Sayın Ceyhun,
O yazıda belirttiğiniz "maddi ve nanevi "değerlerle ilgili bolümde söylenenler elbette yaşam tarzına da girerler ama ben orada kendi tanımlarımdan ziyade başkalarının tanımlarını ve onların ona yükledikleri anlamları kastediyordum ve bunların çoğu sözlü tartışmalardan kaynaklanıyordu. Öyle anlayanlar da vardı. Yani otomobiller, evler falan maddi değerler, birimler falan da manevi değerler oluyordu. Ben de onu öyle alıp tartışıyordum. Dikkat ettiyseniz yazımda Kültür üzerine bir tanım yapmaktan kaçınıyorum Özellikle politik bir kavram olarak.
Benim kanımca, bir sosyolog olarak, Kültür insanin doğaya kattığı her şeydir, maddi ve manevi her şeydir. Ama bu tanım aşağı yukarı Toplum'a denk düşer. Politik olarak anlamsızdır. Orada dikkat ettiyseniz, Kültür’e yüklenen politik anlamlar tartışılıyor. Bildiğim kadarıyla, bir UNESCO araştırmasına göreydi galiba, Kültür kavramı en çok farklı anlamlarda kullanılan, en farklı tanımları yapılan bir kavrammış. Sayıyı tam hatırlamıyorum ama bin civarında farklı kullanım ve tanım tespit edilmişti galiba bir zamanlar. Herhalde bu arada biraz daha artmış da olabilir.
Sosyoloji'ye giriş dersleri ise beni pek ilgilendirmiyor. Sosyoloji'nin kendisini yanlış buluyorum. Sosyoloji diye üniversitelerde okutulan şey, Gerçek sosyolojiyi, yani Ibni Haldun ve Marks’ın temellerini koyduğu Toplum Bilimi gözlerden, gönüllerden ve kafalardan uzaklaştırmak, toplumsal gerçekliği anlamsız kılmak için geliştirilmiş bir ideolojidir. Ben sosyoloji dediğimde bunu kastederim.
Çok dilin yol açacağı toplumsal masraflara gelince. Sorun hiç de sizin abarttığınız gibi değildir. Bu dilleri konuşanlar, bir uzlaşmayla bir kaç dilde tabellaları yazmakta anlaşırlar. Önemli olan bir baskı olmaması, bazı dillerin keyfi bir şekilde diğerlerine karsı dayatılmaması. Burada bir baskı değil, bir pratik çözüm söz konusudur. Önemli olan zorlamanın olmamasıdır. Tipik bir uygulaması Avrupa Ekonomik Topluluğunda var. Her tabelayı simdi sayısı 20'yi bulan dilde yazmıyorlar, oturup tartışmışlar anlaşmışlar, dört dili belirlemişler. Elbette bir dili konuşanlar nerede çoğunluktaysa orada o dilin tabelaları da var. Çok küçük sayıdaki farklı diller için ise gereğinde tercüman tutuluyor. Örneğin bir Ganalı mahkemeye çıktığında, Almanca bilmiyorsa ona tercüman bulunuyor.
Kaldı ki, buğun elektronikteki gelişmeler (UNIKOD, Tercüme Programları, Bilgisayarlar vs.) bunu, hatta diyebilirim bütün dillerde olanaklı kılacak düzeyde teknik olarak ve yakin bir gelecekte. Şimdiden turistik merkezlerdeki bilgisayarlarda görülebileceği gibi istediğiniz dili seçebilirsiniz.
Bunlar biraz daha fazla toplumsal harcamaya yol açabilir elbette ama bunun sağlayacağı eşitlik bilinci ve duygusu, toplumsal dayanışma anlayışı bütün bu ek masraflara da değer kanımca. Önemli olan insanların kendilerini, belirli bir idari baskı altında hissetmemesi. Kıtlıktan doğan sınırlamalar ile diğeri farklıdır. O idari baskıların gerekçesi yapılmaktadır.
“Emperyalist Kültür” Nedir? – Oğuz’a Cevap8
Değerli Oğuz,
Sanırım astığım iki yazıda ne demek istediğimi anlamamışsınız. Sorun zekâ seviyesi ile ilgili değil elbette, olaylara bakış tarzıyla ilgili.
Demek istediğim, hiç birimizin kolumuzdan saati atamayacağımız idi. Durum böyle olunca da, emperyalist kültüre karşı çıkmak gibi bir hedefin kendisinin saçma ve olanaksız olduğunu; bunun bir hedef şaşırtma olduğunu ifade etmek istemiştim.
Nedir şu "emperyalist kültür" dediğiniz şey. Lütfen bana somutlar mısınız?
Sorularınızdan çıkardığım kadarıyla. Müzik, yiyecek, giyecek ve zaman gibi alanları kapsıyor. Bırakın insanlar hangi müziği dinlerse dinlesin, ne yerse yesin, ne giyerse giysin. Zamanı ise mecburen zaten onun birimleriyle ölçecekler. Bundan kurtuluş yok. Bu gibi işlerle Atilla İlhan gibiler uğraşıyor.
Sizin iddianızın aksine, Türk solu, emperyalizme karşı "milli kültür"ü çok kullandı. Bunun acı meyveleri Türkiye'nin entelektüel taşralılığında açıkça görülür.
*
Üç adet kimlik sıralamışsınız kendinize: İnsan, Sosyalist ve Türk.
Bana sorarsanız bizzat bu sıralama kendi içinde çelişkili. Bir sosyalist kendini aynı zamanda Türk (veya başka bir ulustan) olarak tanımladığı an, artık sosyalist değildir. (Burada bir yanlış anlamaya karşı şunu belirteyim. Herhangi bir ulusun vatandaşı olmanız, bu hukuki konumunuz ayrı bir konudur. Sizin kendinizi o ulustan olarak tanımlamanız ise ayrı. Sizin dediğiniz ikincisi.)
Önce insanım demeniz de, sosyalist olmak ile insan olmak arasında belli bir gerilim olduğu anlamına gelir. Sosyalist olmak yeterdi.
Aslında siz, tipik toplumsal adaletten yana ve humanist bir Türk milliyetçisisiniz.
Aslında Türkiye'de sosyalist olduğunu söyleyenlerin yüzde doksan dokuzu da böyledir. Bu nedenle zaten Türkiye'de akıllı Türk milliyetçisi pek bulunmuyor. Bunların hepsi kendini sosyalist sanıyor. Bu nedenle de çok kötü sosyalistler oluyorlar.
Sizin sosyalizme olan inancınızın içtenliğinden şüphem yok. Yanlış anlamayın. Sadece sosyalizm ve Marksizm hakkında son derece yüzeysel ve eklektik bir bilgilenme içinde olduğunuzdan dolayı, nesnel olarak, içtenliğinize rağmen milliyetçi bir konumdasınız.
*
Sizi batı kültürünün etkisinden kurtaramam. Kurtulmanız da gerekmiyor. Kurtulmak mümkün de değildir. Kapitalizmde yaşıyoruz. Geri dönüş yok artık. Evet, yaptığınız her şey batı kültürünün damgasını taşıyor. Türk kültürü diye savunmaya kalkacağınız her şey batı kültürüdür, batıdan gelmiştir.
*
Tekrar sormak istiyorum. Sizce neler Emperyalist kültür, neler Türk kültürüdür? Lütfen somutlar mısınız? Sanırım o zaman tartışma hepimiz için daha açıcı olur.
*
Sizin bir yanlışınız daha var. Bir yazınızda yine sosyalist kültürü şimdiden yaratmaktan söz ediyordunuz. Bu konuyu da içeren bir başka yazıyı ve o yazıya gelmiş bir değinmeye verdiğim bir cevabı da, tartışmaya bir katkı olur diye; kavramların en temel anlamlarında olsun bir açıklık sağlar diye asıyorum.
Saygılar - demir
Dostları ilə paylaş: |