I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə51/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   140

Şerif Muhiddin Targan

TETJVArfivi

bölümü saz musikisine ait 25 kadar eser bırakmıştır. Tanınmış eserleri, "Kapris", "Kanatlarım Olsaydı", "Koşan Çocuk", "Etüde Orientale" ile ferahfeza, hüzzam, dügâh ve uşşak saz semaileridir.

Bibi. İnal, Hoş Soda, 271; S. K. Aksüt, 500 Yıl-hk Türk Musikisi Antolojisi, İst., 1967, s. 114; R. Kalaycıoğlu, Türk Musikisi Bestekârları Külliyatı, II, İst., ty; M. Güntekin, "Şerif Muhid-din'in Ud Metodu", Tercüman (16 Nisan 1991); M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989, s. 114; Öztuna, BTMA, II, 377. MEHMET GÜNTEKlN

TARIK ZAFER TUNAYA KÜLTÜR MERKEZİ

Beyoğlu'nda(->) Şahkulu Bostanı Soka-ğı'ndadır. Eski evlendirme dairesinin restore edilmesiyle oluşturulmuş ve Büyükşe-hir Belediyesi Kültür işleri Daire Başkan-lığı'nca 29 Ocak 1993'te hizmete açılmıştır.

Kültür merkezine, büyükşehir belediyesi tarafından, anayasa hukuku profesörü ve siyaset bilimcisi Tarık Zafer Tuna-ya'mn adı verilmiştir.

Halen İstanbul Büyükşehir Belediye-si'ne bağlı Kültür ve Sanat Ürünleri Ticaret AŞ tarafından işletilen Tarık Zafer Tuna-ya Kültür Merkezi'nin bünyesinde çeşitli bölümler bulunmaktadır. Sinema salonu 104 koltuk kapasitelidir. Sezon boyunca, birer hafta süreyle saat 19.00'dan başlayarak 16 mm ve 35 mm'lik film gösterimleri yapılmaktadır. 131 koltuk kapasiteli tiyatro salonu, amatör ve profesyonel tiyatro gruplarına sezon içinde kiralanmaktadır. Sezon dışında da Kültür işleri Daire Başkanlığı işbirliği ile tiyatro kursları düzenlenmektedir.

150 koltuk kapasitesine sahip çok amaçlı salon konferans, seminer, panel, toplantı, dinleti ve çeşidi gösteriler için kullanılmaktadır. 36 m2 genişliğindeki sergi salonu, büyükşehir belediyesi koleksiyonlarından derlenen sergiler ve diğer sergiler için kullanılmaktadır.

Hergün 08.30-22.00 arası faaliyet gösteren kültür merkezinde 60 rrf'lik mekân ka-fe olarak hizmet vermektedir.

istanbul

TARIM

istanbul, tarihinin hiçbir döneminde bir tarım ili olmamış; tarımsal üretim her zaman ticaret ve hizmet sektörünün, sanayinin kurulduğu dönemlerden sonra da sanayinin gerisinde kalmıştır. Buna karşılık, yine tarihin her döneminde kentin beslenme ihtiyacı ve talebi büyük olduğundan, özellikle tarım ürünleri açısından, ağırlıklı olarak bölge (il) dışına bağımlı bir yapı göstermiştir. Yine de Osmanlı döneminde, şehrin çevresinde tarım toprakları, şehrin yakınlarında ve içinde de bağlar(-»), bahçeler^), bostanlar(-») vardı ve burada gündelik sebze ve meyve ihtiyacına yönelik üretim yapılıyordu.

istanbul'da tarımsal faaliyet ve üretim alanlarının daralması, bir yandan hızlı kentleşmeye, öte yandan sanayinin 1950 sonrasındaki gelişmesine bağlıdır.

istanbul'un tarımsal varlığını tespit eden ilk sayımlardan biri 1913 Tarım Sayımı'dır. 1913 Tarım Sayımı'nın verileri, istanbul'un o dönemde de tarımda geri bir yöre olduğunu, üretiminin şehrin günlük tüketimine yöneldiğini göstermektedir. 1913'te, bütün Osmanlı ülkesindeki ekili toprakların sadece binde 4'ü istanbul'daydı, tüm üretimin ise sadece binde 3'ünü sağlayabiliyordu. Bu alanların dörtte üçünde tahıl tarımı yapılıyordu.

istanbul'un sadece bezelye üretiminde ülkede ilk sırayı alması (üretimin yüzde 67,2'si) ilgi çekiciydi. Bezelyeyi havuç (tüm üretimin yüzde 8,9'u), yulaf (yüzde 4,5), soğan (yüzde 4,7), fasulye (yüzde 3,9) izliyordu. Az bir miktar tütün dışında sanayi bitkileri üretimi hemen hemen yok gibiydi. Bağcılık ve meyve bahçeleri görece önemli sayılabilirdi. Üsküdar Sancağı, Yalova, Çatalca Sancağı, bağcılık merkezleriydi. 1913'te bu bağlardan 23.000 tondan fazla ürün elde ediliyor, şarap ve rakı üretiliyordu.

Cumhuriyet sonrasının ilk tarım sayımı 1927'de yapıldı. 1927 Tarım Sayımı'na göre toplam nüfusu 807.000 görünen istanbul'da 79.000 civarında çiftçi nüfus vardı. Çiftçi ailesi başına ortalama 22,8 dönüm toprak düştüğü hesaplanıyordu. 38.200 hektar olan toplam ekim alanının yüzde 95,5'inde tahıl, yüzde 2,9'unda baklagiller, yüzde 1,6'sında sanayi bitkileri üretiliyordu. Bu dönemde ilde varlığı tespit edilen 14.000 tarım aracının sadece 308'i traktördü.

1950'de 79.000 hektar ekili alanın yüzde 85,3'ü tahıla, yüzde 3,8'i baklagillere, yüzde 6,7'si ayçiçeğine, yüzde 3,8'i soğana ayrılmıştı. 1960'larda ekili alan 110.500 hektara çıkmış, 1970 ve 1980'lerde 106.500 hektar civarına düşmüştü. Tahıl ekilen topraklar 1960'larda yüzde 92, 1970'lerde yüzde 84,7, 1980'lere doğru yüzde 80,5'ti. Baklagiller ve ayçiçeği ekilen toprakların oranı aynı dönem boyunca yükselmişti. Tür-

kiye'deki toplam ekim alanlarının 1950'de yüzde 0,94'ü, 1960'ta yüzde 0,74'ü, 1980' de yüzde 0,66'sı istanbul'daydı. Toplam tahıl üretiminde İstanbul'un payı, 1950'de yüzde 0,83, 1970 ve 1980'lerde yüzde 0,86 idi.

1990'lar itibariyle sanayi üretimi ve hizmetler açısından Türkiye'nin en gelişmiş ili olan, istanbul'da azımsanmayacak bir tarımsal üretim de varlığını sürdürmektedir. Özellikle Silivri, Çatalca, Yalova ve Şile ilçelerindeki tarımsal faaliyetler sayesinde, istanbul tahıl üretiminde Türkiye toplamı içerisinde yüzde 1,1, sebze üretiminde ise yüzde 1,29 oranında paya sahiptir. Ayrıca meyve ve bostan ürünleri ile çiçek seracılığı gelişkindir. Diğer tarımsal faaliyet alanlarında istanbul'un Türkiye üretimi içerisindeki payı yüzde l'in altındadır. 1985 verilerine göre bu oranlar baklagillerde yüzde 0,24, endüstri bitkilerinde yüzde 0,07, yağlı tohumlarda yüzde 0,93 ve yumru bitkilerde yüzde 0,6l'dir. Bitkisel üretimin yamsıra, Türkiye'nin süt üretiminde istanbul'un payı toplam yüzde 1,44'tür. Su ürünlerinde Türkiye üretiminin beşte birini aşan üretim rakamları görülmekteyse de, bu durum istanbul teknelerinin Karadeniz ve Ege'de avladıkları balıkları istanbul haline getirmeleri ve diğer illerin üretim rakam ve değerlerinin de bu ile kaymasından kaynaklanmaktadır.

istanbul'un Türkiye tarım üretimi içerisinde 1990'larda hâlâ belli bir payı olmakla birlikte, bunun 1960'lardan beri giderek azalmakta olduğu görülmektedir. Bunun temel nedeni hızlı kentleşmenin tarım alanlarını azaltmasıdır. Konutlaşmanın yamsıra fabrikalar, sanayi siteleri, madenler ve taş ocakları, ulaştırma ağı, kum .ve tuğla ocakları, depo alanları, konaklama tesisleri, spor alanları ve turizm tesisleri her yıl tarım alanlarını yok etmekte, buna karşılık birinci sınıf tarım topraklarının korunması konusunda ciddi bir çalışma yapılmamaktadır. Geçen yüzyıllarda İstanbul et, tahıl ve buğdayım Karadeniz ve diğer bölgelerden getirmekle birlikte sebze ve meyvesini büyük ölçüde kendi üreten bir kentti. Ne var ki meyve bahçeleri ve bilinen meyvelerin birçok alt çeşidi yok olurken, bostanlardan da sadece yüzlerce sokağın ve bazı semtlerin ismi hatıra olarak kalmıştır.

1992'de istanbul ili sınırları içerisindeki 246 köy ve bucakta tarım yapılmaktaydı. Çiftçilikle geçimlerini sürdüren ailelerin 38.232'si sadece tarımsal faaliyet gösterirken, 2.497 ailenin sadece hayvancılık yaptığı görülmektedir. 35.735 aile ise her iki faaliyeti, yani bitkisel ve hayvansal üretimi bir arada yürütmektedir. Bu rakamlar 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarıyla da tutarlıdır. 1990'da istanbul'da esas uğraşı tarım olan 132.646 yetişkin kişi bulunuyordu. Bunların 122.102'si üretici (yüzde 51'i kadın olmak üzere), 6.076'sı tarım işçisi, 1.168'i ormancı ve 3.267'si de balıkçılık ve avcılıkla uğraşan kişilerdi.

Tarımsal işletmelerin yaklaşık yüzde 23'ünün 10 dönümden küçük işletmeler halinde bulunduğu ve toprakların yüzde

2,5'ini işlediği görülmektedir. 10 ila 50 dönüm arasındaki orta büyüklükteki işletmeler ise toplam işletme sayısının yaklaşık yüzde 65'ini oluştururken, ekili toprakların yüzde 47'sine sahiptir. Geri kalan yüzde 12 oranındaki büyük işletme ise 50 dönümden fazla toprağa sahiptir ve toplam tarım arazilerinin yansım işlemektedir. Tüm işletmelerin yüzde 86,64'ünün yalnız kendi toprağını işlediği, yüzde 10,99'unun kendi toprağının yamsıra toprak kiraladığı ama kendisinin kiraya vermediği, nihayet yüzde 1,16 oranında işletmenin de sadece toprak kiralayarak tarım yaptığı görülmektedir.

Yine 1992 verilerine göre, söz konusu 246 yerleşim yerinde bulunan 4.469.669 dekar arazinin 1.108.846 dekarı ekili-diki-li arazidir. Bu ekili-dikili arazilerin sadece 87.459 dekarı sulanmakta, geri kalanında ise kuru tarım yapılmakta ve bu arazinin büyük bölümü tahıl tarımına ayrılmış bulunmaktadır. Tarla olarak ayrılan 980.460 dekarın sadece 19.226 dekarı sulanmakta ve 961.243 dekarda kuru tarım yapılmaktadır. Tahılda sulu tarımın oranı yüzde 2'nin biraz üzerindedir. Diğer yandan meyve bahçelerine ayrılan 57.303 dekarın 24.167'si sulanmakta ve bu üründe sulanmayan arazi 33.136 dekar ile yaklaşık üçte iki oranında kalmaktadır. Sebze ve çiçek bahçelerinde ise bu kez sulanan arazi üçte ikiye yaklaşmakta, bu ürünlere ayrılan 71.082 dekar arazinin 44.066'sı sulanırken, sadece 27.107 dekarda kuru tarım yapılmaktadır.

Diğer yandan istanbul ili içerisinde 214.981 dekar arazinin tarıma elverişli olduğu halde kullanılmadığı görülmektedir. Geri kalan arazinin 221.584 dekarı daimi çayır ve otlaklardan oluşmakta, 50.177 dekarı ise nadasa ayrılmış bulunmaktadır. Buna 457.928 dekar tarıma elverişsiz arazi ve 2.416.252 dekar civarı koruluk eklenirse, 246 yerleşim yerindeki arazi kullanımının tümü kapsanmış olur.

istanbul tahıl üretiminde Türkiye'nin çok üzerinde bir verimliliğe sahiptir. Örneğin buğdayda hektar başına 2.040 kiloluk Türkiye ortalamasına karşı istanbul'da aynı rakamın 3.227 kilo olduğu; keza arpa ürününde hektar başına Türkiye'de ortalama olarak 2.039 kilo ürün elde edilirken istanbul'da bu rakamın 4.046 kilo olduğu görülür. Bunda gübre ve tarım ilacı gibi girdilerin etkisi ve sermaye yoğun tarım işletmeciliğinin payı varsa da esas neden bölgenin rutubet ve toprak koşulları itibariyle daha verimli olmasıdır.

Tarla ürünlerinde, 1980'li yıllarda yaklaşık 230.000 ton civarında gerçekleşmekte olan buğday üretiminin yaklaşık 135.000 tonunun Silivri, 50.000 tonunun ise Çatalca yöresinden elde edildiği görülür. 1990'lı yıllarda ise tahıl alanı 740.000 dekardan 620.000 hektara düşerken buğday üretimi de 200.000 tonun altına inmiştir. Buğday dışında kalan tahıl üretimi önemli bir rakama ulaşmamakta ve az miktarda yulaf, arpa ve mısırdan oluşmaktadır. Bunların hiçbirisinin üretimi birkaç bin tonu aşmamaktadır. 1960'lara kadar, önemli bir kıs-

mı kentte nakliyeyi sağlayan hayvanlar için yem olarak kullanılmak üzere 70.000 dekarın üzerinde arazide arpa üretimi yapılmaktayken günümüzde bu 21.650 dekara kadar gerilemiştir.

Yağlı tohumlar üretimi yaklaşık 30.000 ton kadar ayçiçeğinden oluşmaktadır ki bunun 14.000 tonunun Silivri, 12.000 tonunun ise Çatalca Ilçesi'nden elde edildiği görülür.

Yumru bitkiler kategorisinde istanbul'da az çok önem taşıyan ürün soğandır. 1980'lerde yaklaşık 60.000 ton soğanın 50.000 tonu Silivri, 5.000 tonu da Çatal-ca'dan elde ediliyordu. 19901ı yıllarda soğan üretiminde yüzde 10 oranında bir azalma göze çarpmaktadır. Ayrıca çok az miktarlarda patates ve sarmısak ekimi yapılmaktadır.

Meyve üretiminde Yalova ve Şile ilçeleri öne çıkmaktadır. 1992'de 47.000 ton olan elma üretiminin yarısından fazlası bu iki ilçede üretilmiştir. Yaklaşık 9.700 ton olan armut üretimin 4.600 tonu Yalova'dan sağlanmaktadır. Şile'nin armut üretimine katkısı 2.000 ton, Silivri'nin ise 500 ton kadardır. 1992 Tarım Sayımı'na göre istanbul ili sınırları içerisinde 700.000'e yakın elma ağacı mevcuttur ve bunu yaklaşık 250.000 armut ağacı izlemektedir. Ayrıca 66.000 ayva ve 8.000 kadar da yenidün-ya ağacı sayılmıştır.

Yukarıda belirtilen yumuşak çekirdekli meyvelerin yamsıra bir hayli de sert çekirdekli meyve ağacı mevcuttur. Bunlar yaklaşık 115.000 erik, 111.000 zeytin, 81.000 kiraz, 80.000 şeftali, 35.000 vişne ve 16.000 kayısı ağacından oluşmaktadır ki, toplam 7.300 ton kadar bir ürün verdikleri kaydedilmektedir. Bunların yamsıra az miktarda zerdali ve iğde ağacı istanbul'un taş çekirdekli meyve ağaçlarım tamamlamaktadır.

Sert kabuklu meyveler kategorisinde İstanbul'un bir hayli ağaca sahip olduğu görülmektedir. Bunlar yaklaşık olarak 896.000 fındık, 30.000 kestane, 5.000 badem ve 22.000 ceviz ağacından oluşmaktadır ve bunlardan her yıl toplam 3.000 tona yakın ürün elde edilmektedir. Ancak istanbul'un meyveleri bundan ibaret değildir ve yukarıdaki kategorilere ek olarak yaklaşık 43.000 incir, 33.000 dut, 4.000 Trabzon hurması ve 3.000 nar ağacının kentin meyve üretimine birkaç bin tonluk katkısı olduğunu belirtmek gerekir. Keza istanbul'da az miktarda üzüm kütüğü ve keçiboynuzu ağacı da bulunmaktadır.

istanbul meyve üretiminin Türkiye toplamı içerisindeki paylarına bakılacak olursa, yumuşak çekirdekliler kategorisinde Türkiye'de mevcut 57.000.000 ağaçtan yaklaşık 1.000.000'unun istanbul'da olduğu görülür. Taş çekirdekliler kategorisinde 134.000.000 ağaçtan yaklaşık 500.000'i istanbul'dadır. Sert kabuklularda ise istanbul'un payı daha düşüktür ve 312.000.000 ağaçtan sadece 950.000'i burada bulunmaktadır. Nihayet dut, üzüm vb üzümsü meyveler kategorisindeki 17,5 milyon ağaçtan sadece 85.000'i istanbul'da bulunmaktadır.

•l

TARIM

212


213

TARİKATLAR

İstanbul'un sebze üretiminin diğer ürünlerin tersine bir eğilim içerisinde olduğu; zamanla azalmadığı, hattâ bir miktar da arttığı görülmektedir. Bu konuda, büyük kentin taze sebze gereksinimi için yakın arazilerin değerlendirilmesi, muhtemelen de eskiden diğer ürünlere ayrılan ekim alanlarının bir kısmının sebze üretimine kaydırılması durumu yaşanmaktadır. Öte yandan özellikle Yalova Ilçesi'nde ciddi bir sera sebzeciliği son yıllarda gelişmiştir.

istanbul'un en önemli sebze ve bostan ürünleri domates ve karpuzdur. 1992'de yaklaşık 73.500 ton olan domates üretiminin 16.000 tonu Çatalca, 12.000 tonu Eyüp ve 11.500 tonu Silivri'den elde edilmekteydi. Silivri llçesi'nin karpuz üretiminde iyice öne çıktığı ve 55.000 tonluk üretimin 49.400 tonunu tek başına gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu üründe Silivri'yi 3.600 ton ile Çatalca izlemektedir. Pendik'te de bir miktar karpuz üretimi yapılmaktadır. Bu iki önemli ürünü yaklaşık 9.000 ton ile patlıcan ve hıyar izlemekte, kavun ve kabak ise 7.000 tonun biraz üzerindeki miktarlarda elde edilmektedir. 6.500 tonluk biber üretiminin üçte ikisi sivri, gerisi dolmalık biberden oluşmaktadır. Bamya, havuç ve balkabağınm da az miktarda üretimi vardır. Enginar üretimi ise istatistiklere girmeyecek kadar küçük bir miktarda olup kentin gereksinimi, az sayıda bahçenin yanısıra ağırlıkla Bursa ve diğer üretim merkezlerinden karşılanmaktadır.

Yaprağı yenilen sebzeler alanında da İstanbul'un azımsanmayacak bir üretimi mevcuttur. Bu grupta 17.000 tona yakın lahana, 6.000 ton pırasa ve 5.500 ton kıvırcık marul kentin tüketimine ciddi bir katkıda bulunmaktadır. Bunları 900 ton kadar göbekli marul, 600 ton semizotu ve 700 ton kadar karnabahar izlemektedir. Ayrıca maydanoz, roka, tere ve dereotu da az miktarlarda olmakla birlikte kente taze sebze sağlayan üretim alanları olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Yukarıda sayılan bütün kategorilerdeki tarım ürünlerine ek olarak İstanbul'da 9.000 ton kadar fasulye, 2.000 tona yakın bezelye, 500 ton kadar barbunya fasulye, 900 ton bakla, birkaç bin tondan ibaret olmak üzere fiğ, burçak, yonca ve korunga

Jt

Günümüzde Edirnekapı surları önünde yapılan bahçe tarımı. Ertem Vca, 1994/TETTV Arşivi

gibi yem bitkileri, 4.000 ton şekerpancarı ve çok az miktarda pirinç üretimi yapılmaktadır.

1992'de ilde 8.274 adet traktör vardı. Yine aynı yıl İstanbul'da 27.830 ton muhtelif gübre kullanıldığı ve tarımsal mücadeleyi desteklemek üzere 82 adet zirai ilaç bayiliği bulunduğu anlaşılmaktadır. İstanbul çiftçileri 83 tarımsal kooperatif kurmuşlardır. Bunların 33'ü tarımsal kalkınma kooperatifi, 24'ü su ürünleri kooperatifi, 3'ü sulama kooperatifi, 3'ü birlik kooperatifi ve 20'si de tarım kredi kooperatifidir.

İstanbul'un büyük bir tüketim merkezi olması, süs bitkileri üretiminde önemli bir artış sağlamıştır. 19901ı yılların başında İstanbul'da 63.042 dekar cam sera ve 775.109 dekar plastik serada ağırlıkla süs bitkileri üretimi yapılmaktaydı. Açık alanda yapılan süs .bitkileri üretimi ise 2.035.850 dekarı bulmaktadır. Çiçek üretiminde Yalova İlçesi önde gelmektedir. Cam sera alanının yüzde 55'i ve plastik seraların yüzde 87'si bu ilçede; açık alanda yapılan üretimin yüzde 49'u ise Beykoz îlçesi'nde bulunmaktadır. Silivri İlçesi de açık alan çiçek üretiminde yüzde 2'lik bir paya sahiptir. Yalova ve Florya'da son yıllarda büyük ve modern sera çiçekçiliği ve çiçek soğanı üretimi göze çarpmaktadır. En çok üretilen çiçekler arasında lale, lili-um, glayöl, gül, karanfil ve kasımpatı bulunmaktadır. İstanbul seralarında bir miktar sebze üretimi de yapılmaktaysa da kapasitenin yüzde 80'inden fazlası çiçekçiliğe ayrılmıştır.

Büyük bir tüketim potansiyeline sahip olan İstanbul'da kentin et ve hayvan ürünleri ihtiyacının karşılanması her zaman büyük önem taşımıştır. Osmanlı döneminde canlı hayvan ve hayvan ürünlerinin çok önemli bölümü Kars'tan Trakya'ya kadar Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli yerlerinden getirilmiş; Silivri ve Çatalca bölgeleri de şehre en yakın hayvancılık merkezleri olmuştur (bak. iaşe; kıtlıklar).

1950 sonrasında İstanbul'un yakın çevresinde otlakların, hayvancılık yapılan arazinin, mandıraların bir bölümü iskân alanı haline gelmişse de, 1960 sonrası hızlı nüfus artışıyla artan talep, üretimi kamçılamış ve Türkiye'de hayvancılıkta görülen

gerileme İstanbul'da besi hayvancılığının gelişmesine yol açmıştır. Yine aynı süreç içinde küçük mandıralar, çiftlikler, ağıllar, yerlerini büyük çiftliklere ve büyük hayvan ürünleri işletmelerine bırakmıştır. 1970 ve asıl 1980'lerde büyük tavuk çiftlikleri kurulmuştur. İstanbul'da 1960-1980 arasında hayvansal ürün üretiminin Türkiye toplamındaki payı, ilde hayvancılığın gelişme eğilimi konusunda bir fikir verebilir. 1960'ta süt üretiminde 44.883 tonla Türkiye içinde yüzde 1,07'lik paya sahip olan ilin bu payı 1970'te 42.825 tona ve yüzde l'e 1980'de ise 46.330 tona ve yüzde 0,84'e düşmüştür. Yumurtada aksi bir eğilim görülmektedir. 1960'ta 18.000.000 (yüzde 1,35), 1970'te 51.500.000 (yüzde 2,69), 1980'de 245.500.000 (yüzde 5,94) yumurta üretilmiştir.

1970'te 56.000 tonla toplam Türkiye et üretiminin yüzde 25,6'sını sağlayan İstanbul, 1980'de yine aynı miktar etle toplam üretimin yüzde 27,5'ini sağlamıştır. Koyun eti üretimindeki sürekli düşüşe karşılık, talep o yönde olduğundan sığır eti üretiminin yükselişi ilginçtir.

İstanbul'da 1990'larda da azımsanmayacak bir hayvan varlığı bulunmaktadır. İlin hayvan varlığı, 1992 itibariyle yaklaşık 127.000 sığır, 10.000'in biraz üzerinde manda, 153.000 koyun, 25.000 keçi ve 3.000 domuzdan oluşmaktadır. Sığırların 23.000 kadarı yerli, 28.000'i kültür ırkından, geri kalanı da melez ırklarmdandır. Ayrıca 6.000 at, 500 kadar katır, 1.200 eşek ve 99 adet deve bulunduğu istatistiklerden anlaşılmaktadır. Sığır ve manda sayısının çokluğu kentin süt tüketimine yöneliktir ve İstanbul'un yıllık süt üretimi 256.000.000 kiloyu bulmaktadır. Ayrıca 207.000 kilo yapağı ve 9.200 kilo kadar da kıl ürünü elde edilmektedir. Et üretimi ise 50.000.000 kiloyu bulmaktadır.

Kümes hayvancılığı ise daha çok yumurta tavukçuluğuna yöneliktir ve bu alanda 1.100.00 kapasiteli çiftlikler mevcuttur. Et tavukçuluğu ise daha az gelişmiştir. Bu tesislerde yılda 231.000.000 adet yumurta üretilmektedir.

Arıcılık 2.952 adet eski tip ve 21.118 adet yeni tip kovan ile yapılmaktadır. Bu kapasitenin yıllık üretimi 523.000 kilo bal ve 17.750 kilo kadar balmumudur. Bunların yanısıra yılda 100 kilo kadar yaş ipek kozası elde edilmektedir.

Balıkçılığa gelince, İstanbul'da deniz balıklan üretiminin 2.750.000 kilo, tadı su ürünlerinin 11.000 kilo, kabuklu deniz ürünlerinin ise 887.000 kilo olduğu görülmektedir. Öte yandan İstanbul'un Kumka-pı'daki balık halinden yılda 10.500.000 kilo balık geçmektedir ki bu diğer illerde yapılan üretimin İstanbul tüketim merkezine veya ihracatçılarına sevk edilmek üzere getirildiğini göstermektedir. İstanbul'un Marmara sularında yapılan balıkçılık, yoğun çevre kirliliği nedeniyle özellikle 1980'lerin ikinci yarısından itibaren hızla azalmış ve birkaç türe inmiştir (bak. balıkçılık). Tarım alanları da tehdit altındadır. Plansız yayılma ve çevre kirlenmesi İstanbul'un çok verimli tarım alanları-

nı hızla kemirmeye devam ettiği takdirde yerine konulmayacak kayıplar doğmaktadır.



Bibi. DiE, Tarımsal Yapı ve Üretim 1992, Ankara, 1994; TC Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, istanbul Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü, istanbul İlinin 1992 Yılı Yıllık Durum Raporu; istanbul Büyükşehir Belediyesi, Sayılarla İstanbul, ist., 1988; DÎE, 1990 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl.-34-İstanbul, Ankara, 1993.

MEHMET TANJU AKAD



TARİKATLAR

Tasavvuf yoluyla dini hayat tarzını düzenleyen, ahlak normlarını tespit eden, eğitim ve öğretim işlevlerini üstlenerek kültürel dolaşımı sağlayan, devlet ile cemaatler arasındaki çok yönlü ilişkileri kurarak sosyal güvenlik mekanizması oluşturan din temeline dayalı kurumlar.

Arapça "tarîk"ten gelen tarikat kavramı dar kullanımıyla Allah ile kul arasındaki "yol" anlamını karşılar. Sosyal bilimlerde kullanılan geniş anlamıyla ise, sivil toplumun oluşmadığı geleneksel düzenlerde sekonder (ikincil) yapılar meydana getiren sosyokültürel kurumlar şeklinde tanımlanır. Klasik anlamda tarikatlar, toplumsal örgüt olarak hiyerarşik birer yapılanmaya sahiptirler. Bu yapılanma piramidinin başında, silsilesi Hz Muhammed'e bağlanan tarikat piri, yani manevi otoritesi bulunur. Pir, daha çok tarikatı motive eden değerler bütününü kişiliğinde sembolleştiren ruhani otorite olarak dikkati çeker. Silsilesi kan bağı ya da hilafet yoluyla ruhani otoriteye ulaşan ve tarikatın adap ile erkânını düzenleyerek kurumlaşmasını sağlayan şeyhler ise ikinci pir anlamına gelen "pir-i sani" olarak adlandırılırlar ve tarikat hiyerarşisinde ruhani otoriteden hemen sonra gelen yönetim kastını temsil ederler. Buna göre Mevlevîlik(->) ve Bektaşîlik(-t) gibi İstanbul hayatında önemli rol oynamış iki büyük tarikatın ruhani otoriteleri sayılan Mevlana Celaleddin Rumi ile Hacı Bektaş Velî, kendileri söz konusu tarikatların kurucuları olmayıp, daha sonra "pir-i sani" kabul edilen Sultan Veled, Mevlevîliğin ve Balım Sultan da Bektaşîliğin temellerini atmışlardır. Pir-i sani sayılan şeyhlerin tarikat kuruculuğu gibi önemli rollerinin yanısıra, her tarikatın kendi bünyesinden çıkardığı farklı kolların silsile itibariyle bağlandığı ana halkayı meydana getirme işlevleri de vardır. Bay-ramîliğe mensup Akşemseddin ile Kadirîliğe mensup Eşrefoğlu Rumî ve İsmail Rumî'nin kendi tarikatlarının tarihinde oynadıkları rol, bu türdendir. Tarikat hiyerarşisinde pir-i saniden sonra sırasıyla halife, şeyh, derviş ve muhip gibi tabana doğru giderek kalabalıklaşan bir kadrolaşma söz konusudur. Halife ve şeyhler tarikat organizasyonlarında tekke yönetimlerini üstlenmişler, dervişler farklı görevleri yürüten iç hizmet kadrolarını meydana getirmişler, muhipler ise bu mistik kuruluşların en geniş çaplı toplumsal tabanını oluşturmuşlardır.

İstanbul'un fethiyle birlikte şehrin gün-

delik hayatında yerlerini alan tarikatların 13. yy'dan itibaren Anadolu'da temsil ettikleri heterodoks karakterli mistik kültür ve seyyah dervişliği ön planda tutan adem-i merkeziyetçi örgütlenme anlayışlarıyla 16. yy'ın ortalarına kadar devam eden İstanbul'un erken dönem tasavvuf hayatını be- > lirlemişlerdir. Anadolu'da Yesevîlik, Kalen-derîlik ve Haydarîlik gibi seyyah dervişlik geleneğini sürdüren, diğer yandan Ahilik aracılığıyla fütüvvet teşkilatı içinde faaliyetleri görülen tasavvuf zümrelerinin fetih öncesi İstanbul'un çevresinde, aralarında Bursa, Bilecik, Edirne ve Rumeli şehirleri olmak üzere canlı bir toplumsal kül- . tür ortamı yarattıkları görülmektedir. Bu ortam, İstanbul'un fethinden sonra şehir hayatında tarikatlar tarafından canlandırılmış, mistik kültür toplumsal dokunun bütünleştirici unsuru olarak rol oynamıştır.

II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) İstanbul'da yürütülen tarikat faaliyetlerini açık bir şekilde tespit edebilmek mümkün değildir. Bunun iki önemli nedeni vardır: Birincisi II. Mehmed'in derviş zümrelerine karşı takındığı mesafeli tutum, ikincisi ise bu dönemde faaliyet gösteren tasavvuf ehlinin henüz klasik anlamda tarikat örgütlenmesini gerçekleştirememiş olmasıdır. Söz konusu nedenler bir araya geldiğinde 1453-1481 arasını kapsayan dönemin tarikat faaliyetleri açısından ortaya koyduğu gerçek, kişisel çabalara dayalı gevşek bir örgütlenme ağının İstanbul ölçeğinde mistik kültürü temsil ettiğidir.

1453-1481 döneminin İstanbul açısından önemi, II. Mehmed'in temsil ettiği imparatorluk düşüncesinin merkezi otoriteyi güçlendirecek şekilde şehir hayatına yansımasıdır. İmparatorluk düşüncesi etra-i fında odaklanan ve temel amacı bu düşünceyi evrensel bir devlet felsefesine dönüştürmek olan toplumsal kurumlaşma çaba-

Bir


Mevlevî

şeyhi.


Türkische

Geıuânder

und

Osmanische



Gesellschaft

im

achtzehnten



Jahrhundert,

Graz, 1966

larında bu tür özellikleri taşıyan sosyokültürel örgütlenmeler ön plana çıkmış ve merkezi otorite ile siyasi işbirliği yapmıştır. Bunların başında İslamiyetin evren- '/' sel kurallarını devlet ve toplum hayatına uyarlayan, böylece merkezi otoriteye evrensel meşruiyet kazandıran medrese ve ulema zümresi gelmektedir. II. Mehmed tarafından bu zümre, söz konusu özelliklerinden dolayı desteklenmiş, buna karşın bölgesel güç kaynaklarını temsil eden tarikatların merkezi otorite karşısında siyasi bir baskı grubuna dönüşmeleri engellenmiştir. Merkezi otorite etrafındaki yönetici kadronun devşirme usulüne göre şekillendirildiği bu dönemde, henüz heterodoks eğilimleri ağır basan, evrensel meşruiyet ilkesine ters düşen ve kan bağına dayalı bölgesel güçlerin tarikat çatısı altında gerçekleştirdikleri örgütlenmelerin bu dönemde İstanbul'un gündelik hayatında rahatça faaliyet gösteremeyecekleri açıktır. Nitekim bu nedenlerden ötürü II. Mehmed, derviş zümrelerine karşı belli bir ^ mesafe koymuş, siyasi açıdan özellikle Ka-lenderîlerin şehir hayatındaki faaliyetlerini kontrol altında tutmuş, buna karşın medrese mensuplarının toplum içindeki rollerini artırmalarına yönelik bir devlet politikası izlemiştir. Bunun tipik bir örneği ise, II. Mehmed ile birlikte İstanbul'un fethine katılan ve aslen bir Bayramî şeyhi olan Akşemseddin'in(->), şehir hayatındaki faaliyetlerini tarikat şeyhi kimliği altında değil, müderris sıfatıyla yürütmesi, dolayısıyla padişahtan bu yönde destek görmesidir.

II. Mehmed dönemi İstanbul hayatının tarikatlar açısından bir diğer özelliği, bu sufî örgütlenmelerin kendi iç yapılanma-larıyla ilgilidir. Bu dönemde tarikat tipi örgütlenmeler, büyük ölçüde seyyah derviş gruplarının göçebe toplum modeline göre şekillendirdikleri adem-i merkeziyetçi bir yapılanmaya sahiptirler. Belli bir merkez tekke etrafında örgütlenme-yişleri, toplumsal hareketliliğe paralel olarak yerleşik düzenin Sünnî akideleriy-le bağdaşamayan Batınî eğilimleri bünyelerinde barındırmaları ve özellikle İran kaynaklı siyasi akımlara açık bulunmaları, şehir hayatı çerçevesinde kontrol edilmelerini son derece güçleştirmektedir. Tarikatların göçebe hayatın temsilcileri olmaktan çıkıp, aşiret ideolojisi yerine şehir hayatının yerleşik kurallarına uyum sağlamaları ve medrese kökenli ulema zümresi tarafından düzenlenen evrensel meşruiyete dayalı hayat tarzını, kendi kültürleri içinde yeniden inşa etmeleri ancak II. Bayezid döneminden (1481-1512) itibaren gerçekleşebilmiş ve bu sayede İstanbul, ilk ciddi sufî faaliyetlerine sahne olmuştur. Daha önceki II. Mehmed döne- £ minde ise, Mevlevîlik ve Zeynîlik gibi Konya ile Bursa'da örgütlenen, dolayısıyla şehirli tarikat kimliğim taşıyan mistik örgütlenmeler İstanbul hayatına girebilme şansını elde edebilmişler, bunların dışında kalanların faaliyetleri daha çok kişisel karizmaya dayalı bir propaganda çabası şek- \ linde gelişmiştir.

**.


Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin