanılan "kseno-dohion" sözcüğü ile tanımlanır.) Ksenonun kurucusu Sampson ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. 6. yy yazarı Prokopios'un(->) aktardığına göre, Sampson 6. yy'dan önce yaşamış bir hayırsever halk hekimi olup evini ağır hastalara ve yabancılara tahsis etmişti. Sampson amansız bir hastalıktan mustarip olan I. İustinianos'u tedavi ettikten sonra, imparator burayı yeniden ve daha geniş olarak inşa ettirdi ve Sampson'un adını verdi. Yine aynı yazar, hastanenin, 532'de, Nika Ayaklanması(->) sırasında Konstantinopolis'in diğer yapıları gibi tümüyle yıkıldığını, fakat İustinianos'un cömert bir bağışıyla yeniden onarıldığını kaydeder.
Dinsel kaynaklara göre Sampson, I. Constantinus(->) soyundan gelmekteydi ve 536-552 arasında Patrik Menas'ın koruyuculuğu altında Ayasofya'da rahip olarak çalışmıştı. İmparatorun hastalığını sağalt-masıyla ilgili rivayet ise aynen tekrarlanmıştır. 11. yy'da, Ayios Simeon Metafrastes, bu iki efsaneyi birleştirmiş ve Sampson'un Menas'la birlikte çalışmış hayırsever bir hekim olup İustinianos'un genital ve ürinef rahatsızlıklarını tedavi ettiği için adına bir hastane yaptırıldığım söylemiştir. Bu öykü, 14. yy yazarı Pseudo-Kodinos(->) tarafından da tekrarlanmıştır.
Bu öyküler arasında en inandırıcısı Pro-kopios'unkidir. Patrik Menas ise, Sampson Ksenonu'nun 536'da yöneticisidir. Yazmalarda 537'de yönetici olarak Eugeni-os adlı biri zikredilir. Sampson Ksenonu 563'te, Aya İrini'nin narteksi ile birlikte yeniden yanmış ve tekrar inşa edilmişti. Ayasofya'ya ait bir belgeye göre hastane 9. yy'da varlığını korumaktaydı. VII. Konstan-
tinos(-0 döneminde (913-959) bu kuruluşun yöneticisinin paskalyadan önceki pazarları yapılan ayinlerde önemli bir mevki işgal ettiği görülür. 1200'de Konstantino-polis'i ziyaret eden Rus seyyah Novgorod-lu Anton, Sampson'un asası ve pelerininin hastanede saklandığım söyler. 1204'te Konstantinopolis Latinler tarafından işgal edildiğinde, Sampson Ksenonu Tapınak şövalyelerinin (St. Jean şövalyeleri) eline geçmişti. 13. yy'da hastanenin ve kurucusunun ünü öylesine büyüktü ki, şair Manu-el Files, VIII. Mihael'in(-»)(hd 1261-1282) yoksullara ve hastalara karşı cömert bağışlarda bulunarak ikinci bir Sampson olmasını dileyen bir şiir ithaf etmişti.
19. yy seyyahı A. G. Paspatis(-») Sampson Ksenonu'nun VIII. Mihael zamanında, Büyük Saray surlarının tahkim edilmesi sırasında, diğer yapılarla birlikte yıkılmış olduğunu, P. R. Janin(->) ise bugünkü So-ğukçeşme Sokağı'nın altında kaldığını sandığı Sampson Ksenonu'nun 15. yy'ın başına kadar varlığım koruduğunu iddia eder. Burası 1584 tarihli Hünemame'de odun deposu olarak gösterilmekte, Evliya Çelebi de bu civarda "Matbah-ı Âmire'nin" odun deposunun olduğunu söylemektedir. Modern araştırmacı Mordtmann, Ayasof-ya'nın narteksinin uzantısı içinde ve saray surlarına bitişik, basit ve uzun yapının Sampson Ksenonu'na ait olduğu söylerken, burayı 1925'te gören E. Mambo-ury(->), "misafirhanenin kalıntıları büyük bir salon olup, burada sağlam ve parlatılmamış sütunlar ve üzerlerindeki kubbeler güzel bir tuğla işçiliğim göstermektedir" demektedir. Yakınlardaki bir sarnıç kalıntısının da ksenona ait olduğu tahmin edilmektedir.
6. yy'a ait Ayios Artemios 'un Yaşamöy-küsü adlı kaynakta, gayet iyi organize edilmiş olan hastanenin göz kliniğinde yapılan bir ameliyattan söz edilirken, Herakle-ios(->) döneminde (610-641) yaşamış Ste-
Maya Sanat Galerisi'nden bir görünüm.
Nazım Timuroğlu
fanos adlı bir kilise mensubunun burada ameliyat olduğunu anlatan yazmalar vardır. Ayrıca 8. ve 9. yy'lara ait üç adet hastane mührü, buranın önemine ait diğer kanıtlardır.
Bibi. D. J. Constantelos, Byzantine Philanth-ropy and Social Welfare, New Brunswick-New Jersey, 1968, s. 190-195; Janin, Eglises et mo-nasteres, 570; H. Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi, İst., 1989, s. 145-147; Prokopios, De aedificiis, Leipzig, 1963, s. 183; Mordtmann, Esquisse, 66; E. Maınboury, Guide Touristique, İst., 1925, s. 491.
AYŞE HÜR
GALERİLERİ'>SANAT GALERİLERİ
Her dönemde kültürel hareketlerin merkezi olma özelliğini korumuş olan İstanbul'da, resim başta olmak üzere, sanat eserlerinin toplanması ve sergilenmesi fikri II. Mahmud döneminde (1808-1839) başlayan ve Abdülmecid döneminde (1839-186l) farklı boyutlar kazanan yenileşme harekeden çerçevesinde saraydan başlayarak gelişmiştir. Sanatçının eserlerini teşhir etme amacıyla açılan ilk kişisel sergi ise 20. yy'ın başında gerçekleşmiştir.
Sergileme konusundaki bu gecikmenin pek çok toplumsal nedeni olmasına rağmen, küçük çapta koleksiyon merakının çok daha önce, Osmanlı padişahları ile başladığı söylenebilir. II. Mehmed'in (Fatih) İslam sanatçılarının minyatürlerinden oluşan koleksiyonu buna örnek olarak gösterilebilir.
Koleksiyonerliğin saray dışına çıkması oldukça uzun bir zaman gerektirmiş, Türkiye'de devlet denetimindeki koleksiyonların halka açılması ise ancak Cumhuri-yet'ten sonra profesyonel bir boyut kazanmıştır.
İstanbul'daki saray çıkışlı sergi hareketlerinden ilki 28 Aralık 1845 tarihlidir. Hazi-ne-i Evrak'ta rastlanan bir belgeye göre Oreker adlı Avusturya uyruklu bir ressam
SANAT GALERİLERİ
436
437
SANAYİ
Sektörler
|
işyeri Sayısı Yüzde
|
Çalışan Sayısı Yüzde
|
Katma 1 Bin TL
|
^eğer Yüzde
|
Tarıma dayalı sanayi
|
99
|
15,2
|
4.166
|
22,8
|
16.070
|
52,7
|
Dokuma sanayii
|
170
|
48,4
|
6.533
|
40,7
|
4.107
|
45,6
|
Ağaç ürünleri sanayii
|
41
|
30,6
|
501
|
14,0
|
300
|
10,1
|
Kâğıt ve basım sanayii
|
25
|
61,0
|
936
|
69,6
|
831
|
82,0
|
Maden işleme sanayii
|
57
|
67,0
|
1.567
|
70,0
|
1.240
|
80,3
|
Taş ve toprağa dayalı sanayi
|
15
|
48,5
|
772
|
41,5
|
2.131
|
69,1
|
Kimya sanayii
|
30
|
39,5
|
399
|
27,0
|
1.105
|
54,6
|
Diğer sanayi dalları
|
7
|
14,6
|
75
|
5,5
|
514
|
15,3
|
Toplam
|
444
|
31,3
|
14.949
|
32,4
|
26.298
|
41,3
|
Kaynak: DiE, Sanayi istatistikleri, 1933.
|
Tablo I
İstanbul'da Teşvik-i Sanayi Kanunu'ndan Yararlanan Kuruluşların Türkiye İçindeki Konumları
Avusturya Sefareti aracılığı ile padişaha takdim edilmek üzere gönderdiği resimleri Çırağan Sarayı'nda sergilemiştir.
Bu ilk serginin ardından özellikle 1870'li yıllarda kısa aralıklarla pek çok sergi açılmış; dönemin gazetelerinde bunlarla ilgili haberlere yer verilmiş; sergiler, en azından haber olarak halka da ulaşmıştır.
19. yy'da askeri ve sivil okullarda sürdürülen resim eğitiminin dışa yansıyan göstergesi resim sergileri olmuştur. 14 Temmuz 1849 tarihli sergi, dönemin en önemli kültürel etkinliklerinden biridir. Harp Okulu'nun bir salonunda tertiplenen Harbiye ve Maçka Askeri idadisi Resim Sergisi çok sayıda asker ressamın çalışmalarını içermekteydi. 1845 tarihli ilk resim sergisinin saray çevresiyle sınırlı olduğu düşünülürse 1849 daki sergi İstanbul'daki ilk gerçek resim sergisi sayılabilir.
1871-1873 arasında ise Darülfünun(->) binasında Dariilmuallimat(->) ve inas (kız) rüştiyelerinden mezun olan öğrencilerin yazı, resim ve nakış-dikiş işlerinden meydana gelen toplu sergilerinden bahsedilebilir.
Bu eğitim kurumlarının yanısıra 1874'te "Akademie" adıyla kurulan özel bir resim akademisinden de bahsetmek mümkündür. Pek azı Türk, çoğu yabancı gençlerin devam ettiği bu atölye, ressam Guille-met tarafından Beyoğlu Hammalbaşı Sokağı no. 60'ta kurulmuştur. Bu özel resim akademisinin 1876 tarihli öğrenci sergisi dönemin La Turquie gazetesinde ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
19. yy'm ikinci yarısından itibaren okulların açtığı sergiler ve bunların basın yoluyla gündeme getirilmesi sanat hayatına canlılık katmıştır. Bu türden faaliyetler içinde, uzun bir organizasyon sonucu 1873 ve 1875'te açılan iki önemli sergi artık bir sanat ortamının varlığına işaret etmektedir. Kolağası rütbesiyle Sultanahmet Sanat Okulu'nun resim öğretmeni olan Ahmed Ali Efendi'nin (Şeker Ahmed Paşa) büyük çabalar sarf ederek aynı okulun bir salonunda açtığı resim sergisi İstanbul'un sanat hayatı için önemli bir adımdır. Şubat 1873'te açılan sergide Ahmed Ali Efendi'nin öğrencilerinin yanısıra Saib Efendi, Mesud Bey, Ali Bey, Madam ve Mösyö Gu-
illemet gibi çok sayıda sanatçının eserleri bulunmaktaydı. Sadrazamın, Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi'nin ve birçok yüksek rütbeli memurun sergiyi izlemek üzere gelmeleri büyük yankılar uyandırmıştı.
Bu serginin gördüğü ilginin ardından ikinci sergi için hazırlıklara başlanmıştır, l Temmuz 1875'te Darülfünun binasının bir salonunda Ahmed Ali Efendi'nin organizasyonu ile serginin açılışı yapılmıştır. Dönemin La Turquie gazetesi sergi ile ilgili ayrıntılı bilgiler içermektedir. Sergiye çok sayıda Batılı, Levanten ve azınlık sanatçıyla birlikte Ahmed Ali, Ahmed Bedri, Halil Paşa, Osman Hamdi Bey(->) ve Nuri Bey gibi sanatçılardan oluşan 30 kişilik bir kadro katılmıştır.
Şeker Ahmed Paşa'nın dikkat çeken bu önemli sergi girişimleri, sanat tartışmalarını gündeme getirmekle birlikte sanatçıları da bir araya toplamıştır. 1880'de kurulmuş olduğu tahmin edilen Elifba Kulübü de bu sanatçıların bir araya gelebileceği bir lokal ihtiyacı ile oluşmuş olmalıdır. Mavro-kordato isimli bir Rumun İstanbul'daki İngiliz kolonisinin yardımlarıyla oluşturduğu ve daha çok azınlık ve yabancıların devam ettiği bu kulüp, açtığı sergilerle de sanat hayatına büyük katkılarda bulunmuştur.
Kulübün tertiplediği ilk sergi Eylül 1880'de Tarabya Rum Kız Okulu'nda gerçekleşmiştir. Sergiye Osman Hamdi, Prenses Nazlı Hanım, suluboya ressamı A. Pre-ziosi(->) ve oğlu Farnetti, mimar Vallaury gibi dönemin tanınmış isimleri katılmıştır.
8 Nisan 1881 tarihli ikinci sergi, bir önceki sergiye göre daha merkezi bir yer olan Tepebaşı belediye binası içindeki köşkte düzenlenmiştir. Sergiye Osman Hamdi, Ahmed Ali, Süleyman Seyyid, Mah-mud ve çok sayıda gayrimüslim sanatçı katılmıştır.
1882 ve 1883'te İstanbul'da açılan birkaç önemli resim sergisi daha vardır. Car-mona'nın (Caruana) resim sergisi ile İtalyanların Beyoğlu'ndaki Büyük Lüksem-burg Oteli'nin karşısında açılan balmumu heykeller sergisi bunlar arasındadır. Abdü-laziz (1861-1876) ve II. Abdülhamid dönemlerinde (1876-1909) İstanbul'un tanınmış fotoğrafçıları olan Abdullah Birader-ler'in(->) fotoğrafhanesi ise Osman Ham-
Dostları ilə paylaş: |