Sütlüce Vapuru
Eser Tutel koleksiyonu
SÜTLÜCE MEZBAHASI
Beyoğlu llçesi'nde, Sütlüce'de, Haliç kıyısında yer alan bina, yapı topluluğunun en karakteristik binası olan kuleli buzhane binası ile dikkati çekmektedir. Mimarları Ahmed Burhaneddin, Osman Fıtri ve Marko Logos olarak bilinen binanın yapım tarihinin 1923 olduğu sanılmaktadır.
Toplam 20.000 m2 kullanım alanı olan tesisin Karaağaç Caddesi'nin kara tarafında kalan bölümünde garaj, tamirhane, marangozhane ile soyunma, levazım ve domuz kesim bölümleri, yolun deniz tarafında ise, buzhane, et satış pavyonu, kesimhane, ba-ğırsakhane, lokal ve işkembehane bölümleri bulunmaktadır. Mezbahanın yapımında kullanılan çelik strüktürlerle tuğla ve kiremit gibi yapı malzemeleri yurtdışından getirtilmiştir.
Yapıldığı yıllardan bu yana İstanbul'un en büyük et kesim yeri olan mezbaha, et kesim merkezinin buradan taşınmasıyla bir süredir yalnızca dağıtım merkezi olarak çalışmaktadır. B. Dalan'ın belediye başkanlığı yaptığı dönemde, Halic'in temizlenmesi ve çevresinin düzenlenmesi çalışmalarıyla bağlantılı olarak, binanın "kültür merkezi"ne dönüştürülmesi gündeme gelmiş ve bu amaçla üç farklı proje hazırlanmış, fakat bunlardan hiçbirisi uygulanmamıştır. Buzhane binası simetrik cephe düzeni, birer kubbe ile örtülü, sivri kemerli pencereleri, kademelenerek alçalan çatı parapeti ile sivri kemer arasında kalan, mavi çinilerle kaplı bölümleriyle, yapıldığı dönemin I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nü yansıtmaktadır.
Bibi. G. İncirlioğlu, "Sütlüce Mezbahası", Ar-kitekt, S. 3 (1991), s. 68.
YILDIZ SALMAN
SÜTLÜCE VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Şirket-i Hayriye'nin 63 baca numaralı vapuruydu. 1909'da, Fransa, Dunkerque'de Ati. & Chant. De France tezgâhlarında buharlı yolcu vapuru olarak inşa edildi. Aynı yıl hizmete girdi. 521 grostonluktu. Uzunluğu 44,2 m, genişliği 7,3 m, sukesimi 3 m idi. De France yapımı, toplam 645 beygirgü-cünde 2 adet tripil buhar makinesi vardı. Çift uskurlu olup saatte 10,5 mil hız yapıyordu. Yazın 876, kışın da 776 yolcu alı-
SÜTUNLAR
120
121
ŞABANÎLİK
kendi adına diktiği rölyefli sütun; İmparator Arkadios'un (hd 395-408) kendi adına diktiği rölyefli sütun (bak. Arkadios Sütunu); Arkadios'un, karısı Eudoksia adına diktiği sütun (bak. Eudoksia Sütunu); yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen Got-lar Sütunu(->); İmparator Markianos'un (hd 450-457) kendi adına diktirdiği heykelli sütundur (bak. Kıztaşı).
Bunlardan başka İmparator Constantinus'un annesi Helena ve 3 oğlu adına diktiği sütunlar, İmparator I. İustinianos'un (hd 527-565) kendi adına diktiği, üstünde atlı bronz heykelinin bulunduğu sütun ve nihayet yine atlı heykeli olan İmparator Fokas'ın (hd 602-610) anıtsal sütunu Au-gusteion'u(->) süslemekteydi.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre şehrin meydan ve yollarında hükümdarların atlı heykelleri ve geç imparatorluk dönemi âdetlerine uygun olarak imparatorluk ailesinin diğer mensuplarının heykelleri, sütunlar üzerinde yükseliyordu.
Bîbl. Müller-Wiener, Bildlexikon, 52-55; C. Mango, Le developpement urbain Constanti-nople (1V-VIF siecles), Paris, 1990; G. Dagron, Naissance d'une capitale. Constantinople et ses institutions de 330 â 451, Paris, 1974.
ASNU BİLBAN YALÇIN
yordu. Süvarisi önceleri Engli Kaptan'dı, sonra Tahsin Kaptan oldu, başmakinisti Dimitri Usta idi. Hünkâr iskelesi, Sultaniye, Küçüksu adlı üç de eşi vardı.
Şirket, gemi siparişlerini o zamana kadar hep İngiltere ve îskoçya'daki tersanelere verirken, ilk olarak bu dört vapuru bir Fransız tersanesine ısmarlamıştı. Ne var ki baş ve kıçları hayli yüksek olduğu için, halk bu gemileri pek beğenmedi. Sonradan Sütlüce'de Hasköy fabrikasında biraz şekil verilmek işlendiyse de, dengesi yeterince sağlanamadığından başarılı olunamadı.
I. Dünya Savaşı yıllarında ordu emrine verilen Sütlüce, 13 Kasım 1917'de Karadeniz'de Iğneada önlerinde, Pylkiy ile Bystryi adlı iki Rus savaş gemisinin açtığı bombardımanda iki mermi isabeti birden aldı. Vapurun iskele tarafı büyük hasara uğradı. Ayrıca makine kaportası da delik deşik oldu. Can kaybı olmadı. Çıkan yangın mürettebat tarafından zorlukla söndürüldü. Kısmen onarılan vapur Varna'ya doğru yoluna devam etti. Ama bu sefer de şiddetli fırtına yüzünden mendireğe sığınmak isterken çifte demir atmış olmasına rağmen karaya oturdu. Ancak istanbul'dan gönderilen bir römorkör ve Prens Boris adlı Bulgar vapuru tarafından çekilerek kurtarıldı. İstanbul'a getirilen Sütlüce, Hasköy fabrikasında esaslı bir şekilde ona-rıldıktan sonra 1919'da tekrar hizmete sokuldu. Şirket-i Hayriye'nin 1945'te Münakalât Vekâleti tarafından satın alınması üzerine Devlet Denizyolları İşletmesi Umum Müdürlüğü'ne geçti.
65 yıl aralıksız çalışan Sütlüce, 1974'te hizmet dışı bırakıldı ve aynı yıl eylül başında satıldıktan sonra kısmen tadil edilerek 397 grostonluk kuru yük teknesi haline getirildi. Kazanı ve makineleri çıkarılarak yerine dizel motor yerleştirildi, 1975'te Hızır Kaptan adıyla hizmete sokuldu. 1977' de İhsan Taman ve Ortaklan Şirketi'ne satılınca bu sefer de Tamanlar adını aldı. Türk loydunun 1994 Sicil Kitabı'nda adı Tarık Güner ve sahipleri olarak da Hüsnü ve Emin Güner adlı kişiler gözüküyor. ESER TUTEL
SÜTUNLAR
Mimaride silindir bir gövdeye sahip düşey taşıyıcı. Sütun ayak, gövde ve başlıktan oluşur. Üstündeki -duvar, tavan gibi- ağırlığı desteklemek gibi pratik bir ihtiyaçtan doğan sütun, daha sonra dekoratif işlevle-
Bartlett'in çizgileriyle Çemberlitaş (solda) ve Kıztaşı, 19. yy. Pardoe, Bosphorus/Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
re sahip olarak çağlar boyunca birçok tipte gelişmiştir (anıtsal, onursal sütunlar gibi).
Sütunun doğuşu hakkında Romalı mimar Vitruvius'un (MÖ 1. yy) verdiği açıklama oldukça akla yatkındır. Buna göre sütunlar, primitif yapılarda tavanı taşıyan ağaç gövdesinden esinlenilerek yapılmışlardır.
Sütunun işlevleri arasında en tipik olanı ritmik bir şekilde sıralanmasıdır (revak gibi). Böyle olunca sütunlar, aralarında mesafe bırakılarak yerleştirilmiş olup belli bir arşitrav sistemini taşırlar. Roma döneminden itibaren bu sistemde kemerler tercih edilir. Diğer bir işlevi ise dekoratif olmasıdır. Bu görevde sütunlar taşıyıcı nitelikte olmayıp sadece binanın süslenmesinde rol oynarlar. Bunun yanında anıtsal sütunlar, zafer sütunları, sınır sütunları ve uzaklık belirten ölçü sütunları da bulunur.
İstanbul'da Bizans döneminde birçok anıtsal sütun dikilmiştir. Ne yazık ki, bunların çoğu günümüze ulaşamamıştır. Bugün hâlâ izleri kalmış olan Bizans dönemi sütunları İmparator I. Constantinus'un (hd 324-337) kendi adına, heykeliyle birlikte diktiği sütun -bugünkü adıyla Çem-berlitaş(->)-; İmparator Constantinus'un Delphi'den getirdiği Burmak Sütun(-0; İmparator I. Theodosius'un (hd 379-395)
ŞABANILİK
16. yy'ın ortalarında Şaban-ı Velî (ö. 1569) tarafından Kastamonu'da kurulan tarikat.
