I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə50/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   140

Tanzimat Müzesi

Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi



TANZİMAT MÜZESİ

Gülhane Parkı'nda(-0 bulunan Tanzimat dönemine ait belgelerin ve eşyanın teşhir edildiği, anakent belediyesine bağlı müze.

Tanzimat Müzesi ilk olarak, 1952'de Ihlamur Kasrı'nda(-0 açıldı. Fakat 1966'da kasır asıl sahibi Milli Saraylar İdaresi tarafından geri alınınca kapanmak zorunda kaldı. Müze, 1969'da Yıldız Parkı içindeki Çadır Köşkü'nde yeniden açıldı. Giriş holünün dışında iki salonu bulunan bu köşkte 1970'li yılların sonuna dek kaldı. 1978'de belediyece Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun kullanımına verilmesi üzerine, 1983'te bu kurumca Gülhane Parkı'nda inşa edilen şimdiki binasına taşındı.

Bugünkü tek katlı binada, Tanzimat dönemine ait; Beylerbeyi, Çırağan, Dolma-bahçe sarayları gibi yapıların ve Paris Kongresi'ne iştirak eden delegelerin üzerinde imzaları bulunan fotoğrafları, Tanzimat Fermam, Mustafa Reşid Paşa, Sadık Muhtar Bey ve Ziya Paşa'ya ait eşyalar sergilenmektedir. Duvarlarda, Abdülmecid'i ziyarete gelen Fransız generali C. Rober-tin'in 6 Ağustos 1855'te Tophane Rıhtı-mı'ndan ayrılışım temsil eden gravürü, yemlik hareketlerinin öncüleri III. Selim ve II. Mahmud ile Abdülmecid'in yağlıboya tablolarını da görmek mümkündür. Burada ayrıca, Mustafa Reşit Paşa'nın Tanzimat Fermam'nı okuyuşunu canlandıran bir tablo ile Keçecizade Fuad Paşa'nın bir büstü de yerlerini almışlardır. Diğer yandan, ilk Türkçe gazete ve dergilerden bazıları müze envanterine alınmıştır. Tanzimat döneminin ünlü kişilerinin fotoğrafları da müzenin zengin köşelerinden birini teşkil etmektedir. Müze her gün saat 09.00 ile 16.30 arasında ziyarete açıktır. Bibi. L Baykal, "Tanzimat Müzesi", TTOKBelleteni, (Ocak 1953); E. Arpaçay, "Tanzimat Müzesi", İstanbul Belediye Dergisi, (Mayıs 1969); T. Ergil, istanbul Müzeleri, İst., 1993;

s. 108; M. Önder, Türkiye Müzeleri, Ankara, 1992, s. 146; R. Serhatoğlu, Büyük istanbul Albümü, İst., 1955, s. 299.

MEHMET YENEN



TANZİMAT'IN İLANI

3 Kasım 1839'da Topkapı Sarayı'nm(-0 Gülhane Bahçesi'nde okunan, Osmanlı uyruklarına can, mal, ırz ve namus güvenliği, haklar ve yükümlülükler konusunda da eşitlik vaat eden Abdülmecid'in hatt-ı hümayunu. Hariciye Nazırı Mustafa Raşid Paşa'nın okuduğu bu fermanla en çok İstanbul'u etkileyen Tanzimat dönemine girilmiştir. Halkın anlayabileceği bir dille kaleme alman hatt-ı hümayuna, "Tanzimat Fermanı", "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" da denmiştir.

1839'da Nizip Savaşı'nda Osmanlı ordusunun Kavalalı Mehmed Ali Paşa ordusuna yenik düşmesi, II. Mahmud'un(->) ölümü ve Abdülmecid'in(->) tahta geçmesi ile iç ve dış sorunlar ivedi ve köklü kararlar alınmasını zorladı. Osmanlı Devleti, Avrupa katında giderek güven yitikliğine uğramaktaydı. Askeri yapının çöküşü, hukuk sisteminin esneklik ve çağdaşlık yaklaşımlarından uzak kalması; Osmanlı hanedanının, mutlak hükümdarlık yetkisi ile iç ve dış sorunları çözebilecek zekâ, bilgi ve deneyim donanımında bireyler yetiştireme-mesi; idari, mali, kültürel tıkanmalar; Tanzimat'ın ilanını gerektiren başlıca nedenlerdi.

Tanzimat'ın mimarı kabul edilen Reşid Paşa, Paris'te büyükelçi iken II. Mahmud'a layihalar göndererek padişahta geniş kapsamlı bir yenilik fikri uyandırmaya çaba göstermişti. 1837'de Londra'da elçi iken de köklü ve programlı bir yenilik girişimini gündemde tutmaya çalışmıştı. O yıl hariciye nazırı olarak İstanbul'a geldiğinde, komisyonlar kurarak tebaanın eşitliğim öngören yeni layihalar hazırlattı.

Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Dar-ı Şûra-yı Babıâli adlı Batı örneği ilk yönetim ve yargı kurullarını oluşturdu. Tanzimat-ı hayriye deyimi de önce bu yenilikler için kullanıldı. Reşid Paşa, geleneksel bazı kurumların korunması ve şeriata ilişilmemesi

Mustafa Reşid Paşa

Cengiz Kahraman arşivi

koşulu ile keyfi ve müstebit mutlakıyeti, bir ölçüde kırmak, parlamenter sisteme geçiş sürecinin ilk evresini başlatmak, böylece Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak düşüncesindeydi. Temel yaklaşımı ise toplumun, Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçişini hazırlamaktı.

Tekrar Londra elçiliğine dönen Reşid Paşa'ya karşı İstanbul'da ciddi bir muhalefet, daha II. Mahmud ölmeden ortaya çıktı, padişah tarafından çağrılmasına karşın, dostlarından aldığı uyarılar üzerine başkente gelmekten çekindi. Fakat Abdül-mecid tahta geçince biat için Ağustos 1839'da İstanbul'a geldi. Sadrazam Hüs-rev Paşa, gerçi kendisini güleryüzle karşıladı ama, eline verdiği zarfı kapalı bir ariza ile Abdülmecid'e gönderdi. Bu arizada sadrazam, padişaha, Reşid Paşa'nın ortadan kaldırılmasının gerektiğini yazmıştı. Abdülmecid, bu telkini dikkate almayarak Reşid Paşa'ya güvence verdi.

Reşid Paşa, Tanzimat'ın ilanına kadar geçen 4 ay boyunca bir dizi hazırlık yaptı ve kendisini destekleyen devlet adamlarının görüşlerini aldı. Padişahı da Tanzimat'ın ilanına inandırdı. Ayrıca Fransa'nın, İngiltere'nin böyle bir yeniliği sabırsızlıkla beklediklerini hatırlattı. Bu sırada, Avrupa basınında İstanbul'daki yenilik hazırlıklarına temas ediliyor, "Müslüman topluma köklü birtakım siyasi hukukun bah-şedilereğine ilişkin" yazılar çıkıyordu.

Bir hatt-ı hümayun üslubuyla ve o dönemin resmi anlatım geleneğine göre çok sade bir dille kaleme alınan Tanzimat Fermam üzerinde günlerce çalışan ve bunun okunması için, Osmanlı hanedanının yüzyıllarca oturduğu Topkapı Sarayı'nın Gülhane Köşkü önündeki bahçeyi seçen Reşid Paşa, ilandan önceki günlerini çok sıkıntılı geçirdi. Örneğin son akşam, kethüdası Salih Bey, kendisine konağın özel bir sorununu açıklamak istediğinde "Ben yarınki gün bir mehlekedeyim (tehlike yeri) ki akşama sağ çıkacağımdan ümidim yoktur!" demişti.

