Bibi. Hüseyin Hüsameddin (Yasar) -Ibnülemin Mahmud Kemal (İnal), Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti'nin Tarihçe-i Teşkilâtı, ist., 1335; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I; Ergin, imaret Sistemi, 1939; M. Cunbur, "I. Abdülhamid Vakfiyesi ve Hamidiye Kütüphanesi", DTCFD, XXII/l-2 (1964), 17-69; Yavuz, Mimar Kemalettin, 227-231.
YILDIRIM YAVUZ
ABDÜLHAMİD I SEBİLİ
bak. HAMİDÎYE SEBİLİ
ABDÜLHAMİD H
(21 Eylül 1842, İstanbul - 10 Şubat 1918, İstanbul) Osmanlı padişahı (31 Ağustos 1876-27 Nisan 1909). Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî, Sultan Hamid olarak da bilinir. Sultan Abdülmecid ile
Tîrimüjgân Kadınefendi'nin oğludur. Padişahlığının 1878-1909 arasındaki otuz yılı "İstibdat Devri" olarak anılır. Bu dönemde, dış, sorunların ağırlığını gerekçe göstererek baskıcı bir yönetim sürdürmüştür.
Abdülhamid, babası Abdülmecid'in sarayında, Edhem Paşa, Kemal Paşa, Fransız Gardet, Gerdankıran Ömer Efendi, Vakanüvis Lutfî Efendi, Guatelli Lombardi'den özel dersler aldı. Amcası Abdülaziz'le Mısır (1863) ve Avrupa (1867) gezilerine çıktı. Şehzadeliği boyunca İstanbul'daki yaşamını, saray ortamından ve lüksünden uzak geçirdi. Maslak Köşkü'nde oturdu. Tarabya'da da bir çiftliği vardı. Fırsat buldukça yabancılarla görüşürdü. Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Türk aydınlarıyla da yakınlığı söz konusuydu. 1876'da, İstanbul'da üç ay ara ile iki padişahın tahttan indi-
H. Abdülhamid
Veliahtlık dönemi Necdet Sakaoğlu
rilmesi, Abdülaziz'in intiharı, V. Mu-rad'ın çıldırması olayları yaşandı. Abdülhamid, hiç beklemediği bir zamanda, ağabeyi V. Murad'ın yerine tahta çıktı. 31 Ağustos 1876'da Topkapı Sara-yı'ndaki cülus töreninden sonra 7 Eylül günü Eyüpsultan'da kılıç kuşandı. Kılıç Alayı, Dolmabahçe Sarayı-Eyüp denizyolu, Eyüp-Fatih-Topkapı Sarayı karayolu güzergâhında ve geleneksel düzende yapıldı.
II. Abdülhamid saltanatının ilk yılında devlet adamları ve ordu komutanları ile yemekli toplantılar düzenledi. Görüşler edindi. Kâğıthane mesiresine gidip halkın sempatisini topladı. Kışlaları ziyaret etti. Sık sık Babıâli'ye, Bab-ı Me-şihat'a, Tersane'ye ve Tophane'ye giderek çalışmaları izledi. Deniz ve Boğaz gezileri yaptı. Bu başlangıç, her kesimde, halka yakın demokrat düşünceli bir hükümdar olduğu kanısını uyandırdı. Sarayın eski düzeninde değişiklikler gerçekleştirdi. Haremin, bir kadınlar cenneti ve haremağaları yuvası olduğu izlenimini silmeye çalıştı. Haremağaları-
nın protokoldeki konumlarım kaldırdı. Üst yönetimde yeni atamalar yaptı. Mid-hat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. İstanbul'da, Tersane Konferansı'nın açıldığı 23 Aralık 1876 günü Meşrutiyeti ilan etti. Parlamentonun oluşumundan önce 18 Ocak 1877'de Babıâli'de bir Meclis-i Fevkalade toplandı. Burada Bosna-Her-sek, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ sorunları ile Tersane Konferansı'nın gündemi tartışıldı. İstanbul'da her gün gösteriler yapılmakta, Dolmabahçe Sarayı ile Babıâli çevresinde yoğunlaşan bu toplantılarda Rusya'ya savaş açılması istenmekteydi. Meclis-i Fevkalade, bu ortamda, Tersane Konferansı'nın önerilerini geri çevirdi. Büyük devletlerin İstanbul'daki elçileri kentten ayrıldılar. Midhât Paşa, "Millet Askeri" adını verdiği, İstanbullu gönüllülerden bir ordu kurma girişiminde bulundu.
II. Abdülhamid, 5 Şubat 1877'de Midhât Paşa'yı sadaretten uzaklaştırdı. Paşa istanbul'dan ayrılırken "Beni gönderirseniz, Beşikler Körfezi'ndeki düşman donanması üç günde İstanbul'a gelir!" tehdidini savurmaktan çekinmedi. Meclis-i Mebusan'm açılış oturumu 18 Mart 1877'de Dolmabahçe Sarayı mu-ayede salonunda yapıldı ve padişah, özel olarak hazırlanan tahta oturarak kendi açılış söylevinin okunmasını dinledi. Bu sırada halk dışarıda coşkun gösteriler yapıyordu. Meclis sonraki çalışmalarını Ayasofya Meydanı'ndaki Darülfünun (daha sonra Adliye Sarayı) binasında sürdürdü.
27 Nisan 1877'de, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi İstanbul'u paniğe boğdu. Savaş hızla gelişince kent yaşamını doğu cephesi savaşlarından çok Tuna boyundaki ve Bulgaristan'daki savaşları etkiledi. Ordulara cephane, yiyecek ve elbise gönderilmesi, asker şevki, yaralıların tedavisi, fakat en çok sayılan on binlere varan Rumeli göçmenleri, İstanbul'un yaşam dengelerini bozdu. İstanbullular, savaşın tüm sıkıntıları içerisinde, Rus ordularının yaklaşması nedeniyle korku yaşamaktaydı. Bu ortamda, halkın moralini yükseltmek için Plevne savunması ve doğu cephesi başarılan, büyük zaferler olarak duyuruldu. Destanlar, türküler yazıldı. Fakat göçmenlerin büyük çoğunluğunun İstanbul'a dolması, bunların yoksulluk içinde camilerde, medreselerde meydanlarda yatıp kalkmaları, çadırlardan, teneke tahta barakalardan muhacir mahallelerinin oluşması, istanbulluların belleğinde "Doksan Üç Harbi faciası" olarak yer etti.
II. Abdülhamid bu olumsuzluğu ve savaş koşullarını gerekçe göstererek 13 Şubat 1878'de Meclis çalışmalarını süresiz erteletti. Bu tarih, Abdülhamid'in istibdat yönetiminin başlangıcıdır. Rus Orduları Başkomutanı Grandük Niko-la'nın karargâhını Yeşilköy'e kurması ile 3 Mart 1878'de Ayastafanos Antlaş-ması'nm imzalanması ardından kentte yoğun biçimde güvenlik önlemleri alın-
di, göçmenlerin iskânı için çaba gösterildi. Bunların çoğu Marmara Bölge-si'ne, bir bölümü de İstanbul çevresindeki boş kamu arazilerine ve köylere yerleştirildi. 20 Mayıs 1878'de Çırağan Olayı(->) yaşandı.
II. Abdülhamid, saltanatının ilk iki yılının şokunu atlattıktan sonra Berlin Antlaşması'nm getirdiği barış ortamında, korkutucu ve baskıcı yönetimini uygulama olanağı buldu. Sadrazam ve nazırları sık sık değiştirerek, dışarıya karşı vezirleri birer kukla gibi kullanarak devletin ve İstanbul'un ayrıntıda kalan sorunlarıyla bile doğrudan ilgilenmeye, başladı. 10 Mart 1879'da İstanbul'daki inşaat amelelerinin bir tür greve gitmeleri padişahı daha da ürküttü. Benzeri kıpırdanmaları önlemek için, hafiyelik ve jurnal örgütlerini kurdu. Dolmabahçe Sarayı'nı, kendisinden önceki iki padişahın burada tahttan indirilmiş olmaları yüzünden güvenlikli bulmuyordu. Yıldız Kasrı'na çekildi. Burasını pavyonlardan ve çalışma bürolarından oluşan çok iyi korunmaya alınmış bir saray konumuna soktu. 1881'de Abdülaziz'i öldürttükleri gerekçesiyle Midhât Paşa'yı ve öteki sanıkları burada yargılattı (bak. Yıldız Mahkemesi).
1880'li yıllarda kendisini Yıldız'a hapseden II. Abdülhamid, geleneksel törenler dışında dışarı çıkmamaktaydı. Yılda iki kez bayram namazı için Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'ne iniyor, bir kez Ertuğrul istimbotu ile denizden Topkapı Sarayı'na Hırka-i Şerif ziyaretine gidiyordu. Cuma selamlıkları ise sarayın önündeki Hamidiye Camii'nde düzenleniyordu. Sarayından hiç çıkmayan padişah, İstanbul'un tüm köşe bucağını hafiyeleriyle gece gündüz kontrol altında tutmaktaydı. Esnaftan, ileri gelenlerden kabadayılara kadar herkesin nerede ne yaptığını bilir, kentin her sorunuyla doğrudan ilgilenirdi. Dış siyasal konular kadar ekonomik ve askeri konulara da doğrudan müdahale eder fakat her konuda gerektiğinde sorumlu tutacağı bir başkasının bulunmasına dikkat ederdi. Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerindeki borçlanmaların ödenmeyen 252 milyon altın tutarındaki bölümü için İstanbul'da Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin kurulması 1881'dedir. Bu yönetim, İstanbul'da, II. Abdülhamid'in kontrolü dışındaki tek kuruluş olmuştur.
Oldukça hareketsiz geçen 1880-1895 ara döneminde İstanbul'un imarı ve kentsel sorunların çözümü bakımından önemli adımların atıldığı görülür. 1877'de çıkartılan İstanbul Belediye Kanunu, 1882 tarihli Ebniye Nizamnamesi İstanbul'un bir İmparatorluk merkezi olma ötesinde, büyük bir ticaret merkezi ve liman olarak da organizasyonunu gündeme getirmiştir. Yangın alanlarının ıslahı ve yeni yerleşimlere açılması, altyapı hizmetlerine el atılması, Terkos su şebekesi ve Hamidiye içme suları tesisi, havagazının yaygınlaştırılması gibi bir-
çok hizmet bu dönemde başarıldı. Padişahın güvenini kazanan ve uzun yıllar görevde kalan Şehremini Rıdvan Paşa^), kent hizmetleri için direktifleri doğrudan Abdülhamid'den almaktaydı.
Halk arasında "Üç yüz on depremi" olarak anılan 1894 depreminde, Suriçi İstanbul büyük zarar gördü. Kapalıçarşı ve çevresi en çok etkilenen bölgeydi. Abdülhamid, kısa sürede bu çevrenin yeniden imarına çaba gösterdi. Alınan önlemlerle İstanbul'un yangın korkusundan uzak kalması da sağlandı. Narh ve fiyat denetimleri düzenli yapılıyordu. Lüks ve israfın önlenmesi, kadınların sokağa çıkmalarının engellenmesi de fiyat istikrarına bir neden gösterilir.
II. Abdülhamid İngiliz elçisini kabul ederken.
The Graphic, 21 Ekim 1876 Celsus Picture Library
Bu dönemde, kadınların çarşafla çarşı pazara, işlek caddelere çıkmaları yasaktı. Kapalıçarşı kapılarında, köprü başında polisler, ellerinde makas çarşaf keserlerdi. Bunun nedeni, tehlikeli kişilerin ve suikastçıların da çarşafla kendilerini saklamalarının önlenmesiydi. 1899'da bir irade ile yaşmak ve ferace de salt saray kadınlarına özgü kılındı. Çarşaf ve peçenin ancak mahalle aralarında ve komşudan komşuya gidilirken kullanılabileceği duyuruldu. Bununla birlikte çarşafa ilgi yine bu dönemde başladı ve İstanbullu hanımlar, daha eskilerde kullanılmayan, Halep ve Bağdat işi çarşafları, Avrupa ipeklisinden dikilen koyu renk çarşaf ve kalın peçeyi, Abdülhamid devrinde tanıyıp benimsediler. Maşlah ve yeldirme ile kaş-pusyer üstlükleri genç hanımlar ve kızlar, çarşafı ise yaşlı hanımlar kullanmaya başladılar.
Aynı dönemde erkek kıyafetleri, tepesi dar, asabası geniş, uzun püsküllü
fes, devrik yakalı kolasız gömlek, yazın pike yelek, sof ceket, daireye gidenler için redingot, yollu pantolon, Yıldız Sarayı mensupları için İstanbulin, soğuk havalarda pardösü ve palto, yanları es-nekli fotin-rugan kaloş, yağmurda kam-sele, kışın sako ve kundura lastiği modaydı. Törenlerde İstanbulin ceketin göğüsleri omuz ve kolları, yaka, kol, kaşık, nişan, şerit, madalya ve kordonlarla doldurulur, ayrıca göğüsler sırma ile işlenmiş olurdu. Tüm bunlar, ekonomik istikrarla birlikte İstanbulluların "Devr-i Hamidî", aydınların ve muhaliflerin ise İstibdat Devri diye adlandırdıkları Sultan Abdülhamid yıllarının dışa vuran özellikleridir.
Dönemin canlı ve renkli gelenekleri ise her hafta yinelenen ve Yıldız Sarayı önündeki Hamidiye Camii çevresinde yaşanan cuma selamlıkları ile ramazan ayı boyunca her düzeyden İstanbullunun ilgi duyduğu Direklerarası eğlenceleri olmuştur. O gün, Beyazıt, Davutpa-şa ve Maltepe kışlalarından muzıka takımlarıyla gelen askeri birlikler, Zühaf ve Ertuğrul taburları yerlerini alır, devlet erkânı, yüksek rütbeli subay ve komutanlar ile ilmiye ricali dizilirler, Abdülhamid, Yıldız Sarayı ile cami arasındaki birkaç yüz adımlık yolu körüklü faytonunda, üzerinde boz renk kaput, karşısında mabeyin müşiri, yanında bir şehzadesi ile geçer, alkış yapılır ve camiye girerdi. Halkın bu töreni izlemesi, bir dizi önlemlerle olurdu. Saray hanımları, elçilik mensupları ve yabancı konuklar ise kafesli arabalar içinde ya da Merasim (Seyir) Köşkü'nden selamlık alayını izleyebilirlerdi. Fotoğraf çekilmesi yasaktı. Fakat Abdülhamid, fotoğrafa ilgi
ABDÜLHAMİD n
40
41
ABDÜLHAMİD H
ABDÜLHAMİD'E YEMEK SERVİSİ
I I
Kilercibaşı Osman Bey önde, İkinci Kilerci Hüseyin Efendi ile üçüncü ve dördüncü kilerciler arkada olmak üzere, sepetli çantalar içine koyduklan sofra takımlarını alırlar ve sırma cepkenli, büyük şalvarlı Tablakârbaşı da başına büyük bir tabla koymuş olduğu halde hep beraber Kiler-i Hümayun'dan çıkıp yemek odasının yanındaki taşlığa gelirlerdi. Burada tablayı açılır kapanır bir masanın üstüne koyup sofrayı hazır ederlerdi, iki musahip nöbetçi kapıda beklerdi. Piyatalar, yemek tabaklan porselen olup etrafları kırmızı, beyaz altın yaldızlı ve markalı idi. Su takımları da kırmızı markalı idi. Beyaz markalıları da vardı. Bunlar Bakara mamulâtı idi. Annesi Tirimüjgân Kadınefendi'den kalma altın tuzluk daima önüne konurdu. Onu sofrasında mutlak isterdi.
Çatal, bıçak takımları altındı. Öğle yemekleri saray usulü üzere saat on birde, akşam yemekleri de beşte (yani şimdiki saatle 17'de) yenirdi.
Kilercibaşı, emektarlardan Sırncemal Kalfa'ya tablayı teslim eder, kendisi de yemek müddetince nöbet odasında beklerdi.
Yemek hazır olurolmaz bir hazinedar gelip anneme: "Efendimiz istiyor," derdi. Annem de derhal gider, babamla beraber sofraya otururdu. Babamın ekseriya yediği yemekler şunlardı: Öğle yemeğinde rafadan yumurta veya tereyağda pişmiş yumurta yahut omlet; koyun külbastısı veya kotlet pane; balıklardan mezid veya gelincik balığı; bazen börek; tatlılardan kaymaklı kadayıf, sütlâç veya muhallebi, alafranga tatlılardan şarlot. Akşam yemekleri daima hafifti: Et suyu, bazı çorbalar ve yemişlerden ibaretti. Yemişler arasında da çilek, kavun, karpuz ve şeftaliyi tercih ederdi.
Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, s. 26-27
duymaktaydı, istanbul'un ve imparatorluğun albümlerini hazırlatmıştı. Kendi fotoğrafının halk arasında elden ele dolaşmasına izni yoktu. Yalnızca, istanbul'un ünlü fotoğrafçısı Abdullah Bira-derler(~>) fotoğrafım çekme izni alabilmişti. Ama onun, bunu çoğaltıp sattığı öğrenilince 1887'de bir irade ile padişahın resimlerinin basımı ve satışı yasaklandı.
1895 ve 1896'da istanbul, iki "Ermeni patırtısı" yaşadı. Bu olaylar, Ermenilerin yoğun olduğu Doğu Anadolu yörelerindeki eylemlerin başkente yansımalarıdır. O zamana kadar "Millet-i Sadıka" sayılan Ermenilerin, dış tahrikler sonucu ve gizli örgütler aracılığı ile harekete geçmeleri, Abdülhamid'i önlemlere yöneltti. Padişah, Doğu Anadolu'daki Ermenilere karşı, Kürtleri silahlandırdı ve Hamidiye Alayları kurulmaya başlandı. Ermeniler de Abdülhamid'i düşman ilan
Xe $ f hinlik
Yıldız Sarayı,
Büyük
Mabeytı
II. Abdülhamid
1878'den
1909'a kadar
imparatorluğu
ye başkent
İstanbul'u
buradan
yönetmişti.
Celsus Picture
Library
ettiler, istanbul'daki ilk Ermeni olayı 30 Eylül 1895'te yaşandı. Patrik İzmirli-yan'ın silahlandırdığı Ermeni militanlar Kadırga semtinde üç gün gösterilerde bulundular. Sultanahmet'e kadar yürüdüler ve terör estirdiler. Abdülhamid, hafiyeleri aracılığı ile, Ermenilere karşı Müslüman halkı, gençliği, polisi, jandarmayı harekete geçirdi. 26 Ağustos 1896'da ise Ermeniler İstanbul'daki Osmanlı Bankası'nı bastılar, bomba attılar. Sonraki yıllarda da Ermeni terörü başkentte sürdü. 21 Temmuz 1905'teki doğrudan Abdülhamid'i hedef alan Bomba Olayı(->) bunların en önemlisi-dir. O yıl, Tabakhane işçilerinin greve gitmeleri, 1906'da Şehremini Rıdvan Pa-şa'nın bir suikast sonucu öldürülmesi, Abdülhamid'in kuruntularını büsbütün artırdı. Jurnaller sıklaştı, sansür önlemleri yoğunlaştırıldı.
Beşiktaş sırtlarındaki Yıldız Korusu
içinde, yaşam düzenini bozmayan padişah, yüksek duvarlarla çevrili ve karakollarla korunmaya alınmış bu bölgeyi küçük bir kasaba gibi örgütlemişti. Hükümet neredeyse tüm yetkilerini saraya bırakmış bulunuyordu. Sadrazam ve nazırlar, önemli ya da önemsiz her konu ve karar için Yıldız Sarayı Mabeyin Da-iresi'ne geliyorlar, burada çalışmak zorunda kalıyorlardı. Dünyaya karşı kişisel saygınlığını korumaya önem veren Abdülhamid, 1897'de Yunan Savaşı'mn kazanılmasından sonra, dış propagandaya daha çok önem verdi. Cülus ve doğum yıldönümleri için törenler, kutlamalar düzenletti. Kendisi, İstanbul'un hattâ Yıldız'ın dışına çıkmadığı halde birçok hükümdar, prens ve devlet adamı onu ziyarete geldiler. İran şahı Nâsı-reddin, oğlu Şah Muzaffereddin, eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı General Grant, Alman İmparatoru II. Wil-helm, Karadağ, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan Prensleri, Zengibar Sultanı bunlar arasındadır. Hükümdar ziyaretlerinin en görkemlisi ve unutulmayanı İmparator Wilhelm'in ve eşinin gelişidir. Aylarca önceden hazırlıklar yapılmış, basın, sürekli Türk-Alman ilişkilerini birinci konu olarak işlemiştir. Wilhelm, uzun sürecek Yakındoğu gezisinin ilk durağı İstanbul'a 18 Ekim 1898'de geldi; Topkapı Sarayını, müzeleri, surları, eşi de Abdülhamid'in harem dairesini gezdiler. Sarayda, padişahla tiyatro izlediler. 22 Ekim'de Hohenzollern yatıyla İstanbul'dan ayrıldılar. Wilhelm bu gezinin anısı olarak Sultanahmet'teki Alman Çeşmesi'ni yaptırmıştır. 1901'de, tahta çıkışının 25. yıldönümü İstanbul'da ve ülkede görkemli törenlerle kutlandı.
Sultan II.
Abdülhamid'in
Yıldız
Camü'ndeki
cuma
selamlığına
katılanları
gösteren bir
kartpostal.
Güzide Erdileh
Ama, 1906'daki 30. saltanat yılı için aynı boyutta törenler yapılmadı.
Abdülhamid, 1882'den sonra İstanbul'un eğitim sorunlarına kendi düşüncesi doğrultusunda eğilmiştir. Öncelikle saltanata bağlı kamu yöneticileri ve subaylar yetişmesini istiyordu. Sanayiin gelişmesi, tarımın modernizasyonu, sanat ve iş eğitimi de onun ilgi duyduğu alanlardır. Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Sanayi-i Nefise Mektebi, Hen-dese-i Mülkiye, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane öncelik verdiği okullardır. Darül-muallimin-i Âliye, Mekteb-i Fünun-ı Maliye, Eczacı Mektebi, Hanedan ve soylu aile çocukları için Yıldız Sarayı içinde açılan Şehzadegân Mektebi, taşra aşiret beylerinin çocukları için öngörülen Aşiret Mektebi, Ticaret Mektebi, Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi, Hamidiye Baytar Mektebi, Ticaret-i Bahriye Mektebi, Orman ve Maadin Mektebi, Dilsiz ve Âmâ Mektebi, Kız ve Erkek Sanayi Mektepleri, Darülfünun ile sayıları artan rüştiye ve idadiler, Abdülhamid döneminde İstanbul'daki yeni eğitim kurumlarıdır. Fakat bu okulların öğretim kadroları sıkı bir denetim altında tutulmuş, ders kitapları Maarif Nezareti tarafından, hattâ bazen doğrudan padişahça incelenmiştir.
1879-1886 döneminde açılan 17 rüştiyede, Arapça ve Farsça yanında Fransızca'nın öğretimine de yer verilmesi ilginçtir. 1880'de Aksaray'da öğretmenler için ilk meslek kursu (Darülameliyat) açılması da önemli sayılır. 1881'den sonra İstanbul'da özel okullara ilginin arttığı görülmektedir. Küçük ortaklıklar kurularak Darülfeyz, Burhan-ı Terakki, Numune-i İrfan, Şems-i İrfan vb adlarla açılan bu tür okulların sayısı 1885'te 10 iken 1900'e doğru 30'u bulmuştur. İlk numune mekteplerinin açılışı da bu yıllardadır. II. Abdülhamid döneminde İstanbul'da 12 yüksek ve lise düzeyinde, 20 erkek, 9 kız, 8 askeri, l Bahriye rüştiyesi, 19 erkek 3 kız numune ilkokulu ile 264 sıbyan mektebi, 66 Rum, 45 Ermeni, 9 Katolik, 34 Musevi, 3 Bulgar, 11 Protestan okulu bulunduğu saptanmıştır.
Eğitim-öğretimdeki bu gelişmeye koşut olarak İstanbul kültürünün temel taşları sayılan Müze-i Hümayun'un (bugünkü Arkeoloji Müzeleri), Beyazıt Umumi Kütüphanesi'nin, Yıldız Arşivi ve Kütüphanesi'nin, Hazine-i Evrak'ın (bugünkü Başbakanlık Arşivi) kurulması büyük hizmetlerdir. Haydarpaşa'daki görkemli yeni binasında hizmete giren Tıbbiye Mektebi ve buraya bağlı hastaneden ayrıca, II. Abdülhamid'in kendi servetinden ayırdığı para ile yaptırdığı Etfal Hastanesi, Darülaceze günümüze kadar yaşayan kurumlardır. Sansüre ve baskılara karşın, yayın hayatının da aynı dönemde gelişme gösterdiği, değerli birçok yazma eserin basıldığı, yabancı eserlerin Türkçeye çevirildiği, Babıâli semtinde basın kuruluşlarının etkili bir çevre oluşturdukları ve edebi-aktüel-bi-
limsel içerikli süreli yayınların çoğaldığı görülür. Tiyatroyu seven II. Abdülhamid'in, Yıldız'daki saray tiyatrosunda opera, operet, çeşitli yabancı oyunlar yanında Âbdürrezzak ve öteki ünlü komiklerin tuluat sergiledikleri bilinmektedir.
II. Abdülhamid'in son on yıllık saltanatı olaylarla doludur. 1889'da kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin uzun bir hazırlıktan sonra ilkin Rumeli'nde başlattığı eylemlerin İstanbul'a yansıması sonucu 24 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet İlan edilmiş ve Abdülhamid, otuz yıllık kişisel yönetimini noktalamak zorunda kalmıştır. Hafiyeliğin ve
i
II. Abdülhamid'in tahttan indirilmeden önceki son fotoğrafı.
TBTTV"Arşivi
jurnalciliğin yasaklanması ise İstanbul'u sanki bir kâbustan uyandırmıştır. Halk, öğrenciler, askerler sokaklara düştü. Gösteriler, mitingler her tarafa yayıldı. 31 Temmuz 1908 günü Cibali Tütün Rejisi işçileri, 28 Ağustos ve 15 Eylül'de demiryolu işçileri 22 Eylül'de Orosdi-Back Mağazaları işçileri grev yaptılar. 14 Eylül günü Ahrar Fırkası kuruldu. 7 Ekim'de İstanbul'da büyük bir mitingle Yunanistan, Bulgaristan ve Avusturya aleyhine gösteriler yapıldı. Basın, sınırsız bir özgürlük ortamında dilediğini yazmaya başladı. Yüzlerle dergi ve gazete yayın yaşamına girdi, ama çoğu kısa sürede kapandı.
Bu ateşli ortamda yapılan seçimler sonunda oluşan Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908 tarihinde toplandı. II. Abdülhamid, altın işlemeli saltanat arabası ile Ayasofya'nın karşısındaki binaya gelerek açılışta hazır bulundu, izleyen günlerde istanbul'da bir dizi suikast gerçekleşti, grevler sürdü, istanbul gümrük hamallarının grevi (20 Mart 1909) bunların en etkilisidir. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin 6 Nisan 1909'da öldürülmesi tansiyonu iyice yükseltti. Otuz Bir Mart Olayı (13 Nisan 1909)(-0 bundan bir hafta sonradır. Gerici eylemleri, Hareket Ordusu'nun(-0 istanbul'a gelişine değin (24 Nisan) sürdü. Meclis-i Mebusan, Meclis-i Milli adı ile çalışmalarını Yeşilköy'de devam ettirmek zorunda kaldı. Meclisin 27 Nisan günkü oturumunda II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi kararlaştırıldı. İstanbul'dan uzaklaştırılması uygun görülen II. Abdülhamid, ailesiyle birlikte trenle Selanik'e gönderildi. Balkan Savaşı öncesine değin burada kalan eski padişah, l Kasım 1912'de Alman Elçiliği'nin Lor-ley yatı ile İstanbul'a getirilerek Beyler-
ABDÜLHAMİD H CAMÜ
42
ABDÜLHAY EFENDİ
beyi Sarayı'na yerleştirildi. 10 Şubat 1918'de öldü ve büyükbabası II. Mah-mud'un Divanyolu'ndaki türbesine gömüldü. Ölüm haberi Meclis'te okunurken milletvekilleri ayakta dinlediler. Tahttan indirildikten sonra İstanbul dışına çıkartılan tek Osmanlı padişahıdır.
II. Abdülhamid gerçek bir sanatkârdı. Alman Kari Jansen'den marangozluk ve oymacılık öğrenmişti. Bu alandaki birçok eseri, halen müzayedelerde satılır. Yıldız Hamidiye Camii'nin çifte hünkâr mahfillerinin gül ağacından kafesli cumbaları da onun yapısıdır. Değerli eşyalara meraklıydı. Yıldız Kütüphane-si'nde topladığı on bin cilt dolayındaki eser, İstanbul ve imparatorluk için hazırlattığı fotoğraf albümleri, daha sonra istanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nin zenginliğini oluşturmuştur. Saraydaki marangozhanesinde bizzat çalışırdı. Saray'da ayrıca bir silah müzesi, bir demirhane ve bir porselen imalathanesi vardı. Hareket Ordusu'nun İstanbul'a girişinden sonraki günlerde, Yıldız yağması denen olay sırasında saraydaki birçok eşya ile birlikte Abdülhamid koleksiyonlarının, katalogların ve albümlerin tahrip edilmiş olması önemli bir kayıptır.
İstanbul'da II. Abdülhamid'in yaptırdığı ve onun adını taşıyan (örneğin Hamidiye Suyu) birçok çeşme, cami, kışla, okul vardır. Uzunca ve kalıplı bir fes formuna da Hamidiye denmiştir. Tahttan indirildikten sonra İstanbul basınında hakkında yüzlerce fıkra, dedikodu, iddia yayımlanmış, karikatürleri çizilmiştir. II. Abdülhamid, İstanbul yaşamını, kültürünü etkileyen sonuncu Osmanlı padişahı kabul edilir. Beylerbeyi Sarayı'nda gözetim altında iken kaleme aldığı sanılan anıları sonradan yayımlandığı gibi, kızları Ayşe ve Şadiye Os-manoğlu da bu döneme ilişkin anılarını yazmışlardır.
Bibi. İnal, Son Sadrazamlar, I-II; Daniş-mend, Kronoloji, IV; Karal, Osmanlı Tarihi, VIII; Said Paşa, Hatırat, I-III, ist., 1328; Kâmil Paşa, Hatırat, İst., 1329; Ali Fuad Türk-geldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, III, Ankara, 1966; Tahsin Paşa, Yıldız Hatıraları, İst., 1931; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İst., 1986; H. Y. Şehsüvaroğlu, "Sultan İkinci Abdülhamid", Resimli Tarih Mecmuası, no. 61-70, İst., 1955; Abdülhamid'in Hatıra Defteri, (yay. î. Bozdağ) İst., 1975; Nahit Sırrı Örik, Abdülhamid'in Haremi, İst., 1989; Ahmed Saib, Abdülhamid'in Evâü-i Saltanatı, Kahire, 1326; Osman Nuri-Ahmed Refik, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, I-III, İst., 1327; Abdurrahman Şe-ref-Ahmed Refik, Sultan Abdülhamid-i Saniye Dair, İst., 1337; Ali Said, Saray Hatıraları: Abdülhamid Han'ın Hayatı, İst., 1338; Ziya Şakir, II. Sultan Hamid, Şahsiyeti ve Hususiyetleri, İst., 1943; îlber Ortaylı, //. Abdülhamid Döneminde Osmanlı imparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara, 1981; Sir Henry F. Woods, Türkiye Anılan, (çev. F. Çöker) İst., 1976; Cemil Koçak, Abdülhamid'in Mirası, İst., 1990.
NECDET SAKAOĞLU
Dostları ilə paylaş: |