I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə22/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   139

DOKUMACILIK

86

87

DOLAPDERE

>%Ö"sg /'•£&$'"- v3Psîvl^^**!^^fMlPfisİiJi^ •ü v?sCTsi

1758'de Üsküdar'da Ayazma Camii yakınında devlet tarafından vakıf olarak 40 tezgâhlı bir dokuma atölyesi inşa edilerek esnafa kiraya verilmiştir. Manifak-tür türündeki bu işletmede yeni bir ipekli dokuma türü olan çatma yastıklar ile çöz-gü ve atkısı ipek olan, boyuna yollu ve küçük çiçekleri olan kumaşlar dokunmuştur. Bu tür'kumaşlara selimiye adı verilmiştir.

19. yy'a gelindiğinde devlet eliyle büyük sanayi kuruluşlarının kurulması sürdürülmüştür. III. Selim döneminde 1805' te Beykoz'da bir kâğıt fabrikası ile bir çuha fabrikası kurulmuştur. Ancak, bu girişimlerden istenilen sonuç alınamamıştır.

Asâkir-i Mansure'nin kışlık elbiselerinin yapımında kullanılan çuhanın dokunması için 1828'de Beykoz'da yeniden bir çuha fabrikası açılması girişiminde bulunulmuştur. Ancak, askerlerin giydirilmesi için toplam 500.000 ziradan fazla çuhaya gerek vardı. Bunun o tarihte inşa edilmiş 5 tezgâh ile üretilmesi olanaksız olmakla birlikte fabrikaya verilen kâğıtha-neye ancak 50-60 dolayında tezgâh konulabileceği ve bu durumda yıllık üretimin 200.000 ziranın üzerine çıkamayacağı hesaplandı.

1832'de aradaki 300.000 ziralık açığı kapatacak bir çuha fabrikası için yeni girişimlerde bulunuldu. Ancak bir süre sonra fabrikanın kurulmasından vazgeçildi ve çuha dokunması Feshane'ye kaydırıldı.

Dolmabahçe Sarayı'mn ek yapıları arasında iki katlı bir dokumahane binası bulunmaktadır. "Hereke Dokumahanesi" o-larak adlandırılan bu yapının ve dokumahanenin ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Ancak, bu dokumahane Hereke Fabrika-i Hümayunu ile işbirliği için-

de Osmanlı İmparatorluğu sona erinceye kadar çalışmıştır. Burada saray için halı ve ipekli dokunmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu, kötü ekonomik durumu, bozulan ticaret dengesini ve artan işsizliği aşmak için 18401ı yıllarda çözüm aranmaya başlanmıştır.

Tanzimat Dönemi

1840-1860 yıllarını kapsayan dönemde gereksinim duyulan malları üretmek ü-zere devlet eliyle yeni fabrikalar kurulmuş veya daha önce kurulmuş olanların genişletilmesi yoluna gidilmiştir. Bu girişimler sanayilerini geliştirmiş Avrupa ülkelerinin Osmanlı pazarını ele geçirmek için savaşım verdikleri bir dönemde bir karşı önlem olarak düşünülmüştür. Bu kapsamda Feshane, Hereke ve Basmahane (bak. Bakırköy Pamuklu Sanayi işletmesi) gibi fabrikalar ortaya çıkmıştır. Kurulan işletmelerde yeterli verimlilik ve rekabet gücünün sağlanamaması üzerine 1860-1876 arasında esnafın güçlendirilmesi, şirketler biçiminde birleştirilmesi ve rekabet gücü kazandırılması için girişimlerde bulunulmuş, ancak bu alanda da başarılı olunamamıştır.

Islah-ı Sanayi Komisyonu tarafından hazırlanan 23 .Mart 1868 tarihli raporda, istanbul ve Üsküdar'da eskiden 2.750 tane kumaş tezgâhında 3.500 kişi çalışırken son 30-40 yıl içinde tezgâh sayısının 25'e ve kumaşçı esnafının da 40 kişiye düştüğü, kemhacı esnafından 350 tezgâhta çalışan 700 kişiden 4 tezgâhta çalışan 8 kişi ve çatma yastıkçılardan 60 tezgâhta çalışan 120 kişiden 8 tezgâhta çalışan 14 kişi kaldığı belirtilmektedir. Raporda bu esnafın içinde bulunduğu duruma çözüm olarak bunların bir şirket halinde birleştirilmesi ve bu şirkete bazı

III. Mustafa'nın

kızı Fatma

Sultan'ın

telli zemin

üzerine renkli

ipeklerle

işlenmiş


entarisi.

Ara Güler fotoğraf

arşivi

imtiyazların verilmesi önerilmiştir. Komisyonun önerileri uygun bulunarak 9 Nisan 1868'de Kumaşçılar Şirketi kuruldu. Şirkete çeşitli imtiyazlar tanındı. Ancak sermaye azlığı, bilgi ve deneyim yetersizliği ve ekonomik koşullar nedeniyle u-zun ömürlü olamayan bu şirketin faaliyetini ne kadar sürdürdüğü ve ne zaman dağıldığı kesin olarak bilinmemektedir.

1915'e gelindiğinde İstanbul'da yün iplik üretimi ve yün dokumacılığı ile uğraşan kuruluşlar Yedikule'deki "Uhuvvet Osmanlı Halk Anonim Şirketi İplik Fabrikası" ile "Feshane Fabrika-i Hümayunu" dur. Pamuk ipliği üretimi ve pamuk do-kumacığı ile uğraşan kuruluşlar ise Bakırköy'deki "Levazımat-ı Umumiye-i Askeriye Bez Fabrikası" ile Yedikule'deki "Yün ve Pamuk İpliği, Akmişe ve Saireye Mahsus Osmanlı Anonim Şirketi"dir. Bunların yanında daha küçük işletmeler olarak Mercan Yokuşu'nda "Abalıyan Agop Dokuma Fabrikası", Sirkeci'de "Macid Mehmed Karakaş Kuşak Fabrikası" ve Kartal'da "Osmanlı ipek, Keten Eşya Anonim Şirketi" bulunmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi

Dokuma sanayii Cumhuriyet'ten sonra hızla gelişme göstermiş ve bu gelişme İstanbul'da yoğunlaşmıştır. 1932'de İstanbul'da Teşvik-i Sanayi Kanunu'ndan yararlanan işyerlerinin yüzde 38'i dokuma alanındaydı ve bu sektör kanun kapsamındaki işyerlerinde çalışanların yüzde 44' ünü istihdam ediyordu. Yasa kapsamında olan Türkiye'deki tüm dokuma işyerlerinin yüzde 48,4'ü ve çalışanların yüzde 4l'i İstanbul'da bulunuyordu. İstanbul' da bulunan ve yasadan yararlanan 170 dokuma kuruluşundan 84 tanesi 1930-1932 döneminde kurulmuştur.

1979'da İstanbul'daki toplam imalat sanayii işyerlerinin yüzde 22,2'si ve çalışanların yüzde 27,6'sı dokuma sektörün-deydi. İkisi kamu kesimine ait olan toplam 461 işletmede 53.014 kişi çalışmaktaydı. 1975'te Türkiye'de mevcut pamuk eğirme iğlerinin yüzde 27'si, pamuklu dokuma tezgâhlarının yüzde 24'ü ve yünlü dokuma tezgâhlarının yüzde 57'si İstanbul'daydı. 1980'de dokuma alanında faaliyet gösteren kuruluşlardan 25 tanesi 500'den fazla işçi çalıştırıyordu.

Dokuma yanında konfeksiyon alanında da İstanbul önemli bir merkez durumundadır. 1979'da Türkiye'de konfeksiyon alanında faaliyet gösteren 221 işletmeden 187'si İstanbul'daydı ve bu alanda toplam çalışanların yüzde 84'ünü istihdam ediyordu.

Günümüzde organize tekstil kuruluşlarının bulunduğu bölgeler arasında İstanbul'un yer aldığı Marmara Bölgesi birinci sıradadır. Bu bölgede 35 iplik, 25 dokuma, 33 terbiye tesisi olmak üzere toplam 93 büyük sanayi kuruluşu vardır ve bunların önemli bir kısmı İstanbul'dadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'mn Haziran 1992 verilerine göre İstanbul'da dokuma işkolunda faaliyet gösteren işletme sayısı 1.980 olup, buralarda toplam

108.078 işçi çalışmaktadır. Bu işçilerin 46.000 kadarı, Merter'deki Keresteciler Si-tesi'nde faaliyet gösteren işyerlerindedir.

1960'larda Mahmutpaşa'da, daha sonraları Bomonti, Çağlayan, Kâğıthane bölgelerinde yoğunlaşan dokuma sektörü, 1970'lerde Bakırköy civarında, 1980 sonrasında ise Merter'de Keresteciler Sitesi'n-de toplandı. Aynı tarihlerde dokuma işyerleri, İstanbul dışına çıkıp, Edirne, Çorlu, Çerkezköy gibi yakın yörelere yerleştiler. Bu sayılan yerler dışında, İstanbul'un Kartal, Mahmutbey ve Halkalı yörelerinde de dokumacılık yaygındır.

Bibi. E. Dölen, Tekstil Tarihi, îst., 1992; M. Genç, "18. yüzyılda Osmanlı Sanayii", Toplum ve Ekonomi, S. 2 (Eylül 1991), s. 99-124; A. Giz, "istanbul'da İlk Sınaî Tesislerin Kuruluş Yılı: 1805", istanbul Sanayi Odası Dergisi CİSOD), S. 23 (15 Ocak 1968), s. 25-26; ay, "1719 Yılında istanbul'daki Bir Dokuma Fabrikasının Defteri", ae, S. 30 (15 Ağustos 1968), s. 17-19; ay, "1721 Yılında Bir iplik Dokuma Fabrikasının Kuruluşu", ae, S. 31 (15 Eylül 1968), s. 22-28; ay, "Niçin Batıdaki Sınaî Gelişmeye Ayak Uyduramadık?", ae, S. 43 (15 Eylül 1969), s. 13-15; N. Gürsu, Türk

Feshane'nin

dokuma

tezgâhlarından



görünümler.

Fotoğraflar

t Giz

Dokumacılık Sanatı, ist., 1988; Ö. Küçüker-man, Anadolu 'nün Geleneksel Halı ve Dokuma Sanatı İçinde Hereke Fabrikası, Ankara, 1987; M. S. Kütükoğlu, "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Kıyafeti ve Malzemesinin Tayini Meselesi", LÛ. Edebiyat Fakültesi Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, ist., 1981, s. 519-605; W. Müller-Wiener, "15-19. Yüzyılları Arasında istanbul'da imalathane ve Fabrikalar", Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, îst., 1992, s. 53-120; G. Okçun, Osmanlı Sanayii, 1913-1915 Yıllan Sanayi Istatistiki, Ankara, 1971; R. Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, Ankara, 1988; Ö. C. Sarc, "Tanzimat ve Sanayiimiz", Tanzimat l, ist., 1940, s. 423-440.

EMRE DÖLEN



DOLAPDERE

Harbiye'den kuzeye doğru uzanan Ha-laskârgazi Caddesi ile Kurtuluş semtinin kuzey sınırını çizen Ergenekon Caddesi' nin kesiştikleri noktadan başlayarak Kasımpaşa yönünde güneye doğru inen Do-lapdere Caddesi'nin iki yanında uzanan semt.

Dolapdere Caddesi bir bölümü Şişli

İlçesi, bir bölümü de güneyde Beyoğlu İlçesi sınırları içinde kalan oldukça uzun bir yol olmakla birlikte, Dolapdere semti esas olarak caddenin kuzeydeki başlangıç noktasından güneyde Cumhuriyet Cad-desi'nden(->) batıya ayrılan Elmadağ Caddesi'nin Dolapdere Caddesi ile kesiştiği noktaya kadarki bölümü içerir. Batı, kuzey ve doğudan Kurtuluş, Feriköy, Pan-galtı, Harbiye, doğudan ve güneyden Elmadağ, Talimhane, Taksim ve Kasımpaşa ile çevrilidir.

Taksim'den başlayan Beyoğlu platosu, batı yamacında Dolapdere Caddesi' ne doğru eğimlidir. Dolapdere ile batısında paralel giden Kurtuluş caddeleri dik bir yamaçla birbirlerine bağlanır. Bu bölge, kurumuş dere yatakları ve fazla derin olmayan vadilerin birbirine bazen paralel bazen de keserek Halic'e kadar u-zandıkları bir doğal yapıdadır. "Dolapdere" adı da böyle bir suyu hatırlatmaktadır. Dolapdere Caddesi güneye doğru önce oldukça sert sonra yumuşak bir yokuşla iner. Eremya Çelebi 16. yy'da burada hiçbir yerleşmenin olmadığını, bugünkü Cumhuriyet Caddesi ve onun uzantısı Halaskârgazi Caddesi'nin iki tarafında mezarlıklar bulunduğunu yazar. 18. yy'da Beyoğlu yerleşmesi gelişirken ve yüzyılın sonlarına doğru yerleşme Tak-sim'e ulaşırken bugünkü Kurtuluş semtinin kurulu olduğu bölgedeki Aya Di-mitri tepeleri üzerindeki Rum köyü Tatav-la da (Kurtuluş) gelişmeye başlamıştır. Dolapdere yerleşmesi Tatavla'nın doğusundaki vadide biraz daha sonra kurulmuş olmalıdır. İtalyan gezgini Edmondo de Amici 1870'lerde bu çevreyi anlatırken Pangaltı Tepesi'nden inip kurumuş küçük bir dere yatağının geçildiğini ve başka bir tepeye, Aya Dimitri Mahallesi'ne varıldığını yazar. Söz konusu kurumuş dere yatağı bugünkü Dolapdere Caddesi' nin bulunduğu mevkiye denk düşmektedir. De Amici, Dolapdere'nin batısında yer alan Tatavla Rum köyünün de meyhaneleriyle ünlü olduğunu yazar.

Daha sonraki dönemlerde yukarı (kuzey) kesimlerinde Kurtuluş'a benzer bir sosyoekonomik gelişme göstermiş, Rumların ağırlıkta olduğu, Ermenilerin, Yahudilerin ve Türklerin bir arada yaşadıkları bir semt olma özelliğini uzun yıllar korumuştur. 1950'lerde Prost'un danışmanlığında hazırlanan sanayi planında Kâğıthane ve Bomonti ile birlikte Dolapdere' nin güney kesimleri de organize sanayi bölgesi olarak planlanmıştır. 1950'lerden sonra semt, bir yandan sosyal yapısı orta halliden daha dar gelirliye doğru giden ve çeşitli dinsel ve etnik grupları bir arada barındıran bir yerleşme, öte yandan da otomobil tamircileri ve yedek parçacılarla hurdacıların ağırlıklı oldukları küçük dükkân ve atölyelerin cadde boyunca iki yanlı dizildiği bir iş çevresi olarak gelişmiştir.

Kasımpaşa'yı Mecidiyeköy ve çevre yoluna bağlayan Piyale Paşa Bulvarı'nın 1970'ler sonunda açılmasıyla Dolapdere Caddesi'nin trafik yükü azaldı, semtin ba-

DOLMABAHÇE CAMÖ

89

DOLMABAHÇE SABAYI

tısında istimlakler yapıldı, oto tamircileri ise zamanla oto sanayii sitelerine göçtüler. Bugün bazı küçük imalathaneler, hurdacılar, çeşitli tamircilerin bulunduğu semt daha da köhneleşmiş durumdadır.

istanbul dolmabahçe camö

Dolmabahçe Camii, Dolmabahçe Sarayı' nın(-+) güney kesiminde ve sahildedir. Abdülmecid'in (hd 1839-1861) annesi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü üzerine Abdülmecid tarafından tamamlanan ve tasarımı Garabet Balyan'a ait olan bir yapıdır.

Asıl adı Bezmiâlem Valide Sultan Camii olan ama konumu nedeniyle Dolmabahçe Sarayı bütünü içinde düşünülüp birlikte anılan Dolmabahçe Camii, iki yılı aşkın bir yapım sürecinin sonunda 23 Mart 1855'te bir cuma töreniyle ibadete açılmıştır.

Dolmabahçe Camii, dönemin birçok yapısı gibi bazı seçmeci özelliklere sahiptir. Ancak yine hepsinden daha fazla üslup tercihlerini net ve belirgin bir biçimde ortaya koymuş örneklerden biridir.

Caminin en belirgin biçimsel özelliği net bir kurgu ve geometriye sahip olmasıdır. Cami ve hünkâr bölümleri, işlevlerine de bağlı olarak ayrı ayrı tasarlanmış ve sonra birleştirilmiş gibidir. Cami, kare planlı altyapı üzerine kubbeli ve yüksek bir kitledir. Hünkâr bölümü ise, dikdörtgen planlı prizmatik ve daha alçak bir kitledir. Bu iki kitle caminin kuzey cephesi yönünde bitiştirilirler. Kompozisyon, organik bir bütünleşmeyi değil geometrik bir kurguyu işaret eder. Buna karşılık bu geometrik yaklaşım, cami ve hünkâr bölümlerinin tasarım ve biçimlenmesini ortak olarak yönlendirir. Böylece cami ve hünkâr bölümünün farklı biçimdeki kitleleri tek bir tasarım anlayışının çizgisinde bütünleşirler.

Bu yapıdaki geometri egemen tasarım, ampir üslubunun veya yeni klasikçi-liğin 19. yy'm ortasındaki son fakat en bütüncül örneklerindendir.

Cami sahmnm 25x25 m boyutundaki kare planının köşeleri, yaklaşık l m'yi bulan genişlemelerle vurgulanmış ve bir baldaken strüktürü çizilmeye çalışılmıştır. Yapının dört cephesinde eş biçimli olan büyük taşıyıcı kemerlerin kuvvetle çizilmesi, geçiş öğesi olan küresel üçgenlerin yapının dış kitlesinde de açıkça gösterilmiş olması baldaken imgesini güçlendirmektedir.

Diğer istanbul camilerinde, hattâ sivil yapılarında da pek karşılaşılmayan dairesel pencere düzenlemesi, baldakenin geometrik kurgusuna, kendine özgü bir dışavurumla katılmaktadır. Taşıyıcı kemerlerin içinin kemer çizgisine paralel biçimlenen düzenine profiller ve bezeme şeritleri eşlik etmektedir. Kemer içinin yatay olmayan bu pencere düzeni, aslında geleneksel strüktürün görsel alışkanlıklarını da değiştiren bir öneridir.

Kemer içinin biçimlenmesi cephede

Dolmabahçe

Camii'nin

havadan


görünümü.

Bekir Baki Aksu

bir üçlü bölümleme ile karşılanmış ve zemin kata, dökme demir parmaklıklı üç yüksek pencere yerleştirilmiştir.

Köşe ayaklarının üstüne yerleştirilmiş ve dekoratif niteliği öne çıkarılmış ağırlık kulesi görünümündeki plastik düzenlemelere gelince, bunlar, caminin betimlenen tasarım özelliklerine yabancı kalmaktadır. Bu öğeler, hem kurulan geometrik çatkıyı zayıflatmakta hem de yapının kla-sisist çizgileri ve sadeliğiyle bağdaşmamaktadır.

Caminin kuzey cephesinde yer alan ve doğu-batı doğrultusunda yerleştirilmiş bir dikdörtgen kitlesi olan hünkâr bölümü iki katlıdır. Neorönesans denebilecek klasik mimari öğelere sahip, sade ve resmi görünümlü bir yapıdır. Hünkâr tarafından kullanılacak bölümlerin cami dışında ek hacimler olarak örgütlenmesinin sivil mimari karakter taşıyan erken örneklerinden bürokrasinin ve devlet

Dolmabahçe

Camii'nin

planı.

Selçuk Batur

protokolünün ağırlık kazandığı bir tören sürecine işaret eden resmi görünümlü hünkâr yapılarına geçilir. Dolmabahçe Camii hünkâr bölümü bu gelişmenin en tipik örneklerinden biridir.

Yapı, üç bölümlü bir plan şeması göstermektedir. Ortada caminin giriş bolü-, münü oluşturan ve aşamalı olarak camiye girişi hazırlayan üç ara mekân vardır. Birincisi bir dış mekândır; kitle burada i-çeri çekilerek üçlü merdivenlerle girişe yönelinir. ikincisi, camilerin geleneksel semasındaki son cemaat yerine tekabül etmesi gereken ama yalnız camiye değil, hünkâr bölümlerine de geçiş sağlayan ve dolayısıyla daha çok bir dağılım mekânı olarak kullanıldığı düşünülebilecek olan hacimdir. Üçüncüsü ise caminin iç mekânına açılan, ana şahından iki kolonla ayrılmış olan mekândır. Geleneksel şemada açık olan son cemaat yerini içeri alan bir çözüm önerisidir.

Hünkârın kullanacağı ve selamlık töreninin ve buluşmalarının yapılacağı bölüm, iki uçta ve üst katta düzenlenmiştir. Bu bölümlere deniz tarafında yer alan iki özel giriş verilmiştir. Bunlardan Dolmabahçe Sarayı'na bakan doğu girişi hünkâra ait olmalıdır. Dört kolonlu bir portiko-dan sonra giriş holü ve çift kollu merdiven asıl hünkâr katına çıkışı sağlar. Cami sahnına açık hünkâr locası, cami kitlesi ile hünkâr bölümü kitlesinin mafsallan-dığı hacimdir.

Hünkâr bölümünün cephelerinde giriş katında düz dikdörtgen pencere dizileri kullanılmış, üst katta ise düz saçaklık ve üçgen alınlık taşıyan pencereler almaşık dizilmiştir. Camiye giriş bölümünün pencereleri ise tamamen farklı olarak daire kemerli olarak düzenlenmiştir.

Cami iki minarelidir. Yüksek ayaklar üzerinde yivli, gövdeleri ve Korentiyen kolon başlığı biçiminde şerefeleri olan bu minarelerin yerleştirimi, tasarımın en zayıf halkasını oluşturmaktadır. Kuzey cephesinin iki ucuna yerleştirilen minareler ne cami bölümü ne de hünkâr bölümü ile bütünleşebilmektedir. Ayrıca o-turdukları köşede almlıklı pencerenin inşa edilip sağır bırakılması, mimarın performansını gölgeleyen bir uygulamadır.

Caminin içinde, yer yer barok karakter de gösteren (vaaz kürsüsü, pencere kemerlerinin üst bezemesi gibi) ampir üslubunda bir dekorasyon vardır. Kubbe eteği profillerinde, pilastr başlıklarında, kornişlerde, pencere aralarındaki panolarda ve bordürlerde görülen bu biçimlenme özellikle taşıyıcı yüksek kemerler kesiminde belirgindir.

Dolmabahçe Camii'nin de eskiden diğer selatin camiler gibi dış avlusu vardı, inönü Stadyumu'nun yapımı ve yol düzenleme operasyonları sırasında "kagir ayaklar arasında dökme demir parmaklıklı (ve kemerli) pencereleri olan bu avlu yola katılmış" ayrıca kuzeydoğu köşesindeki sebil, Âsâr-ı Atika Encümeni'nin muhalefetine rağmen yıktırılmıştır. Mu-vakkithanesi de deniz tarafına taşınmıştır.



Bibi. (Konyalı), Abideler, 32-33; C. E. Arse-ven, Türk Sanatı, ist., 1970, s. 421; O. Asla-napa, Osmanlı Devri Mimarisi, ist., 1986, s. 447-449; S. Batur, "Ondokuzuncu Yüzyılın Büyük Camilerinde Son Cemaat Yeri ve Hünkâr Mahfili Sorunu Üzerine", Anadolu Sanatı Araştırmaları, II (1970), s. 97-127; Eyice, istanbul, 109; S. Eyice, "İstanbul", ÎA, V/2, s. 1214/63; Öz, istanbul Camileri, II, 20-21; Raif, Mir'at, 321; Uluçay, Padişahların Kadınları, 120-121.

AFiFE BATUR



DOLMABAHÇE SAAT KULESİ

Dolmabahçe Sarayı'ntn(->) saltanat kapısı ile Dolmabahçe Camii arasında yer alır.

II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından 1890-1894 arasında yaptırılmıştır. Kulenin mimarı olarak çeşitli kaynaklarda Balyan ailesinin değişik üyeleri gösterilir. Barok, neoklasik ve ampir üslubu(->) öğelerinin seçmeci bir tarzda kullanılmasıyla dört katlı olarak inşa edilen kule-

Dolmabahçe

Saat Kulesi'nin

kuzeybatıdan

görünümü

Nazım Timuroğlu, 1993

nin yüksekliği 30 m'ye yakındır. Her katta biraz daha daralarak yükselen kuleye 94 basamaklı spiral bir taş merdivenle çıkılır.

Kule 12x12 m ölçülerinde mermer bir platforma oturur. Platformun her kenarında altışar basamaklı bir merdiven vardır. Platformun köşelerinde, teknesi daire biçiminde iki katlı birer fıskiye yer alır.

Kulenin taban alanı sütunlarla birlikte 8,5x8,5 m'dir. Kulenin köşeleri pahla-narak kare planın kesin hatları yumuşatılmıştır. Zemin kat cephelerinin üçünde pencere, birinde kapı bulunur. Kapı ve pencereler yuvarlak silme kemerlidir. Kemer sövelerinin içine birer barometre yerleştirilmiştir. Kapı ve pencerelerin iki yanında mermerden birer kaide üzerine oturan çifte sütunlar yer alır. Yivli sütun gövdeleri 1,35 m'ye kadar düz bırakılmıştır. Başlıkları kompozit bir düzendedir. Zemit kat dışa taşkın, bezemeli yatay silmelerle son bulur.

Süslemenin en yoğun şekilde kullanıldığı birinci kat 7,40x7,40 m ölçüsün-dedir. Zemin kat sütunlarının üzerlerine rastlayan kısımlarda madalyonlar, girland-lar, vazocuklar ve kıvrık çiçek motifleri ile bir hareket sağlanmıştır. Deniz ve kara tarafındaki iki panoda II. Abdülhamid dönemi Osmanlı arması bulunur. Silmeli pencere kemerleri sütunlar üzerine oturtulmuştur. Zemin kâtta olduğu gibi yivli sütunlarla, pencereler üzerindeki bordur süslemelere burada da yer verilmiştir.

6x5 m ölçüsündeki daha sade görünümlü ikinci katta çifte sütunlara yer verilmemiş, süs unsuru olarak kullanılmış başlıklar ve dikey silmelerle cepheye ha-

reket kazandırılmıştır. Köşeleri yuvarlatılmış parmaklıklı bir balkon üçüncü katı çepeçevre dolanmaktadır. Parmaklığın üzerine belirli aralıklarla vazocuklar yerleştirilmiştir. Her cephede yer alan saat kadranlarının üst kısımları perde kıvrımları biçiminde bezenmiştir. Kadranların alt kısmı ise kesik almlıklı, iki ucu yuvarlatılmış, "C" kıvrımı ve istiridye kabuğu motifi ile süslü birer küçük pencere ile dışa açılmıştır. Üçüncü kat saçak silmesi ile sonuçlandırılmış, bunun üstünde ise dört cephede yer alan "C" kıvrımlı kesik alınlıklarla tepeliğe geçiş sağlanmıştır. Bunun üstüne de bir rüzgârgülü yerleştirilmiştir.

Saatlerin mekanizmaları ve çan yerleştirmek amacıyla bu kat içeriden asma kat şeklinde ikiye bölünmüştür. Kulenin saatleri Fransa'dan getirtilmiştir.

Dolmabahçe Saat Kulesi son olarak 1978-1979'da onarım görmüştür.

Bibi. V. Gezgör, "Dolmabahçe Saat Kulesi", Milli Saraylar, S. l (1987), s. 124-128; Ç. Gü-lersoy, Dolmabahçe, ist., 1984.

istanbul dolmabahçe sarayı

Beşiktaş'ta Dolmabahçe Caddesi ile Boğaz arasında, 250.000 rtf'lik bir alan üzerinde kurulu saray.

Başlangıçta, Beşiktaş Saray-ı Hümayunu adı ile anılmıştır. Evliya Çelebi "Burası eskiden servili küçük bir bağ iken, Sultan Osman-ı Şehit fermanı ile, bütün donanmanın ve 20.000 kadar kayık ve mavnanın" taş-toprak getirerek geniş bir koyu doldurduğunu yazarken, aynı yüzyılda yaşayan Eremya Çelebi Kömürciyan,



DOLMABAHÇE SARAYI

90

91

DOLMABAHÇE SARAYI

m'"^*t> '•'•""• ı " ---""iı •••\'':'~ "jpşî - ~

Abdülmecid'in Kırım Savaşı bitimi ve sarayın açılışı dolayısıyla Muayede Salonu'nda verdiği

ziyafet, 10 Haziran 1856.

Çelik Gülersoy, DolmababçeSarayı, ist., 1984

I. Ahmed'in (hd 1603-1617) veziri Nasuh Paşa'mn vezareti sırasında (I6ll~l6l4) sahili doldurttuğunu kaydediyor. Böylece arşivlerdeki ilk elden belgeler bulununcaya kadar, başlangıcı şimdilik meçhul kalan bu zemin, 350 yıldır, daima saraylara kucak açmış haldedir. II. Selim' in (hd 1566-1574) burada bir kasır ve bir havuz yaptırdığı, Evliya Çelebi'den anlaşılıyor. Silabdar Tarihi, kıyıda zamanla birikmiş yalı tipi binalardan, üzeri kurşun örtülü bir köşkten gayrisinin 1680'de yıktırılıp, çevreden bostanların ve yolların bu araziye katılmasıyla, sahilin yeniden pavyonlarla donatıldığım kaydediyor. Aynı bilgi, 1679 yılı için, Tarih-i Raşid'de de vardır. Naîmâ, IV. Murad dönemi (1623-1640) olaylarını verirken, padişahın "Sultan Ahmed Han Köşkünde" oturup Nef î'nin hicivlerini okuduğu bir sırada, yanına bir yıldırım düştüğünü ve hünkârın uğursuzluk saydığı bu olay üzerine, şairi bir daha hiciv yazmamaya yemin ettirdiğini anlatıyor. Daha sonra IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) ve Lale Devri'nde III. Ahmed'in, (hd 1703-1730) eskiyen binaları kaldırarak yeni sahil köşkleri yaptırdıklarına dair açık kayıtlar vardır. Bir ayaklanmaya karşılık Lale Devri çizgisini daha reklamsız sürdüren I. Mahmud da (hd 1730-1754) sık sık burada oturduğu gibi, Dolmabahçe Bayırı-'na bir köşk inşa ettirmiştir (bak. Bayıldım Köşkü). 19. yy başının belgesel ressamı Melling ile, İsveç Elçisi d'Ohsson'un albümlerinde, buradaki yapılar dizisi a-çıklıkla görülür. Diğer yabancı yazarlardan İngiliz Hobhouse ve Fransız rahip A. de la Motraye, İncili Köşk, Yıldız Köşkü, Camlı Köşk adlarını taşıyan bu hafif ve karakteristik pavyonların içinde en gör-

kemlisinin, Beşiktaş yönündeki son bina olan "Porselen Köşkü" (Çinili Köşk) olduğunu belirtirler.

Topkapı Sarayı'ndaki(->) kanlı olaylardan sonra oradan soğuyan genç hükümdar II. Mahmud (hd 1808-1839), ömrünü Dolmabahçe kıyılarındaki bu binalarda geçirmiştir denilebilir.

İmparatorluğu sarsan iç çürüme ve ekonomik krizler hakkında babasından birçok ders dinleyen Abdülmecid (hd 1839-1861), ahşap Çırağan Sarayı'nda(->) ilk yıllarını geçirdikten sonra, hayranlık beslediği Batı tipi yaşama geçebilmek üzere, Dolmabahçe kıyılarında yepyeni bir saray yaptırma arzusuna kapıldı. Onun emriyle, birçok kaynağa göre 1844, İstanbul'da basılmış Fransızca Constantiniade adlı önemli bir kaynağa göre ise 1846'da, bütün eski tipik ve karakteristik tarihi binalar söktürülerek, Avrupa tipi bir sarayın yapımına başlandı. Görevlendirilen mimar, Balyan ailesinden Garabet Kalfa'dır. Daha sonraki dönemlerde özellikle Cumhuriyet yıllarının eserlerinde, sarayın bitiş tarihi olarak hep birbirinden naklen, 1853 yılı verilmiştir. Batı kaynakları bu bilgiyi doğrulamıyor. Illustration, Jurnal Uni-versal dergisinin resimlerinde, 1853'te bina henüz bitmemiş olarak gözüktüğü gibi, Louis Bunel ve Henri Blanc adlı iki Fransız yazarı da, 1854 yazına dair anılarında, tezyinatın henüz bitmediğini kaydetmişlerdir.

Sarayın bitiminde, döşeme işlerinde, eski Paris sefiri Ahmed Fethi Paşa, aktif bir rol oynamış, kendisinin ve adamı Mösyö Karapen'in aracılığıyla, Paris Operası dekoratörü Sechan kullanıldığı gibi, mobilyalar ve sair eşya, Paris ve Doğu Avrupa merkezleri mağazalarına ve fabrikala-

rına sipariş edilmişti. O sırada Tophane müşiri olan paşanın bu gibi konularla meşgul olmasını yadırgayanlar ve karşıtları, adını "Bezirgan Paşa" koymuşlardı.

Sarayın yapımı, imparatorluğun giderlerinin, gelirlerini aştığı, ekonomisinin özellikle İngiliz Ticaret Antlaşması'ndan sonra Avrupa endüstrisine teslim edildiği, kapıların Batı kapitalizmine açıldığı, iplerin elden bırakıldığı ve Kırım Savaşı dolayısı ile de, tarihte ilk defa, Avrupa' dan külliyetli miktarda borç para alındığı yıllara rastlıyordu.

Sarayın döşenmesinde, borçlanılan ülkelerden alman en ağır, dönemin en gözde eşyası ve en göz alıcı ürünleri seçilmiştir. Sevres vazoları, Lyon ipekleri, Bac-carat kristalleri, İngiliz şamdanları, Venedik camları, Alman-Çekoslovak bohem avizeleri bunlar arasındaydı.

Sonunda saray, 1855'te her şeyi ile bitirilmişti. Fakat devlet, Avrupalılarla beraber Rusya'ya karşı açılmış bir savaşın içindeydi ve kanlı bir boğuşmada, binlerce insan hayatını kaybediyordu. Bu ortam içerisinde bir sarayın, hem de böyle-sinin açılışım yapmak, yakışık almayacaktı. O yüzden savaşın bitimi beklendi. Dönemin gazetesi, "Beşiktaş Sahil Sa-ray-ı Hümayunun hüsn-i hitâmı"nı haber veriyor ve "küşâdının, mâh-ı câri'nin 10. Cuma günü" yapılacağını bildiriyordu (7 Şevval 1272/10 Haziran 1856).

Bu törende Abdülmecid 130 seçkin davetliye üç saat süren bir ziyafet çektiği gibi, Kırım Savaşı mareşali Pelissiery'e pırlantalı bir madalya takmış ve aynısını, İngiliz komutan Codrington için, İngiliz elçisine tevdi ettirmişti.

Görkemli sarayında Abdülmecid, ancak 15 yıl oturabildi. Kardeşi Abdülaziz (hd 1861-1876) ömrünü yeni yaptırdığı Çırağan ve Beylerbeyi saraylarına taksim etti. Fakat aşırı israfçı idaresinin ve ekonominin iflasının tepkileri sonucu bu sarayda askeri darbe ile, 30 Mayıs 1876 gecesi tahttan indirilip, Topkapı Sarayı' na hapsedildi. Yerine geçen kardeşi V. Murad'ın, (hd 1876) ruhi sağlığı bozulduğu için, üç ay sonra, o da aynı şekilde tahttan indirildi ve kardeşi II. Abdülha-mid (hd 1876-1909) tahta çıkarıldı. Bütün gelişmeleri Veliaht Dairesi'nden dikkatle gözlemlemiş olan yeni padişah, çok istenen Kanun-ı Esasi'yi, sarayın Büyük Muayede Salonu'ndaki görkemli bir törenle ilan etmekle beraber, kısa süren ikameti sırasında Meşrutiyet hareketinin öncüsü Midhat Paşa'yı, 5 Şubat 1877'de, buranın rıhtımından Avrupa'ya sürgüne gönderdikten az sonra, harp gemilerinin tehdidine açık ve iki tahttan indirme o-layına sahnelik etmiş bulunan bu sarayı terk ederek, Yıldız tepelerinde yeni pavyonlarla genişlettiği sarayına yerleşti. Onun yerine geçen V. Mehmed (Reşad) (hd 1909-1918) ise, Dolmabahçe'de oturmuştur. 9 Mart 1910'da Bulgar kralına, 23 Mart 1910'da Sırp Kralı Petro'ya, harbin son yılında ise, Avusturya'nın genç imparatoru Kari ve zarif eşine verilen büyük ziyafetler, sarayın sonuncu görkemli

Berggren'in bir

fotoğrafında

Dolmabahçe

Sarayı ve

Istabl-ı Âmire

binası (solda).

Tuğrul Acar

fotoğraf arşivi

sahnelerini oluşturdu. Onun vefatı ile yerine geçen Vahideddin (hd 1918-1922), Yıldız Sarayı'm(->) tercih etmiş olmakla beraber, ülkesinden kaçışı sırasında ayağım son kez bastığı vatan toprağı bu sarayın rıhtımı olmuştur.

Padişahlık sıfatı kaldırılan Halife Abdülmecid Efendi(->) ise, yurttaki ve dünyadaki gelişmeleri yeterince değerlendi-remeyerek saltanat heveslerine kapıldığından, onun ülkeden çıkarılması işlemi de, Dolmabahçe'de yapılmış ve bir emirle buradan alınarak trenle Avrupa'ya gönderilmiştir. Atatürk'ün saraya ilk teşrifi 1927' dedir. Saray, Cumhuriyet'in kurucusunun döneminde yabancı devlet adamlarının ziyaretine sahne olduğu gibi, tarihinde ilk kez olmak üzere, dil ve tarih kongre-leriyle, Tarih Sergisi gibi demokratik kültür hareketlerine de kucak açmış, Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de vefatından sonra büyük ve görkemli kullanım dönemini kapatmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Cumhurbaşkanı İnönü, İstanbul'a gelişlerinde, ailesi ile beraber burada kaldığı gibi, günümüzde de saray, zaman zaman resmi davetler için kullanılmaktadır.

ÇELİK GÜLERSOY Mimari

Dolmabahçe Sarayı, kara tarafında yüksek duvarlarla çevrilidir. Çevrili alanın dışında ayrı pavyonlar halinde olduğu bilinen, tiyatro, Istabl-ı Âmire, hamlacılar, atıyye-i seniye ambarları, eczane, fodla fırınları, un fabrikası vb müştemilat yapıları Gümüşsüyü ve Maçka eteklerine yerleşmişti. Bu yapıların büyük bölümü Gaz-hane'nin, İnönü Stadyumu'nun yapımı ve

diğer imar operasyonları sırasında ortadan kaldırıldı. Son olarak sarayın Maçka eteklerindeki bahçesine Swissötel inşa edildi.

Saray, bugün anıtsal kapılarının açıldığı bahçeler içinde geniş cephesini denize veren "L" biçiminde bir ana yapıyla kendisi de ayrı bir küçük saray olan Veliaht Dairesi ve Mefruşat ve Muhafızlar Dairesi, Hareket Köşkleri, Camlı Köşk ve diğer küçük pavyonlardan oluşmaktadır. Tümü iyi durumdadır ve TBMM Milli Saraylar yönetiminin koruması altındadır.

Kapılar: Dolmabahçe Sarayı'nın kara tarafında iki ana ve yedi tali girişi, deniz tarafında ise beş yalı kapısı vardır. Veliaht Dairesi'nin de ayrı girişleri bulunmaktadır.

Sarayın kara tarafındaki girişlerinden ikisi anıtsal karakterdedir. Kitabe ve tuğrayı da taşıyan ana giriş Hazine Kapısı, cami önünden gelişte sarayın denize paralel ana ekseni üzerinde yer almaktadır. Anıtsal ölçüde boyutlandırılmış ve ö-zenle süslenmiş olan taçkapı, Muhafızlar ve Eski Mefruşat Daireleri'ni birleştiren bir giriş yapısının önünde yükselmektedir. Taçkapı, oval bir girinti yapan girişin ortasındadır.

Duvarda taşma yaparak yatay derz sıraları oluşturan bir dekoratif taş örgü vardır. Üstte küçük pilastrlar arasına yerleşmiş rozet motifleriyle bezeli bir korniş ve üstünde dekoratif takozları olan dar bir saçaklık bulunmaktadır. En üstte, üzerinde kitabenin ve padişahın tuğrasını taşıyan madalyonun da bulunduğu tepelik grubu yer almaktadır. Kapının iç yüzü dışıyla aynı düzenlemeye sahiptir.

Yalnızca içeride kolonlar yerlerini pi-lastrlara bırakmıştır.

Karadan ikinci anıtsal giriş, Dolmabah-çe-Beşiktaş caddesi üzerindeki Merasim (Saltanat) Kapısı'dır. Hazine Kapısı'na o-ranla daha özenle süslenmiş ve daha büyük tutulmuştur. Kapının ana özelliği içte ve dışta içbükey oluşudur. Kapı sırt sırta getirilmiş bir çift içbükey duvardan oluşmaktadır, içbükey duvarların uçları birer küçük kule olarak yükseltilmiştir. Bu kuleler meydandaki saat kulesiyle eş bir biçimlenme göstermektedir.

Yalı kapıları da oval girintiler içine yerleştirilmiş, ortadaki giriş daha büyük tutularak aksiyal bir belirleme yapılmıştır. Muayede salonunun karşısına gelen bu giriş, öteki dört girişten daha büyük boyutlu ve süslüdür. Kapının yapısal öğeleri iki yandaki kare planlı ayaklarla bunları bağlayan lentodur. Ayaklar son derece dekoratif bir biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenleme motifli, madalyonlu, dantel görünümündeki kapı kasaları ve kanatlarıyla tamamlanmaktadır. Öteki yalı kapılarında, yandaki ayakların köşe kolonları yerlerim yivli pilastrlara bırakmıştır. Dekorasyonda motifler daha sade tutulmuştur.



Bahçe: Saray bahçeleri dört bölümde düzenlenmiştir. Kareye yakın bir dikdörtgen olan ön bahçe, geometrik düzenli Fransız bahçesini model almış görünmektedir. Denize paralel ana eksen üzerinde köşeleri yuvarlatılmış sekiz köşeli bir havuz ve daire biçimli bir göbek, düzenlemenin ana öğeleridir.

Deniz tarafındaki bahçe ön bahçenin uzantısı olarak bütün yalı boyunca uzan-

DOLMABAHÇE SARAYI

92

93

DOLMABAHÇE SARAYI

maktadır. Burada da Muayede Salonu eksenine göre simetrik bir düzenleme yapılmış, Resmi Daire ve Hususi Daire ö-nünde birer oval göbek meydana getirilmiştir.

Sarayın öteki bahçeleri kapalı ve özel bahçelerdir. Veliaht Dairesi, Harem ve Kuşluk bahçeleri ortalarında oval veya daire biçimli havuzlar bulunan yine geometrik düzenli, fakat çevreleri yüksek duvarlarla kuşatılmış iç avlular gibidir.



Ana Bina-. Sarayın ana yapısı, kıyı boyunca denize paralel olarak lineer düzende yerleştirilmiş ve birbirine eklenmiş üç bölümden meydana gelmiştir: Resmi Daire (Mabeyn-i Hümayun), Muayede Salonu, Hususi Daire. Lineer düzendeki bu art arda diziliş, Dolmabahçe Sarayı'nın özgün tasarım özelliklerinden biridir ve Avrupa saraylarına değil istanbul sahil-saray geleneğine referans veren bir kompozisyondur.

Dolmabahçe Sarayı, denize ve su öğesine ağırlık veren bir tasarımın ürünüdür. Saray, ana cephesini denize vermektedir, iki yanına simetrik olarak yerleşmiş Resmi ve Hususi dairelerin ortasında Muayede Salonu'nun anıtsal kitlesi yükselir. Bu simetrik kurgu, tasarım olarak klasik, akademik normlara uygundur. Ama denize göre kurgulanmış olması, yeni ve özgündür.

Sarayın programı da yeni ve özgündür. Model alınan Avrupa saraylarında olmayan "harem" ve bağlı olduğu teşrifat, yeni modelleri ve şemaları gereksinmektedir. Resmi ve Hususi daireler için seçilen model, dışarıda Avrupalı bir zarf, içeride yerli bir şemadan yaratılmış yepyeni bir mekân ve işlev kurgusudur. Gara-bet'in başarısı, bu ikiliyi kumaşın tersi ve yüzü gibi birleştirebilmesindedir. Ne

1. Giriş salonu

2. Kristal merdiven

3. Küçük binek salonu

4. Muayede salonu

5. Harem binek salonu

Dolmabahçe Sarayı'nın zemin kat planı. Milli Saraylar Dergisi, S. l (1987/1)

var ki Resmi Daire'de kusursuz sağlanan birleşme, Hususi Daire'ye geçiş bölümünde tökezlemektedir. Garabet'in burada önerdiği model, daha sonra Beylerbeyi Sarayı ve Yıldız Büyük Mabeyn'de denenecek ve en yetkin çözüme Çırağan Sa-rayı'nda ulaşacaktır.

Dolmabahçe Sarayı, Resmi ve Hususi daire binalarının kitle ve cephe kurguları da özgün önerilerdir. Ana formu dikdörtgen olan prizmatik kitle, köşelerdeki salonlar öne çıkarılarak vurgulanmış; simetri eksenlerinde ise kademeli bir cine çıkma ile cephede ölçülü bir hareket ve dalgalanma yapılmıştır. Böylece binanın özellikle uzun deniz cephesi, İstanbul-Boğaziçi geleneğine daha uygun düşen küçültülmüş parçalı yüzeylerden oluşan bir bütüne dönüştürülmüştür.

Muayede Salonu'nun kitlesi ise, içerideki tek mekâna karşılık iki katlı Resmi ve Hususi daire binalarının iki katı yük-sekliğindedir. Muayedenin kat kornişi tam da bu binaların saçak kornişi kotunda yerleştirilmiş ve görsel bir bağlantı ve süreklilik sağlanmıştır. Bu kornişin yatay çizgisi dışında Muayede Salonu cephesinde asıl olan, düşey etkili bir düzenlemedir. Cephede yedi aks üzerinde yükselen Muayede binasında akslar kolon veya pilastr çiftleri ile belirtilmiştir. Köşelerdeki iki aks, yivli pilastrlar ile işaret edilmiştir. Girişin yer aldığı üç açıklığın yanlarındaki akslarda ise öne çıkarılmış yüksek ve yivli kolon çiftleri vardır. Tüm pilastr ve kolonlar iki kat üzerine yinelenir ve cepheye güçlü bir düşey vurgu ve anıtsallık kazandırır.

Giriş katının yarım daire kemerli yüksek pencerelerinin iki yanına yine kolonlar yerleştirilmiştir. Üst katın pencereleri ise barok alınlıklar altında ikiz a-

6. Alt kat 2. salon

7. Merdiven ve salon

8. Giriş


9. Alt kat 2. büyük salon ve merdiven
10. Alt kat son salon

çıklıklı dekoratif kolonlu öğelerdir, ikiz açıklığın Anadolu ortaçağ mimarlığında kullanılan bir motif olduğu biliniyor. Garabet'in Doğu Anadolu'daki Ermeni mimarlığından aldığı ve Dolmabahçe'de kullandığı bilinen tek motif de budur. İkiz açıklık cephenin düşey vurgusunu güçlendiren bir motif olmuştur.

Üç yöne doğru açılarak yayılan görkemli bir merdiven, Muayede Salonu'nun neobarok kurgusunu ve anıtsal açılışını tamamlar.

Resmi Daire: Resmi Daire yüksek bir bodrum üzerinde iki katlıdır. Saraya geniş mermer merdivenlerle ulaşılan bir sahanlıktan girilmektedir. Giriş kapısı özel olarak belirtilmemiş, sahanlığın gerisinde kemerli sade bir kapıyla yetinilmiştir. Kapının iki yanında yer alan kemerli ve yüksek pencereler, giriş sahanlığının iç mekâna olan görsel akışını sağlamaktadır.

Resmi Daire, ortadakinde büyük bir merdivenin bulunduğu üç plan biriminden meydana gelmiştir. Şematik olarak "merkezi hol ve köşelerdeki oda (salon) gruplarından oluşan bileşim" bir plan birimidir. Orta sofalı istanbul konutu plan şemasını yineleyen veya yorumlayan bu birimler ve bileşimleri, açık ve okunabilir bir şemayı betimlerler.

Girişteki ilk merkezi hol, haç planlı bir hacimdir. Denize dik yerleştirilmiş bir dikdörtgen olan orta mekân dört doğrultuda yan mekânlarla genişletilmiştir. Her birine yerleştirilen ikişer kolon bunların orta mekânla ilişkisini belirlemektedir. Denize ve arka bahçeye bakan ve dikdörtgenin dar kenarı üzerinde olanlar, dar ve derindir; dikdörtgenin uzun kenarı üzerinde olanlar ise daha geniş ve daha az derindir. Fakat bu sonuncularda kolonlar

Dolmabahçe

Sarayı'na

güneyden


bakış.

Gürol Kara

yana çekilmiş ve denize paralel ana eksen üzerinde görsel akış kuvvetlendirilmiştir. Böylece denize dik yerleştirilmiş hacme denize paralel bir görsel vurgu getirilmiş; boyutlandırma ile algı arasında bir gerilim yaratılmıştır. Ancak bu hacmin örtüsü ve kolon, pilastr, kemer vb mimari öğeler için seçilen biçimler, barok mekân düzenini tamamlamaktan uzaktır. Strüktür sisteminin düz atkılı oluşundan ötürü örtü, kolonları bağlayan kirişlerle bölünmüş kasetler biçimindedir. Duvarlar, kolonlarla bütünleşen açık ve'net çizgileri olan pilastr ve korniş öğeleriyle işlenmiştir. Sonuçta böylesine açık bir geometrik çizgileme mekânın barok özellikleri ile çelişmektedir.

Pilastrlarla bölünmüş duvar yüzeyleri düzdür. Köşelerdeki fayans şömineler ve üstlerindeki kristal dolgu dışında yalnızca tavanda dekorasyon vardır. Buradaki dekorasyon dikdörtgen bir çerçeveleme içindedir; göbek veya şeritler halinde yerleştirilmiş barok kıvrım dallar, kartuşlar, deniz kabukları vb motiflerden oluşan bir bezemedir.

İçinde kristal merdivenin bulunduğu ikinci plan birimi, Resmi Daire'nin çekirdeği durumundadır. Ancak zemin katta merdiven iki tarafta da duvar içine alınmış olduğundan ve binanın öbür kısım-larıyla bağlantı verandalı yan geçitlerle sağlandığından bu katta orta sofa yoktur veya merdivenle birleşmiştir.

Üçüncü plan birimi, yine denize dik doğrultuda yerleştirilmiş bir merkez holü ile köşe odalarından oluşmaktadır. Hol, oval planlıdır. İkişer kolonla ayrılmış yan sarımlarda simetrik olarak bahçe ve de-

niz girişleri düzenlenmiştir. Burada yükseltilmiş bodrum üzerinde giriş katına u-laşmak üzere çift kollu eliptik birer merdiven vardır.

Salonun oval biçimi, dikdörtgenin u-zun kenarlarının ortalarında hafif eğri-lendirilmesiyle elde edilmiştir. Bu hafif içbükeylik, salonun bir tarafından kemer içlerine yerleştirilmiş büyük ve yüksek aynalarla bir kez daha yansıtılarak vurgulanmıştır. Bu optik oyun, öteki tarafta geriye çekilmiş kolonlarla sürdürülmüştür. İçbükey bir çizgi üzerindeki kolonlar arkalarında kalan mekânla orta mekân arasındaki sınırı kaypaklaştırmakta-dır. Resmi Daire'nin üst katı, giriş katın-dakine benzer bir kompozisyon gösterir.

Süfera (Elçiler) Salonu, Dolmabahçe Sarayı'nın en görkemli mekânlarından biridir. Birbirine dik iki eksen üzerinde a-çılan sarımlarla genişletilmiş merkezi planlı bir'hacimdir. Her iki doğrultunun bir-

Saltanat

Kapısı'mn

bahçeden

görünümü.



Ahmet Kuzik

birine eş bir açılımı vardır; boyut olarak da uçtan uca aynı uzunluktadır. Fakat iki yan şahın kolonlarla ayrılmış olduğu için planda uzunlamasına bir mekân gelişimi öne çıkmış görünmektedir. Buna karşılık örtüde enlemesine yerleştirilmiş bir tavan bölümlemesi vardır. Zeminde ve tavanda karşıt doğrultular veren ve yine mekânsal bir gerilim yaratan bu düzenleme, mekân özelliklerinin kavranmasına bir şaşırtmaca getirerek salonun lüksünün ve dekorasyonun çarpıcılığının öncelik kazanmasına yol açmaktadır. Altın varaklarla işlenip zenginleştirilmiş dekorasyonun kendini empoze ettiği bu düzenlemede geriye itilmiş gibi görünse de yan sahınların büyütüp çoğalttığı mekân değerleri, kullanılan geleneksel şemanın potansiyeline işaret etmektedir.

Tavan kare kasetler içinde barok kıvrım dallardan oluşan göbek, kartuş, rozetlerle bezelidir. Çerçeveler akant yap-


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin