Risale-i Nur eserlerinde, İslâm dünyasının her cihetle ilerlemesi, Avrupa’ya değil dine bağlılıkları derecesinde olduğu ifade edilir. Mektubat adlı eserde şu ifade var:
«Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.
Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.» (Mektubat sh: 324)
Halbuki biz Müslümanların, dinimize bağlılık neticesi olarak Avrupa milletlerinin bizlere katılacakları ifade edilir.
Evet, «Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek,182 sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.183» (Hutbe-i Şamiye sh: 24)
Başka din mensuplarının İslâmiyete çoklukla katılacaklarını bildiren Bediüzzaman Hazretleri, bunun da şartları olduğunu bildirir.
«Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri184 mutlaka fevc fevc,185 muhakeme-i akliye ile ve burhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.» (Münazarat sh: 45)
Felsefeye bağlı olan Avrupa’nın İslâmiyete katılması gereğini açıklayan çok önemli bir ifede de şöyledir:
«Âlem-i insaniyette,186 zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr,187 her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet,188 diğeri silsile-i felsefe ve hikmet,189 gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad190 etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip191 itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet192 etrafında toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin193 etrafına cem olmuştur.194» (Sözler sh: 538)
“MİM”SİZ AVRUPA MEDENİYETİNİN BUGÜNÜ !
ll. Meşrutiyet devrinde Osmanlı’daki hürriyet havasından çok ümitlenen ve bu şer’î hürriyetten İslâm âleminin müsbet yönde etkileneceğine inanan ve bütün müslümanlara bu hususlarda dersler veren Bediüzzaman Hazretleri, 1950 den sonra sorulan soruya verdiği cevap şöyledir:
«İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit,195 onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mim’siz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye,196 semavî kanun-u esasîlere muhalif197 olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih198 geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî199 olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y200 ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi...
......
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla201 yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına202 vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla203 ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla204 beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını;205 ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini;206 ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur’ân-ı Mu’cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 100)
Demek İslâm milleti, Kur’an (3:110) âyetinde belirtildiği üzere, bütün milletlere kemalat dersinde örnektir. Böyle şerefli bir milletin İslâm haricindeki milletlere dahil olmaya çalışması ve bizi içlerine alacaklar diye sevinmesi düşünülemez.
Bu kahraman milletin yapısına uygun bir yol takip edilmezse neticesinin ne olacağı vecizevî bir şekilde şöyle ifade edilir:
«Tarîk-ı gayr-ı meşru207 ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun208 zıddıyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru209 muhabbetin akibetinin mükâfatı,210 mahbubun gaddarane adavetidir.211» (Mektubat sh: 472)
Dostları ilə paylaş: |