TEPEBAŞI MEYDANI
Beyoğlu yerleşiminin Halic'i seyreden bölümünde, eski Tepebaşı Bahçesi'nin yerindeki meydan.
17. ve 18. yy'larda Yüksekkaldırım'dan Taksim'e doğru düz bir çizgi üzerinde gelişen Beyoğlu dokusu, bitişik düzende ya da birbirine çok yakın binalardan oluşuyordu. Bu durum, bir yandan kışlık bir yerleşim olmasından, öte yandan nüfusun elçiliklerle bağlantılı ve önemli bir oranda Frenk ve Levanten kökenli ailelerden meydana gelmesi sebebiyle, bunların kendilerine model olarak Avrupa kentlerini almalarından kaynaklanmaktaydı.
Bu yoğun yerleşimin bellibaşlı ihtiyaçlarından biri de güzel havalarda hem gezinti yapabilecekleri, hem de manzara seyredebilecekleri bir açıklığa sahip olmaktı. Semtin Halic'e bakan yüzü, tam da bu nitelikteydi. Tek engel ve sakınca, aşağıda Müslüman yerleşimi olan, Azapkapı'dan Kasımpaşa'ya kadar mahallelerin arka yamaçlarını, Şişhane tarafı dahil, boydan boya kaplayan ve Beyoğlu binalarına kadar erişen Müslüman mezarlığıydı. O yüzden burada, 1800'lerin başından itibaren sessiz bir mücadele başladı. Pera'nın yüksek ve kunt yapılan, manzaraya bakan bu kenara yan yana dizildikçe, önlerindeki kabir taşlarını ötelere ve yamaçtan aşağılara iteledi. Yakın çevrenin Müslüman dokusunun bir belgesi olan Asma-lımescit'ten buraya uzanan dar yolun adı,
Salâhattin Giz'in
objektifinden
1950'lerde
(üst) ve
günümüzde
Tepebaşı
Meydanı.
Eser nitel
koleksiyonu (üst),
Ç. Güiersoy,
Tepebaşı Bir
Meydan Savaşı,
İst., 1993
1850'lerin yazışı ile "Rue Kabristan" olarak sürdürülürken, kabirler biraz kendiliğinden ama sistematik bir gelişme ile yok edildi. O yıllarda, artık binalar önünde bir teras oluşmuştu. Kırım Savaşı çıktığında payitahta gelen Fransız donanmasının bandosu, burada Beyoğlu halkına açık hava konserleri veriyor ve basit bir kahve, servis yapıyordu.
1870'li yılların başı, önemli bir gelişmeyi getirdi: Galata ile Beyoğlu arasında ulaşımı çok kısaltacak olan Tünel'in yapımı sırasında çıkan toprak, ilk belediye birimi olan Altıncı Daire-i Belediye'nin(~>) müdürü Edouard Blacque'ın(->) girişimi ile yamacın başına dökülerek düzlük iyice genişletildi. Bu imar, payitahtın muhafazakâr kesiminde, basına da yansıyan tepkilere yol açtıysa da iki faktör onları engellemiş oldu: Müslüman mezarlıklarının genelde sahipsiz ve bakımsız durumları ve özelde Tünel projesi; genelde Be-yoğlu'na ilişkin, Abdülaziz'in koruma politikası.
1870 yangını, Tepebaşı'nın arka taraflarını kül etti. Fakat az ötedeki İngiliz Se-
fareti'ni bile tutuşturan afetin sonunda, semt yeni ve hızlı bir imara kavuştuğundan, bu genel ve eskiye göre daha kaliteli yapılaşmadan, Tepebaşı Meydanı, çevresi de payını aldı. Asmalımescit'in az ilerisinden İngiltere Sefareti yakınlarına kadar devam eden ve Haliç panoramasını seyreden yerleşim, artık tam bitişik düzende, birbirinden güzel yapılara sahip oldu.
Meydanın yamaca bakan kenarına da bir park ile onun içinde biri yazlık ve kapalı amfi şeklinde, öbürü kışlık, ikise de ahşap iki tiyatro yapıldı. Bunlara az sonra Pera Palas Otel-Sarayı ile Garden Bar eklendi.
1880 ve 1890'lardan sonra genel tablosu tamamlanan bu binalar dizisinin en önemli ve karakterli yapıları, Glavani Sokağı başındaki Londra Oteli, az ötesindeki Bristol Oteli, Karlman, Fresco ve d'And-ria pasajları ile İtalyan Sefareti'ne ait Casa d'Italia'dır.
1950'lerden sonraki modernleşme ve bu uğurda kültür mirasının feda edilmesi döneminde, Karlman Pasajı yerini Oda-
TERCÜMAN YUNUS CAMÜ
252
253
TERSANE-İ ÂMİRE
kule'ye bıraktı. İstiklal Caddesi üstündeki bu yüksek blok, Tepebaşı cephesi tarafındaki giriş kapısını iki yandaki binalar dizisinden geriye çekmek sureti ile dokuyu yırtmış oldu. Bristol Oteli, sadece cephesi korunup içerisi yıktırılmak ve kat çıkılmak yolu ile değiştirildi. D'And-ria Pasajı'm 1955'te alan Sosyal Sigortalar Kurumu ise istiklal Caddesi ile bağlantılı pasaj boşluğunu ve geçişini kaldıran, bir iç ek inşaat yaptı. Tiyatrolar ve park iki darbe yiyerek sahneden silindiler: 1956 Menderes imarında amfi salon sebepsiz yıktırıldı. 1970'te izah edilemeyen iki aşamalı bir yangın ise kışlık tiyatroyu kül etti. Onun ve ağaçlı bahçesinin yerine, istanbul Sergi Sarayı olarak adlandırılan bugünkü geniş ve beton sergi binası oturtuldu.
ÇELİK GÜLERSOY
TERCÜMAN YUNUS CAMİİ VE TEKKESİ
bak. DIRAĞMAN KÜLLİYESİ
TERCÜMAN-I AHVAL
Agâh Efendi(->) tarafından çıkarılmış ilk özel Türkçe gazete.
6 Rebiyülâhır 1277/21 Ekim 1860'ta yayın hayatına başladı. Türk basınında, 1831'de yayımlanan resmi Takvim-i Veka-yi(-*) ve 1840'ta çıkan yarı resmi Ceride-i Havadis'\s.fi(r>) sonra üçüncü gazetedir.
Tercüman-ı Ahval, Türk basın tarihinde, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Liberal eğilimli bir fikir gazetesi olarak, gazetecilik, edebiyat ve kültür hayatının gelişmesinde, toplumun siyasal uyanışında önemli hizmetleri oldu. Şinasi(-»), gazetenin ilk sayısında yazdığı "Mukaddeme"de, bir gazetenin görevine ve yapacağı hizmetlere değinerek iç ve dış olaylardan seçme haberlerle eğitici yazılar yayımlanacağı, bunların halkın kolaylıkla anlayacağı şekilde olacağı, kişilerin düşünce ve görüşlerini açığa vurma hakkından söz etti. Şinasi, gazetede 6 ay kadar çalıştı. Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı oyunu da burada yayımlandı (2-5. sayılar). Böylece Tercüman-ı Ahval ilk tefrika yayımlayan gazete oldu. Yazı zenginliği, mizanpaj yönünden ayrı bir önem kazandı. Gazetede, iç, dış ve resmi olaylar, çeşitli haberler, tüzükler, anlaşmalar, piyasa ve borsa haberleri, sanayi, bankacılık, ulaşım, haberleşme konulan, fiyat listeleri, inceleme ve ekonomi yazıları, resmi ve özel ilanlar vb yer aldı.
Tercüman-ı Ahval, 40x55 cm boyutlarında olup başlangıçta haftalıktı ve pazar günleri çıkıyordu. Bir süre sonra haftada iki gün, 22 Ocak 186l'den sonra haftada üç, dört, beş kez yayımlandı. Son sayısı, 11 Mart 1866 tarihli, 792. nüshasıdır. Yazarları arasında Agâh Efendi, Şinasi, Ahmed Vefik Efendi (Paşa), San Tevfik Bey, Meh-med Şerif, Refik Bey, Hasan Suphi Bey, bazı yazılarıyla Namık Kemal sayılabilir. Günlük çıkarken 21x31 cmboyutlarındaydı.
Tercüman-ı Ahval fikir gazetesi yönüyle, sağlam gazetecilik anlayışı ve ciddi tutumuyla, 20 yıldan beri Babıâli'nin yardı-
Tercüman-ı Ahval'in 22 Nisan 1861 tarihli
25. sayısı.
S. Nüzhet, Türk Gazeteciliği, ist., 1931
mıyla yayımlanan Ceride-i Havadis'\ telaşlandırdı. Tercüman-ı Ahval'e rakip olarak, 2 Kasım 1860'ta Ruzname-i Ceride-i Hava-dis'i çıkardı. Ceride-i Havadis de yayımını sürdürdü. Tercüman-ı Ahval bu gazetelerle çeşitli tartışmalara girişti. Bu tartışmaların birinde, eğitim sisteminin aksaklıklarını belirttiği için, Tercüman-ı Ahval Mayıs 1861'de iki hafta süreyle kapatıldı. Bu, Türk basın tarihindeki ilk gazete kapatma olayıydı.
Tercüman-ı Ahval, basın dilinin sadeleşmesinde ve üslupta önemli rol oynadı. Seviyeli ve kaliteli bir yayındı. Halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille çıkmaya özen gösterdi. Ülkenin yönetiminde bir kontrol aracı olarak, kamuoyu oluşturma ve onun ciddi bir yorumcusu olmak düşüncesini güttü. Bazı engellere karşın, görüşlerinden ödün vermeyerek görevini cesaret ve titizlikle sürdürdü. Ülkede gazeteciliği meslek edineceklere ilk ocak oldu.
Bibi. S. İskit, Hususî İlk Türkçe Gazetemiz (Tercüman-ı Ahval ve Agâh Efendi), Ankara, 1937; E. B. Şapolyo, Türk Gazeteciliği Tarihi ve Her Yönü ile hasın, Ankara, 1971, s. 115-120; H. Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İst., 1973; M. N. İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İst, 1982, s. 184-192.
ATİLLA ÇETİN
TERCÜMAN-I HAKİKAT
Ahmed Midhat Efendi(->) tarafından 27 Haziran 1878'de yayımlanmaya başlanan günlük gazete.
Doğu ansiklopedizminin en önde gelen temsilcilerinden olan Ahmed Midhat, gazetenin bir eğitim aracı olduğu yolundaki görüşe tam katılıyordu. Esasen, ticari ve siyasi haberler açısından dışarıya bağımlı olduğu için, genel bilgi konularını işlemek daha uygun görünüyordu. Böylece başlangıçta gazetenin hemen yarısını, Avrupa gazetelerinden yaptığı çeviriler, adapte etti-
ği romanlar ve her konudaki yazılarla doldurdu. Bunlarda, Batı dünyasındaki en son buluşlar, teknolojik yenilikler, hattâ Beşir Fuad'ın pozitivist fikirleri bile yer almıştır. II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) eğitim sistemine uygun olarak, İslamı savunmayı ön planda tutarak Batı'ya açılma politikasını sürdürdü. Bu niteliğiyle 1880 ve 18901ı yıllarda en çok izlenen gazete oldu. 1883'te Muallim Naci'nin başlattığı edebiyat yazılan da tartışmalara yol açmakla ülkenin fikir hayatına hareket getirdi. Dönemin bütün ünlü yazarları gazeteye katkıda bulundular. Bunlar arasında Selanikli Tevfik'i (sonradan başyazıları da kaleme almıştır), Ahmed Rasim'i, Hüseyin Rahmi'yi (Gürpınar), Veled Çelebi'yi (İzbudak) sayabiliriz. Ahmed Midhat'ın sarayla yakınlığı sebebiyle başyazılarında zaman zaman resmi politikanın yansımasına rastlanmıştır. 1890'ların ikinci yarısından itibaren, tk-dam(->) gibi daha dinamik gazetelerin belirmesiyle etkisini kaybetmeye başladı. Avrupa'da beliren Jön Türk hareketine ve parlamentarizme karşı yayınları sebebiyle saray yanlılığı çok belirğinleşti. Bu yüzden II. Meşrutiyet'in ilanında Ahmed Midhat'ın gazetede Jön Türk yanlısı yayınlar yapması tepkiyle karşılandı. Ancak onun ölümünden sonra gazetenin başına Ahmet Ağaoğlu geçince biraz canlandı. Fakat hiçbir zaman ön planda bir kamuoyu oluşturucusu haline gelemedi. 1922'de yayımına son verdi.
ORHAN KOLOĞLU
TERKİM CAMÜ
bak. İSKENDER PAŞA CAMİİ
TERKOS GÖLÜ
İstanbul'un yaklaşık 40 km kadar kuzeybatısında yer alır. Trakya'nın kuzeyinde Karaburun kıyılarının hemen gerisinde bulunan Terkos Gölü'nün yüzölçümü 25 km2, maksimum derinliği 11 m'dir. Gölün deniz seviyesinden yükseltisi 5 m olmasına karşılık, bugün denize akıntısı yoktur. Ancak, Boğazdere denilen bir gideğen, daha önceleri, göl suyunun Karadeniz'e/bo-şalmasına olanak sağlıyordu. Bu nedenle, Terkos eskiden tuzlu bir lagün halindeyken, zamanla suyu tatlılaşmıştır. Göl sularım boşaltan gideğenin gölden ayrıldığı yere küçük bir set yapılmasıyla suyun devamlı olarak denize gitmesi önlenmiş ve göl seviyesi biraz yükselmiştir. Sonuçta yatağında akıntı bulunmaması nedeniyle gideğeninin ağız kısmı dalgaların hazırladığı bir kum seti ile kapanmıştır.
Terkos Gölü eosen kalker ve marnları ile yer yer bunları örten neojen kum ve çakıl depolarından oluşmuş 100-150 m yüksekliğinde tepelik bir sahanın kenarında bulunmaktadır. Kuzeyde göl ile deniz arasında kumsal ve alçak bir set vardır. Gerçekte Terkos Gölü'nün bulunduğu yer eski bir koydur. Gölün ilk bakışta dikkati çeken şekli de eskiden burada deniz istilasına uğramış dere ağızlarından başka bir şey olmayan koyların var olduğunu göstermektedir.
Terkos Gölü'nün akaçlama havzası küçük olmakla beraber göle su taşıyan dereler fazladır (Kanlı Dere, Bufalı Dere, Kartallı Dere, Soğuksu Deresi, Eminçayırı Deresi ve Istranca Deresi). Bunların en uzunu ve en çok su getireni batıdan gelen Istranca Deresi'dir. Gölün esas çerçevesini oluşturan büyük koy, kumsal bir kıyı seti ile denizden ayrıldıktan sonra, suyun hızla tatlılaşmasına bu dereler olanak sağlamıştır.
Yıllarca Terkos Gölü'nden gelen suyla beslenen istanbul halkı için, su "Terkos" adıyla özdeşleşmiş ve İstanbullular suyu "Terkos" diye isimlendirmişlerdir. İstanbul'a yeni yeni barajlar yapılıp kentin suyunun büyük ölçüde Terkos dışından sağlanmaya başlanmasına karşılık, bu alışkanlık devam etmiştir.
1883'e kadar Beyoğlu ve civarının su gereksinimi, 1732'de kurulan Taksim Suyu sistemi ile karşılanmaktaydı. Artan nüfusla birlikte, daha fazla suya gereksinim duyulması, Terkos Gölü'nden kente su getirme fikrini ortaya çıkarmıştır. Bu amaçla Abdülaziz döneminde, 1874'te yabancı bir şirketi temsil eden Hariciye teşrifatçısı Kâmil ile mühendis Terno adına 40 yıllık bir imtiyaz verilmiştir. Bu imtiyazla Terkos Gölü'nden alınacak suyun Beyoğlu-Galata bölgesine ve Halic'in öte yakasına (İstanbul) ve Boğaz'm Rumeli yakasına verilmesi, binaların abone kaydedilmesi yoluyla dağıtılması ve satılması kabul edilmiştir. Ancak daha sonra bu imtiyaz halk arasında "Terkos Şirketi" olarak bilinen ve gerçek adı "Dersaadet Anonim Su Şirketi" olan bir Fransız şirketine devredilmiş, 1887'de düzenlenen bir anlaşma ile imtiyaz süresi 1882'den geçerli olmak üzere 75 yıla çıkarılmıştır. Böylece şirketin belirli bir saha içindeki kaynak, dere ve yeraltı sularım toplayıp isale etmesi ve doğrudan doğruya Terkos Gölü'nden alınacak suyun arıtılarak şehre isalesi ve dağıtımı kabul edilmiştir. Dersaadet Anonim Su Şirketi, 1883'te kurduğu pompa istasyonuyla Ter-kos'un suyunu İstanbul'a iletirken, Türkiye'de de ilk kez basınçlı su dağıtımı yapılmış oluyordu. 1883'ten 1926'ya kadar
Terkos Gölü kenarındaki basit bir klorlama ile suyu şehre arıtmadan ham su olarak veren şirket, 1926'da Kâğıthane sırtlarında ilk arıtma tesisini kurarak sağlıklı bir kontrol denetiminde şehre arıtılmış ve klorlanmış su vermeye başlamıştır.
19301u yıllarda İstanbul'un 70.000 m3 dolayında olan su gereksiniminin yansım karşılayan Terkos Gölü, 1970'lerde 700.000 m3'e yükselen su ihtiyacının 400.000 rrf'ünü sağlamıştır. Buna karşılık, 1989'da yaşanan kuraklığın yanısıra, İstanbul'un su gereksiniminin 1.500.000 m3'e ulaşmış olması nedeniyle, kente dağıtılan suyun ancak yüzde 6,6'sı Terkos Gölü'nden alınabilmiştir. Maksimum kapasitesi 162.000.000 mVyıl olan Terkos Gölü'nde, gene kuraklık nedeniyle 24 Ekim 1990'da 7.000.000 m3 su bulunuyordu.
Terkos Gölü'nde biriken suyun büyük bir bölümü isale hatlarıyla Kâğıthane Arıtma Tesisi'ne iletilmekte, bir bölümü ise açık kanaldan Terkos'un deposu durumundaki Alibeyköy Barajı'na aktarılmaktadır. Kâğıthane Arıtma Tesisi'ne iletilen su daha sonra Halic'in kuzey bölgesine ve İstanbul Boğazı'nın batı yakasına verilmekte, böylece Gaziosmanpaşa, Eyüp, Bayrampaşa, Beyoğlu, Şişli, Kâğıthane, Beşiktaş ve Sarıyer ilçelerinin su gereksinimi karşılanmaya çalışılmaktadır.
Terkos Gölü'nü desteklemek amacıyla 19 Mayıs 1990'da Karadeniz'den Terkos'a su aktarılmasına, ayrıca Kuzey Istranca dereleri regülatörlerinin de kurulmasına başlanmıştır (tesislerin temeli 8 Nisan 1991'de atılmıştır). Bu projede Trakya'da Istranca Dağları'ndan doğup Karadeniz'e dökülen akarsulardan 7 tanesinin birer regülatör ve isale hattı aracılığı ile Terkos Gölü'ne akıtılması planlanmıştır.
Terkos Gölü'nün çok uzun bir dönem Türkiye'deki en büyük şehir suyu kaynağı olması nedeniyle "Terkos suyu", hattâ sadece "Terkos" sözü Türkçe'de gene uzunca bir dönem "şehir su şebekesiyle dağıtılan su" ya da kısaca, "musluk suyu" anlamında kullanılmıştı.
MERAL AVCI
Terkos
Gölü'nden bir görünüm.
Bünyanıin Çelebi
TERMAL OTELİ
Yalova İlçesi'nde, Kaplıcalar mevkiinde idi. 1935'te açılan mimarlık yarışmasında birincilik kazanan mimar Sedad Hakkı El-dem'in(->) projesine göre Atatürk'ün isteğiyle 1937-1938 arasında Akay İdaresi tarafından inşa edilmiştir. 1979'a kadar Denizcilik Bankası tarafından işletilen otel, daha sonra Turban AŞ "ye devredilmiş ve 1980'li yılların ortasında yıktırılmıştır.
Otel iki bölüme ayrılmıştı. Birinci bölüm kaplıca tedavilerinin yapıldığı banyoları içermekte, ikinci bölüm ise otel odaları ve konaklama ihtiyaçlarının giderildiği mekânları barındırmaktaydı. Otel bir ucu daha kısa olan "T" planlıydı. Yapının ana girişi beton ayaklar üzerine oturtulmuştu. Antreden girilen bekleme holünde kapıcı, danışma ve telefon kulübeleri yer almaktaydı. Bekleme holünün solunda dört eşit kollu haç biçiminde planlanmış otel holüne, oradan da lokanta bölümüne geçiliyordu. Burası, sürme kapılarla terasa bağlanmıştı. Bodrum katında mutfak, çamaşırhane, soğuk oda, erzak depolan, bulaşık yerleri, bardak ve gümüş takımlar için odalar, personel için yemek ve oturma odalarıyla kalorifer dairesi bulunmaktaydı. Buradan servis merdiveniyle diğer katlara çıkılıyordu. Birinci ve ikinci katlar yatak odalarına ayrılmıştı. Katlar üç asansör ile bağlanmış, asma kat personel yatak odalarıyla müşterilerin diğer yatak odalarına ayrılmıştı. Tuvaletler cadde üzerindeki odaların yanında bulunmaktaydı.
Termal kısım zemin ve bodrum katlarında yer alıyordu. Bu bölüme otelin giriş holünden ve arka sokaktaki bodrum katından girilmekte, zemin katında doktor, muayene, bekleme odalarıyla bir büyük mekanoterapi salonu bulunmaktaydı. Bodrum katında, önlerinde bir giriş yeri, soyunma ve dinlenme yerleri olmak üzere özel banyo hücreleri vardı.
Yapı betonarme karkas sistemindeydi. Mimari üslup olarak Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'ndan sonra yaygınlaşan fonksi-yonalist mimari görüşü yansıtmakta olup üst üste konulmuş kutu sistemiyle geometrik bölümleme temeline dayanan bir tasarım anlayışına sahip bulunmaktaydı.
Bibi. S. H. Eldem, "Yalova Termal Oteli", Ar-kitekt, S. 3 (1938), s. 67-81, Sözen, Cumhuriyet Mimarlığı, 176.
AYKUT GÜRÇAĞLAR
TERSANE SARAYI
bak. AYNALIKAVAK KASRI
TERSANE ZİNDANI
bak. ZİNDANLAR
TERSANE-İ ÂMİRE
İstanbul'da Halic'in kuzey kıyısında, II. Mehmed (Fatih) tarafından 11 Aralık 1455' te kurulmasına başlanan büyük tersane.
İstanbul'un fethinden sonra, Bizans'tan kalan küçük tersanelerin kullanılmasına gidilmedi, onların yerine Haliç'te yeni bir tersanenin inşasına başlandı. Yeni tersane, önceleri birkaç bölüm ile bir divanhane ve
TERSANE-İ ÂMİRE
254
255
TERSANE-İ AMİRE
ru kayık, karamürsel, aktarma, at kayığı, çektiri gibi nispeten küçük ahşap tekneler yapılırken, tekniğin ilerlemesiyle daha büyük gemiler de yapıldı. II. Bayezid döneminde (1481-1512) tersaneler ıslah edildikten başka, çağa uygun gemi tiplerinin de inşasına geçildi.
I. Selim (Yavuz) döneminde 1515'te tamamlanan ve değişik boyda 150 adet ahşap teknenin inşa edilebilir duruma geldiği bu kuruluşun her bir gözü için, hazineden 50.000 akçe tahsis edildiği biliniyor. 16. yy'da Güzelce Kasım Paşa'mn sadaret kaymakamlığı sırasında Gelibolu Tersane-si'nden ustalar ve işe yarar işçiler istanbul'a getirtilerek Tersane-i Âmire'nin büyük ölçüde takviye edilmesine gidildi. Ayrıca, imparatorluğun dört bir köşesindeki tersaneler de idari bakımdan buraya bağlandı. Tersane-i Âmire, inşa tezgâhları, donanım
Taşkızak Tersanesi'nin günümüzden bir görünümü.
Gürol Karo/TETTV Arşivi
meclisten oluşuyordu. Kıyıda gemi inşa tezgâhlan yavaş yavaş çoğalırken, gerideki tepelerde de zaman içinde evler, ambarlar, atölyeler yapıldı. Kaptan-ı deryanın dairesi de burada bulunuyordu. Tersane-i Âmire'nin yer aldığı Halic'in kuzey kıyısı boyunca günümüzde, sırasıyla Haliç Tersanesi, Kasımpaşa Vapur iskelesi, Kuzey Saha Deniz Komutanlığı, askeri di-kimevleri, CamialtıTersanesi(-0, Taşkızak Tersanesi(->) ile Jandarma Kuvvetleri teknelerinin onarım-inşa kızakları ve Hasköy Tersanesi(->) bulunmaktadır. Eskiden, bugünkü Sütlüce'de de yine Tersane-i Âmire'nin gözler halinde küçük filika inşa kızakları sıralanıyordu.
Galata'dan Kâğıthane Deresi'ne kadar kıyı boyunca uzanan tezgâhların kurulmasına Cafer Kapudan'ın gözetiminde başlandı. Önceleri küçükten büyüğe doğ-
Kasımpaşa Kapısı'nda inşa edilen büyük taş havuzu betimleyen Mahmud Raif Efendi'nin
bir gravürü.
W. Müller-Wiener, Die Höfen von Byzantton, Konstantinupolis, istanbul, Tübingen, 1994
Brindesi'nin Tersane-i Amire'yi betimleyen bir resmi. Souvenir de Consîantinople, 1860 /Cengiz Kahraman arşivi
ve malzeme ambarları, havuzları, kışlaları, yelken dikim, kürek yapım atölyeleri, dökümhanesi, cami, mektep, hamam, hattâ zindanlarıyla büyük bir denizcilik merkezi haline geldi.
Barbaros Hayreddin Paşa'mn 1534'te kaptan-ı deryalığa getirilmesiyle Tunus ve Cezayir'den gelen yetenekli usta ve işçiler de Tersane-i Âmire'de görev aldılar. Göz adı verilen inşa tezgâhlarında her türden tekneler inşa edilmeye başlandı. 1026' da Kaptan-ı Derya Çatalcalı Hasan Paşa Tersane-i Âmire'deki kızakları baştan sona ya iyice onarttı ya da yeniden inşa ettirdi.
Osmanlı bahriyesinde inşa edilen ilk büyük kalyon olan Uzunçarşı'nın omurgası 1648'de Tersane-i Âmire'de kızağa kondu. Gemiye bu adın verilmesinin nedeni, teknenin yapılmasına, Uzunçarşı esnafının bağışlarıyla başlanmış olmasıydı. 1700'lü yıllarda daha büyük gemilerin inşası gerekince, tersanedeki kızaklar zamanla yetersiz kalmaya başladı. Kaldı ki, gemilerin tipleri de gelişip değişiyordu. Kızaklar büyütüldükten sonra, 6 Ekim 1718 günü ilk kez üç ambarlı bir savaş gemisi inşa edilerek törenle Halic'e indirildi. 1740'ta Nireng-i Bahrî, 1746'da Feth-i Bahrî, bir yıl sonra Birr-i Bahrî, 1749'da Nus-retnüma, ertesi yıl Berid-i Zafer hep bu büyük tersanenin tezgâhlarında inşa edilip donatıldı.
Bu arada, Tersane-i Âmire'nin büyütül-mesinde Cezayirli Hasan Paşa(->) ile modern Osmanlı denizciliğinin kurucularından Küçük Hüseyin Paşa (1758-1803) büyük hizmetlerde bulundular. 1773'te Mü-hendishane-i Bahri-i Hümayun(->) açılınca gemi inşasında önemli ilerlemeler kaydedildi. O yıllarda asker, subay, usta ve her türden işçiden oluşan tersane halkının mevcudu 50.000'i bulmuştu.
I. Mahmud döneminde (1730-1754) bugün Kasımpaşa Kapısı denen yerde başlanan büyük taş havuzun inşası ancak III.
Selim döneminde (1789-1807) tamamlandı. Bu havuzun başta gelen özelliği, inşaatta hiç harç kullanılmayıp taşların birbirine kenetlenerek örülmüş olmasıydı. Bu arada Fransa ve İsveç'ten gemi inşa mühendisleri getirtilerek Tersane-i Âmire üstün düzeye çıkarıldı. O yıllarda, tersanede 118 toplu Mesudiye, 128 toplu Selimiye, 82 toplu Bâde-i Nusrat, 76 toplu Ars-İan-ı Bahrî, 66 toplu Asar-ı Nusrat gibi büyük kalyonlar inşa edildi.
II. Mahmud döneminde (1808-1839) ikinci bir havuza daha ihtiyaç görülünce, bunun Kasımpaşa Deresi ile Azapkapı arasında olması uygun görüldü. 85 m uzunluğunda, 15 m genişliğinde ve 10,3 m derinliğindeki bu ikinci havuz 1825'te tamamlanıp hizmete girdi. Ayrıca, bir tür yüzer vinç olan maçunaların da yapımına önem verildi, istanbul'a ilk buharlı gemi, bu dönemde, 20 Mayıs 1828'de ingiltere'den geldi. Padişahın emriyle, daha başka gemiler de getirtildikten başka, Ayna-lıkavak'ta yenilerinin de inşasına girişildi.
1832'de, denizyoluyla İstanbul'a gelen Amerikalı tanınmış gemi inşa mühendisi Poster Rhodes'e Tersane-i Âmire'de görev verilmesiyle gemi inşa alanında önemli adımlar atıldı. Rhodes'in inşa ettiği ilk gemi, 1834'te ahşap tekneli Neveser adlı savaş gemisi oldu. Bunu ertesi yıl Nusretiye kalyonu, bir yıl sonra da Tarz-ı Cedid, yine bir yıl sonra Nizamiye firkateyni ile Kafs-ı Zafer briki ve Müjderesan gemileri izledi. Bunlar hep ahşap tekneli klasik savaş gemileriydi.
1837'de tersanede Poster Rhodes'in gözetiminde ilk kez bir buhar makineli geminin inşasına başlandı. Türkiye'de inşa edilen ilk buhar makineli gemi olan Eser-i Hayr, 26 Kasım 1837'de Aynalıkavak'ta denize indirildi. Amerikalı mühendisin en yakın yardımcısı, tecrübe ve bilgisini takdir ettiği Mehmed Kalfa idi. 1838'de Me-sir-i Bahrî, ertesi yıl da padişahın emrine tahsis edilecek olan Tâir-i Bahrî adlı buharlı gemiler inşa edildi. Bu gemilerin kazanları ile makineleri İngiltere'ye ısmarlanıyordu, çarkçıbaşılar ve makinistler de keza İngiltere'den getirtiliyordu. Ne var ki, II. Mahmud'un ölümünden sonra gördüğü kötü muamele yüzünden Poster Rhodes, yerine kayınbiraderi Ricks'i bırakarak İstanbul'dan ayrıldı.
Abdülmecid döneminde (1839-1861) Tersane-i Âmire'ye üçüncü bir havuzun yapılmasına ihtiyaç görüldü. İkinci havuzla, Azapkapı arasında kalan alanda kazılmasına başlanan bu havuzun inşası ancak 1870'te, Abdülaziz döneminde tamamlanabildi ve İngiliz ustaların da getirtilme-siyle tersane dünyanın sayılı önemli tersanelerinin arasında yer alabilecek mükemmelliğe erişti. 1860'k yıllarda tersanede görev yapmakta olan Başmimar Süleyman Bey'in de büyük emeğinin geçtiğini belirtmek gerekir. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) tersanede artık büyük savaş gemileri inşa edilebiliyordu.
Tersane-i Âmire'den çok değerli teknik elemanlar da yetişti. İlk yerli imalat dökümhaneyi yapmayı başaran Dökmeciba-
şı Ali Bey ile kardeşi, Rusçuk'ta Tuna'da çalışan vapurların tamirhanesini kuran Bahriye Mektebi Nazırı Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa (1852-1918), uzun yıllar Konya valiliği yapan Şemsi Paşa hep Tersane-i Âmire'den yetişmiş değerlerdir.
1839'da Tersane-i Âmire'nin bünyesinde kurulan Vapurculuk Nezareti'ne, ilk buharlı yolcu gemilerinin çalıştırılması görevi de verilmişti. Şirket-i Osmaniye (1839), Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi (1840), Mecidiye Şirketi (1842), sonraki kuruluşlar hep Tersane-i Âmire'nin bünyesinde yer aldılar.
O zamana kadar tersanede makineler hep model çıkartma yöntemiyle yapılırken, İngiliz makine mühendisi Seanks, Türk öğrencilere^ teknik resim öğretti. Böylece, Tersane-i Âmire'de yetişen öğrencilerden Hasköylü Eşref Bey ile Hoca Sami Bey, Hüner-i Perver adlı zırhlının makinelerini yaparak bizde ilk yerli gemi makinesi imal etmeyi, Tersane-i Âmire'de başarmış oldular.
1875'te, birinci havuzun ihtiyaca yetmediği görülüp genişletilerek boyu 153 m'ye, genişliği 16 m'ye, derinliği de 9,5 m'ye çıkarıldı. Önceleri havuzların sularının boşaltılması mandalar tarafından döndürülen dolaplarla sağlanıyordu. Gözleri bağlanan mandalar ağır ağır dönerek çarkı çeviriyor, çark da pompayı çalıştırarak içerideki suyu tahliye ediyordu. Ferid Halid Paşa, bu ilkel sistemi ıslah ettirerek o günlere göre modern buhar makinelerini devreye soktu. Böylece havuzdaki suyun birkaç saat içinde boşatılması mümkün oldu. Bu arada Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'mn (1832-1903) girişimiyle Avrupa'dan bir yüzer havuz satın alındı. Parçalar halinde yurda getirilen bu havuz tersanede monte edilerek hizmete sokulunca 150 tonluk gemilerin tamiri kolaylaşmış oldu.
Tersanenin bir bölümü 1910'da İdare-i Mahsusa'ya devredildi. Ne var ki havuz-
ların da, atölyelerin de öncelikle ele alınıp esaslı bir şekilde ıslah edilmesi gerekiyordu. O sıralarda Türkiye'de görev yapmakta olan İngiliz amirali Gambel İngiltere'ye gönderilerek tersanenin modernleştirilmesi konusunda görüşmelerde bulundu. Bu arada mühendislerden oluşan bazı heyetler İstanbul'a getirtildi. Bir yandan bugünkü Haliç Tersanesi'nin yer aldığı Kasımpaşa'daki bölüm faal duruma getirilmeye çalışılırken, öte yanda Haliç'teki fabrikalara ilaveten Marmara'nın uygun bir yerinde ya da Boğazlarda ikinci bir tersanenin daha yapılması fikri ortaya atıldı. Yapılan incelemeler sonunda bu ikinci büyük tersanenin Marmara'da kurulması kararlaştırıldı. Ama 1912'de Balkan Savaşı'nın patlak vermesi, bu girişimden sonuç alınmasını engelledi. I. Dünya Savaşı sırasında, 19l6'da bu sefer de bir Alman firmasıyla görüşmeler yapıldıysa da ileri sürülen aşırı teklifler nedeniyle yine sonuç alınamadı. Buna rağmen Haliç Tersanesi savaş yılları boyunca faaliyetim sürdürmekten geri kalmadı, bu arada mermi, bomba, çivi ve sac imali gibi ihtiyaçlar da yine tersane tarafından karşılandı.
İşgal yıllarında ise Haliç Tersanesi kısmen harap olmuş durumdaydı, yine de 1924'te tersane iyi kötü faaldi. Lozan Antlaşması ile İstanbul ve Boğazlar için kabul edilen maddeler, Haliç Tersanesi'nin Deniz Kuvvetleri'yle olan ilişkisini çok kritik duruma sokuyordu. Bu arada İstanbul'da yer alan askeri tersaneler, 1930-1931'de yeni kurulmakta olan Gölcük Ter-sanesi'ne taşındı ve eldeki askeri gemilerin onarımları artık orada yapılmaya başlandı. Boşaltılan saha Seyr-i Sefain İdaresi ile İnhisarlar Vekâleti'ne devredildi. Deniz Kuvvetleri'nin emrinde ise ancak bir-iki küçük tesis ile bazı ambarlar kaldı.
l Temmuz 1933'te kurulan Fabrika ve Havuzlar Müdürlüğü bünyesinde yer alan Haliç Tersanesi'nin zaman içinde elden geldiğince yenilenip modernleştirilmesi-
Dostları ilə paylaş: |