PİYALE PAŞA KÜLLİYESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Kaptan Mahallesi'nde, Piyale Baruthanesi Caddesi, Zincirlikuyu-Baruthane Caddesi ve Sel So-kağı'nın kuşattığı arsa üzerinde yer almaktadır.
Cami, medrese, tekke, türbe, hazire, sıbyan mektebi, sebil, çarşı ve hamam bölümlerinden oluşan bu külliye 981/1573'te II. Selim'in damatlarından Kaptan-ı Derya Piyale Paşa (ö. 1578) tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin çekirdeğini oluşturan caminin kimin tarafından tasarlanmış olduğu hususu araştırmacılar arasında tartışılagel-miştir. Caminin, Mimar Koca Sinan'ın e-serlerinin dökümünü içeren kaynaklardan yalnızca Tubfetü'l-Mimarin'de mezkûr olması, ayrıca söz konusu yapının, inşa edildiği dönemde doruk noktasında bulunan klasik Osmanlı üslubu ile hiç bağdaşmayan "arkaik" ve "eksantrik" tasarımı da tartışmaya değişik boyutlar katmıştır. Bu meyanda Aslanapa ve Sözen gibi bazı sanat tarihçileri camiyi Koca Sinan'a mal etmekte, E. Egli, G. Goodwin ve A. Stratton gibi diğer bazıları da buna karşı çıkmaktadır. Öte yandan E. A. Grosvenor, G. Martiny ve K. Wulzinger gibi bazı yabancı araştırmacılar da caminin Batı mimarisinden esinlenerek tasarlandığım hattâ mimarının da Batı kökenli olabileceğini iddia etmişlerdir. Halbuki caminin planı, her ne kadar döneminin merkezi mekân idealine ters düşmekteyse de, Osmanlı mimarisinin erken döneminde revaçta olan çok birimli (Ulu Cami) şemasının gelişmiş bir türevidir. Sonuçta, Tuhfetü 'l-Mima-rm'deki kayıttan da cesaret alarak, Mimar Sinan'ın Osmanlı Devleti'ndeki yapı faaliyetlerinin başında bulunduğu bir dönemde, devlet ricalinden ve padişah damadı olan önemli bir kişinin bizzat başkentte inşa ettirdiği iddialı bir caminin ancak Sinan'a ya da hiç değilse onun denetimindeki mimarlardan birine sipariş edilebileceği soy-lenebilir.
Külliyedeki yapıların kaderi ile yakından ilgili olması bakımından bölgenin tarihi topografyasına da değinmek gerekmektedir. Külliyenin arsası Halic'in kuzeyinde, Pirî Paşa Deresi'nin oluşturduğu vadinin derinliklerinde, Okmeydanı'nın e-
teklerinde yer alır. Kasımpaşa'nın merkezinden oldukça uzakta ve yüzyılımızın ortalarına kadar iskân alanının dışında bulunan bu tenha yerin seçimi hususunda Evliya Çelebi'nin Seyahatname 'sinde, Osmanlı iskân politikası ve şehircilik tarihi açısından dikkate değer bilgiler bulunmaktadır. Ünlü seyyaha göre 16. yy'm ikinci yarısında İstanbul'da gözlenen nüfus artışı karşısında I. Süleyman (Kanuni), surlarla çevrili tarihi yarımadadaki yığılmayı hafifletmek amacıyla, içlerinde Piyale Pa-şa'nın da bulunduğu bazı devlet adamlarına, civarda yeni yerleşimlerin merkezini oluşturacak külliyeler inşa ettirmelerini emretmiştir. Bu arada Piyale Paşa'nın müstakbel külliyesi için seçtiği yerde daha önce bir tersane yaptırdığı bilinmektedir. Tersane ile deniz arasındaki bağlantı, Haliç kıyısından buraya kadar kazılmış olan bir kanalla sağlanıyordu. Pirî Paşa Deresi'nin bu amaçla ıslah edilmiş olması da ihtimal dahilindedir. Bundan böyle söz konusu kanal, yapılması kararlaştırılan külliyeyi Kasımpaşa'nın merkezine, ayrıca Haliç aracılığı ile İstanbul'un diğer kesimlerine bağlayacak, böylece bu ücra bölgeyi iskâna elverişli kılacaktı. Ne var ki külliyenin çevresinde teşekkül eden yeni mahalle pek uzun ömürlü olamamış, zira baninin vefatından sonra kanalın bakımı ihmal edilmiş, sel sularının taşıdığı alüvyonlar yatağı doldurarak ulaşımı zorlaştırmış, sonuçta Piyale Paşa Mahallesi terk edilmeye, yerini kırlara ve bostanlara bırakmaya başlamıştır. Çevre, külliyenin önemi ile tezat oluşturan bu pastoral niteliğini yakın zamanlara kadar korumuştu. Her şeye rağmen külliyenin bu kimsesiz ortamda yaşamaya çabaladığı, 18. ve 19. yy'larda kısmi onarımlara sahne olduğu anlaşılmaktadır. Geçen zaman zarfında cami ve türbe ayakta kalabilmiş, hamamın kalıntılarının çevresine geçen yüzyılda baruthane inşa edilmiş, çarşı, sebil, sıbyan mektebi, medrese ve tekke ise tamamen tarihe karışmıştır.
Bunlar içinde medrese ile tekkenin 19. yy'in ikinci yarısında ortadan kalktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim medresenin adı, Konya'daki Koyunoğlu Müzesi'nin kitaplığında bulunan ve 13 Rebiyülâhır 12867 Temmuz 18ö9'da İstanbul'daki faal medreselerin dökümünü içeren listede zikredil-memişti. Diğer taraftan Dahiliye Nezare-ti'nin hazırlattığı R. 1301/1885 tarihli istatistik cetvelinde tekkede ikisi erkek, biri kadın olmak üzere topu topu üç kişinin sakin olduğu belirtilmektedir. Bu üç kişinin şeyh efendi ile aile fertlerinden ibaret olduğu, yirmi sekiz adet olduğu bilinen derviş hücrelerinin terk edildiği tahmin edilebilir. Nitekim söz konusu istatistikten dört yıl sonra 1307/1889'da yayımlanan Mecmua-i Te-kâyâ'da. tekkede şeyh bulunmadığı ve yerinin "arsa" haline geldiği ifade edilmiştir. Derviş hücreleri ile diğer tekke bölümleri 1885-1889 arasında ortadan kalkmış olsa da, esasen tevhidhane olarak kullanılan camide tekkelerin kapatılmasına (1925) kadar ayin icrasına devam edildiği tespit edilmektedir. Haziran 1926 tarihli, .17 no'lu
Dostları ilə paylaş: |