Yapılan duyurular ve davetlerle 3 Kasım 1839 günü sabahı, Gülhane Bahçesi'nde hazırlanan çadırlar ve izleme yerleri kalabalıklarla doldu. Abdülmecid de Gülhane Köşkü'ne geldi. O gün, hitabet kürsüsüne yakın bir yerde bulunan ve kendi deyimi ile "Bi-ibâretihâ hatt-ı hümayunu istimâ" ederek izlenimlerini, bir gazeteci gibi not eden, daha sonra tarihine geçiren Lutfî Efendi'nin(-») anlatımıyla "zât-ı hazret-i padişahı Gülhane Meydanı'nda kâin kasr-ı âlîyi bi't-teşrif vükelâ ve ulemâ ve havass-ı memurin ve sü-fera-yı ecnebiye" davetli olarak hazırlanan çadırlara alınıp oturtuldular. Rum Ortodoks, Ermeni patrikleri, hahambaşı, esnaf örgütlerinin temsilcileri, "Nice bin ahali ile o meydan mahşerden nişan olduktan sonra" Reşid Paşa, kurulan gayet yüksek kürsüye çıktı. Abdülmecid'in adına hazırlanan hatt-ı hümayunu, başından sonuna ve herkesin duyacağı yüksek sesle ve "selî-ka-i beliğa-i âlem-pesend" ile okudu. Ferman uzun olduğu için okunması da epeyce zaman aldı. Lutfî Efendi, Reşid Paşa'nın

Tanzimat


Fermaru'nm

ilan edilişini

gösteren

temsili resim.

Belleten,

S. 1127


Nazım Timuroğlu arşivi

o güzel okuyuşuna ve hitabet sanatındaki yetkinliğine hayran kaldığını belirttikten sonra İstanbul'un her cihetinden toplar atılarak Tanzimat'ın ilan edildiğini; vilayetlere de fermanlar yazılıp durumun bildirildiğini açıklamaktadır. Tören sonunda kurbanlar kesildiği gibi, Topkapı Sarayı hırka-i saadet dairesinde düzenlenen ikinci bir törenle de Abdülmecid, bu fermandaki hususlara uyacağına yemin etti ve ferman bu dairedeki kutsal emanetler yanında korumaya alındı.

Ferman, temelde, "Ahkâm-ı Kur'ani-ye ve kavanin-i seriye" uyarınca tüm Osmanlı uyruklarına can, mal, ırz ve namus güvencesi getiren, Batı'da "charte" denen bir belge olup meşruti yönetimin ilk adımı sayılmış; bunun anısına, Gülhane Bahçe-si'ne bir de "Tanzimat abidesi" dikilmek istenmişti. Ancak, daha sonra saray sınırları içinde kalacağı ve görülemeyeceği düşünülerek bu anıtın Beyazıt Meydanı'na dikilmesi kararlaştırılmış fakat her nedense gerçekleşmemiştir.

Tanzimat'ın ilanı münasebetiyle düşünülen "Tanzimat-ı Hayriye madalyası" ise tunçtan olmak üzere ancak 1950'de çıkarılabilmiştir.



Tanzimat'ın ilanının İstanbul'da, ülkede ve Avrupa'da yankıları geniş oldu. Örneğin 26 Kasım 1839 tarihli L'univers'de törenin ayrıntıları verildikten sonra "Bu gerçekten coşkulu, aşırı heyecan uyandıran büyük bir törendi. Çünkü büyük bir ulusun yeniden hayat bulacağı ilan ediliyordu" denilmişti.

Tanzimat'ın

ilanını

simgelemek



amacıyla

yaptırılması

düşünülmüş

anıtın resmi.

Cengiz

Kahraman


arşivi

Bibi. Tarih-i Lutfî, VI, 60 vd; Tarih-i Cevdet, XII; Cevdet, Tezâkir, I-II; E. Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, ist., 1908; Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, ist., 1925; R. Kaynar, Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat, Ankara, 1985; A. C. Eren, "Tanzimat", lA, XI; Karal, Osmanlı Tarihi, V; İ. Ortaylı, Türkiye idare Tarihi, Ankara, 1979; M. Cezar, "Tanzimat Fermanı", Resimli Tarih Mecmuası, S. 25 (Ocak 1952). NECDET SAKAOĞLU

TARABYA

Boğaziçi'nin kuzeyinde, Rumeli yakasında aynı adı taşıyan koyun gerisinde yer alan semt. İdari açıdan, Sarıyer İlçesi'ne(-») bağlı bir mahalledir. Güneyinde Yeni-köy(->), kuzeyinde kıyıda Kireçburnu(-+) ile geride Cumhuriyet Mahallesi, güneybatısında ise Ferahevler (Yavuz Sultan Selim) Mahallesi yer almaktadır. Antik çağda Pharmacias veya Farmakeus (hem zehirleyici hem de ilaç anlamına gelen bir sözcük), sonraları, muhtemelen 5. yy'dan sonra da havasının sağlığa iyi gelmesi nedeniyle Therapia (şifa, tedavi) adını taşıdığı, kentin yoğun yerleşme bölgelerinden uzak olduğundan dolayı salgın hastalıklardan korunulan bir yer olduğu bilinir.

16. yy'a kadar Tarabya Koyu'nun gerisindeki vadide, bir de dalyanı bulunan bir Rum balıkçı köyü olduğu sanılmaktadır. 17. yy'rn ikinci yarısında II. Selim (hd 1566-1574) buradan hoşlanmış ve buraya bahçeler, servilikler içinde bir köşk yaptırmış; bundan sonra yerleşme Tarabiye adlı yeni bir köy yerleşmesine dönüşmüştür.

1624'te Boğaziçi'nin Yeniköy'e kadar kuzey kesimleri, Karadeniz'den gelen Kazakların hücumuna uğradığında Tarabya da yanmış, yağmalanmıştır. Evliya Çelebi, bu saldırıdan sonra, kendi döneminde Ta-rabya'nrn henüz imar edilmekte olduğunu belirterek "800 kadar haneleri vardır. Bir İslam mahallesi, bir cami, yedi mahalle Hıristiyan vardır. Bilinen dalyan yeri ve servili çemenzar hâlen Gümrük Emini Ali Ağa'nın yahşidir. Bundan büyük saray yoktur. Hamamı ve başka imareti olmayıp bağ ve bahçesi çoktur" diye anlatır. Andreas-yan, Kömürciyan'ın istanbul Taribi'ne eklediği notlarda yalının sahibinin Gümrükçü Hasan Ağa olması gerektiğini belirtir.

Kazak saldırısından sonra Tarabya'yı yeniden imar ettiren IV. Murad'dır (hd

209

208


TARABYA

.

Bartlett'in gravüründe Tarabya. Pardoe, Bosphorus, 1839 / JETTV Arşivi

1623-1640). İnciciyan, Tarabya'mn metro-politlik mıntıkasına dahil bir köy olduğunu, Terkos'a Türkler iskân edilince 18. yy'da metropolitlik makamının Tarabya'ya nakledildiğini anlatır.

17. yy boyunca Tarabya parlak bir yazlık mesire yeri olmuş; bazı yabancı elçilikler özel izinlerle bu semtte yazlıklar edinmişler; III. Selim döneminde (1789-1807) Fransa, isviçre, Napoli elçilikleri; II. Mahmud döneminde (1808-1839) Danimarka ve Romanya elçilikleri; II. Abdülha-mid döneminde (1876-1909) ise ingiltere ve Almanya elçilikleri Tarabya'da yazlık rezidanslara sahip olmuşlardır. Sefaretler arası verilen kabul resimleri, ziyafetler ve eğlencelerden dolayı semte yabancı akım eksik olmamıştır. İsveçli seyyah Björns-tahl'in Tarabya Mektupları bu renkli ve canlı yaşamı çok iyi anlatmaktadır.

19. yy'da Tarabya'da II. Mahmud'un bir yazlık saray, bir çeşme; Bezmiâlem Valide Sultan'ın(->) da bir başka çeşme yaptırdığı bilinmektedir. 19. yy'm başında Bos-tancıbaşı Deften tideki kayıtlara bakıldığında, Rum ve Ermeni halkın 52 adet yalısı, 23 adet hanesi, birer kayıkhane, hekim dükkânı, kasap dükkânı, bahçe, köşk ve bir parsel boş arsa sahibi oldukları görülürken, Müslüman halkın 4 adet hanesi, l mescidi bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca 2 iskele, l yasakçı kolluğu yeri vardır.

Bu yüzyılda Tarabya'da oturanların çoğunun öncelikle Rum zenginleri olması, burada Osmanlı aleyhinde bazı ayrılıkçı düşünce, örgütlenme, hattâ" ayaklanmaların planlandığı ve yönetildiği kuşkularını doğurmuştur. tpsilanti ailesinin Tarabya' daki sahilhanelerinin bu kuşku nedeniyle zorla ellerinden alınıp III. Selim tarafından Fransa Büyükelçiliği'ne sayfiye yeri olarak verildiği bilinir (bak. Ipsilanti Yalısı). 19. yy'ın sonunda koyun gerisindeki alan hâlâ canlı bir mesire yeridir, her taraf ağaçlık ve bahçeliktir.



P. A. Dethier 19- yy'ın sonunda Boğaziçi ve istanbul adlı eserinde Tarabya'yi anlatırken Kalender'den sonra kıyı boyunca ilerlenirse vadideki şirin bahçesi ile dikkat çeken bir sultan sarayı ve bir Rum kilisesinin olduğunu, küçük Tarapia ya da Farmakia Koyu'na ulaşıldığını ve bu arada da Mauregeni Villası ile karşılaşıldığını yazar. Bu koyun, eskiden (ilkçağda) Me-dea'nın zehirle dolu kutusu ile bağdaştırıldığını (phermakeus: zehir) ancak sağlığa iyi gelen havasından dolayı adının Thera-pia'ya dönüştürülmesini çoktan hak ettiğini; rıhtımın bulunduğu burnu dönünce refah içindeki insanların varlığının bunu kanıtladığını belirtir. Ayrıca Tarabya'daki mevcut Fransız ve ingiliz diplomatların yazlık saraylarının "yazlık" nitelemesini Homeros'un destanlarındaki evlere benzeyen kır evleri ile gerideki teraslar halinde yükselen romantik bahçelerinden dolayı hak ettiklerini anlatır. Dethier iskele yanındaki Hotel d'Angleterre'nin uygun fiyatlarla turistleri memnun edici bir konfor sunduğunu da belirtir.

Tarabya semti geçmişte, bugüne kıyasla çok daha geniş alanları kapsayarak güneyde Yeniköy ve Istinye'den başlayıp, kuzeyde Kireçburnu ve Çayırbaşı'na kadar uzanıyordu. Gerideki alanlarda, kuzeyde Hacı Osman Bayırı'na kadar dayanan Cumhuriyet Mahallesi ile batı ve güneyde Istinye Vadisi'nin kuzey yamaçlarına dayanan Ferahevler Mahallesi 1984'te kuruldu. Her iki mahallenin konudan büyük ölçüde gecekondulardan oluşmaktadır. Tarabya Mahallesi'nin 1955'te 86l olan nüfusu 1970'li yılların ortalarına kadar 2.000 civarında kalmış, 1975'te ise çevredeki gecekondu yerleşimlerine ilk yoğun göç başlayınca nüfus birden 5.700 e yükselmiştir. 1983'te yürürlüğe giren, yapılaşmayı yasaklayıcı ve kısıtlayıcı Boğaziçi Yasası'na; ayrıca 1985'teki nüfus sayımında ayrı birer mahalle olarak sayılan Cumhuriyet

(5.219) ve Ferahevler (6.021) mahallelerinin ayrılmasına rağmen, 1985'te nüfus 9.400'e ulaşmıştır.

1990 Genel Nüfus Sayımı geçici sonuçlarına göre 9.446 kişi olarak göründüğü halde, muhtarlıktan edinilen bilgiye göre o tarihte Tarabya'da yaklaşık 14.000 nüfus kayıtlıdır. Bugün ise yaklaşık 8.000 seçmen ve 27 adet sandık sayısına göre semtte, ortalama bir hesaplamayla 19.000-20.000 nüfusun yaşadığı yine muhtarlıkça ifade edilmektedir.

Boğaziçi'nde yerleşmelerin şehirsel işlevler kazanarak yayılması, büyümesi ve değişimi incelendiğinde Tarabya, Boğaziçi'nin batı yakasında özellikle 1975'te ve sonrasında coğrafi ve şehirsel görünümü en hızlı değişen ve büyüyen mekânların başında gelmektedir.

1950'lere kadar Tarabya Koyu ve çevresindeki yerleşme eski sınırları içindeydi. 1950'lerin başlarında bugünkü Tarab-yaüstü mevkiinde Şalcıkırı yolu çevresinde dere yatağının kuzey yamaçlarında planlı bir konut alanı açıldı. 1965'lere kadar geçen 15 yıllık sürede Dereiçi Soka-ğı'nda Summer Palace'm yerine kooperatif evleri yapıldı (Sümer Kooperatifi), eski kö-yiçi yerleşme de kısmen yenilendi. Tarabya Burnu'ndaki yanan eski Konak Ote-li'nin yerine 1954-1960 arasında Büyük Tarabya Oteli inşa edildi. 1958-1960 arasında da/ bugünkü sahil yolu ve Tarabya Yokuşu açıldı, ilk gecekondular bugünkü Tarabya-üstü mevkiinde, ayrıca Kireçburnu, Kefeli-köy ve Hacı Osman Bayırı'na doğru Şalcıkırı ve araba yolu ulaşım hatları civarında hazine ve belediye arazilerinde tek tek görülmeye başladı.

1964'te Tarabya Merkez Camii kompleksi yapımı ile yeni ticari birimler, sağlık tesisleri, turistik hizmet birimleri oluştu. 17. yy'dan itibaren meyhaneleri ünlü olan Tarabya'da, koyu çepeçevre dolduran balık lokantaları, lüks restoranlar, modem meyhaneler giderek arttı.

19öO'lı yıllarda istanbul Belediyesi'nin bir "şehir ormanı" oluşturmak üzere Bü-yükdere Caddesi ile Tarabya Yokuşu çevresinde ve güneyde başlattığı ağaçlandırma çalışmaları sonucunda yöre 1990'lar-da bir koruluk görünümüne ulaştı.

1966-1975 arasında bir yandan gecekondular ve planlı yerleşmeler gelişirken, sahili, otel ve tavernaları eğlence-dinlen-ce amacıyla kullananların sayısı arttıkça Tarabya'da hızlı bir değişim izlendi.

1984'te uygulamaya konulan 3030 sayılı "Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkındaki Yasa" ile oluşan ilçe belediyeleri ve büyükşehir belediyesinin birçok uygulaması Tarabya'ya değişik kentsel işlevler kazandırdı. TED (Tenis, Eskrim, Dağcılık) Kulübü ve spor tesisleri, Polat Evler, Nurel inşaat, sanatçılar siteleri, bir özel lise (Mustafa Kemal Lisesi), koru, orman, açık ve yeşil alanlarda yapılan toplu villalar gibi uygulamalar Tarabya'yı bugün bir köy görünümünden çok uzakta bir kentsel alan haline getirmiştir.



Tarabya'da halen hepsi de yeni olan 5 cami vardır. Bunlardan sadece biri mima-

Tarabya

Gürol Kara/ TETTV Arşivi

ri açıdan cami olarak inşa edilmiştir. Diğerleri başka amaçlarla yapılıp, ibadet için değiştirilen küçük mescitlerdir. Geçmişte (Veli dondurmacısının yerinde) yapılmış olan Osman Ağa Camii 1958-1960'ta sahil yolu yapımı sırasında yıktırılmıştır. Tarihi bina olarak Aya Yorgi Kilisesi ve 3 ayazma halen vardır. 2 çeşmeden biri meydandaki park içindedir, diğeri "Soğuksu" adı verilen kaynak suyudur.

Tarabya'da konut olarak kullanılan eski eser binaların çoğu dış cepheleri korunarak restore edilmiştir.

Bugün semtte halen Rus, İngiliz, Fransız, Alman ve italyan konsolosluk binaları ile Irak Ateşeliği binası vardır. Sahil boyunca sıralanan tarihi köşklerin çoğunun birinci katları (ya da tamamı) kısmen gazino olarak, fakat daha çok taverna biçiminde kullanılmaktadır. Tarabya, Boğaziçi'nde en fazla sayıda gazinoya sahip yerdir. Fransız Konsolosluğu'na ait yazlık binanın bir kısmı, bir süredir Marmara Üni-versitesi'ne kamu yönetimi eğitiminde kullanılmak üzere tahsis edilmiştir. Tarabya Koyu Alman Konsolosluğu önündeki "Palet 2" adlı plaj-restorandan Büyük Tarabya Oteli burnuna kadar yat limanı olarak kullanılır.

1980'de şehir hatları vapur seferleri ve iskele kaldırılmıştır. Eskiden bir deniz hamamı niteliğinde olan Tarabya Plajı da artık yoktur.

Bugün nüfusu yaklaşık 20.000'e ulaşan Tarabya'da bir resmi ilkokul, eski adı Dest, yeni adı Cent olan ilk, orta ve lise öğrenimi veren bir özel okul, bir özel lise (Mustafa Kemal Lisesi), öğrencisi olmayan fakat bir müdürün görev yaptığı ve resmen açık olan bir Rum ilkokulu vardır.

Ayrıca kamu hizmetlerinden sayılan bir karakol binası ile bir PTT şubesi, içinde ana çocuk sağlığı bölümünün de bulunduğu bir sağlık ocağı ile Eczacıbaşı Dispanseri de semtte yer alır.

Eski plajların ve deniz hamamlarının yerlerine bugün farklı kullanımlar getirilmiştir. Yine de yazın Palet 2'nin önünden ve yanından denize girenler bulunmaktadır.

Bibi. Kömürciyan, istanbul Tarihi; Evliya, 5e-yahatname; İSTA, 2858-2859; İnciciyan, istanbul, 119; A. Dethier, Boğaziçi ve istanbul, s. 82-83; Ç. Aysu, "Boğaziçi'nde Mekânsal Değişim", (istanbul Üniversitesi yayımlanmamış doktora tezi), 1989; Ş. Rado, Bostancıbaşı Deften, 1802, s. 13; // Yıllığı, 1973, îst., s. 13; S. Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih, s. 255-269; Y. Yazıcı, Bütün Yönleriyle Boğaziçi'nde Cennet-Sanyer, ist., 1993, s. 98.

ÇİĞDEM AYSU



TARGAN, SAFİYE AYLA

(1907, istanbul) Ses sanatçısı.

Henüz 3 yaşındayken anne ve babasını kaybedince Bebek'teki Çağlayan Darüley-tamı'nda büyütüldü. 9 yaşındayken Bursa milletvekillerinden biri tarafından evlat edinilerek yetimler yurdundan ayrıldı. Bursa Kız Öğretmen Okulu'nda okudu. 1930' da öğrenimini yarıda bıraktı. Aynı yıllarda istanbul'a geldi, bir süre öğretmen vekili olarak çalıştı.

Küçük yaşta sesinin güzelliğinin fark edilmesinden sonra ilk ciddi musiki derslerini Eyyubi Mustafa Bey'den (Sunar) aldı. Hocasının aracılığıyla ilk plağını yayımladıktan sonra musiki çevrelerinin dikkatini çekti. Bu sıralarda Yesari Asım Ar-soy'dan(->) üslup ve makam dersleri aldı. 1931'de Arsoy'un "Sevda yaratan gözlerini her zaman öpsem" mısraıyla başlayan hüzzam şarkısını plağa okuduktan sonra ülke çapında tanınan bir okuyucu oldu. Bundan sonra doldurduğu her plak satış rekorları kırmaya başladı.

1930'lardaDarü't-Talim-i Musiki(->) topluluğunun çalışmalarına da katılan Safiye Ayla, bu kurumda Fahri Kopuz'dan(->) yararlanmış ve topluluğun konserlerinde sahneye çıkmıştır. Zekâizade Ahmet Irsoy, Sa-deddin Kaynak(->), Selahattin Pınar(-»),

TARGAN, SAFİYE AYLA

Nevres Bey(->) ve Rakım Elkutlu gibi musiki ustalarından da değişik dönemlerde yararlanan Safiye Ayla, bir süre Belediye Konservatuvarı(->) icra Heyeti'nde de çalışmıştır.

1931'de bir teklifi değerlendirerek, şimdi Fitaş ve Dünya sinemalarının bulunduğu yerde olan Mulenruj Gazinosu'nda ilk defa sahneye çıkan Safiye Ayla, dönemin İstanbul musiki ve eğlence dünyasında silinmez izler bıraktı. Faal olarak çalıştığı yıllar içerisinde yurtiçinde sağladığı büyük üne ek olarak, yurtdışında çeşitli ülkelerde verdiği konserlerle de ününü artırdı.

, Sanat hayatı boyunca 500'den fazla plak dolduran Safiye Ayla bestekârlıkta da birkaç örnek vermiştir. Arap musikisinden uyarladığı "Seninle doğan güldür" (Gönül Şarkıları) adlı şarkıdan başka bir mahur şarkısı ile "Aşk yaprağına konarak bir koza öresim gelir" mısraıyla başlayan bir eseri vardır.



Safiye

Ayla

Targan

Mehmet


Güntekin

arşivi


TARGAN, ŞERİF MUHİDDİN

210


211

TARIM

1950'de udi ve bestekâr Şerif Muhid-din Targan'la(->) evlenen Safiye Ayla'nın, kendisinden musiki meşk ettiği Rakım El-kutlu ile hatıraları, 1950'li yıllarda Radyo Haftası adlı dergide tefrika edilmiştir. Sanatçı ileri yaşına rağmen son zamanlara kadar plak, radyo, televizyon ve canlı konser çalışmalarını sürdürmüş, özel musiki toplantılarında okumaya devam etmiştir. Safiye Ayla, Türk musikisinin son döneminde ses sanatçılığı, hatıraları ve ilginç kişiliği ile önemli bir yer edinen musikiciler-den biridir.

Bibi. Radyo Haftası, S. 20 (7 Ekim 1950); S. K. Aksüt, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, İst., 1967; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II.

MEHMET GÜNTEKlN



TARGAN, ŞERİF MUHİDDİN

(21 Ocak 1892, istanbul -13 Eylül 1967, istanbul) Udi ve bestekâr.

Mekke Şerifi Ali Haydar Paşa'nın oğludur. 18 yaşına kadar özel öğrenim gördü. Arapça, Farsça, ingilizce ve Fransızca öğrendi. Darülfünun hukuk ve edebiyat şubelerinden diploma aldı.

Targan 3 yaşında piyanoya, 6 yaşında ise uda başladı. Daha 13 yaşındayken udi olarak ün kazanmıştı. Musikiyi Ali Rifat Ça-ğatay(->) ve Zekâizade Ahmet Irsoy'dan meşk ederek öğrendi. Ayrıca babasının konağına gelen musikicilerden de yararlandı. 13 yaşındayken ilk eserini besteledi. 14'ün-de ise viyolonsele başladı.

1924'te New York'a gitti. Udunu dinleyen Leopold Godowsky, Jascha Heifetz, Auer, Fritz Kreisler ve Muscha Elman gibi dünyanın önde gelen virtüözleri, yazdıkları yazılarla Targan'm udunu Pagan-nini'nin kemanına eş gösterdiler. ABD'de kaldığı 8 yıl boyunca önemli sanat merkezlerinde ve önde gelen musiki yazar ve eleştirmenlerinin dinlediği çok sayıda resital verdi. Targan, 1932'de geçirdiği tiroit ameliyatından sonra istanbul'a döndü. 1934'te Batı ve Doğu musikisi kısımlarından oluşan Bağdat Konservatuvarı'nı kurmak üzere Irak'a gitmeden önce istanbul'da resitaller verdi. Bağdat'ta 14 yıl kalarak kurduğu konservatuvarı yönetti. Hastalanarak istanbul'a dönd 'ikten sonra Hüseyin Saadettin Arel'in(-») istifasıyla boşalan Belediye Konservatuvarı(->) ilmi kurul başkanlığına getirildi, iki yıl bu görevde kaldıktan sonra istifa ederek ayrıldı.

1950'de ses sanatçısı Safiye Ayla ile evlenen Targan, portre ve peyzaj resimleri de yapmıştır. Yaptığı iki Abdülhak Hâmid portresinden biri Topkapı Sarayı'nda, öbürü istanbul Üniversitesi'ndedir.

Targan, Türk musikisinin Batı musikisi ölçülerinde yetiştirdiği virtüözlerden biridir. Onun virtüözlüğü Udi Nevres Bey(->) veya Tanburi Cemil Bey'de görülen türden bir musiki ustalığı değil, Batı musikisi icra şekillerinin uda uygulanmasıyla elde edilen, sazın teknik imkânlarını ortaya çıkaran bir çalışmanın ürünüdür. Targan'm hazırladığı ud metodu basılmamıştır.

Türkiye'de ve çeşitli Arap ülkelerinde çok sayıda plak dolduran Targan, büyük



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin