SİNEKLİ MESCİT
bak. KÂTiP MUSLlHİDDlN MESCİDİ
1930'larm
sonlarında
Sıraselviler'deki
Taksim
Sineması.
Cengiz Kahraman
arşivi
SİNEMALAR
İstanbul'da sinema salonu olarak kullanılan ilk bina, Galatasaray dönemecinde Spo-neck Birahanesi olmuştur. Bugünkü Avrupa Pasajı'nın karşısında yer alan mezbaha 5 Haziran 1870'teki büyük Beyoğlu yangınında tümüyle yok olunca yerine ters "L" şeklinde bir bina yapılmış; bu binanın üst katı birahane olarak kullanılmıştır. İstanbul'da halka açık ilk sinema gösterisi, 1897'de burada gerçekleştirilmiştir.
İstanbul'daki ilk sürekli sinema binası ise, Pathe Sineması'dırf-»). 1889'da açık hava tiyatrosu olarak yapılan bu bina, 1908' den 1942'ye dek sinema salonu olarak kullanılmıştır. Daha sonraları Belediye, Anfi, Asri ve Ses sinemaları adını alan salon, 1958'de kullanılmayacak duruma geldiğinden, yıktırılmıştır. İstanbul'daki ilk sinema salonları Beyoğlu yakasındadır. İlk sinema salonları arasında 1911'de açılan Or-yanto (sonra Kısmet adını aldı), 1912'de film gösterilerine başlayan Santral (sonra Şafak, Cumhuriyet ve Zafer adını aldı) ve yine aynı yıl eski Varyete Tiyatrosu'nda sinemaya dönüştürülen İdeal (sonra Ses Tiyatrosu!-»] olan yer) sayılabilir.
1913-1916 arasında, İstanbul'da sinema salonu sayısında bir patlama görülür. Yabancı film şirketlerinin yeni pazar arayışları sırasında İstanbul'un da keşfedilmesi, salon sayısının hızla artmasına neden olmuştur. İlk salonların çoğu; tiyatro, sirk ya da benzeri gösterilerin yapıldığı salonların birkaç değişiklikle sinemaya dönüştürülmesiyle düzenlenmiştir. Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki eski bir kahvehane Gomon Sineması olmuş (1913); bu sinema daha sonraları Lüksemburg, Glorya ve Saray(-») adını alarak İstanbul'un en şık sinema salonlarından biri sayılmıştır. Aynı yıl Beyo-loğlu'nda Amerika ve Parlan sinemaları açılmıştır. 19l4'te Beşiktaş'ta Apollon (bak. Apollon sinemaları) ve Ahali Sineması; Şiş-li'de Artistik; Yüksekkaldırım'da Majestik; Şehzadebaşı'nda Emperyal, Ertuğrul ve
Donanma; Sirkeci'de Türk, Ali Efendi ve Kemal Bey; Erenköy'de Erenköy; Kadıköy'de Merkez, Apollon (şimdiki Reks Si-neması'nın yeri) (bak. Apollon sinemaları) Milli adlı sinema salonları açılmıştır. Böylece Beyoğlu'nun yamsıra Kadıköy, Şehza-debaşı ve Sirkeci semtleri de sinema salonlarının yoğunlaştığı bölgeler arasına katılmıştır.
1915'te Askeri Müze haline dönüştürülen Aya irini Kilisesi'nde(-») de film gösterilmeye başlanmış; böylece Aya İrini dünyada sinema olarak kullanılan en eski bina olmuştur.
İstanbul'da sinema olarak tasarlanmış ve özel olarak yapılan ilk bina Majik Si-neması'dır. 1920de mimar Givlio Monge-ri tarafından yapılan bu salon, daha sonra Türk, Taksim, Venüs adlarım almış, sonra da Devlet Tiyatroları'na devredilmiştir. 1923'te yalnız İstanbul'un değil, Avrupa' nın en şık sinemalarından Elhamra Sine-ması(->) açılmıştır. Atatürk'ün de birkaç kez gittiği bu sinema, 1930'lu ve 1940'lı yıllardaki görkemini giderek yitirmiş, 1970' lerden sonra yalnızca avantür ve seks filmlerinin gösterildiği ikinci sınıf bir salon haline dönmüştür. İstanbul'un diğer büyük sinemalarından Melek (sonra Emek Sineması!-»]) 1924'te; Alkazar 1925'te; Süreyya Sineması(->) 1927'de açılmıştır.
1970'li yılların ortalarında televizyonun yaygınlaşması sinema salonlarında bir erozyona neden olmuş; birçok önemli sinema kapılarını kapatmak zorunda kalmış; ya da bir başka işlev yüklenmiştir (Yeni Melek, Saray, Feza, Venüs, Opera). Ayrıca yine aynı dönemde yazlık sinemalarla semt sinemaları da işsizlik nedeniyle bir bir ortadan kalkmıştır. 1990'dan sonra, büyük, hantal ve teknik donanımdan uzak sinemalar yerine, teknik donanımlı, pratik, modern görünümlü küçük salonlar ve küçük salonlardan oluşan "cine-center"lar yapıl-
~-%.
maya başlanmıştır. Bu küçük salonlar, kimi zaman büyük salonların birkaç küçük salona bölünmesiyle (Lale, Çemberlitaş, Dünya, Alkazar, Moda sinemaları), kimi zaman ise alışveriş merkezlerinde (Capitol, Ak Merkez, Galeria, Nova Baran) yeni bir anlayışla gerçekleştirilmiştir.
İstanbul'da 1949'da 50 kapalı sinema salonu varken, bu rakam 1969'da 110'a ulaşmış, 1989'da 93'e düşmüştür. 1949'da 20 olan açık hava sineması sayısı, 1958'de 103, 1963'te 122, 19ö7'de 184 iken giderek düşmüş, 1989'da 23, günümüzde ise yalnızca 4 açık hava sineması kalmıştır.
1994 başı itibariyle İstanbul'da 74 sinema vardır. 29.500 civarı koltuk kapasitesi olan bu sinemaların 15'i Beyoğlu'ndadır. Beyoğlu'nu 12 sinema ile Kadıköy, 10'ar sinema ile Şişli ve Bakırköy, 4 sinema ile Etiler ve yine 4 sinema ile Çemberlitaş semtleri izlemektedir.
BURÇAK EVREN
SİNEMATEK DERNEĞİ
Türkiye'de ve yabancı ülkelerde çevrilmiş olan sinema yapıtlarını ve sinema ile ilgili yayınları araştırmak, toplamak, düzenlemek, saklamak, korumak, göstermek ve dağıtmak amacıyla Türk Sinematek Derneği adıyla kurulmuş ve Türkiye'de sinema kültürünün gelişmesinde büyük katkılarda bulunmuş sinema derneği.
Bir kısmı sinema yazarı, bir kısmı da sinemacı ve sinemasever olan Muhsin Ertuğrul, Sabahattin Eyüboğlu, Aziz Albek, Nijat Ozon, Semih Tuğrul, Onat Kutlar, Tuncan Okan, Hüseyin Hacıbaşoğlu (Baş), Tunç Yalman, Cevat Çapan, Adnan Çöker, Adnan Benk, Mazhar Şevket İpşiroğlu, Ma-cit Gökberk ve Şakir Eçzacıbaşı tarafından 25 Ağustos 1965'te İstanbul'da kuruldu. 1966-1972 arasında Uluslararası Film Arşivi Federasyonu'nun yazışma üyesi oldu.
Derneğin ilk yönetim kurulu başkam
Semih Tuğrul'du. Ancak dernek, sonraki başkan ve uzun yıllar büyük maddi destekçisi Şakir Eczacıbaşı'mn ve görevi ilk yıldan 1975'e kadar süren (bu görevi askerliği sırasında Hüseyin Baş üstlendi) yönetmen Onat Kutlar'ın çalışmalarıyla büyük etkinlikler gerçekleştirdi. Bu yıllarda İstanbul sinemaseverleri üyesi oldukları demeğin salonlarında dünyanın bütün ülkelerinden film örnekleri, çeşitli retrospek-tifler, toplu gösterimler, dünyaca ünlü klasikler izlemek, gene birçok ülkeden çok sayıda önemli sinema adamıyla tanışabilmek ve düşüncelerinden yararlanabilmek olanağını buldular. Batı'daki benzerleri gibi derneğin içinden ve izleyicilerinden daha sonra yetenekli sinema yazarları ve sinema adamları çıkmıştır. Derneğin Batı sinemasına büyük yakınlık duyması yüzünden "ulusal sinemacı"larla aralarında sert tartışmalar oldu. Dernek 10.000'e ulaşan fotoğraf 400'e yakın film ve 4.000'e yakın sinema yayınından oluşan bir arşiv kurmayı başardı. 1970'lerde ilginin azalması ve salonsuzluk sorunları yüzünden dernek çeşitli sıkıntılara girdi. Bir süre yönetmenliğini Vecdi Sayar yürüttü. Rekin Tek-soy'un yönetim kurulu başkanlığını yaptığı geçici bir dönemden sonra gelen genç bir yönetim, 1966-1970 arasında 30 sayı çıkarılan Yeni Sinema dergisini yeniden çıkarmak (1980'de 2 sayı), salon sorununu çözmek ve 15. yıl törenini düzenlemek gibi kimi başarılı etkinlikler düzenlese de dernek eski etkin günlerine asla ulaşamadı. 12 Eylül 1980'de diğer dernekler gibi kapatılan Sinematek Derneği, arşivindeki 400 civarındaki filmi daha önce Yarımca Belediyesi'ne vermişse de bu filmlerin bir daha izine rastlanılmamıştır. 1990'larda gene Sinematek Derneği adıyla bir dernek daha kurulmuş ancak daha sonra adı duyulmamıştır.
Sinematek, amacına uygun olarak aralarında ilk Türk sinemacılarından Fuat Uz-kınay'ın biyografisini içeren çeşitli sinema kitapları ile 1970-1975 arasında Sinematek salonlarında gösterilen filmlerle ilgili düzenli, küçük bir filim dergisi (75 sayı kadar) yayımlamıştır.
Bibi. A. Dorsay, Sinema Ansiklopedisi, İst., 1981-1982, s. 586; B. Evren, Başlangıcından Günümüze Türkçe Sinema Dergileri, İst., 1993.
RAŞİT ÇAVAŞ
SİNEPERVER VALİDE SULTAN ÇEŞMESİ
Fatih İlçesi'nde, eski Ali Paşa Caddesi üzerinde yer alır. IV. Mustafa'nın (hd 1807-1808) annesi Ayşe Sineperver Valide Sultan (ö. 1828) tarafından yaptırılmıştır.
Su haznesiyle birlikte tamamıyla kesme küfeki taşından inşa edilmiştir. Çeşmenin cephesi pilastrlar ile üçe bölünmüş ve teknesi boydan boya her üç bölümü de kaplayacak şekilde uzatılmıştır. Yan yüzeylerde hiçbir süsleme görülmez. Orta kısmın Bursa kemerli aynataşında barok üslupta mermer kabartma, bunun üzerinde yine kabartma sorguç motifi görülür. Ay-nataşının üzerinde, hattat Sükûtî'nin eseri
SİNEPERVER VALİDE SULTAN 1 °
11
SİRKECİ
tı. İstanbul'dan uzak kaldığı bu dönem, sanat hayatı açısından pek verimli olmamıştır. Usta bir tanbur sanatçısı da olan Tahsin, ressam kişiliğini Harbiye Nezareti Harita Dairesi'ne tayin olduğunda bulmuştur. Sanatçı, en olgun eserlerini bu dönemde gerçekleştirdi. 1906'da yüzbaşı, 1914'te binbaşı rütbelerine yükseldi. 1918'de emekliye ayrıldıktan sonra resim çalışmalarına ağırlık verdi. Bu yıllarda hem Seyr-i Sefa-in İdaresi(-») resimhanesinde resim çalışıyor, bir yandan da Beyoğlu Musevi okulun-
Sineperver Valide Sultan Çeşmesi, Fatih
Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
olan dört satırlık sülüs yazılı kitabe yer almaktadır.
Yapıyı taçlandıran küfeki taşından mamul akroter gayet zevksiz bir formdadır. Halk arasında "Kanlı Çeşme" diye adlandırılan çeşmenin suyunun acı ve 1978'e kadar akar vaziyette olduğu bilinmektedir. Bugün ise su haznesi harap durumdadır, suyu da akmamaktadır. Bibi. A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist. 1993, s. 756; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri. I, 250-251.
DOĞAN YAVAŞ
SİNEPERVER VALİDE SULTAN ÇEŞMESİ
Üsküdar îlçesi'nde, Yeni Valide Camii'nin denize bakan cephesinin önündeki eski Keresteciler, şimdiki Balaban Caddesi üzerindeki kavşakta yer alır.
Ortadaki çeşme aynası bulunmayan yapının örtü sistemi semt sakinlerinin ifadesine göre 5 yıl önce yenilenmiş ve eserin bazı üniteleri onarılmıştır. Nitekim İ. H. Ta-nışık'ın kitabındaki yapının 1940'lı yıllara ait bir fotoğrafında üstü kurşun kaplı çatı, babalarla bezenmiş tek kubbeli bir örtü görünmektedir. A. Egemen'in kitabında ise yapının 1950'li yıllardaki bir fotoğrafı vardır. Burada yan tarafında birer kubbe-cik bulunan bir kubbe ile zenginleştirilmiş eğik çatı gözlenmektedir. Üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre 11947 1780'de I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) ikinci kadını, IV. Mustafa'nın (hd 1807-1808) annesi Ayşe Sineperver Valide Sultan tarafından ölen oğlu Şehzade Ahmed için yaptırılmıştır.
Taştan yapılmış haznenin ön cephesi beyaz mermerle kaplanmıştır. Arkasındaki ve sağ tarafındaki yapılara bitişik haznenin şekli ve işlevi değişmiştir. Yapının sol tarafında haznenin bir bölümü mermerle kaplanmıştır ve bir kemer gözü içine metalden yapılmış kapaklar monte edilmiştir. Bu ünitenin bugün güvercinliğe dönüştüğü görülmektedir.
Üç yüzlü çeşme yapısının ön cephesini altta çepeçevre üç tekne kuşatmaktadır. Dış yüzü kartuşlarla bezenmiş teknelerin araları dikey oturtulmuş kasetlerle bezenmiş dinlenme taşlarıyla birbirinden ayrılmaktadır. Çokgen biçimli dinlenme taşlarının üzerinden yükselen dört pilastr ayakla dikey eksende üçe ayrılan çeşme cephesi, yatay eksende biri çok geniş olmak üzere dört yatay kuşağa bölünmüştür. Yarım altıgen biçiminde dışarı doğru taşan cephenin ortasında üç dilimli bir kemerle birbirine bağlanan iki ayak arasına aynata-şı oturtulmuştu. Bugün bulunmayan bu taşın yeri sıvanarak örtülmüştür. İki tarafta ucu "C" kıvrımla son bulan kemer gözü içinde aynataşları vardır.
Bu geniş kuşağın üzerinde geniş bir alınlık gibi yatay silmelerle sınırlanmış iki kuşak yer almaktadır. Birinci kuşakta ortada bir kartuş içinde iki tarafı "C" kıvrımlı dallar çevresine serpiştirilmiş çiçek demet-leriyle bezenmiş 6 mısralık kitabe vardır. Yan ünitelerde bitkisel bezemelerle süslenmemiş kartuşlar 4 mısradan oluşmakta, sağ tarafta 1194/1730 tarihi okunmaktadır.
ikinci kuşakta ise ortada bir palmetten gelişen rozet içinde "Maşallah" yazısı, yanlarda ise tuğra ile bezenmiş alev dilleriyle taçlanmış motifler vardır.
Geometrik motiflerle bezenmiş dilimli saçak altı taştan yapılmıştır. Saçak üzerinde ortası daire biçimi madalyonlarla bezenmiş kartuşlarla süslü geniş bir kasnak bulunmaktadır. Yarım altıgen formundaki kasnağın birleştiği noktalar birer baba ile belirlenmiştir.
Alaturka kiremitle örtülü çatının üzerinde iki tarafı birer kubbecikle sınırlanmış bir tonoz bulunmaktadır. Betondan dökülmüş bu örtü elemanları son onarımda yapılmıştır.
Sineperver Valide Sultan Çeşmesi, Üsküdar
Sadat Hasanoğlu, 1994
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 380-381; Çeçen, Üsküdar, 150; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 753-757.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
SİPAHİ AYAKLANMALARI
bak. AYAKLANMALAR
SİPAHİ OCAĞI
istanbul'un en eski ve ilk binicilik kulübü.
Büyük bir at meraklısı olan günün harbiye nazırı Enver Paşa, at neslini geliştirmek amacıyla kendi başkanlığında Islah-ı Nesl-i Feres Cemiyeti'ni (At Neslini Geliştirme Derneği) kurarken at sevgisini yaymak amacıyla bu derneğe bağlı olarak bir de binicilik kulübü kurulmasını uygun görmüştü. Enver Paşa bu cemiyete ve kulübe, dönemin ileri gelenleri arasında bulunan izzet Paşa, Mahmud Şevket Paşa ve Şehzade Abdülhalim Efendi gibi at meraklılarını da toplamıştı. 22 Mart 1913'te resmen kurulan Sipahi Ocağı "memlekette at binme hevesini artırma ve at sporunu yurt sathına yayma" amacını taşıyordu.
Kulübün başında Enver Paşa, Mahmud Şevket Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa gibi önemli şahsiyetlerin bulunması Sipahi Ocağı'nın pek büyük bir ilgiyle karşılanmasına neden olmuştu. Ordunun da geniş yardımlarıyla kulüp kısa zamanda hızla büyüyüp gelişmiş ve İstanbul'un en gözde derneği halini almıştı. Bu yüzden kulübün Mekteb-i Harbiye(~») yanındaki lokali ve kapalı maneji büyük kalabalıkla dolup taşarken bir de yazlık binaya ihtiyaç duyulmuş ve Tarabya ile Yeniköy arasında, sahilde güzel bir bina da alınıp hizmete sokulmuştu. Bugün Harbiye'de orduevi binasının bulunduğu alandaki lokaldeki sosyal faaliyet ve kapalı manej ile Mekteb-i Harbiye'nin yan bahçesindeki atlı müsabakalar pek büyük ilgi görmüştü. Ancak çok geçmeden patlayan I. Dünya Savaşı ile onu izleyen Mütareke ve işgal günlerinde Sipahi Ocağı çok kötü günler yaşadı. Kulüp ordunun himayesinde olduğundan işgal kuvvetleri komutanlığının da husumetini çekmekteydi. Bütün bunlara rağmen kulüp, birkaç idealistin fedekârlık ve gayretleriyle ayakta kalabilmişti.
Sipahi Ocağı, kurtuluşu izleyen günlerde hızla eski canlılığına yeniden kavuşmak imkânını buldu ve Cumhuriyet döneminde de eski parlak günlerine yeniden döndü. Kulüp istanbul'un yamsıra Ankara, izmir ve Adana'da düzenlediği binicilik ya-rışmalarıyla ülkede sivil binicilik sporunun doğmasında ve gelişmesinde etkili olmuştu. II. Dünya Savaşı yıllarında da (1939-1945) zor günler geçiren Sipahi Ocağı yine ayakta kalmayı başarmıştı. Bugün eskisi kadar etkin olmasa da binicilik sporunda-ki önemli yerini korumaktadır.
CEM ATABEYOĞLU
SİRET, TAHSİN
(1876, Diyarbakır -193 7, İstanbul) Ressam. "Diyarbakırlı Tahsin" olarak tanınır. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır'da tamamladı. Resimle küçük yaşlardan itibaren ilgilenmeye başladı. Daha Kuleli Askeri Lisesi
•'•• ^ - •'.•• %'-;:H:*m
Diyarbakırlı Tahsin'in "Beylerbeyi Camii'ne Gelen Saltanat Kayığı" adlı peyzajı, 1924, tuval
üzerine yağlıboya, 61,5x95 cm.
Maçka Mezat Müzayede Katalogu, 16Arahk 1990
öğrencisi iken karakalem ve suluboya tekniğim çok iyi kullanabilen, usta bir ressamdı. Bu dönemde Osman Nuri Paşa ve Hoca Ali Rıza'nın(->) öğrencisi oldu. Hocalarının dikkatini çeken ve onlardan büyük teşvik gören Tahsin, daha çok Hoca Ali Rıza'nın üslubuna yakınlık gösterdi. Doğaya yönelik bu dönem çalışmalarında ana tema İstanbul peyzajlarıydı. 1895'te süvari teğmeni olarak Mekteb-i Harbi-ye'den mezun oldu ve yurdun çeşitli bölgelerindeki süvari kıtalarında görev yap-
Sirkeci
istanbul Ansiklopedisi
da hocalık yapıyordu. 1902'de Osman Hamdi Bey'in(->) müdürlüğü döneminde kısa bir süre Sanayi-i Nefise Mektebi'ne(->) de devam eden sanatçı, okulun İtalyan ekolü doğrultusundaki akademik eğitimini kendisine yakın hissetmeyerek öğrenimini sürdürmemiştir. Galatasaray Sergilerine^) katılmış olan Siret'in bazı illüstrasyonları çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Sanat hayatının ilk evrelerinde tipik bir doğa gözlemcisi olarak Türk peyzaj resmi geleneği içinde değerlendirilebilecek çalışmalar ortaya koyan Siret, daha sonraki dönemlerde gerçek üslubuna ulaşmış, büyük boyutlu savaş ve deniz konulu resimlerin en önemli ressamlarından biri olarak tanınmıştır. Denize tutku derecesinde bağlı olan sanatçı, eserlerinde figüre ve natürmorta pek yer vermemiştir.
Bibi. Boyar, Türk Ressamları; S. Yetik, Ressamlarımız, ist., 1940; N. Islimyeli, Asker Ressamlar ve Ekoller, Ankara, 1965.
AHMET ÖZEL
SİRKECİ
Eminönü(-») ile Sarayburnu(-») arasındaki sahil çevresinde yer alan semt.
Eminönü Ilçesi'ne bağlı Hoca Paşa Ma-hallesi'nin kuzey kesimlerini kaplar. Semtin merkezi Sirkeci Gan(->) ve önündeki, trafik kavşağı niteliğindeki meydandır. Batıdan Eminönü ve Bahçekapı(->), güneyden Cağaloğlu(->) semtlerine komşudur. Doğuda Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı' nı çevreleyen surlara dayanır. Kuzeyi Feribot İskelesi de denen Sirkeci İskelesi'nin yer aldığı sahildir.
Bizantion'un ilk kurulduğu yerin bugünkü Topkapı Sarayı çevresi ve Saraybur-
SİRKECİ-FLORYA SAHİL YOLU 12
13
SİRKLER
Sirkeci'nin 1950'li yıllardan bir görünümü.
TEm-'Arşivi
nü ve Sirkeci bölgesi olduğu sanılmaktadır. Sarayburnu'nun batısından başlayarak Sirkeci-Eminönü sahilinin tümüyle liman olduğu, Sirkeci Garı'nın bulunduğu kesimin sonradan dolduğu biliniyor. Buradaki Prosforion ve onun hemen batısındaki Neorion(->) limanlarının, farklı bölümleri farklı işlevlere (tersane, ticari liman, iskeleler) sahip tek bir liman kompleksi olduğunu düşündüren veriler vardır.
Bizans döneminde bugünkü Sirkeci ve Cağaloğlu'nun kuzey kesimlerine Eugeniu denirdi. Bölge, günümüzde Topkapı Sa-rayı'nı çevreleyen surların bulunduğu yerde olması gereken Bizantion surlarının hemen dışında, Septimius Severus Suru'nun-sa içinde kalıyordu. Bizans imparatorluğu döneminde Neorion Limanı zamanla dolmuş, 697'de imparator Leontios tarafından temizletilmiş, bu sırada çıkarılan cüruftan kaynaklandığı ileri sürülen bir veba salgını şehri kasıp kavurmuştu. 10. yy'dan sonra Cenevizliler ve Pisalılar başta olmak üzere Latin kolonileri, Eminönü -Sirkeci civarında imtiyazlı bölgeler elde edip buralara yerleşmişler ve limanda kendi ticaret iskelelerini kurmuşlardır.
Osmanlı döneminde Sirkeci, önce Topkapı Sarayı'na yakınlığı, daha sonra da Babıâli'nin, yani hükümet merkezinin iskelesi olma konumuyla önemini korudu. Devlet ricalinin konaklan biraz daha yukarılarda, Cağaloğlu'nda toplanmış olmakla birlikte, Sirkeci yöresi de hem ulaşım hem de ticaret açısından Babıâli'nin denize doğru bir uzantısı konumundaydı. Sirkeci'nin daha da önem kazanması demiryollarının ve Sirkeci Garı'nın yapılmasıyla oldu. Gar, semte farklı bir işlev ve canlılık kazandırdı. 20. yy'ın ilk yarısı boyunca Sirkeci, ucuz otellerin, sırtına yükünü vurup gelen gurbetçilerin, nakliyat şirketlerinin merkeziydi. Özellikle istasyonun arkasındaki sokak-larındaki Sirkeci otelleri, gurbetçilerin mekânı sayılırdı. Garın çevresindeki yerleşme-
nin diğer öğeleri de bu işleve uygun gelişmiş; Sirkeci, nakliyat ambarlarının ve şirketlerinin merkezi olmuş; burada küçük lokanta, büfe ve işyerleri açılmıştı.
Sirkeci'nin sahil kesiminde tarihi Bizan-tion'a kadar giden rıhtım, liman, iskele işlevleri her dönem sürdü. Öte yandan semt, Babıâli Caddesi ve onun devamında Ankara Caddesi'nden aşağı, denize ve Galata Köprüsü'ne doğru inen trafiğin akış ve bağlantı noktası olma özelliğini de her dönemde korudu. Eskiden Aksaray-Beyazıt yönünden gelen tramvay, Sirkeci'nin güney sınırı da sayılabilecek Hüdavendigâr Caddesi'nden geçerek Sirkeci'ye iner, buradan Eminönü'ne devam ederdi.
1950'lerin sonlarına kadar Eminönü'n-den Sirkeci Garı önüne kadar denize paralel giden yol, Sirkeci'de garın önünden Ankara Caddesi'ne sapar, buradan, Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı'nı çevreleyen surlar boyunca Ahırkapı'ya çıkılırdı. 1957-1959' da açılmaya başlanan Sirked-Florya sahil yolu(->), Sarayburnu'nu sahilden dolaşarak, Sirkeci'nin trafiğini hafifletti.
Sirkeci-Florya
sahil yolu
yapılmadan
önce Yenikapı
çevresi.
TETTV"Arşivi
1990'lara gelindiğinde, eski kentsel işlevleri sürmekle birlikte, 1960lardan sonra karayolu taşımacılığının demiryollarının önüne geçmesiyle konaklama tesislerinin kentin çeşitli bölgelerine dağılması; eskiden Sirkeci'de kümelenmiş ucuz otellerin Laleli, Aksaray vb semtlere kayması ve bölgede ticaret ve iş merkezi niteliğinin ağır basmasıyla semtte bir doku değişmesi gözlenmektedir. Buradaki eski nakliyat ambarları, Anadolu otobüslerinin yazıhane ve terminalleri farklı bölgelere taşınmıştır. Garın karşısında istanbul'un ünlü lokanta ve tatlıcılarının şubelerine rastlanırken, buradaki binalar, Eminönü ve Bahçekapı'ya uzanan sokaklar üzerinde bulunan hanlar-daki işyerleri yenilenmektedir. Semtin sahil kesiminde Bandırma-Mudanya, izmir vb seferleri yapan vapur ve feribot iskelesi ile istasyonun hemen karşısına rastlayan kesimde Harem-Sirkeci Araba Vapuru iskelesi bulunmaktadır.
Semtin sahil kesiminde Sepetçiler Kas-rı(->), Sirkeci Garı binası, Gülhane Parkı duvarına paralel giden Daya Hatun (Taya Hatun) Sokağı'nın Hüdaverdigâr Caddesi ile kesiştiği köşedeki Salkım Söğüt Camii olarak da bilinen Karaki Hüseyin Ağa Camii semtin halen varlıklarını koruyan önemli tarihi yapılarıdır.
Sirkeci'nin sahil ve iç kesimlerinde birçok tarihi eser 1957 sonrasındaki imar ve yol faaliyetleri sırasında yok olmuştur.
İSTANBUL
SİRKECİ-FLORYA SAHİL YOLU
Sirkeci'den Yeşilyurt'a kadar sahile paralel giden; daha sonra yer yer içerilere girip yer yer sahile çıkarak Küçükçekme-ce'ye ulaşan yol.
Sirkeci Florya sahil yolu, Menderes dönemi İstanbul imar hareketleri çerçevesinde 1957-1959'da açılmaya başlanmış ve önce Kazlıçeşme'ye kadar gelmiştir. Daha sonra Ataköy önlerine, Yeşilköy ve Florya'ya uzanan yol, Londra Asfaltı'nın trafik yükünü azaltma amacı yanında turistik amaca da sahipti. 1960 başlarında yola Kennedy Caddesi adı verilmiştir. Galata Köprüsü'nün Eminönü ayağından başlayan Kennedy Caddesi, Sarayburnu'nun denize en fazla uzandığı noktada burnu ke-
Sirkeci-Florya sahil yolunun Ahırkapı civarında görünümü. Ertan Uca, 1994/ TETTV Arşivi
serek ve daha sonra Topkapı Sarayı surları boyunca demiryolunu sağında bırakarak Marmara sahiline paralel Ataköy Ma-rina'ya kadar gider. Burada Holiday Inn Oteli'nin önünden Galleria, Ataköy motelleri vb'yi deniz tarafında, solunda bırakarak biraz içeri girer ve Ataköy yerleşmesini Rauf Orbay Caddesi adıyla boydan boya aştıktan sonra Yeşilyurt'taki Hava Harp Okulu'nun önünde Atatürk Havalimanı yolu ve Yeşilköy-Halkalı Caddesi olarak ikiye ayrılır. Yeşilköy-Halkalı Caddesi, Florya yakınında belediye dinlenme tesislerini, Florya Plajı'm solunda bırakarak yine denize paralel ve Küçükçekmece-İstan-bul Caddesi adıyla devam eder.
Yolun Kennedy Caddesi adını taşıyan Sirkeci-Baruthane (Ataköy) arasında kalan ana bölümü 12.600 m'dir. Genişliği gidiş geliş, ortası refüjlü olarak genellikle 50 m'dir. Ataköy Marina ile Yenikapı arasında trafiğe takılmadan gidilebilecek bir tercihli yol vardır.
Sirkeci-Florya sahil yolunun açılması sırasında, özellikle Eminönü-Cankurtaran güzergâhında pek çok tarihi eserin yok olduğu bilinmektedir. Yolun önemli kesimleri, Marmara deniz surlarının önündeki dolgu bölgeden geçmektedir.
Birçok yerde, örneğin Bakırköy'de sahildeki yalıların bir bölümü yolun geçmesi için yıkılmış, bir bölümü ise içerilerde kalarak yalı niteliğini tümüyle kaybetmiştir. Bugün bunların yerinde, yol boyunca blok apartmanlar uzanmaktadır.
Kumkapı Balık Hali, Yenikapı Deniz Otobüsleri İskelesi, Ataköy Marina yolun üzerindedir.
Kennedy Caddesi'nin gerek deniz, gerekse kara tarafı 1980'lerin sonlarında ve 1990'larm başında yeşil alanlar, parklar, turistik tesisler ve spor tesisleri olarak düzenlenmiştir. Yedikule'nin sahil kesimlerinden
başlayan ve Kennedy Caddesi'nin deniz tarafında kalan Miralay Reşit Çiğiltepe Parkı Kazlıçeşme'ye kadar uzanmaktadır. 1993'te alan temizlendiği halde halen bitmemiş olan Kazlıçeşme düzenlemesi yolun çevresindeki önemli projelerdendir. Yol Ataköy önünde her iki tarafı da yeşillendirilmiş ve düzenli yerleşmelerden geçerek Yeşilyuıt'a varır.
İSTANBUL
Dostları ilə paylaş: |