Halvetîliğin(->) dört ana kolundan (Şemsîlik), Ahmedîlik, Cemalîlik, Ruşenî-lik) birisi olan Cemalîlikten ayrılan Şabanî-lik, İstanbul'un gündelik hayatına birbirini izleyen iki ayrı aşamada girmiştir. Birinci aşama, Şaban-ı Velî'nin henüz hayatta olduğu dönemde tarikata mensup bazı şeyhlerin İstanbul'da yürüttükleri faaliyetlerle gerçekleşmiş, fakat 16. yy boyunca süren bu çabaların sonucunda Şabanîlik şehir hayatına yeterince nüfuz edememiştir. Bu döneme ait kayda değer başlıca faaliyet, Şaban-ı Velî müntesiplerinden Sü-leymaniye Camii vaizi Muharrem Efen-di'nin çevresinde dar kapsamlı bir Şabanı zümresinin oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Tarikatın 16. yy'ın ortalarından 17. yy'a ka-darki bu süreç içinde şehrin gündelik hayatında tam anlamıyla kurumsallaşamadı-ğı, Halvetîliğin İstanbul'da kurulan ilk kolu olan Sünbülîlik(->) karşısında varlık gösteremediği, eldeki mevcut bilgiler çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. 17. yy'ın ortalarından itibaren başlayan ve Şabanîliğin İstanbul'da güçlü bir tekke organizasyonu meydana getiren kurumlaşmasını sağlayan ikinci aşama ise, tarikattan kendi adına kol ayıran Ali Alaeddin el-Atvel (ö. 1685) ile gerçekleşmiştir. Kurucusunun lakabından dolayı Karabaşîlik olarak anılan bu koldan daha sonra ayrılarak faaliyetleri birbirini izleyen Nasuhîlik, Çerkeşîlik ve Kuşadavîlik, İstanbul'daki Şabanî örgütlenmesinin temellerini atmışlardır.
Şabanîliğin kurucusu Şaban-ı Velî, Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'ne bağlı Ça-kırçayı Köyü'nde doğmuş, küçük yaşta anne ve babası vefat ettiği için hayırsever bir kadın tarafından evlat edinilerek yetiştirilmiştir, ilk dini bilgileri Kastamonu'da alan Şaban-ı Velî, II. Bayezid döneminin (1481-1512) sonlarına doğru İstanbul'a gelerek medreseye devam etmiş ve I. Selim'in (Yavuz) (hd 1512-1520) saltanat yıllarına rastlayan bu dönemde tasavvufa yönelmiştir. Söz konusu zaman kesiti, Halvetiliğin İstanbul ve Anadolu'da etkin bir şekilde faaliyetlerini yürüttüğü, toplumun farklı kesimleri tarafından rağbet gördüğü bir dönemdir. Halvetî şeyhlerinin bu süre zar-
fında başta II. Bayezid olmak üzere devletin üst kademelerine mensup yöneticilerle kurduğu yakın ilişki, tarikatın ulema çevresinde hatırı sayılır bir güce ulaşmasını sağlamış, Anadolu'da görev yapan pek çok devlet görevlisi tarikata bağlanmak suretiyle bu mistik kuruluşu toplum hayatında ön plana çıkarmışlardır. Şaban-ı Ve- , lî'nin tasavvufa yöneldiği İstanbul'daki medrese yıllarında, Halvetî faaliyetlerine ilgi duyduğu ve şehir hayatında yaygınlık kazanan bu tarikata ait tekkelere devam ettiği bilinmektedir. 1519'da İstanbul'dan ayrılarak Bolu'da ünlü Halvetî şeyhlerinden Hayreddin Tokadî'ye intisap etmesi, bu ilginin doğal bir sonucudur. Hayreddin To-kadî'nin aynı zamanda Halvetîliği 15. yy'ın sonlarında İstanbul'un gündelik hayatına sokan Cemaleddin Halvetî'nin(-») halifesi olması, daha sonra Şaban-ı Velî tarafından kurulan Şabanîliğin de silsile itibariyle tarikatın Cemalî koluna bağlanmasını sağlamıştır. Bu silsile Hayreddin Tokadî ve Cemaleddin Halvetî aracılığıyla tarikatın kurucusu Pir Ömer Halvetî'ye ulaşmaktadır.
16. yy'ın ortalarında merkez tekkesini Kastamonu'da kuran Şabanîlik, İstanbul'da Halvetîliğin en yaygın kolu sayılan Sünbü- lîliğin tersine daha çok Orta Anadolu'da faaliyetlerini yürütmüş, tarikatın İstan bul'daki örgütlenmesi ise merkez tekke meşihatını temsil eden şeyhlere bağlı ha lifeler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.
İstanbul'da 16. yy'ın sonlarına doğru şekillenmeye başlayan erken dönem Şabanî faaliyetlerinin odak noktasını, Süley-maniye Camii vaizi Muharrem Efendi oluşturmakta, ancak gerek kişiliği gerekse faaliyetlerinin çapı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Şaban-ı Velî'nin İstanbul'daki medrese yıllarında arkadaşı olduğu, daha sonra kendisine intisap etmek suretiyle Şabanîliğe bağlandığı ve Şa-ban-ı Velî'nin vefatı sırasında Kastamonu'da bulunduğu, mürşidine yakınlığı nedeniyle cenaze namazının tarafından kıldı-rıldığı eski kaynaklardaki bilgiler arasındadır. Muharrem Efendi'nin İstanbul'a döndükten sonra yürüttüğü bütün faaliyetleri bugün için karanlıkta kalmakta ve bu nedenle tarikatın 17. yy'ın ortalarına kadar uzanan tarihi yeterince açıklık kazanma-maktadır.
17. yy'ın ikinci yarısından itibaren baş layan dönem, Şabanîliğin İstanbul hayatın da bir mistik kuruluş olarak yerini aldığı zaman kesitidir. Bu dönemde tarikat, ken di tekke organizasyonunu kurmuş, çeşitli kollara ayrılmak suretiyle şehir hayatına iyice nüfuz etmiştir. Şabanîliğin İstanbul'da örgütlendiği bu dönemde tarikatın yöne timi, Kastamonu'daki merkezi organizas yona bağlı olarak yürütülmüştür.
Tarikatın merkezi sayılan Kastamonu'daki Şaban-ı Velî Tekkesi'nin 1569-1604 arasında meşihatını üstlenen şeyhler, Şaban-ı Velî'nin birinci kuşak halifeleri olup tarikat adına İstanbul'daki faaliyetleri yürüten halifeleri yetiştiren çekirdek kadroyu meydana getirirler. Posta geçiş sırasına göre bu şeyhler Osman Efendi (ö. 1569), Hayreddin Efendi (ö. 1579), Ab-
dülbaki Efendi (ö. 1589) ve Muhyieddin Efendi'dir (ö. 1604).
Şaban-ı Velî'nin birinci kuşak halifelerinden Kastamonu'daki merkez tekke post-nişini Abdülbaki Efendi, İstanbul Şabanî silsilesinin bağlandığı şeyh olması bakımından büyük önem taşır. Kendisinden sonra merkez tekkenin postuna halifesi Ömer Fuadî Efendi (ö. 1636) geçmiş ve sırasıyla ismail Kudsî Efendi (ö. 1645) ile oğlu Mustafa Musliheddin Efendi (ö. 1660) kendisini izlemişlerdir. Şabanîlikten kendi adına Karabaşîlik kolunu ayıran Ali Alaeddin el-Atvel, bu silsileye mensup şeyhlerden önce İsmail Kudsî Efendi'ye intisap ederek Şabanî hilafeti almış, daha sonra Musliheddin Mustafa'nın sohbetlerine katılarak tasavvuf konusunda derinleşmiştir.
löll'de Arapkir'de doğan Ali Alaeddin el-Atvel, Şabanîliği ilk defa İstanbul'da kendi kurduğu Karabaşîlik kolu aracılığıyla örgütleyen şeyh olarak tanınır. Karabaş Velî lakabıyla da tanınan Ali Alaeddin el-Atvel, Kastamonu'daki Şaban-ı Velî Tekkesi postnişinleri İsmail Kudsî Efendi ile Mustafa Musliheddin Efendi'nin yanında tasavvuf eğitimi gördükten sonra l669'da İstanbul'a gelerek ilk örgütlü Şabanî faaliyetlerine başlamıştır.
İstanbul'da örgütlenen ilk Şabanî kolu olan Karabaşîliğin merkezi önceleri Üsküdar'daki Rum Mehmed Paşa Camii bünyesindeki tekke iken daha sonra yine aynı semtteki Atik Valide Külliyesi'ne bağlı Atik Valide Tekkesi'ne taşınmıştır. III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) annesi Nurbânu Valide Sultan tarafından 1570-1579 arasında Mimar Sinan'a(->) yaptırılan Atik Valide Külliyesi(-0 bünyesindeki tekke, Karabaşîliğin İstanbul'daki merkezi olarak kabul edilir. Kuruluşundan l670'e kadar Halvetî-liğe bağlı bulunan tekke, bu tarihte Şeyh Mehmed Efendi'nin vefatı ve yerine Ali Alaeddin el-Atvel'in geçmesiyle Karabaşîliğin denetimine girmiştir. Atik Valide Tek-kesi'ndeki Karabaşî meşihatı, Ali Alaeddin el-Atvel'in yönetiminde l679'a kadar devam etmiş, bu tarihte hakkında çıkan pek çok dedikodu ve medrese çevrelerinin kendisine cephe alması nedeniyle Limni'ye sürülmüş, tekkenin denetimi de Bülbül-cüzade Abdülkerim Fethi Efendi (ö. 1694) tarafından Halvetîliğin Sivasî koluna geçirilmiştir.
Atik Valide Tekkesi'nde 1670-1679 arasındaki ilk Karabaşî meşihatı, Ali Alaeddin el-Atvel'in halifeleri tarafından kurulan tekkeler aracılığıyla sürdürülmüş ve böylece Şabanîlik 17. yy'ın sonlarında İstanbul'un gündelik hayatına daha derinden nüfuz edebilecek tarikat merkezlerine sahip olabilmiştir. Bu merkezlerden ilki tarikatın yaygınlık kazandığı Üsküdar'da Na-suhî Mehmed Efendi (ö. 1718) tarafından faaliyete geçirilen Nasuhî Tekkesi'dir(->). l687'de Sadrazam Morali Hasan Paşa'mn Nasuhî Mehmed Efendi için inşa ettirdiği bu tekke aynı zamanda Şabanîliğin Karabaşîlik kolundan ayrılan Nasuhîliğin İstanbul'daki merkezi olması bakımından önem taşımaktadır. IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) kızı Hatice Sultan (ö. 1743) ile ev-
ŞABANIIİK
122
123
ŞABANÎLİK
lenen Sadrazam Hasan Paşa, Nasuhî Meh-med Efendi'nin kişiliğinde Şabanîliğe büyük yardımda bulunmuş, tarikatın Osmanlı üst tabakasında rağbet görmesinde rol oynamıştır.
Ali Alaeddin el-AtvePin halifesi ve Na-suhîliğin kurucusu Nasuhî Mehmed Efendi, Üsküdar'da doğmuştur. Babası Sipahi Ocağı mensuplarından Nasuh Bey'dir. 17. yy'ın sonlarında Karabaşîlikten sonra İstanbul'un gündelik hayatına giren ikinci Şaba-nî kolu sayılan Nasuhîlik, kurucusunun aynı zamanda Şabanî organizasyonu içinde içtihat sahibi güçlü bir mutasavvıf olması nedeniyle Libya, Tunus, Cezayir gibi Osmanlı hâkimiyeti altındaki ülkelere de yayılmıştır.
Nasuhîlik 17. yy'ın sonlarından itibaren istanbul'da Nasuhî Mehmed Efendi ailesine mensup şeyhler tarafından temsil edilmiştir. Nasuhîzadeler olarak tanınan bu aile, Şabanî organizasyonu içinde İstanbul'daki faaliyetleri en uzun ve sürekli olan yönetici şeyh grubunu meydana getirmiştir. Nasuhî Mehmed Efendi'nden sonra tekke meşihatı babadan oğula geçmek suretiyle yürütülmüş ve sırasıyla Alaeddin Efendi (ö. 1751), Mehmed Fazlullah Efendi (ö. 1796), Abdurrahman Şemseddin Efendi (ö. 1833), Mehmed Muhyieddin Efendi (ö. 1898) ile Mehmed Kerameddin Efendi, Nasuhî Tekkesi'nde postnişinlik yapmışlardır. Bu şeyhler arasında Abdurrahman Şemseddin Efendi, Nasuhîliğin İstanbul'daki Şabanî organizasyonu içinde güçlenmesini sağlayan şeyhlerden birisi olarak dikkati çeker. Yetiştirdiği halifelerinden Halil Fahreddin Efendi (ö. 1841), Fatih'teki Boyalı Mehmed Paşa Tekkesi meşihatını Halvetiliğin Sivasî kolundan alarak Nasuhîliğe bağlamış ve bu merkez 1823-1841 arasında Şabanîliğin suriçinde-ki önemli faaliyet odaklarından birisi olmuştur. Boyalı Mehmed Paşa Tekkesi'nin Şabanîliğin Nasuhî koluna bağlanmasının
ayrıca tarikatın tarihinde Halvetiliğin Sivasî koluyla kurulan kültürel ilişki açısından da önemi vardır. Boyalı Mehmed Paşa Tekkesi'nin ilk postnişini Abdülahad Nurî'nin(->) halifelerinden Bülbülcüzade lakabıyla tanınan Abdülkerim Fethî Efendi (ö. 1694), Atik Valide Tekkesi'nde Ali Alaeddin el-Atvel'in temsil ettiği Karabaşı meşihatını Sivasî organizasyonuna bağlayan mutasavvıftır. Bülbülcüzadeler olarak tanınan Sivasî ailesinin Boyalı Mehmed Paşa Tekkesi'ndeki meşihatının 19. yy'ın başlarında Nasuhîliğe geçmesi ise Sivasîlik ile Şabanîliğin İstanbul Halvetî kültürü bünyesinde kurdukları ilişkinin çarpıcı bir göstergesidir.
Ali Alaeddin el-Atvel'in Nasuhî Mehmed Efendi'den sonra hilafet verdiği ikinci şeyh, Maçka Tekkesi'nin kurucusu Mustafa Fanî Efendi'dir (ö. 1710). Maçka Tekkesi, 17. yy'ın sonlarında bir Karabaşî merkezi olarak faaliyete geçmiş, Mustafa Fanî Efendi'den sonra meşihat görevini üstlenen oğlu ve torunu Mehmed Fahreddin Efendi (ö. 1750) ile Ali Efendi'nin (ö. 1777) postnişinlik dönemlerinde Nasuhîliğe bağlanmıştır. Ali Efendi'nin 1777'de vefatıyla birlikte tekke, İsmail Efendi (ö. 1807) aracılığıyla Halvetîliğin Sünbülî koluna bağlanmıştır.
Karabaşîliğin kurucusu Ali Alaeddin el-Atvel'in üçüncü halifesi, aynı zamanda oğlu olan Manevî Mustafa Efendi'dir (ö. 1702). 16. yy'ın sonlarında Sadrazam So-kollu Mehmed Paşa tarafından Kadırga'da Mimar Sinan'a inşa ettirilen külliye bünyesindeki Halvetîliğe bağlı Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi'nde postnişinlik yapan Celvetî şeyhi Abdülhay Efendi'ninC-») 1691' de meşihatının Aziz Mahmud Hüdaî Tek-kesi'ne nakledilmesiyle Manevî Mustafa Efendi, tekkeyi bu tarihte Karabaşîliğe bağlamış fakat bu merkez 18. yy'ın başlarında tekrar Gelvetî denetimine geçmiştir. Ali Alaeddin el-Atvel'in dördüncü halifesi Ke-
Şabanîliğin İstanbul'da ilk temsil edildiği merkez olan Atik Valide Tekkesi'nin havadan görünüşü. Vakıflar Arşivi
restecizade Mehmed Ledünnî Efendi (ö. 1708) ise, 16. yy'ın sonlarında Kasımpaşa'da Haşimî Osman Efendi (ö. 1595) tarafından bir Bayramî/Melamî merkezi olarak kurulan Saçlı Emir Tekkesi'nde(-*) 1700-1708 arasında Karabaşî meşihatını temsil etmiştir. Ancak tekkenin "evladiye vakfı" şeklinde düzenlenen vakfiye kayıtlarına göre Mehmed Ledünnî Efendi, ilk postnişin Haşimî Osman Efendi ailesinin başka bir koluna mensup bulunup, hilafetini Şabanîlikten almakla birlikte yalnızca tekkedeki tarikat usulünü değiştirmiş, buna karşın tekke idari açıdan Haşimî Osman Efendi ailesinin denetiminde kalmıştır. Saçlı Emir Tekkesi'ndeki Karabaşî meşihatının Şabanîlik tarihi açısından önemi, tarikatın İstanbul tasavvuf kültüm çerçevesinde Melamîlik(->) ile bu merkezde ilişki kurmasıdır. Melamîliğe en yakın Halvetî kolu sayılan Şabanîliğin, Saçlı Emir Tekkesi'nde şekillenen bu temel özelliği daha sonra tarikatın Kuşadavîlik kolu tarafından sürdürülecek ve Ahmed Âmiş Efendi' nin(-0 kişiliğinde 20. yy'ın başlarına kadar İstanbul'un gündelik hayatındaki canlılığını koruyacaktır. Karabaşîliğin İstanbul'daki faaliyetlerini yaygınlaştıran Ali Alaeddin el-Atvel'in son halifesi ise Ünsî Hasan Efendi'dir (ö. 1724). Eminönü'nde II. Bayezid dönemi ulemasından Tebrizli Muhyieddin Mehmed Efendi tarafından bir Halvetî merkezi olarak inşa ettirilen Aydı-noğlu Tekkesi'nin(->) postnişinliğini, Kadi-rî şeyhi Aydmzade Mehmed Efendi'nin meşihatının 1683'te kaldırılmasıyla üstlenen Ünsî Hasan Efendi, bu tekkeyi Karabaşîliğe bağlamış ve kendisinden sonra yerine geçen halifesi Mehmed Garib Efendi (ö. 1742) vefatına kadar, Karabaşî yönetimini sürdürmüştür.
İstanbul'da 17. yy'da Karabaşîlik, 18. yy' da Nasuhîlik tarafından temsil edilen Şabanîlik, 19. yy'da Çerkeşîlik ve Kuşadavîlik ile toplum hayatındaki etkisini devam ettirmiştir. Şabanîliğin Nasuhî kolundan ayrılan Çerkeşîliğin kurucusu, Mustafa Çerkeşî Efendi'dir (ö. 1814). İstanbul Şabanîliği-nin tarihinde 18. yy'dan 19. yy'a bir geçiş tarikatı olma özelliğini taşıyan ve Kuşada-vîliğin doğmasına yol açan Çerkeşîlik, şehir hayatında yaygınlık kazanamamıştır. Fatih'te 18. yy'ın ikinci yarısında Süleyman Efendi (ö. 1799) tarafından bir Nakşibendî merkezi olarak kurulan Beşikçizade Tekkesi'ni(-t) 18l6'da Çerkeşî meşihatına bağlayan Beypazarlı Ali Efendi (ö. 1819), Mustafa Çerkeşî'nin İstanbul'da faaliyet gösteren en önemli halifesidir. Önce Fatih'teki Atpazarı Tekkesi'nde(-») bir süre misafir olarak kalmış, ardından Beşikçizade Tekkesi postnişinliğine atanmıştır. Yetiştirdiği halifelerinden Kuşadalı İbrahim Efendi(->) Çerkeşîlikten ayrılan Kuşadavî-liğin kurucusu olup bu tarikat İstanbul'daki Şabanî faaliyetlerinin son büyük halkasını meydana getirir. Çerkeşîliğin ikinci merkezi Fatih'teki Semerci İbrahim Efendi Tekkesi'dir(->). Akşemseddin Tekkesi adıyla da tanınan bu merkez, Mustafa Çerkeşî'nin halifelerinden Geredeli Semerci İbra-himEfendi (ö. 1831) tarafından Çerkeşîliğe
bağlanmıştır. Vefatından sonra yerine geçen Halil Efendi (ö. 1858) Şabanîliğin Çerkeşî kolundan ayrılan Geredevîliğin kurucusudur. Geredevî meşihatını bu tekkede kendisiyle aynı adı taşıyan oğlu Halil Efendi (ö. 1914) sürdürmüştür. Geredevîliğin İstanbul'daki Şabanî örgütlenmesi içinde ikinci önemli merkezi, Aksaray'daki Ek-mel Tekkesi'dir. Tarikatın kurucusu Halil Efendi'nin halifelerinden Ömer Fuadî Efendi (ö. 1858), 1849'da Ekmel Tekkesi'ndeki Gülşenî meşihatını, Mehmed Nureddin Efendi'nin vefatıyla birlikte Geredevîliğe bağlamış, kendisinden sonra posta geçen ailesine mensup şeyhlerden Abdullah Rüş-dî Efendi (ö. 1881), Yakub Efendi (ö. 1901) ve Mehmed Salaheddin Efendi bu tarikatın İstanbul'daki son temsilcileri olmuşlardır. Halil Efendi'nin bir diğer halifesi Salcı Ali Efendi (ö. 1842) ise, Eğrikapı dışındaki Ce-maleddin Uşşakî Tekkesi(->) postnişinliğini üstlenmiş, mensubu bulunduğu aile, İstanbul'da Şalcızadeler olarak tanınmıştır.
Şabanîliğin İstanbul'da Çerkeşîlikten ayrılan son büyük kolu, Kuşadavîliktir. Mustafa Çerkeşî'nin halifelerinden Beşikçizade Tekkesi postnişini Beypazarlı Ali Efendi'den tarikat icazeti alan Kuşadalı İbrahim Efendi (ö. 1845), 1819'da Aksaray'da Hacı Halil Ağa (ö. 1820) tarafından kendisi için inşa ettirilen Kuşadalı Tekke-si'nde(->) faaliyete başlamış, fakat 1833'te çıkan bir yangın sonucu tekkesinin yanması sonucu müritlerini evinde sohbetle eğitme yolunu seçmiştir. Kuşadavîlik, İstanbul'daki Melamî-meşrep Şabanîliğin zengin tasavvuf kültürünü barındıran bir kol olarak dikkat çeker. Tarikata ait tekkelerde postnişinlik yapan bütün şeyhlerin tasavvuf anlayışlarında bu temel özelliği görmek mümkündür. Kuşadalı İbrahim Efendi, İstanbul'un mistik hayatına damgasını vuran son dönem Şabanî mutasavvıflarını yetiştiren bir kişi olarak da ayrıca büyük bir öneme sahiptir. Hilafet verdiği bu kişilerden Muhammed Tevfik Bosnavî (ö. 1866), üçüncü devre Melamîlerinden Ahmed Âmiş Efendi'yi Şabanîliğe bağlamış, böylece Melamî-meşrep Şabanîliğin İstanbul hayatındaki etkisi Cumhuriyet döneminde de devam edebilme şansına kavuşmuştur. Muhammed Tevfik Bosnavî'nin diğer halifesi Mustafa Enverî (ö. 1872) ise, Üsküdar'daki Nalçacı Tekkesi'nde(->) Ku-şadavîliği temsil etmiş, kendisini oğlu Mehmed Tayyar Bey'in (ö. 1910) meşihatı izlemiştir. Muhammed Tevfik Bosnavî gibi Kuşadalı İbrahim Efendi'nin birinci kuşak halifeleri arasında olan Ali Efendi (ö. 1855), Mehmed Kınmî Efendi (ö. 1856) ve Ahmed İzzet Efendi (ö. 1875), Fatih'teki Lokmacı Tekkesi'nde(->) Kuşadavî meşihatını temsil etmişlerdir. Lokmacı Tekkesi'nin yanısıra suriçinde Küçükayasofya Tekke-si(->) ile sur dışında Seyyid Nizam Tekke-si(->) son dönem Şabanîliğinin Kuşadavî koluna bağlı faaliyet merkezleridir.
İstanbul'da Şabanîliğin diğer tarikatlarla olan sosyokültürel ilişkisinde bu tarikatlara ait devraldığı tekkelerin belirleyici rolü vardır. Bu tekkelerden en kalabalık grubu Şabanîliğin bağlı bulunduğu Halvetîli-
"Yâ Hazret-i Şeyh Sultan ibrahim Kuşadalı" yazılı hattat Sami Efendi'ye ait bir levha. Y. N. Öztürk, Kuşadalı ibrahim Halveti, İst., 1982
ğin diğer kollarına ait merkezler oluşturur. Buna göre Halvetîlikten Altuncuzade Tekkesi (Şehzadebaşı), Ümmi Ahmed Efendi Tekkesi (Üsküdar), Atik Valide Tekkesi (Üsküdar) ve Nalçacı Tekkesi (Üsküdar); Sivasîlikten Boyalı Mehmed Paşa Tekkesi (Fatih); Sünbülîlikten Seyyid Baba Tekkesi (Haseki); Gülşenîlikten Ûmmi Sinan Tekkesi (Şehremini) ile Ekmel Tekkesi (Aksaray); Cerrahîlikten Seyyid Fey-zullah Efendi Tekkesi (Üsküdar) ile Durmuş Dede Tekkesi (Rumelihisarı) ve Uşşa-kîlikten Cemaleddin Uşşakî Tekkesi (Eğrikapı harici) olmak üzere toplam 11 tekke değişik tarihlerde Şabanî meşihatına geçmiş, bunları diğer tarikatlara ait olan Kadirîlikten Emirler Tekkesi (Kocamustafapa-şa); Bayramîlikten Oğlanlar Tekkesi (Aksaray); Nakşibendîlikten Ataullah Efendi Tekkesi (Kanlıca) ile Beşikçizade Tekkesi (Fatih); Celvetîlikten Atpazarı Tekkesi (Fatih) ile Semerci İbrahim Efendi Tekkesi (Fatih) izlemiştir.
Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no. 7765 (18 Recep 1225); BOA, Cevdet Evkaf, no. 32214 (Cemaziyülâhır 1227); BOA, Cevdet Evkaf, no. 28295 (Şaban 1232); BOA, Cevdet Evkaf, no. 12377 (21 Rebiyülevvel 1235); BOA, Cevdet Evkaf, no. 11217 (Şaban 1240); BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, no. 17107 (2 Ramazan 1274); BOA, Cevdet Evkaf, no. 20375 (23 Rebiyülâhır 1281); BOA, Cevdet Evkaf, no. 20120 (Cemaziyülev-vel 1285); BOA, Yıldız Mütenevvi Maruzat, Dosya: 13, sıra no. 81, (14. 3. 1301); BOA, irade Evkaf, no. 2560/8 (27 Zilkade 1321); CSR, Dosya A/66, 74, 85, 169, 228, 231; Ömer Fuadî, Menakıb-ı Şa'baniye, Kastamonu, 1294; Ayvansarayî, Hadîka, II, 231-232; Ayvansara-yî, Mecmua-i Tevârih, 64; Şeyhî, Vekayiu'l-Fu-zalâ, I, 51; Hocazade, Ziyaret, 107-108, 127-132; Sicill-i Osmanî, IV, 557; Osmanlı Müellifleri, I, 166-167; A. Gölpınarlı, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, İst., 1969, s. 208-210; İ. Ozanoğlu, Türk Büyüklerinden Ünlü Bilgin ve Mutasavvıf Şaban-ı Velî. Hayatı, Eserleri ve Külliyesi, Kastamonu, 1966; L. Nihâi Yazar, Halvetîliğin Şa'baniye Kolu. Menâkıb-ı Şa'bân-ı Velî ve Türbenâme, Ankara, 1985; A. Abdülkadiroğlu, Halvetîlik'in Şa'baniyyeKolu. Şeyh Şa'bân-ı Velî ve Külliyesi, Ankara, 1991; M. İhsan Oğuz, Hazret-i Şa'ban-ı Velî ve Mustafa Çerkeşî, İst., 1993; R. Serin, islâm Tasavvufunda Halvetîlik ve Halvetîler, İst., 1984, s. 117-121; Y. N. Öztürk, Büyük Türk Mutasavvıfı Muhammed Tevfîk Bosnevî. Hayatı Mektupları. Halifeleri, İst., 1981; ay, Kuşadalı İbrahim Halvetî. Hayatı. Düşünceleri. Mektupla-
rı, İst., 1982; H. J. Kissling, "Şa'ban Velî und die Şabanijje", Dissertationes Orientales etBal-canicae Collectae: J. Das Derunschtum, Münih, 1986, s. 99-122.
EKREM IŞIN
Dostları ilə paylaş: |