Atina/İstanbul Merkezleri: Yunan devletinin kuruluşundan sonra Yunanca konuşan Hıristiyan Ortodoks halk iki merkez arasında kalmış oldu. Atina bir ulusal merkezdi; İstanbul'daki Patrikhane ise ruhani bir merkez. Ancak patrik, millet başı sıfatıyla aynı zamanda bir cemaat başı konumunda da bulunuyordu. Bu "ikilik" bugüne dek kesintisiz süregelmiştir. Atina ulusal çıkarlar adına tüm Yunanlıların lideri olmaya çalışırken, Patrikhane tüm Ortodoksların lideri konumunu sürdürmek istemiştir. Bu mücadele çerçevesi içinde kimi zaman Yunan devleti yöneticileri devlet sınırlarını genişletmeye çalışırken (Megali İdea örneği) Patrikhane böyle bir davranışın Ortodoksları böleceğini savunmuştu.
Patrikhane'nin karşı çıktığı ikinci gelişme Osmanlı Devleti içindeki kimi reformlardı. "Eşitlik" anlayışı, özellikle belediye meclislerinde "sivil" cemaatlerin seçeceği temsilcilerce yönetilmeleri ruhban sınıfını rahatsız etmişti. Bu gelişme, o güne dek atamalarla yöneticileri kontrolünde tutan Patrikhane'nin gücünü azaltmaktaydı. Osmanlı Devleti'nin gündeme getirdiği bu reformlara Patrikhane karşı çıktı.
Bulgar Eksarhhanesi'nin(->) kurulmasıyla Patrikhane'nin göreceli "uluslarüstü" konumuna da bir darbe indirilmiş oldu; her ulusun kendi kilisesini kurması gündeme geldi. Artık kilise daha "ulusçu", daha "Yunan" bir karakter kazanmıştı. Gerçekten de bu tarihten sonra Patrikhane-Atina ilişkileri eskiye göre daha yakın oldu.
Ulusçu Çatışmalar: 19. yy'ın sonunda Türk ulusçuluğunun sözcüleri Osmanlı Devleti içinde etkin olmaya başladılar. Böylece Yunan ulusçuluğuna karşı ortaya yeni bir güç çıktı. I. ve II. Balkan savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı olarak bilinen Türk-Yunan Savaşı hem ulus-
çu ideolojinin bir sonucu, hem de ulusçuluğu körükleyen politik gelişmelerdi.
Osmanlı Devleti'nin güçten düştüğü, dağılmaya doğru bk gelişme sergilediği ve İstanbul Rumlarının güç kazandığı 19. yy'ın sonları ile 20. yy'ın başında, Yunan ulusçuluğu ve yayılmacı eğilimleri doruğuna ulaştı. "Megali İdea" olarak dile getirilen büyük bir Yunanistan düşü bu yıllarda Rumlar arasında güç kazandı. İstanbul'daki okullar, dernekler, gazeteler ve genel olarak cemaatin büyük bölümü, bu ulusçu amaç doğrultusunda çalıştı. "Osmanlılık" düşüncesini dile getirenler, örneğin yukarıda belirtilmiş olan Helen Osmanlılığı taraftarları Rumlar arasında azınlıkta kaldı.
Rumlar ve genel olarak Yunanlılar, ekonomik ve kültürel gelişmelerine güvenerek nüfus güçlerinin üstünde amaçlar peşinde koştular. Yunan ulusçuluğu, bir tür tarihsel hak iddiası ile, Yunanlıların azınlıkta oldukları Osmanlı yörelerine de göz dikti ve Yunan devleti egemenliğini, tüm Yunanlıları kapsayacak biçimde yaymak istedi.
Osmanlı yöneticileriyle Rum cemaati arasındaki ilişkiler, Jön Türkler'in (İttihad ve Terakki'nin) 1908'de iktidara gelmesiyle bozuldu. Rumlar (ve genellikle öteki gayrimüslim cemaatler) muhalefetin (Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi) yanında yer aldı. Merkezi ve milletlere özerklik tanımayan bir politikaya karşı olan ve liberal ekonomik anlayışıyla Rumların ekonomik çıkarlarına daha yakın düşen Prens Sabahad-din'i tuttular. Vasilaki Musuris-Gikis 1902' deki Jön Türk kongresinde Rum grubun başkanı, 1908-1909'da Kâmil Paşa hükümetinde posta-telegraf nazırı idi, Prens Sa-bahaddin'in de yakım ve azınlıklar konusunda danışmanıydı.
İttihad ve Terakki, Rum cemaati ile anlaşmaya çalıştı. A. Mavroyenis'i Viyana'ya elçi gönderdi, Rum milletvekili sayısının artmasını önerdi. Ancak 1908'deki 26 milletvekilinin çoğu, P. Karolides ve Em. Ema-nuilidis gibi milletvekillerinin uyarmalarına rağmen, muhalefetten yana tutum aldı. 1912 seçimlerinde İttihad ve Terakki (ve bu partiye bağlı 15 Rum milletvekili), seçimleri kazandı, muhalefet ve onlarla birlikte Rumlar büyük bir yenilgiye uğradılar. 1913'ten sonra artık Rum nazır atanmadı.
Balkan Savaşı ile ve özellikle I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti ile Yunanistan'ın farklı ittifaklarda yer almış olmaları sonucunda gerilim arttı. Rumlar yabancı bir devletin yandaşları gibi algılandılar. Trakya, Karadeniz ve Ege bölgelerinde Rum cemaatler yaşadıkları yerlerden Anadolu'nun içlerine sürüldüler. 1914-1918 arasında "amele taburları" oluşturuldu; Rum erkekler pratikte bir tür toplama kampı olan bu özel taburlarda toplandı. Kasım 1915 tarihli yasayla kıyılardan Anadolu'nun içlerine doğru tehcirler devam etti.
İttihad ve Terraki'nin ekonomi politikası milli (ve Müslüman) bir burjuvazi yaratmak yönündeydi. I. Dünya Savaşı yıllarında Rum tüccar ve işyerlerine boykot kampanyaları başlatıldı ve genel olarak Rumlara karşı ekonomik alanda zorluklar
yaratıldı. Türk ulusçuları Ittihad ve Terakki öncülüğünde ulusal bir devlet kurma yönünde çalıştı, islamcılık ve Osmanlıcılık gibi ideolojik çözümler uygulanama-yıp gözden düştü. Devlet içinde "yabancı" unsurlara yer ve yaşam hakkı tanınmak istenmedi.
Balkan Savaşı yıllarında, bu savaşların neden olduğu ve Balkanlar'dan Anadolu'ya doğru olan Müslüman nüfus akımının ve Anadolu Rum nüfusunun tehciri ortamında, ilk kez Türk-Yunan (ya da Müs-lüman-Rum) nüfusun mübadelesi gündeme geldi. Ancak taraflar özellikle tazminatlar ve mübadeleye tabi halkın servetleri konusunda herhalde anlaşamadıkları için bu mübadele o yıllarda gerçekleşemedi. I. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla bu girişim bütünüyle, 1923'e dek unutuldu. Ama o yıllarda, hem Yunan hem Türk tarafının tek uluslu devlet modeline sıcak baktıkları anlaşılmaktadır.
1918-1922 arasında Patrikhane de, geleneksel politikasından ayrılarak Yunan yayılmacı politikasının yörüngesine girdi. 25 Ekim 1918'de Patrik Yermanos Kavako-pulos istifaya zorlandı ve yerine göreve atanan Doroteos yeni bir politika izledi. Bu yıllarda Patrikhane politik girişimlerle Yunan politikasını ve Megali İdea diye bilinen geniş Yunanistan düşüncesini destekledi. 16 Mart 1919'da kiliselerde Yunanistan'la birleşme isteği dile getirildi ve bu tarihten sonra Osmanlı yönetimiyle ilişkilerden kaçınıldı.
istanbul Rumları özellikle I. Dünya Savaşı'nın sonunda İstanbul'un işgali altında olduğu dönemde, kentin Türk halkını tedirgin edecek biçimde Yunanistan'dan yana gösterilerde bulundular ve bu yabancı devletle yakınlığı dile getirdiler. Kimi İstanbullu Rum, Yunan ordusuna katılıp Anadolu'da savaştı. Bu gelişmelerden sonra, ulus olarak iki ayrı kampa ayrılan Rumlar ile Türkler arasında karşılıklı olarak güvensizlik, kuşku ve düşmanlık duyguları yer etti.
Bu yıllarda taraflar ve genellikle sıradan halk, büyük zorluklarla karşılaştı, acılar tattı. Sıcak savaş ortamı her türlü vahşeti "geçerli" kıldı. Türk-Rum haklarının ve uluslarının mücadelesi Anadolu'da ve Trakya'da 1925'te tamamlanan nüfus mübadelesiyle sonuçlandı. Anadolu'dan Yunanistan'a bu yıllar boyunca 1-1,5 milyon olduğu tahmin edilen bir nüfus kayması görüldü, Yunanistan topraklarından Türkiye'ye ise yaklaşık 600.000 nüfus geldi. Etnik arındırma böylece resmen uygulanmış ve onaylanmış oldu.
Dostları ilə paylaş: |