I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə32/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   140

ŞAH SULTAN KÜLLİYESİ

Eyüp llçesi'nde, Defterdar Caddesi üzerinde, Zal Mahmud Paşa Camii'nin yanındadır. III. Selim'in (hd 1789-1807) kız kardeşi Şah Sultan'm 1215/1800'de yaptırdığı, kendi adıyla anılan yapılar topluluğu türbe, sebil, sıbyan mektebi, çeşme ve ha-zireden oluşmuş küçük bir külliye halinde olup mimarı İbrahim Kami Ağa'dır.

Külliyenin caddeye açılan büyük avlu kapısının iki yanında pirinç şebekeli birer avlu penceresi bulunmaktadır. Kapının sağ tarafında fevkani sıbyan mektebi ve sebil, sol tarafında türbe yer almaktadır. Bu yapılardan türbenin dekorasyonunda barok ve ampir üslubunun etkisi görülürken, sıbyan mektebi ampir, sebil rokoko tarzındadır.

Türbe: İçten daire planlı olan türbe, dıştan kare ile dairenin kesişmesinden oluşmuş bir görünüş arz eder. Türbenin girişinde üç bölümlü revak yer alır. Türbenin ana mekânında kare etkisi veren kısımlar, dış köşelerdeki dört ağır paye ve bunların üzerindeki küçük ağırlık kuleleridir. Dışarıya doğru şişkin, eğrisel duvarlar ise türbenin dairesel planlı cephelerim oluştururlar.

Türbenin üstü kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağındaki büyük, profilli askı kemerlerinin taşıyıcı özelliği yoktur. Dekoratif bir amaçla yapılmışlardır. Giriş reva-ğı ortada kubbe, yanda aynalı tonozlarla örtülüdür. Kubbe ve tonozların iç kısımları kalem işleri ile süslüdür.

Türbenin içi ve dışı çeşitli mimari ve süsleme elemanları ile hareketlendirilmiş-tir. Yapının zengin silmelerle çerçevelenen kemerleri ve pencereleri geleneksel formlardan farklıdır. Basık kırık kemerleri, alttan ve üstten kemerli, ovale yaklaşan üst pencereleri ile türbe, barok ve ampir üslubu özellikleri içeren ilginç bir örnektir.

Sıbyan Mektebi: İki katlı, fevkani bir yapıdır. Zemin katta, türbedar ve görevli odalarıyla, bu odaların önünde, üst kat çıkıntısını taşıyan altı mermer sütunun oluşturduğu bir revak yer alır. Üst katta ise mektep kısmı bulunmaktadır. Mektep avlu tarafına doğru büyütülerek, alt kattaki revağın üzerine bindirilmiş, açık ve kapalı iki kısımdan meydana gelmiştir. Yan taraftan taş bir merdivenle üst kata çıkılır. Mektebin cadde, avlu ve Zal Mahmud Paşa Haziresi'ne bakan cephelerinde mermer söveli dörder pencere vardır.

Enli yastıklara binen yarım daire şeklindeki yalın revak kemerleri, kemerlerin duvara göre bir diş kalınlığı kadar geride kalması ve düz duvarlar ile derin korniş arasındaki karşıtlıklarıyla yapı, bariz ampir özellikler gösterir.

Sebil: Sıbyan mektebinin altındadır. Mermer olan sebilin üç adet şebekeli pen-

ceresi bulunmaktadır. Sebilin en karakteristik özelliği pencerelerin asimetrik kemerleridir. Kemerlerin ortasını süsleyen kabuk motifi de asimetriktir. İnce çubuk profiller, yivli pilastrlar, akant biçimli konsollar vb dekoratif elemanlar sebili süslemektedir. Sebil, rokoko sebiller dizisinin son örneği sayılabilir.

Çeşme: Külliyenin avlusunda, giriş kapısının tam karşısında yer alır. Abidevi boyutlarda, mermer bir çeşmedir. Kitabesi ve haznesi olmayan çeşmenin üzerinde III. Selim'in tuğrası bulunmaktadır.

Bibi. Sözen, Mimar Sinan, 289; Kuban, Barok, 37; A. Arel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, ist., 1975, s. 89; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 265-268; Demiriz, Türbeler, 77-79.

HALE TOKAY



ŞAH-I HUBAN HATUN TÜRBESİ VE SIBYAN MEKTEBİ

Fatih İlçesi'nde, Vatan Caddesi yakınında, Oğuzhan Caddesi ile Gureba Cadde-si'nin kesiştiği köşededir.

Dikdörtgen bir avlunun içinde yer alan mektep ve türbe Mimar Sinan'm(->) eseridir. Bâniyesi Şah-ı Huban Hatun, III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) eşlerindendir. Yapının inşa tarihi kesin bilinmemekle birlikte mimari üslubundan dolayı 1575-1580 arasına tarihlenmektedir.

Kesme taştan inşa edilen, dikdörtgen planlı, tek katlı mektep binası iki odadan oluşmaktadır. Odaların üzerleri kubbeyle örtülüdür. Avluya bakan güney cephesi hariç, yapıyı dışarıdan çevreleyen pencereler simetrik olarak yerleştirilmiştir. Alt kısımda yer alan pencereler klasik normda sivri boşaltma kemerleriyle açılmış, aynalık kısımları düz, dikdörtgen çerçeveli olarak, üst kısımdakiler ise ortada sivri kemerli birer pencere ve yanlarında yer alan yuvarlak iki küçük pencere şeklinde düzenlenmiştir. Mektebin giriş kısmında iki ah-



ŞAHKULU

128

129 ŞAHKULU SULTAN TEKKESİ

Şah-ı Huban Hatun Türbesi

Ertan Uca, 1994/TETJVArşivi

şap direğe oturan, düz ahşap çatılı, avluya açılan bir revak bulunmaktadır. Batıda yer alan dershane bölümü büyük bir kemerle sofaya açılmaktadır. Doğudaki oda ise servis odasıdır. Yapı günümüzde dispanser olarak kullanılmaktadır.

Mektebin güneybatısında yer alan türbe sekizgen planlı ve kubbeyle örtülüdür. Türbenin cephesini iki katlı pencereler çevrelemektedir. Dikdörtgen çerçeveler içine yerleştirilen pencereler klasik normlara uygun olarak düzenlenmiştir.



Bibi. Aksoy, Stbyan Mektepleri, 108; Kuran, Mimar Sinan, 332; Fatih Camileri, 361.

EMİNE NAZA



ŞAHKULU

(? - Bağdat -1556, istanbul) Nakkaş.

Safevi sarayında ünlü nakkaş Aka Mi-rek'in yanında yetişmiştir. I. Selim'in (Yavuz) 15l4'te Tebriz'i alması üzerine Amasya'ya sürgün gelmiştir. Amasya'daki şehzadelik sarayında bir süre kalmış, daha sonra İstanbul'a gönderilmiştir. I. Süleyman (Kanuni) tahta geçtiğinde (1520) sarayın nakkaşbaşısı olmuştur. Padişahın özel atölye vermiş olduğu ve çalışırken gidip seyrettiği seçkin bir sanatçıydı. Sarayın ehl-i hiref(-0 teşkilatına da kayıtlı olan Şahku-lu, 1523, 1526 ve 1545 tarihli ehl-i hiref maaş defterlerinde "Cemaat-ı Nakkaşan" içinde "serbölük" olarak ilk sırada gösterilir.

Mustafa Âli, Kanuni'nin onu 100 akçe maaş ile eski ve yeni üstatların başına getirdiğini ve çeşitli ihsanlarla onurlandırdığını bildirir. Bayramlarda sultana armağan getiren sanatçıların kaydedildiği tarihsiz defterlerde, sanatçının Kanuni'ye bir peri resmi, mukavva hokka, büyük bir nakışlı tabak ve altı küçük üsküre gibi hediyeler sunduğu kayıtlıdır.

Şahkulu, saray nakkaşhanesinde Kara

Memi ile Halep'te çalışmış olan Tebrizli Ali Çan'ın hocası olmuştur. Penahî mahlasıy-la şiirler de yazmıştır. Âşık Çelebi'nin ressam tarafım daha güçlü bulduğu Şahkulu, Mustafa Âli tarafından beğenilmiş bir yaratının sahibi olarak tanıtılır. Bu yeni buluş, 18. yy yazarı Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi tarafından "saz yazmak" deyimiyle açıklanan bir resim üslubudur. Geleneksel kitap resmi olan minyatürden ayrılan bu resim tarzına, diğer bir 18. yy yazarı olan Ayvansarayî tarafından "saz kolu" adı da verilmiştir.

Albümlerde toplanmış tek yaprak mürekkep resimleri halinde üretilen bu resim grubundaki çalışmalarda, daha çok ormanla ilgili mitlerde yer alan efsanevi hayvanlar, periler, sivri uçlu yapraklar ve ha-tayi adı altında toplanan Uzakdoğu kökenli stilize çiçeklerle yaratılmış kompozisyonlar işlenmiştir. Bu üslup, daha sonra Osmanlı sanatının kitap sanatları dışındaki çini, kalem işi, dokuma, kuyumculuk, ahşap işçiliği vb diğer dallarının bezemeciliğin-de de etkin olmuştur. Özellikle bir 17. yy yapısı olan Topkapı Sarayı Sünnet Odası cephesinde yeniden değerlendirilerek kullanılan, 16. yy'ın ilk çeyreği içerisinde istanbul'da tek parça halinde üretilmiş olan firuzeli mavi-beyaz çini panoların bezemesi, Şahkulu'nun yarattığı saz üslubunun en görkemli örnekleridir. 18. yy'da eserler vermiş olan müzehhib Ali Usküdarî de Şahkulu'nun yaratmış olduğu saz üslubunu yeniden canlandırmış ve lake tekniğiyle hazırlamış olduğu yazı altlığı, kubur ve cilt kaplarının bezenmesinde, kişisel yorumuyla uygulamıştır.

Bibi. Mustafa Ali, Menakıb-ı Hünerveran, ist., 1926, s. 65; Âşık Çelebi, Meşairü'ş-Şuara, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp, H. 1269, yaprak 62b-63a; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevarih; Müstakimzade, Tuh f e, s. 271; Habib Efendi, Hat ve Hattatan, ist., 1306, s. 268; R. M. Meriç, Türk Nakış Sanatı Tarihi Araştırmaları l, Vesikalar, Ankara, 1953, s. 3-5, 74, 75, 76; ay, "Türk Sanatı Tarihi Vesikaları", Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri I, 1963, s. 771; B. Mahir, "Saray Nakkaşhanesinin Ünlü Ressamı Şah Kulu ve Eserleri", Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık, I (1986), s. 113-130; ay, "Osmanlı Sanatında Saz Üslubundan Anlaşılan", ae, II (1987), s. 123-133.

BANU MAHİR

Şahkulu Sultan

Tekkesi'nde

ana

binanın


güneyden

görünüşü.

M. Baha Tanman,

1985


ŞAHKULU SULTAN TEKKESİ

Kadıköy İlçesi'nde, Merdivenköy Mahalle-si'nde yer alan ve İstanbul'un çevresindeki en eski Türk tesislerinden olan Şahkulu Sultan Tekkesi, bazı kaynaklara göre, 1329'da Osmanlıların galibiyeti ile sonuçlanan Pelekanon meydan savaşını müteakip Orhan Gazi tarafından bir Ahî zaviyesi olarak kurulmuştur. Bu meyanda, söz konusu savaştan sonra Orhan Gazi İzmit Körfezi'nin kuzey kıyısını, Üsküdar'a kadar fethettiğinde, Bizans İmparatoru III. And-ronikos'un, Şahkulu Sultan Tekkesi'nin yerinde bulunan av köşkünde sulh müzakerelerinin yapıldığı, bu görüşmeler sırasında, Orhan Gazi'nin, sulh şartlan arasında, av köşkünün Ahîlere verilmesini istediği ve bu şartı Bizanslılara kabul ettirdiği, Orhan Gazi'nin dedesi olan Şeyh Ede-bâli'nin yeğeni Ahî Ahmed'in zaviyenin ilk şeyhi olduğu ileri sürülmektedir. Gerek söz konusu zaviyenin, gerekse de "Abda-lân-ı Rum" ve "Gaziyân-ı Rum" zümrelerine mensup olan, ancak menkıbelerine ve hatıralarına daha sonra Bektaşîlerin sahip çıktığı birtakım savaşçı-kolonizatör dervişlerin (Sancakdar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Mâh Baba, Gözcü Baba, Yörük Baba, Gül Baba, Eren Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba, Balcı Baba) aynı yıllarda Kartal-Üsküdar ekseninde tesis etmiş oldukları zaviyelerin, daha ziyade Bizans'ı gözetlemekle yükümlü, ileri karakol niteliğinde kuruluşlar oldukları söylenebilir.

Ankara bozgunundan (1402) sonra, Gebze'nin batısındaki Osmanlı topraklarının Emir Süleyman Çelebi tarafından II. Manuel Palaeologos'a terk edilmesi sonucunda, civarında bulunan diğer zaviyelerle birlikte, burası da ortadan kaldırılmış, Bektaşî geleneğine göre bu sırada, tekkenin banisi ve ilk şeyhi olarak kabul edilen Şahkulu Sultan ile çevredeki zaviyelerin, "40 erenler" olarak anılan şeyhleri şehit edilmişlerdir. Bu olaydan kısa süre sonra I. Mehmed (Çelebi) bu bölgeyi yeniden Osmanlı topraklarına katarak Şahkulu Sultan Tekkesi'ni ihya etmiştir. Tekkeye adını vermiş olan, "Şahkulu 'Sultan" veya "Şahkulu Baba" olarak anılan şeyhin hayatı ve kimliği hakkında bilinenler Bekta-

şî mitolojisindeki birçok başka sima gibi, hemen bütünüyle menkıbelerin müphem verilerinden ibarettir. Bazı araştırmacılar, Bektaşî geleneğinde Horasan kökenli bir veli olarak kabul edilen Şahkulu Sultan'ın, aslında II. Bayezid döneminde vuku bulan Şah İsmail yanlısı ayaklanmanın başı olup Osmanlı tarihçilerinin "Şeytan Kulu" olarak adlandırdıkları Kızılbaş şeyhi olduğunu iddia etmektedir.

Şahkulu Sultan Tekkesi muhtemelen 15. yy'ın sonlarında veya 16. yy'ın ilk çeyreğinde eski ağırlıklarım yitiren Ahilerden yeni teşkilatlanan, kendilerine bağlanan Yeniçeri Ocağı'nın da etkisiyle gitgide güçlenen Bektaşîlere intikal etmiştir. Bundan sonra Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşîliğin İstanbul'daki âsitanesi, ayrıca bu tarikatın Osmanlı topraklarındaki bütün tekkeleri içinde en önemlilerinden birisi olarak varlığım sürdürmüştür. Bazı kaynaklarda, Ba-bagân (mücerred) koluna bağlı Bektaşî tekkeleri arasında Şahkulu Sultan Tekkesi'nin Kırşehir'deki pir evinden ve Dimeto-ka'daki Seyyid Ali Sultan Tekkesi'nden sonra üçüncü sırayı işgal ettiği bildirilmekte, diğer bazı metinİerde ise bu tekkeye "âsitane-i saniye" ve "ikinci pir evi" denildiği görülmektedir.

Osmanlı başkentini Anadolu'ya bağlayan yolun üzerinde bulunan Şahkulu Sultan Tekkesi'nin devlet-ordu-Bektaşîlik ilişkilerinde ve teşrifatta özel bir yeri vardı. Bu meyanda pir evinden İstanbul'a gelen dedebabalar İstanbul'daki Bektaşî ricali ve Yeniçeri Ocağı'nın ileri gelenleri tarafından, gösterişli bir merasimle Şahkulu Sultan Tekkesi'nde karşılanır, burada bir müddet dinlendikten sonra İstanbul'a nakledilirler, Kırşehir'e dönüşlerinde de yine bu tekkeden uğurlanırlardı. 1826'da Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşî tarikatının da lağvedilmesi üzerine Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşflerden Nakşibendîlere devredilmiş, o tarihteki postnişini Âhir Mehmed Baba dört dervişi ile beraber Tire'ye sürülmüştü. Bu hengâmede tekkenin yık-tırılmasa bile en azından tahribe uğradığı tahmin edilebilir.

Bilindiği gibi 1826'dan tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar Bektaşîlik resmen mülga sayılmış, Tanzimat'tan ve özellikle bu tarikata yakınlığı olduğu bilinen Abdüla-ziz'in tahta çıkmasından (1861) sonra Bektaşîlere devletçe müsamaha gösterilmeye başlanmış ve "Nakşibendî" adı altında kendi geleneklerini sürdürmelerine göz yumulmuştur. Bu arada Şahkulu Sultan Tekkesi'nin de bir durgunluk devresinden sonra geçen yüzyılın ortalarından itibaren yavaş yavaş canlandığı ve Bektaşîler nez-dindeki eski önemini kazandığı gözlenmektedir. Tekkenin günümüze intikal etmiş olan yapıları bu ikinci kuruluş devrine aittir. Özellikle bu dönemin postnişin-lerinden Mehmed Ali Hilmî Dedebaba' nın(-0 (ö. 1907) meşihatı (1863-1907) boyunca Şahkulu Sultan Tekkesi yoğun bir imar faaliyetine sahne olmuştur.

Cümle kapısında bulunan 1291/1874-75 tarihli kitabe tekkeyi oluşturan bütün binalar için geçerli bir ihya kitabesi olmadığı

Şahkulu Sultan

Tekkesi'nde

meydan evinin

örtüsü.


M. Baha Tanman, 1985

gibi, tekkenin çekirdeğini teşkil eden meydan evi ile buna bağlı büyük aşevi-"kiler evi" çamaşırhane-hamam kanadının mimari özellikleri, ayrıca tekkenin tarihçesine ilişkin bilgiler bu bölümlerin 19. yy'ın ortalarında inşa edildiğini göstermektedir. M. Ali Hilmi Dedebaba'nın 1286/1869-70'te ikinci kere pir evini ziyaretinden dönüşünde tekkeyi tamir ettirdiğini ve genişlettiğini matbu divanındaki biyografisinden öğreniyoruz. İkametgâh bölümü meydan evinin kuzeyine bu tarihten sonra, cümle kapısındaki kitabenin işaret ettiği 1291/ 1874-75'te eklenmiş olsa gerektir. Aynı şekilde cümle kapısından başka bunun yanındaki bölümlerin (kapıcı can hücresi, bacılar mahfili, at evi) bu tarihte inşa edildiği, meydan evinin, büyük aşevi-"kiler evi" çamaşırhane-hamam kanadının da aynı tarihte esaslı bir onarım geçirerek son şeklini aldığı tahmin edilebilir. 19. yy'ın dördüncü çeyreğinde de imar faaliyetinin devam ettiği, 1309/1892'de bir "zenbûr evi" (arı kovanı) ve 1313/1896'da da şeyh odası niteliğinde bir mekânın inşa edildiği anlaşılmaktadır.

1925'te kapatıldıktan sonra mülkiyeti Vakıflar İdaresi'ne intikal eden Şahkulu Sultan Tekkesi bir müddet son postnişin Hasan Tahsin Baha'nın ve bazı dervişlerin meskeni olarak kullanılmış, bu son kuşağın vefatını müteakip terk edilerek harap olmaya başlamıştır. Günümüze ulaşamamış olan bazı bölümlerin bu devirde ortadan kalktıkları bilinmektedir. 1965 civarında Vakıflar İdaresi tekkenin bir kısmını (meydan evi ile buna bitişik olan bazı bölümleri) restore ettirmiş, ancak herhangi bir fonksiyon verilmediğinden yapılar yeniden harabiyete yüz tutmuştur. Son yıllarda kurulan Şahkulu Sultan Külliyesi'ni Onarma ve Yaşatma Derneği tekkeyi aslına uygun biçimde tamir ettirerek Bektaşî kültürünün yaşatıldığı bir merkez haline getirmiş bulunmaktadır.

İstanbul'da Bektaşîliğin en parlak temsilcisi olan Şahkulu Sultan Tekkesi yeni-çerilik-Bektaşîlik bağından kaynaklanan askeri, siyasi öneminin yanısıra Bektaşî edebiyatı ve musikisinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle Bektaşîlerden başka diğer tarikat ehli arasında da sevilen ve sa-

yılan, bir müddet Kırşehir'deki pir evinde dedebabalık yapacak kadar nüfuzlu olan şair ve bestekâr M. Ali Hilmi Dedebaba'nın meşihatı sırasında Şahkulu Sultan Tekkesi verimli bir kültür hayatına sahne olmuştur. Ayrıca haziredeki mezarlardan da görüleceği üzere, mensupları arasında devlet ricalinden birçok kimsenin bulunduğu bu tekke "aristokrat" havalı İstanbul Bektaşîliğini temsil etmekteydi.

