serbestlİk
Çoğu baba ve anneler, çocuğu sınırlama ve onun serbestliğini almayı eğitim yöntemi telakki ederler. Onlar derler ki: "Çocuk iyi ile kötüyü ayırtedemez, bir şey anlamaz; eğer onu kendi haline bırakırsak kötü şeylere yönelebilir. Onun için çocuğu, sınırlamak ve kısıtlamak gerekir." Bu gibi baba ve anneler kendilerini çocuğun aklı yerine koyarlar, onun yerine seçimde bulunurlar. Onun bütün işlerini, hatta yemesi, içmesi, uyuması, oynaması ve konuşmasını kontrol altına alırlar. Kendi isteklerine göre ona yön tayin ederler. Bu durumda çocuğun, serbestlik ve kendi iradesini kullanarak karar verme hakkı olmaz. Baba ve annesinin izni olmaksızın hiç bir şey yapamaz. Baba ve annesinin kendisi için beğendiği şeyleri itiraz etmeksizin kabullenmek ve onların istediği işleri nedenini sormaksızın yapmak zorundadır. Onların sevmediği şeyleri tartışmadan terketmelidir. Bu gibi baba ve annelerin terbiye programı, sadece emir vermek veya menetmektir. Çocukların da itaat etmekten başka çareleri yoktur. Önceleri çoğu aileler çocuklarını bu şekilde terbiye ediyorlardı. Zorla kendi emirlerini uygulatıyorlardı. Günümüzde de bazı aileler bu programı sürdürmektedirler.
Bu program, geçmişte ve günümüzde izlenilen bir program olmasına rağmen doğru bir yöntem olmayıp çok büyük zaafları vardır. Bu programı uygulamakla sakin ve itaatçi çocuklar terbiye etmek mümkündür. Ama bu gibi çocuklar genelde durgun ve beceriksiz olurlar. Kendilerinden bir şey yapamazlar. Önemli işlere müdahale etme ve karar verme cesaretini gösteremezler. Zor sorumlulukları üstlenmekten kaçınırlar. Emir vermekten ve yöneticilikten acizdirler. Ama emir altına girmek onlara zor gelmez. Zulme çok rahat bir şekilde boyun eğerler. Özgürlükten mahrum olup içgüdülerini gerektiği şekilde doyurmadıkları için komplekse kapılırlar.
Bu komplekslerin ruhsal hastalıklara ve sinir sistemlerinin zaafına yol açması kaçınılmazdır. Kompleks sahibi kimseler, içlerindeki ateşi söndürmek, baba, anne ve toplumun diğer bireylerinden intikam almak ve eksikliğini telafi etmek için cinayet işlemeye kalkışabilirler. Bu gibi zararlardan dolayı günümüzdeki bazı psikologlar diktatörce metoda karşı çıkarak onu kınamış ve çocuğun mutlak serbestliğini savunmuşlardır. Bu psikologlar, baba ve annelere, içgüdülerini kullanabilmeleri ve bütün isteklerine ulaşabilmeleri için çocukları tamamen serbest bırakmalarını öneriyorlar. Onlar diyorlar ki: Çocuğu, istediği her şeyi yapması için kendi haline bırakın. O iş size göre yanlış olsa veya o işi yapmaya hazırlığı olmasa bile bu konuda kusur etmeyin. Bu durumda, çocuğunuz açık fikirli biri olur ve yaşantısında komplekse kapılmaz. Meşhur psikolog Fruid bu görüşü savunmuş, batıda ve hatta doğuda bir çok taraftar bulmuştur. Bir çok anne ve babalar bu görüşü kabul etmiş, batı ve doğuda bu yöntemi bir terbiye programı olarak uygulamaya koymuş ve çocuklarına kayıtsız-şartsız bir serbestlik vermişlerdir. Bu gibi baba ve anneler çocuklarına karşı vurdumduymazdırlar; onların hareketleri karşısında olumlu veya olumsuz hiçbir tepkide bulunmazlar.
Bu program da yanlış bir yöntem olup büyük zaafları vardır. Bu program ile terbiye edilmiş ve işlerinde hiçbir sınırlamaya tabi tutulmamış çocuklar genelde bencil, şeh-vetperest ve zorba olurlar. Başkalarının hakkına saygı gös-termezler. Baba ve anneden huzur ve rahatlığı alırlar, kardeşlerine ve öteki çocuklara eziyet ederler. Tam bir serbestliğe alıştıkları için genelde taşkınlığa düşer ve bozgunculuk ederler. Kısıtsız serbestlikler çocuğu ıstırap ve heyecana düşürür. Onu, beklentisi fazla olan ve kendisine tapan bir kimse durumuna düşürür. Onun beklentilerinin yerine getirilemeyecek bir dereceye ulaşması mümkündür. Böyle kimseler büyüdükleri zaman, başkalarından, anne-babası gibi kendisine itaat etmelerini bekler. Her yerde amir olmak isterler, emir altına girmezler. Toplumdaki fertler de genelde onların beklentilerine önem vermezler. Onlar yenildiklerini görünce komplekse kapılırlar. Bu durumda, ya inzivaya çekilirler veya yenilgilerini telafi etmek için cinayet ve tehlikeli işlere başvururlar. Sınırsız serbestlikler bazen çocuğun cismine de zarar verebilir. Çocuk, hiç kimse engel olmaksızın caddede yürümek veya elini elektriğe vurmak isteyebilir. Acaba bu gibi durumlarda onu kendi haline bırakmak doğru olur mu?
Öyleyse, ifrat ve tefritin hakim olduğu bu iki programın, çocuk eğitimine münasip olmadığı için onun üzerinde uygulanması doğru değildir. Bu hususta uygulanabilecek en güzel yol çocuğa sınırlı ve ölçülü bir serbestlik vermektir. Allah Teâla insana kendi şahsiyetini kazanabilmesi için çok faydalı içgüdüler ve atifeler vermiştir. Sevgi, sinir, cesaret, korku, saldırı, savunma, merak, taklit, oyun isteğiyle örneklendirilebilir bu garizeler. Bunlar, insanın yaşamındaki zorluklar karşısında direnebilmesi ve sorunlarını çözebilmesi için, Allah'ın ona vermiş olduğu güç kaynaklarıdır. İnsanın şahsiyetini oluşturan da bunlardır. Bu içgüdülerin serbest bir ortamda tekamüle erişip gelişmesi gerekir. Bunlardan, herhangi birini gözardı etmek ve gereken cevabı vermemek, insanın şahsiyetine büyük darbeler indirir.
Korku, insanın tehlikelerden kaçınması; hücum, düşmana saldırması ve merak, çeşitli ilimler öğrenebilmesi için zaruri olan içgüdülerdir. Vücudunda hiç korku olmayan veya saldırı ve savunmadan yoksun biri ruhsal bakımdan eksik bir insandır. Çocuktaki bu hislerin önüne geçmek ve onları yatıştırmaya çalışmak doğru değildir. Çocuk serbest bir ortamda kendi içgüdülerini kullanabilir, rahatça faaliyet edebilir, şahsiyetini geliştirip bir mücadele sahnesi olan toplumsal yaşantıya hazırlanabilir.
Kutlu İslam dini de serbestlik konusuna dikkat etmiş ve İslam büyüklerinden bu hususta birçok hadis nakledilmiştir.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Başkalarına kulluk etme; Allah seni hür yaratmıştır."[156]
İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki: "Kendisinde beş şeyi toplamayan bir insanın vücudu faydasızdır. Birincisi din, ikincisi akıl, üçüncüsü edep, dördüncüsü özgürlük ve beşincisi güzel ahlak."[157]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurur: "Çocuk, yedi yaşına kadar amir (emir edici), yedi yaşından on dört yaşına kadar memur (emre itaat eden), on dört yaşından sonra yedi yıl da baba ve annesinin veziri olmalıdır."[158]
Ama sınırsız bir serbestlik mümkün olmayan bir şeydir. Toplumda yaşayan bir insan sınırsız bir özgürlüğe sahip olamaz. Çünkü bütün insanların hürriyet ve yaşama hakkı vardır. Bir insanın serbestliği için başkalarının haklarını göz ardı etmek doğru değildir. Çocuk, küçük yaşta sınırsız bir serbestlikle toplumda yaşayamayacağını anlamalıdır. Başkalarının da yaşama ve dinlenme hakkı vardır. Mesela, çocuk oynamak ister. Oynamak, onun gelişmesi için zaruri olan bir istektir. Dolayısıyla, çocuğa istediği gibi oynayabilmesi için serbestlik vermek gerekir. Ama çocuk oynarken babasının, annesinin, komşularının ve başka çocukların haklarını gözönünde bulundurmalı, onları rahatsız etmemelidir. Evet; oynamak çocuğun hakkıdır. Ama halkın kapı ve duvarını kirletmenin veya camlarını kırmanın yanlış olduğunu bilmesi gerekir.
Öyleyse, oynamakta serbesttir. Ama sınırlı ve ölçülü bir serbestliğe sahiptir, kayıtsız ve şartsız bir serbestliğe değil.
Çocuk, öfkesinden faydalanarak gerektiğinde kendisini savunabilir. Ama unutmaması gerekir ki, sinirlendiği zaman evdeki eşyaları kırmaya veya babasına, annesine ve diğerlerine saygısızlık etmeye yahut herhangi birinin hakkını çiğnemeye hakkı yoktur.
Baba ve anne bu programı uygularken çocuğun yaşını, kapasitesini, cismi ve ruhi isteklerini gözönünde bulundurarak onun hareket ve davranışlarını iki kısma ayırmaları gerekir.
Doğru ve yanlış davranışlar. Her iki kısmın sınırlarını da çok açık bir şekilde belirtmeleri gerekir. Daha sonra çocuğa, doğru işlerde tam bir serbestlik vermelidirler. Böylece o, kendi içgüdülerini kullanarak şahsiyetini terbiye eder. Ona, aklını kullanarak karar alması ve faaliyet etmesi için serbestlik verirler. Sadece sınırsız bir serbestlik vermekle de yetinmeyip gerektiğinde ona yardımcı olmalıdırlar. Ama doğru olmayan işlerde ciddi bir şekilde önüne geçip ona engel olmalıdırlar. Bu programı uygulamakla çocuğun serbestliğini yok etmez, çocuğun isteklerini kısıtlamaz; aksine, onun serbestliğinin sınırlarını tayin edip içgüdülerini kontrol etmiş olurlar. Herhangi bir içgüdüyü kontrol etmek, onu yatıştırmak ve geri itmek anlamına gelmez. Tam aksine, bu içgüdüyü korumak ve faydalı yerlerde kullanmak manasına gelir. Son olarak baba ve annelere şunları tavsiye ediyoruz:
1- Doğru ve yanlış davranışlar arasında kesin bir sınır belirtilmelidir ki çocuk, vazifesinin ne olduğunu bilebilsin. Mesela, çocuğun veya ailenin sağlığına zararlı olan işler, cismi veya mali zararlara yol açan davranışlar, şeriat, kanun, ahlak ve toplumsal davranışlara aykırı hareketler, baş-kalarının hakkını çiğneyen vb. işler siyah bir listeye kaydedilmiş olmalı ve çocuk bu gibi işlerden engellenmelidir. Ama olumlu ve faydalı işler hususunda çocuğa kayıtsız - şartsız bir özgürlük verilmelidir.
2- Çocuğun akli gelişmesi ve bünyesine dikkat edilerek kapasitesi ölçülmeli ve ona uygun bir şekilde bu programı uygulamak gerekir. Zor ve mantık dışı kanun koymaktan kaçınılmalıdır.
3- Söylenilen söz üzerinde ciddi bir şekilde durulması gerekir. Kesin bir karar ile çocuğa; "Bu işi yapabilirsin ve o işi kesinlikle terk etmelisin" demek lazımdır. Yersiz his ve atifeleri bırakmak ve tereddütten kaçınmak gerekir. Böylece çocuk vazifesini bilir ve onu uygulamada tereddüt etmez.
İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyuruyor: "Çocuğun küçükken baba ve annesinin sözü karşısındaki itinasızlığı büyüdüğünde tuğyan etmesine ve itaatsizliğine sebep olur."[159]
4- Baba ve annenin bu hususta ortak bir karar almaları, ihtilaftan kaçınmaları ve kendi ihtilafları ile çocukta tereddüt meydana getirmekten sakınmaları gerekir.
Dostları ilə paylaş: |