Şekil 4 Cinsiyete Göre Eğitilmiş İşgücü
BiLiMSEL ' ÜST YÖNETiM
1986; ay,"The Population of istanbul: Needs for Reproductive and Child Health Services", (basılmamış tebliğ), ist., 1994; Devlet Planlama Teşkilatı, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Kentli Nüfus Tahmini, Ankara, 1983; S. Ye-ner, 1965-70 Döneminde İller Arası Göçler ve Göç Edenlerin Nitelikleri, Ankara, 1977.
FERHUNDE ÖZBAY
NÜFUS SAYIMLARI
istanbul'da ilk sayımın ne zaman yapıldığına ilişkin kesin bir bilgi yoktur. 19. yy'dan önce, devlete belirli hizmetler vermekle yükümlü memur ve sipahilere bırakılan gelir kaynaklarının nicelik ve niteliklerini saptamak amacı ile düzensiz aralıklarla nüfus ve toprak sayımları yapıldığına ilişkin kayıtlar bulunmakla birlikte, başarı ile uygulanan ilk nüfus sayımının 1831'de yapıldığı belirtilmektedir. Esas amacı, askerlik yapabilecek nüfusun ve vergi kaynaklarının saptanması olan bu sayımda Rumeli ve Anadolu'daki Müslüman ve Hıristiyan tüm erkek nüfus kapsanmıştır. 1844'te kadın nüfusu da kapsayan bir nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. 1878'de yalnızca istanbul nüfusu sayılmış, bunu 1907 sayımı takip
ment and International Migration", Populatipn and Development Revietu, 5OV/3 (1988); F. Öz-bay, "istanbul Nüfusu ve Göçler", istanbul, S. l (1992); A. Sauvy, "Archieves", Populatton and Development Review, XVI/4 (1990), (makalenin orijinali 1949'da "The False Problem of World Population" adı ile Populatton dergisinde, 4[3] sayısında yayımlanmıştır); F. C. Shor-ter-M. Macura, Türkiye'de Nüfus Artışı, Ankara, 1983; F. C. Shorter, "Cumhuriyetin ilk Yıllarında Nüfus Yapısı ve Sosyo-Ekonomik Değişmeye Etkisi", Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, (der. S. Atauz), Ankara,
Tablo X
İlçelere Göre Lise ve Daha Üstü
Eğitini Görenler
1990 (yüzde)
Toplam
22,67 25,60
19,47
etmiştir. Tarihçiler halen bu son iki sayıma dayalı incelemeler yapmaktadırlar (bak. nüfus).
TARIM ' TARIM DIŞI 'SINIFLANAMAYAN1
Cumhuriyet döneminde ilk sayım, 1927de, ikincisi ise 1935'te yapılmıştır, îlki, ciddi kapsam hataları bulunduğu gerekçesi ile zaman serilerinde dikkate alınmamaktadır. 1935 sayımından sonra, her 5 yılda bir, sonu O ve 5 ile biten yıllarda, nüfus sayımı yapılması kararlaştırılmış ve 1935-1990 arasında 12 nüfus sayımı yapılmıştır. Bu sayımlardaki kapsam hatalarının uluslararası standartlara göre kabul edilebilir ölçülerde olduğu düşünülmektedir. Sonuncusu 1990'da yapılan genel nüfus sayımından sonra, her 10 yılda bir, sonu O ile başlayan yıllarda sayım yapılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, bir dahaki genel nüfus sayımı 2000 yılında olacaktır.
Nüfus sayımlarının iki temel amacı vardır, ilk amaç, nüfusun belli zaman aralığın-daki sayısını; cinsiyet, yaş, medeni durum, dil, din, doğurganlık, meslek, eğitim gibi temel niteliklere göre yapısını öğrenmektir. İkinci amaç, nüfusun nitelik ve nicelik açısından zaman içindeki değişimini incelemektir.
1927 sayımı dışında, Başbakanlık'a bağlı Devlet istatistik Enstitüsü'nün gerçekleştirdiği sayımların hepsinde ilkeler ve metot aynı olduğu için karşılaştırılabilir bir seri elde edilmiştir. Bu sayımların hepsi "de facto" sistemine göre, yani bir gün içinde, halkın sokağa çıkması yasaklanarak ve herkesi bulunduğu yerde sayarak yapılmaktadır. Bu sistemin tercih edilmesinin başlıca nedenleri, uygulamasının kolay ve herkesi kapsayabilecek pratiklikte olması, yurtdışında bulunan vatandaşların sayıl-masındaki zorluklar ve ucuz olmasıdır.
Nüfus sayımları, ülke nüfusu hakkında istatistik bilgiler edinerek belirli alanlarda planlamaların yapılmasını sağladığı gibi, her ilden parlamentoya seçilecek milletvekillerinin sayısını belirlemek için de
1940 Nüfus Sayımı'nda kapı önünde yapılan sayım işlemi (solda) ve aynı sayımda görevli memurlar.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
kullanılmaktadır. Milletvekili sayıları illerdeki seçmen nüfusuna orantılı olarak hesaplanmaktadır. Ayrıca, yerleşmelerin belediye olabilmeleri için nüfuslarının en az 2.000 olması koşulu vardır. Yine, yerel yönetimlerin devletten aldıkları mali destek de yerleşmelerin nüfus büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir. Sayımların bu siyasal ve ekonomik işlevleri nedeni ile zaman zaman kötüye kullanıldıkları yolunda söylentiler çıkmaktadır. Örneğin, 1927 sayımında, meclise gönderilecek İstanbul milletvekillerinin sayısının az olması için istanbul'da nüfusun olduğundan daha az gösterildiği ileri sürülmektedir.
1935'ten 1990'a kadar yapılan sayımlarda Birleşmiş Milletler'in tüm ülkeler için hazırladığı soru önerileri temel alınmıştır. Zaman içinde soru adedi ve tablo sayısı artmıştır. Bunun yanında bazı sorulardan vazgeçilmiş ya da yayımlanmamaya başlanmıştır. 1970 sayımından başlayarak her il için ayrı bir sayım kitapçığı yayımlanmaktadır. 1990 sayımına ilişkin tablolar kullanıcılara bilgisayar disketi olarak da sunulmaya başlanmıştır.
Sayım kitapçıklarında, nüfus bilgileri idari bölünüş ilkelerine göre sınıflandırılıp, nüfusun sosyal ve ekonomik özellikleri ilçelere göre ayrı ayrı düzenlenip yayımlanmaktadır. İlçe nüfuslarının çok büyük olması nedeni ile bu sınıflama, İstanbul için kimi zaman yetersiz kalmaktadır, istanbul için mahalle bazındaki sınıflandırılmış nüfus bilgileri ancak Devlet İstatistik Enstitüsü'nden temin edilebilir.
Bibi. S. Alpat, "A Critical Review of Demog-raphic Data Obtained by Turkish Population Censuses", Turkish Demography-Proceedings of A Conference, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara, 1969; DiE, 64. Yılında TC Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü'nün Çalışmaları ve Hedefleri, Ankara, 1990.
FERHUNDE OZBAY
NUMUNE MEKTEPLERİ
II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) açılan ve yabancı dil ağırlıklı mesleki eğitim vermeleri amaçlanan 6 sınıflı ilköğretim okulları. "Numune rüştiyeleri" de denmiştir. "Numune" adı ile istanbul'da açılan ilk eğitim kurumları, 18ö7'de gündeme gelen Islah-ı Sanayi Mektepleri kapsamındaki Beykoz Debbağhanesi ile Veliefendi Bez Fabrikası numune sanathaneleridir. Bunlar, iptidai ve rüştiye sınıfları ile 7 yıl-
lık mesleki birer okul olarak işyeri bünyesinde öngörülmüştü. 1885'te ise Nadir Bey adlı bir girişimci "Nümune-i Terakki" adı altında özel bir okul açtı (bak. İstanbul Lisesi). Bu okul 1896'da Maarif Nezare-ti'ne devredilerek resmi kurum niteliği kazandı.
II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yabancı dil öğrenmek ve meslek edinmek yönündeki isteklerin artması üzerine, durumu uygun rüştiyelerde Fransızca ve beceri derslerine ağırlık veren bir programa geçilmesi düşünüldü. Bu yeni tip okullara, Abdurrahman Şeref(->) tarafından "numune mektebi" dendi. Onun önerdiği program ve sistem, öğleye kadar Fransızca, öğleden sonra Türkçe olmak üzere ve Allian-ce Israelite Okulları'na(->) koşut bir çalışma düzeninde öngörülmüştü. Bu okullara devam eden öğrencilerin Türkçeyi doğru ve zengin kullanmaları yanında Fransız-cayı da konuşup yazabilecek bir düzeye gelmeleri asıl hedefti. Abdurrahman Şeref Bey'in ilk maarif nazırlığına (15 Şubat 1909-4 Mayıs 1909) rastlayan bu girişim için İstanbul'da, okul binası ve öğretim kadrosu ile uygun 3 kurum bulunabildi. Nişantaşı, Kasımpaşa ve Kadıköy merkez rüştiyeleri "numune rüştiyeleri" olarak örgütlendi. Bunların kadroları, seçkin öğretmenlerle takviye edildi.
iptidai (ilk) ve rüştiye (orta) sınıfları ile 6 yıllık olan bu okullara yönelen yoğun başvurular sonucu ve henüz söz konusu 3 okul amaca uygun bir çalışma düzenine kavuşturulmadan, maarif yönetimi popülist bir yaklaşımla başka okullara da "numune" adını vermek yolunu izledi. Bu konuda Abdurrahman Şeref Bey, kendisinden sonraki nazırların "beriki olsun da bu niye olmasın" zihniyetiyle rasgele başka okullara da numune adını verdiklerini, kendi döneminde dikilen fidanın meyve vermekten yoksun bırakıldığını söylemiştir. Diğer yandan, numune okullarında görev alan öğretmenlere diğer okullarda çalışan meslektaşlarından daha fazla aylık ödendiği için, bir bakıma öğretmenlere de maddi olanak sağlamak düşüncesiyle pek çok okula daha Maarif Nezareti tarafından "numune" adı verildi. Böylece, programı ve öğretim kadrosu ile sıradan rüştiyelerden farkı olmayan fakat ayrıcalıklı öğretmenlerin görev yaptığı ve kayırıl-mış çocukların alındığı bir dizi numune
mektebi ortaya çıktı. Öğretmenler, türlü yolları deneyerek bu okullara atanma yollan aradılar. Yönetimin göz yumması sonucunda da "numune" önadını alan özel okullar da açıldı. Oysa bunlarda normal iptidai ve rüştiye programlarını uygulamaktaydı.
1913'te Tedrisat-ı iptidaiye Kanun-ı Mu-vakkati'nin yayımlanması ile rüştiyeler ve iptidailer, "Mekatib-i tptidaiye-i Umumiye" adı altında birleştirilmeye başlandığında resmi ve özel numune rüştiyeleri de numune mektepleri adını aldı. 1915'te yayımlanan Mekatib-i Iptidaiye-i Umumiye Ta-limatnamesi'ne, numune mektepleri ile ilgili bazı maddeler eklendi. Buna göre numune mekteplerinin 6 dershaneli (sınıflı) olması, 6 devamlı sınıf mualliminden başka resim, elişleri, terbiye-i bedeniye, musiki, gına, atış, askerlik talimleri, yabancı dil, biçki-dikiş, yemek dersleri için de en çok 5 gezici muallim istihdamı öngörüldü. Numune mektepleri başmuallimlerine "müdür" unvanının verilmesi, müdürün 12 saat ders okutması ve ayrıca diğer öğretmenlerin derslerini denetlemesi, eğitim ve öğretimi geliştirici önlemler alması, her numune mektebinde bir muallimler meclisi ile bir de inzibat (disiplin) meclisi oluşturulması, söz konusu talimatnamede yer almıştı. 1922'de TBMM hükümeti Maarif Ve-kâleti'nin aldığı bir kararla ilkokul düzeyinde yabancı dil öğretimi kaldırıldı. Bu karar üzerine 4 Haziran 1923'te İstanbul Vilayeti Umumi Meclisi'nde numune okullarının durumu ele alındığında o zaman bu mecliste üye olan Abdurrahman Şeref Bey'in, İstanbul halkının öteden beri çocuklarına yabancı dil, özellikle de Fransızca öğretmek istemeleri gerçeğini ifade ederek salt istanbul'a mahsus olmak ve iptidailerin son sınıflarına konulmak üzere, programlarda Fransızcaya yer verilmesinin umumi meclisçe Maarif Vekâleti'ne arz edilmesi önerisi kabul edildi, istek Maarif Vekâleti'nce geri çevrildiğinden Umumi Meclis, kapanan numune mekteplerinin yerine, Fransızca öğretimi verecek olan Ameli Hayat Mektepleri'nin(-») açılmasını kararlaştırdı.
Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, IV, 1111, 1183 vd; F. R. Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 40-44, 139, 150, 153; N. Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991, s. 139.
NECDET SAKAOĞLU
ODABAŞI BEHRUZ AĞA CAMÜ 120
121
ODEON TİYATROSU
ODABAŞI BEHRUZ AĞA CAMİİ
Fatih İlçesi'nde, Şehremini'de, İbrahim Çavuş Mahallesi, Mevlanakapı Caddesi üzerindedir. Cami "Odabaşı", "Behruz Ağa", "Has Odabaşı" isimleriyle de anılmaktadır.
Mimar Sinan'ın eseri olan yapının banisi I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) odabaşısı olan Behruz Ağa'dır. Yapı, sıb-yan mektebi, çeşme ve kayıtlara geçen fakat günümüze ulaşmayan hamamıyla birlikte 970/1562'de inşa edilmiştir. 1766 depremiyle yıkılan minaresi ve 1782 Cibali yangınıyla da harap olan camii, 12527 1836'da II. Mahmud tarafından tamir ettirilmiştir. Yapı bunun dışında birçok tamiratla günümüze ulaşmıştır.
Dikdörtgen planlı cami üç sıra tuğla, bir sıra kesme taştan almaşık düzende inşa edilmiştir. Marsilya tipi kiremit çatıyla örtülüdür. Güney cephesinde köşelere yerleştirilen pencereler, üst kısımda üçerden altı, alt kısımda ise ikişerden dört tanedir. Doğu ve batı cephesinde ise üst kısımda dört, alt kısımda ise üç tane pencere bulunmaktadır. Pencereler Sinan'ın üslubuna uygun olarak üst kısımda sivri ke-
Odabaşı Behruz Ağa Camii
Ertem Uca, 1994 / TETTVArşivi
merli alçı şebekeli; alt kısımda ise sivri boşaltma kemerleriyle açılmış mermerden, aynalık kısmı düz, dikdörtgen söveli, demir şebekelidir. Son cemaat yeri iki katlıdır ve ahşapla kapatılmıştır. Bununla beraber duvar ve revak şekillerine dokunulma-dığından yapının eski plan ölçülerinin korunduğu gözlenmektedir. Minare doğuda son cemaat yeri ile harim kısmının birleştiği yerdedir. Taştan ince uzun sivri külahlı minarenin, çokgen kaidesi ve pabuç kısmı çatıya kadar uzanmaktadır. Harim kısmında mihrap sade bir niş şeklindedir. Minber ahşaptan ve yenidir. Yapının doğu duvarını çevreleyen küçük bir naziresi mevcuttur. Ayrıca yine doğu tarafta avluda baninin mezarı bulunmaktadır.
Caminin kuzey yönünde cadde tarafında mektep binası yer alır. Dikdörtgen planlı, iki katlı olan sıbyan mektebi günümüzde tamamen yenilenmiştir. Üst katta dershane bölümünün bulunduğu kısım sivri kemerli pencerelerle çevrelenmiştir. Caddeye bakan kuzey cephesinin alt kısmı sonradan pencereye çevrilen dört basık kemerle sokağa açılmaktadır. Mektebe giriş doğu taraftan küçük bir kapıyla sağlanmaktadır.
Mekteple aynı hizada bulunan çeşme caminin avlu duvarına bitişiktir. Kitabesi bulunmayan, taştan sivri kemerli çeşme klasik ölçülere uygundur.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, l, 30; Aksoy, Sübyan Mektepleri, 125; Kuran, Mimar Sinan, 290, 396; Öz, İstanbul Camileri, I, 112; Demir-canlı, Evliya Çelebi, 142; Fatih Camileri, 186; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist, 1993, s. 180.
EMİNE NAZA
ODAKULE
İstiklal Caddesi üzerindeki Perukar (eski Berber) Çıkmazı ile Saka Salim Çıkmazı arasında yükselen iş merkezi.
1970'li yıllarda İstanbul'da yapılan dört yüksek binadan biri olan Odakule'nin kurulduğu yerde eskiden Karlman Pasajı(->) yükseliyordu. 1942'de Varlık Vergisi yüzünden Karlman (Carlmann) ailesinden alınan bina uzun yıllar Osmanlı Banka-sı'nın deposu olarak kullanıldıktan sonra, Altı-Yedi Eylül Olayları'nı(->) takiben Ziraat Bankası'mn mülkiyetine geçti. 1970'le- , rin başında İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Fazıl Zobu, üyeler Lemi İsmen ve Mükerrem Berksoy'un girişimleri sonucu bankadan alınan Karlman Pasajı yıktırılarak yerine bugünkü bina inşa edildi.
Mimarları Kaya Tecimen ve Ali Taner olan Odakule'nin inşaası 1975-1976'da tamamlandı ve Marmara ve Taksim Etap otelleri ile Orduevi binasından sonra İstanbul'un dördüncü yüksek binası oldu. Mo-dernist anlayışın başarılı bir uygulaması olan Odakule bodrum kadarıyla birlikte 23 kattan oluşmaktadır. Bodrum katı 900 m2, zemin kat 570+837 m2, yalnızca asansörle birbirine bağlanan bağımsız üniteler şeklinde olan 15 adet büro katı ise 425 trf'den oluşmaktadır. Cibali'deki Tekel Genel Müdürlüğü binasından sonra dış cephesinde
Odakule
Ertan Uca, 1994 / TETTVArşivi
boydan boya cam (glass screen) kullanılan ikinci bina olan Odakule'nin alt katı Karlman Pasajı'ndaki espriye uygun biçimde, İstiklal Caddesi ile Meşrutiyet Caddesi'ni birbirine bağlayacak bir geçit şeklinde tasarlanmıştır. Söz konusu alt katın diğer bölümleri ise sergi benzeri etkinliklere uygundur. Bir süre TÜYAP Sergi Salonu olarak hizmet gören bu bölümde halen bir banka şubesi faaliyet göstermektedir. 3 Mart 1991'de orta katlarından ikisinde çıkan bir yangında zarar gören Odakule bazı revizyonlar geçirmiş ve mimari bütünlüğüne zarar vereceği düşünüldüğü için dışarıya yangın merdivenleri yapmak yerine iç merdivenler daha fonksiyonel hale getirilmiştir.
Halen bir katı Sanayi Odası tarafından kullanılan Odakule'de Alman Kültür Mer-kezi(->), Fransız Ticaret Ataşeliği, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEÎK), Esbank (12 katını işgal ediyor) ve bazı işyerleri faaliyet göstermektedir. Odakule, 75 araçlık iki katlı bir otoparka sahiptir.
AYŞE HÜR
ODALAR CAMÜ
Fatih îlçesi'nde Edirne Kapısı yakınında, Karagümrük semtinde bulunan Odalar Camii, eski bir Bizans kilisesidir.
Buraya Kemankeş Mustafa Paşa Mescidi de denilir. Bizans döneminin hangi kilisesi olduğu bilinmez. İleri sürülen bazı tahminler sağlam dayanaklardan yoksundur. Bir ihtimal olarak Petra Manastırı'nın kalıntısı olabileceği düşünülebilir. Aetios Sarnıcı(->) yakınındaki Sergios ve Bakhos Kilisesi olabileceği yolundaki görüş de inandırıcı bulunmamıştır. Bu husustaki tek dayanak, yapının yakınında bulunan ve üzerine Sergios ile Bakhos'un adlarının başharfleri işlenmiş bir sütun başlığıdır. Kilise teknik bakımdan incelendiğinde, ön-
ce 7. yy'a doğru yüksek bir mahzen üzerine inşa edildiği; sonra bunun üstüne odacıklar halinde bir alt yapının yapıldığı ve esas kilisenin bu 16 hücre üzerinde yükseldiği anlaşılmıştır. Kilisenin 7. yy'da yenilendiği ancak 1203'te, Latin işgali sırasında çıkan büyük yangında harap olduğu sanılmaktadır. Bizans'ın son döneminde 13. yy'ın sonlarında kilise yeniden yapılmış ve II. Mehmed (Fatih) tarafından Kırım'da Kefe'nin fethi üzerine 1475'te İstanbul'a göç ettirilen Katoliklere verilmiştir. Santa Maria di Costantinopoli adıyla anılan kilisenin yanında bir de manastır vardı. Büyük ihtimalle zaten var olan bir Bizans manastırı Katoliklere geçmişti. Kilise ve manastır Dominiken tarikatı tarafından idare ediliyordu. 150 yıldan beri Katoliklerin idaresinde bulunan kilise, Kardinal Demarchis 12 Kasım Iö22'de burayı ziyaret ettiğinde oldukça harap durumda bulunuyordu. Kardinal, kilisenin o yıllardaki görünümü hakkında oldukça ayrıntılı bilgi veren bir rapor yazmıştır. Buna göre yapının esas sütunları alınmıştır ve yüzeyi mozaiklerle süslü kubbeyi dört direk taşımaktadır.
Kısa süre sonra, çevrede yoğunlaşmış olan Müslüman halk ile Katolikler arasında sürtüşmeler başlamış ve bazı olaylardan sonra, l636'da kilise kapatılmış, az sonra da l640'a doğru Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından mescide dönüştürülmüştür (bak. Kefeli Mescidi). Bu sırada, burada bulunan ve Hıristiyanların çok büyük değer verdikleri Madonna di Costantinopoli olarak adlandırılan Meryem ikonası Venedik balyosu tarafından satın alınarak kurtarılmış ve Galata'da San Pi-etro Kilisesi'ne verilmiştir. l640'ta, Katolikler kiliseyi geri almak için girişimlerde bulunmuşlar, 1644'te de elçi Baron Czer-nin'den bu hususta aracılık yapmasını rica etmişlerdir.
Fakat elçinin ısrarlı başvurusu üzerine sadrazamın "... artık bunun zamanı olmadığı ve zaten Hıristiyanların İstanbul dışında, Galata ve Beyoğlu'nda yeteri kadar kiliseleri olduğu..." yolundaki cevabı üzerine bu konu kapanmıştır.
Buraya Odalar Camii veya Mescidi de-
nilmesine değişik açıklamalar getirilmiştir. Bir görüşe göre çevrede yeniçeri odaları bulunuyordu. Bir başka görüşe göre, "müteehhilin"e (evli kişilere) verilen odaların (bir çeşit sosyal mesken) arasında bulunuyordu, nihayet üçüncü bir görüşe göre ise, caminin (veya mescit) altındaki mahzen küçük odalar (hücre) halinde bölündüğünden dolayı bu adı almıştır.
Odalar Camii, temmuzun ilk günlerinde 1919'da bölgeyi harap eden Salmatomruk yangınında harap olmuş ve bir daha ihya edilmeyerek öylece kalmıştır, isviçreli mimar ve sanat tarihçisi P. Schazmann 1935' te, mahzen kısmındaki odacıkları temizlemiş ve burada duvarlarda ayrı ayrı dönemlere ait dört kat halinde fresko duvar resimleri bulmuştur. Üstteki esas binada da badana tabakalarının altında yine fresko resimlerinin varlığı görülüyordu. Avusturyalı mimar D. Pulgher de 1878'de basılan kitabında burada çok iyi durumdaki duvar resimlerinden bahseder.
Odalar Camii 1940'lı yıllara kadar, bir bekçinin kontrolünde olarak duruyordu. Freskoların üzerlerine koruyucu olarak ince sac levhalar çivilenmişti. Schazmann, buradaki araştırmalarına dair iki rapor yayımlamış ve esas araştırmasını daha sonraya bırakmıştır. Fakat ölümü üzerine bunlar yayımlanmadan kalmıştır. Fresko resimleri renkli kopyalarının İsviçre'de oğlunda bulundukları bilinir. İstanbul'un her türlü kontrolden çıktığı 1960'lı yıllarda Odalar Camii kalıntısının içine gecekondu evler yapılmış, bunlar sonraları daha da geliştiğinden, bu tarihi binanın bütün izleri silinmiştir. Yine eski bir Bizans yapısı olan Kasım Ağa Camii'nin(-»), ancak 20-25 m kuzeyinde olan Odalar Camii'nin bugün görünürde bir kalıntısı yoktur. İçindeki fresko resimlerden bir-iki parça yerlerinden sökülerek İstanbul Arkeoloji Müze-si'ne götürülmüştür. Çevrede son yıllarda bulunan bazı mimari plastik parçalar da herhalde buradaki manastırdan kalmış olmalıdır.
Odalar Camii olan Bizans kilisesi kuzey yönüne dönük bir bina idi. Kubbesi çok önce yıkılmış olduğundan üstü, Paspatis'in kitabında 1877'de yayımlanan gravürün-
Odalar Camii'nin 1933'teki görünümü.
Enis Karakaya arşivi
de de görüldüğü gibi ahşap bir çatı ile örtülmüştü.
Binanın kuzeyinde olan apsisleri önceleri yıkıldığından burası da ahşap olarak kapatılmıştı. Kilisenin mimari tipini belli edecek bir şey yoktu. W. Müller-Wiener, burayı dört destekli kapalı haç planlı, ortada kubbesi olan ve üç apsisli tipik bir orta Bizans dönemi kilisesi olarak restitüe etmiştir. Vakıflar İdaresi'nin kendisine ait bu binaya sahip çıkmayışı ne kadar üzücü ise, 1958'de uluslararası bir kongrede yabancı ilim adamlarının bu tarihi binanın o halde kalmasına göz yuman Türkleri açıkça kınamaları da utanç verici idi.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 40; İ. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, İst., 1987, s. 75; Pas-patis, Byzantinai Meletai, İst., 1877, s. 363-364; D. Pulgher, Leş anciennes eglises byzan-tines de Constantinople, Viyana, 1878, s. 42; Belin, Latinite, 112, 119; A. D. Mordtmann, "Constantinopel zur Zeit Süleimans deş Gros-sen...", Bosporus, Mitteilungen deş deutschen Ausflugs Vereins, yeni seri III/l (1906), s. 29-30; E. Mamboury, "Ruines byzantines, autour d'Odalar dijamissi â Stamboul", Ecbos d'Ori-ent, XIX (1920), s. 69-74; ay, Constantinople, guide touristique, ist., 1929, (2. bas.), s. 246-247; Dalleggio d'Alessio, "Recherches sun l'histoire de la latinite de Constantinople...", Ecbos d'Orient, XXIII (1924), s. 458; N. Bru-nov, "Die Odalar-Djami von Konstantinopel", Byzantiniscbe Zeüschrift, XXVI (1926), s. 352-372; M. Alpatov, "Die Presken der Odalar-Djami...", ae, XXVI (1926), s. 373-379; P. Schazmann, "Die Grabungen an der Odalar Camii in Konstantinopel", Archâologischer Anzeiger, (1935), sütun 511-519; ay, "Deş fresques, byzantines, decouvertes â Odalar Camii â İstanbul", Atti d. V. Congresso Int. di Studi Bi-zantini, Roma 1936, II, Roma, 1940, s. 371-386; Schneider, Byzanz, 62-63; B. Palazzo, Deux anciennes eglises dominicaines a Stamboul. Odalar Djami et Kefeli Mesdjidi, İst., 1951; Eyice, İstanbul, 72, no. 102; S. Eyice,, "Leş eglises byzantines d'Istanbul-du IXe an XVe siecle", CorsidiStudi Ravennati e Bizan-tini, XII (1965), s. 297-298; Janin, Eglises et mo-nasteres, 188, 454; Müller-Wiener, Bildlexikon, 188-189; Th. Mathews, The Byzantine churc-hes of istanbul, Pennsylvania, 1971, s. 221-224; Fatih Camileri, 186-187; S. Eyice, "istanbul'da Kiliseden Çevrilmiş Cami ve Mescitler ve Bunların Restorasyonu", VII. Vakıflar Haftası, An-kara, 1990, s. 279-291.
ODEON TİYATROSU
19. yy'da Beyoğlu'nda inşa edilmiş tiyatro yapısı.
Arşiv belgelerine göre İstanbul'da 1840'ta bir Odeon tiyatrosu daha vardı, ancak bunun üzerine bilgimiz pek yoktur. Söz konusu Odeon Tiyatrosu belki de İstanbul'un en çok ad değiştirmiş tiyatrosu-dur. 1871'de Elhamra adıyla sirk olarak açıldı. Bu eski sirk J. Giullaume'un "Cirque Olympique" diye bilinen yeriydi. 1875'te Elhamra yandı. Burada Fransız Tiyatro-su'nun yönetmeni Manasse bir tiyatro yaptırmak istedi, ancak gerekli parayı da toplamasına karşın tiyatroyu yaptıramadı. 1874'te buraya mimar Barborini iki kat balkonu olan bir tiyatro yaptı. Beyaz ve altın renginde olan salon 60, sahne ise 280 havagazı lambası ile aydınlanıyordu.
Emprazoryo Giardano'nun girişimiyle
ODO DE DEUIL
122
123
OĞLANLAR TEKKESİ
yapılan tiyatronun adı önce Verdi olarak düşünülmüştü, ancak Varyete Tiyatrosu adı konuldu. Bu tiyatro Halep Çarşısı içinde, günümüzde Ses (Dormen) Tiyatrosu olarak bilinen sirkten bozma Varyete Tiyatrosu ile karıştırılmamalıdır. Açıldığının ertesi günü Güllü Agop'un(-0 Osmanlı Ti-yatrosu(-*) burada "Girofle-Girofla" operetini oynadı. 1877'de Varyete Tiyatrosu'nun hem adı, hem biçimi değişti. Adı Eldora-do oldu, yer katındaki localar kaldırıldı. 1897'de adı gene değişti, ilk tasarlandığı gibi Verdi Tiyatrosu oldu. 1884'te Verdi Tiyatrosu yeniden donatıldı. Bundan sonra Odeon Tiyatrosu adını aldı, bu ad ile anıldı. Odeon Tiyatrosu olarak burada çok ünlü sanatçılar gösterim verdiler. Zaman zaman Darülbedayi (bugün Şehir Tiyatroları) ve başka Türk toplulukları da burayı kullandı. Bu atada, ünlü Fransız tiyatro adamı Andre Antoine'ın(-0 anılarında da yer aldı. Türkiye'ye üç kez gelen An-toine ikinci gelişinde Odeon Tiyatrosu'nda sahneye çıkmıştı. Antoine o sırada Paris'teki Odeon Tiyatrosu'nda çalışıyordu. Anılarında Paris'teki Odeon'dan gelip İstanbul'daki Odeon'da sahneye çıkmanın ilginç bir raslantı olduğunu belirtir. Burayı gören bir yabancı bu tiyatronun Brüksel'deki Alcazar da Bruxelles'in tıpatıp bir benzeri olduğunu söyler. Odeon daha sonra sinemaya dönüşmüş, önce adı Ec-lair daha sonra Lüks sineması olmuştur. Bugün burası iş hanı yapılmak üzere kapatılmıştır. Bibi. And, Tanzimat; And, Meşrutiyet.
METiN AND
Dostları ilə paylaş: |