Kaynaklarda çeşitli başka adlarla da (Gadnî Dede, Hamdi Baba, Merdivenköy, Şahkulu Baba, Şeyh Mehmed Ali Baba) anılan Şahkulu Sultan Tekkesi'nin ayin günü perşembe idi. Mücerred erkânının uygulandığı tekkede, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde 30 erkeğin ikamet ettiği belirtilmiştir. Vak'a-i Hayriye'den (1826) önceki dönemde adları tespit edilebilen postnişinler Mustafa Baba (ö. 1682), Yusuf Baba (ö. 1685), Mürşid Ali Baba (ö. 1697), Hacı Feyzullah Efendi (ö. 1761), Mahmud Baba (ö. 1793), İsmail Baba (ö. 1796), Ali Baba (ö. 1813) ve Âhir Mehmed Baha'dır. Vak'a-i Hayriye' den kısa bir süre sonra tekkenin Halil Revnakı Baba (ö. 1850) tarafından canlandı-rıldığı rivayet edilmekte fakat ikinci bani olarak genellikle Ahmed Baba (ö. 1849) kabul edilmektedir. Daha sonra meşihat görevini üstlenen postnişinler ise Hacı Sadık Baba (ö. 1852), Hasan Baba (ö. 1857),



ŞAHKULU SULTAN TEKKESİ

130

131 ŞAHKULU SULTAN TEKKESİ

Meydan evi ile güneydeki bölümlerin kesiti. M. Baha Tanman

Ali Baba (ö. 1863), Mehmed Ali Hilmi De-debaba (ö. 1907), Filibeli Mustafa Yesarî Baba, Ahmed Burhan Baba, Hacı Ahmed Baba (ö. 1918), Ubeydullah Baba, Filibeli ibrahim Fevzî Baba, Ahmed Nuri Baba, Yalvaçlı Mehmed Tevfik Baba ve Merhaba Tahsin Baba'dır.

Şahkulu Tekkesi bütün Bektaşî âsitane-leri gibi şehrin dağdağasından uzak, mesire niteliğinde, asude bir mevkide, geniş bir arazi içinde yer alır. Günümüzde tekkenin arsası doğuda imam Ramiz (Tekke Altı) Sokağı, batıda Mama Yolu, güney ve kuzeyde ise komşu parsellerle çevrilidir, imam Ramiz Sokağı'nın ötesinde Şahkulu Tekkesi'ne bağlı olanların gömülü bulunduğu geniş bir mezarlık doğuya doğru uzanır.

Tekkenin cümle kapısı kuzeyde, bugünkü İstanbul-Ankara otoyolu yönünde yer alır. Cümle kapısının dışında, ulu bir çınarın altında tekkeye bağımlı olan Mâh Baba Çeşmesi bulunmaktadır. Bu çeşmenin yanında günümüze ulaşamamış bir namazgah ile tekkeyi ziyarete gelenlere selamlık vazifesi gören bir kahvehanenin var olduğu bilinmektedir. Cümle kapısından tekkenin bahçesine girildiğinde sağda "kapıcı can" hücresi ile kadınların ağırlandığı bacılar mahfili sıralanır. Aynı sırada yer alan üçüncü birimin de ahırların bakımı ile yükümlü olan at evi babasına ait olduğu tahmin edilebilir. Söz konusu mekânların arkasında kuzey yönündeki çevre duvarı boyunca tekkenin at evi (ahır) uzanır.

Cümle kapısının soluna, kuzey-güney doğrultusunda tekkenin en önemli bölümlerini barındıran ana bina yerleştirilmiştir. Bu bölümler kuzeyden güneye doğru, tekkede yaşayan mücerred babalara ve dervişlere (canlara) mahsus iki katlı ikametgâh, bu kanadın içinde gündelik yemeğin pişirildiği küçük aşevi, ayinlerin icra edildiği meydan evi, özel günlerde kullanılan büyük aşevi ve bununla iç içe bulunan çamaşırhane, "kiler evi", hamam, aşevi babası ile "kiler evi" babasının hücreleridir. Ana bina kuzey ve doğu yönlerinde daha ziyade babaların gömülü olduğu bir hazire ile kuşatılmıştır. Şahkulu Sultan'ın açık türbesi de bu hazirededir. Ana binanın batı yönünde ise bahçeye nazır setler üzerinde havuzlar ve çardaklar göze çarpar. Bu kesimde, cümle kapısının tam karşısında,

tekkeye gelen hatırlı misafirlerin ağırlandığı, şeyh odası niteliğinde bir mekânın bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca tekkenin bahçesinde ekmek evinin (fırın), zenbûr e-vinin (arı kovanlarını barındıran yapı), koyun ve inek ağıllarının ve kozahanenin duvar kalıntıları, çeşitli bostan kuyuları ve bir su kulesi görülmektedir.

Tekkenin yakınındaki Çemenzar mevkiinde ise kuruluşundan beri tekke ile bağlantılı olan ve M. Ali Hilmi Dedebaba tarafından 1307/1889-90'da tamir ettirilen Gözcü Baba makamı ve haziresi bulunmaktadır. Göztepe semtinin adını bu makamdan aldığı unutulmamalıdır. Yine bu mevkide tekke sakinleri tarafından yazlık ikametgâh olarak kullanılan büyük bir ahşap köşkün yer aldığı malumdur.

Önünde atlar için düşünülmüş uzun yalağı ile tipik bir kır çeşmesi olan Mâh Baba Çeşmesi'nin aynataşında ve musluk yerinde teslim taşı kabartmaları dikkati çeker. Tepede II. Abdülhamid'in tuğrası ve 1315/ 1897 tarihi yer almaktadır, iki mısralık manzum kitabenin sülüsle yazılmış olduğu sezilmekte ise de günümüzde okunması imkânsızdır.

Namazgah bütünüyle ortadan kalkmıştır. Buradan getirildiği anlaşılan 1161/1748 tarihli mihrap taşı yakın tarihe kadar meydan evinin duvarına dayalı olarak durmakta, taşın üst kesiminde Lale Devri üslubunu yansıtan kabartmalar bulunmaktaydı.

Cümle kapısının dikdörtgen açıklığı kesme küfekiden sövelerle kuşatılmıştır. Düşey çubuklarla ve dairevi madalyonlarla donatılmış olan yan sövelerin üst bitiminde teslim taşı kabartmaları yer alır. Üst söve başlığının tam ortasına da Bektaşî-lerce kutlu sayılan ve "Hacıbektaş taşı" olarak adlandırılan oniksten bir teslim taşı kakılmıştır. Üst söve başlığı yanlarda pilastr-larla kuşatılmış, üst sınırı bir silme kuşağı ile belirtilmiş, silmenin üzerine oturan kitabe levhası bileşik kemer görünümünde bir alınlığın içine alınmış, yanlara, pilastr-ların hizasına, dikdörtgen prizma biçiminde, üstlerinde birer kürenin bulunduğu babalar yerleştirilmiş, alınlığın tepesine alem olarak "horasanî" demlen tipte bir Bektaşî tacı oturtulmuştur. Sülüs hatla yazılmış olan manzum kitabe 1291/1874-75 tarihlidir.

Boyutları en geniş yerinde 47x32 m'yi bulan ana binanın kuzey kesimi iki katlı

ikametgâh bölümüne tahsis edilmiştir. "L" planlı bir kitle oluşturan ikametgâhın duvarları tuğla ile örülmüş, pencerelerin büyük çoğunluğu ile kapılar sepet kulpu kemerlerle donatılmıştır. Alaturka kiremit kaplı bir çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir. 1900'larda vuku bulan bir yangın sonucunda söz konusu kanat harap olmuş, son yıllarda yalnız cepheleri eski haline uygun olmak kaydıyla yeniden inşa edilmiştir. Bu yüzden özgün planı hakkında bildiklerimiz sınırlıdır. Esas giriş güneyde yer almakta, ayrıca kuzeye, Şahkulu Sultan makamına açılan diğer bir kapı bulunmaktadır.

Ana binanın güney kesimini işgal eden tek katlı kanada batı cephesinden girilir. Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülmüştür. Büyük aşevi ile çamaşırhanenin ortaklaşa sahip oldukları, düzgün olmayan bir plana sahip mekân yaklaşık 12x6 m boyutların-dadır. Girince sağda aşevinin büyük ocağı göze çarpar. Burada ilginç olan ocağın aynı zamanda, hemen arkasında bulunan hamamın külhanı olarak kullanılacak şekilde tasarlanmasıdır. Aşevi ocağından sonra hamamın girişi, bunun da ötesinde çamaşırhane ocağı yer alır. Solda (kuzey yönünde) meydan evinden bu kanada açılan iki tane kapı-pencere görülür. Doğuda yan yana "kiler evi" ile "kiler evi" babasının hücresi sıralanmaktadır. Isı kaybını asgariye indirmek için hamamın aşevi ocağı ile çamaşırhane ocağının arasına yerleştirilmiş olması dikkati çekmekte, aynı ilginç çözüm daha önce 1748 tarihli Abdal Yakub Tekkesi'nde(-0 karşımıza çıkmaktadır.

Bir camekân-ılıklık, bir halvet ve bir heladan oluşan hamamda ilginç mimari ayrıntılar göze çarpar. Bunlardan biri halvet ile camekân-ılıklık arasındaki duvarda bulunan tütekli bir lamba perceresidir. Diğeri de camekân-ılıklık mekânının güney duvarında yer alan, alçı kabartma perde motifleri ile çerçevelenmiş ve geç dönem halk resmi türünde hayali bir peyzajla bezenmiş olan niştir. Aşevi babasının hücresi, kanadın güneybatı köşesine sonradan eklenmiştir.

Bütün bu bölümler içinde, gerek tekkenin fonksiyon şemasında odak noktasını teşkil etmesi, gerekse de mimari özellikleri bakımından en önemlisi şüphesiz ki meydan evidir. Tekkenin ana binasının ortasında yer alan meydan evi kuzeyde tekke sakinlerinin odalarını ve küçük aşevi-ni barındıran iki katlı yapıya, güneyde büyük aşevi, "kiler evi", hamam, hela ve çamaşırhane bölümlerini ihtiva eden iki katlı diğer bir yapıya bitişiktir. Meydan evi ile bu iki yan kanat arasında kapılar ile geçiş sağlanmıştır. Batısında ise bir giriş mekânı mahiyetinde olan taşlık ile su haznesi yer almaktadır. Sonuçta meydan evi ancak doğu yönünde serbest kalmakta ve içinde yer aldığı yapı kitlesinden dışarı taşmaktadır. Ayrıca komşu bölümler ile böylesine kuşatılmış olmasına karşılık yan kanatlara nispetle yüksek tutulmuş üst yapısı sayesinde dışarıdan bakıldığında bağımsız bir bölüm olarak algılanabilmektedir.

Meydan evinin planı muntazam bir onikigenden oluşur. Moloz taş ve tuğla ile örgülü, içten ve dıştan sıvalı duvarlar, kenarları içten 2,80 m uzunluğundaki bu oni-kigeni meydana getirmektedir. Şüphe yok ki bu mekânın tasarımında çokgenler içinde onikigenin seçilmiş olmasının yegâne sebebi On iki imam kültüne sıkı sıkıya bağlı olan Bektaşîliğin rakam sembolizminde söz konusu sayının kutsallıkta başköşeyi işgal etmesidir.

Meydan evinin güneydoğu (kıble) yönünde yer alan ve planda l no. ile gösterilmiş olan kenarında ayinlerde "taht-ı Mu-hammed"in ve "kanun çerağı"nın konulmasına mahsus bir niş bulunmaktadır. Onikigenin doğu yönünde dışarıya taşkınlık yapan dört kenarında (2, 3, 4 ve 5 no'lu kenarlar) yerden başlayan birer kapı-pencere açılmış olup bunlardan hazire ve özellikle tekkeye adını veren Şahkulu Sul-tan'm kabri seyredilmektedir. Âdeta birer niyaz penceresi niteliğinde olan bu açıklıklar, mekânda bulunan bütün diğer pencere ve kapılar gibi, tuğladan örgülü sepet kulpu kemerler ile taçlandırılmış ve dıştan küfeki söveler ile çerçevelenmişlerdir.

Kuzeydeki 6 no'lu kenarda da l no'lu-dakine benzer diğer bir niş görülmekte ve bunun yanlarında birer devşirme sütun parçası yer almaktadır. 7 ve 8 no'lu kenarlarda taşlığa açılan ve doğudakiler ile aynı boyutlara sahip olan birer kapı-pencere vardır. Taşlıktan hem dışarıya hem de ikametgâh bölümüne geçildiğine göre, bu açıklıklar gerek tekkede meskûn olanların, gerekse de ayinlere katılmak için gelenlerin kullanmasına mahsustur. Bunlardan 8 no'lu kenarda yer alan kapı-pence-reden girince sağda yine devşirme bir sütun parçası vardır ki "sırac-ı münir" tabir edilen kandilin kaidesi olsa gerektir. Bu kandil meydan evinin esas girişi olan ve Bektaşîlerce kendisine büyük kutsallık atfedilen "eşiğin" sağında bulunduğuna göre bu kapı eşik olmalıdır. 9 no'lu kenarda meydan evinin çatısına çıkan kagir merdivene geçit veren açıklık yer almaktadır.

Arkasını su haznesine dayamış olan 10. kenarda ise önleri yalaklı üç adet abdest musluğu bulunmaktadır. Bektaşîlerin "telkin ayini" tabir ettikleri "ikrar verme" yani tarikata girme merasiminde "talib"in "rehber" önderliğinde birbirini müteakip üç abdest aldığı ve bunlardan sonuncusunun bildiğimiz namaz abdestine çok benzediği düşünülür ise, buradaki abdest musluklarının alelade bir şadırvan niteliğinde olmayıp tarikat erkânı ile ilgili bir fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim taşlıkta bunların eşi olan üç adet musluk daha yer almaktadır ki, kanaatimizce cemaatin abdest almasına mahsustur.

Meydan evinin güneyinde yer alan 11. ve 12. kenarlarda, büyük aşevi, "kiler evi", hamam, hela ve çamaşırhane gibi mekânların etrafında sıralandığı taşlığa açılan birer kapı-pencere bulunmaktadır. Ayin mekânı ile yemek pişirme mekânı arasında böylesine doğrudan bir ilişki kurulmasının sebebi Bektaşîliğin erkânında, meydan

Meydan evi ile

güneydeki

bölümlerin

planı:


L Giriş taşlığı,

II. meydan evi,

III. büyük aşevi,

IV. kiler evi,

V. kiler evi

babasının hücresi,

VI. çamaşırhane,

VII. hamam

(camekân-ılıklık),

VIII. hamam

(halvet), IV- hela,

X, aşevi babasının

hücresi.

M. Baha Tanman

evinde "ayin-i cem'lerde kurulan "muhabbet sofralarında "lokma görülmesi" (yemek yenilmesi) ve "dem alınması"dır (şarap ve rakı gibi alkollü içkiler içilmesi). Ayrıca telkin ayininde talibin aldığı abdest-lerin ilk ikisinin gusül abdesti niteliğinde olması da meydan evinin hamam ile olan bağlantısını açıklamaktadır. Yine burada meydan evi ile "kiler evf'nin yakın ilişkisi de "kiler evf'nin yalnız yiyecek ve içeceklerin değil aynı zamanda ayinlerde kullanılan çeşitli tarikat eşyasının (tespih, buhurdanlık, kandil, şamdan, teber, keşkül, nefir vb) saklandığı bir bölüm olması ile açıklanabilir. Nitekim Bektaşîlikten gayri tarikatların erkânından buna benzer hususlar olmadığı için bu tarikatlara bağlı tekkelerin hemen hiçbirisinde ayin mekânı ile mutfak, "kiler evi" ve hamam bölümleri arasında böylesine bir kaynaşma görülmez.

Meydan evinin duvarlarının üst kısmında, her kenarda birer tane olmak üzere, toplam on iki adet pencere sıralanmaktadır. Bunlar alttakiler ile aynı karakterde, ancak biraz daha küçüktür. Bu üst pencerelerin altında, köşelerinde Bektaşîliğin "alamet-i farikası" haline gelmiş olan on iki köşeli teslim taşlarının kabartma olarak yer aldığı birer dikdörtgen mermer levha bulunmaktadır. Bu levhalarda zamanında On iki tmam'ın isimlerinin yazılı olduğu kolayca tahmin edilebilir.

Meydan evinin mimari düzeninde en çok dikkati çeken ve tekkedeki bu bölümün tarikat mimarisi için olduğu kadar genel olarak Türk İslam mimarisi tarihinde önemli bir yer işgal etmesine sebep olan husus ise yapıda kullanılmış olan değişik örtü sistemidir. Şöyle ki, meydan evinin onikigen alanının tam ortasında, kaidesi ve başlığı onikigen olan daire kesitli bir mermer sütun yükselmekte, bu sütunun ekseni etrafında 360° dönen ve bu sütun ile duvarlara oturan, tuğla ile örülmüş bir tür "yelpaze tonoz" mekânı örtmektedir.

Bu arada sütunun yer aldığı noktanın Bektaşîlerce "dar" veya "dâr-ı Mansur" diye adlandırıldığı "vahdet", yani Tanrı ile birleşme makamı olarak kabul edildiği, ayrıca "sırat-ı müstakîm"i, yani Hakka giden doğru yolu sembolize ettiği ve ayinlerde çok önemli bir yeri olduğu göz önünde tutulur ise, bu noktada yer alan taşıyıcının

inşai (rasyonel) fonksiyonunun yamsıra en az onun kadar önemli bir de sembolik (irrasyonel) fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Hattâ bu mekânı kendilerine has inanç ve sembollere göre şekillendirmiş ve kullanmış olan Bektaşîlerin bu sütunu üst yapıyı taşıyan sıradan bir mimari unsur olarak değil, meydan evinin batini (esoterique) muhtevasının en kutsal bir parçası olarak telakki ettikleri rahatlıkla ileri sürülebilir.

Ayrıca bu sistemde tarikat sembolizminin bir tekkenin süsleme programını ne ölçüde etkileyebildiğini göstermesi bakımından dikkat çekici ayrıntılar yer almaktadır. Tabanında ve tepesinde silmeler ile donatılmış olan onikigen mermer kaidenin yüzlerinde, her yüzde bir tane olmak üzere, toplam 12 tane, şamdan üstünde mum kabartması, kaş kemerli nişler içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi Alevîlik temayülünün bulunduğu bütün tarikatlarda ve özellikle Bektaşilikte mum "çerağ" olarak isimlendirilir ve "nur-ı Muhammedî"yi, ayrıca Hz Muhammed ile aynı nurdan yaratıldığı kabul edilen Hz Ali'nin nurunu ve onun neslinden gelen On iki imam ile bu zatların manevi vârisleri olan velilerin nurlarım sembolize etmektedir. Şüphe yok ki kaidede yer alan on iki çerağ da On iki İmam'ın nuruna işaret etmektedir. Bu sembolik içerikli süslemenin meydan evinin "sırat-ı müstakim"! ifade eden orta noktasında yer alması da ayrıca dikkate değer. Sanki bu şekilde, On iki İmam'ın Tanrı'ya giden doğru yolu nurları ile aydınlattıkları gerçeği anlatılmak istenmiştir. Hurufî etkileri ile yoğrulmuş Bektaşî sembolizminde Arap alfabesindeki elif harfinin söz konusu kaidenin yer aldığı dar noktası ile aynı şeyleri ifade ettiği de hesaba katılır ise, bu kaidenin üstünde bir elif gibi göğe doğru yükselen sütunun da sırat-ı müstakimi sembolize ettiği düşünülebilir.

Bu arada söz konusu sütuna ait olup halen istanbul'da Türk inşaat ve Sanat Eserleri Müzesi'nde bulunan çok değişik bir bilezikten de söz etmek gerekir. Sütunu, kaideye oturduğu yerden kavradığı anlaşılan bu bilezik tunçtan mamul ve iki parçadan müteşekkil olup üzerinde eşit aralıklarla monte edilmiş on iki adet el yer almaktadır. Gerçekçi bir üsluba ve çok temiz bir işçiliğe sahip olan bu eller yumruk


Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin