IV:Murat: Burada oturup da emirler yağdırmaktan bıktım artık Tekelciyan.Sıkıldım daraldım bu saraydan..Uçmak istiyorum anlıyor musun, uçmak!
Tekelciyan: Aman efendim, nasıl olur ki!Siz insansınız ve insanlar uçamaz....Üstelik bunun dinimizce de pek kabul göreceğini sanmam..Hoş Hazarfen Ahmet adında biri uçmayı deniyormuş sürekli, ama sanmam ki başarsın bu dileğini...
IV:Murat: Bırakın denesin. Şayet başarırsa Murat da uçmayı dener , başaramazsa da kellesini vurdurmaya bile gerek kalmaz, düşünce nasıl olsa ölür gider.Sen şimdi bırak Hazerfeni Tekelciyan!Sen bu sarayın mucidisin..Ne yap et, beni bu sıkıntıdan kurtar.Uçur buralardan...
Tekelciyan: Efendim, dost ülke Amerika’nın Kralı sevgili George Buşt’ta söylesek de bize hediye etmek istedikleri Boing 727’yi kabul ettiğimizi bildirsek. ...
IV:Murat: Olmaz öyle şey Tekelciyan!Ben koskoca cihan padişahıyım, o numaraları yemem.Önce bize uçağı hediye edecekler, sonra yedek parça gerektiğinde haşırt diye geçirecekler...Yok, kat-i suratle olmaz!Kendimiz üretmediğimiz sürece yabancı sermaye giremez bu ülkeye!
Tekelciyan: O zaman size yeni iksirimi denemenizi öneririm sevgili sultanım.
IV:Murat: Nedir o Tekelciyan, söyle heman!
Tekelciyan: Efendim, sizi temin ederim bu iksirden iki duble içince uçacaksınız...Havalara uçacaksınız...Ayağınızı yerden kescek sizin, havalara uçacaksınız...
IV:Murat: Şu son söylediğin sözleri bir kenara not et , güzel şarkı sözü olur Tekelciyan!sonra iyi para kazanırsın bu işten!
Tekelciyan: Aman efendim, paranın ne önemi var, mühim olan insanlık....Hangi para sizin bana vereceğiniz, insanlığınızın sembolü olan Cumhuriyet altınlarından daha kıymetli olabilir ki...
IV:Murat: Neyse, gevezelik etme de şu iksiri getir hele...
Tekelciyan:Yalnız sizi baştan uyarmak isterim efendim, bu iksir çok sert bir iksirdir...İçerken yanında ekseriya kavun ve beyaz peynir yemeyi gerektirir...
IV:Murat: Öyleyse aşçı başına söyle, hazır etsinler kavun ile beyaz peyniri soframa tez vakitte..
(Tekelciyan çıkar, ışık söner..Tanju Okan “Koy koy koy” şarkısı çalar...Elinde tepsi ile içeri girer...)
Tekelciyan: Efendimiz, işte çilingir sofranız hazır...
IV:Murat: Ne sofrası, ne sofrası?
Tekelciyan: Çilingir sofrası efendim...Övünmek gibi olmasın, bu iksirim çilingir gibidir.Her ağızı çar. Söylenmemesi gereken ne kadar sır varsa, hepsi açığa çıkar.
IV:Murat: Getir o zaman şu iksirin bir tadına bakalım!
Tekelciyan: Buyurunuz efendim!Yalnız size tavsiyem sek içmemeniz.Evvelden söylediğim üzere iksir epeyce serttir, sonra çarpmasın.
IV:Murat: Sen koy,koy...Doldur be Tekelciyan doldur...Bu iksir uçmam için tek yoldur.
(Tekelciyan iksiri koyar..”İçmişim başım dönüyor” çalar. IV.Murat sırasıyla keyiflenir, efkarlanır,dağıtır...)
Tekelciyan: Nasıl efendim, başladınız mı uçmaya?
IV:Murat: (Sarhoştur)Sanki ayaklarım yavaştan yerden kesilir gibi oldu ama...
Tekelciyan: O zaman bir duble daha içiniz efendim.Buz da ister misiniz?
IV:Murat: Yok, sağolasın Tekelciyan.Valla sen de olmasan bu sarayda bir dakika yaşanmaz ha!Yahu tekelciyan, tellal başına söyle yarından tezi yok, tüm halkıma duyurulsun ki “Bundan böyle her akşam halkım bu iksirden içecek, içmeyenin kellesi eline verilecek”
Tekelciyan: Emriniz başım üstüne efendim!Yalnız biz bu iksiri nasıl halka ulaştıracağız?
IV:Murat: Ülkenin dört bir yanına iksir bayileri açılsın...Bu bayilere de senin adın verilsin Tekelciyan.Düşünsene ülkenin dört bir yanında “Tekelciyan bayileri” açılacak.Tümülke seni tanıyacak.Ünlü olacaksın Tekelciyan, ünlü!
Tekelciyan : Sağ olasınız efendim, sayenizde.
Tekelciyan: (Telefonu çalar.) Alo?ha, dinliyorum?Kim?Uçtu mu?Nereye?Valla bravo!Tamam, ben iletirim kendisine!
IV:Murat: Kimmiş Tekelciyan?Ne diyor?
Tekelciyan: Şey, efendim!Hazarfen vardı ya, hani şu uçmaya çalışan?
IV:Murat: Ne olmuş ona?
Tekelciyan: Uçmuş!
IV:Murat: Kim?Nasıl olur?Benden habersiz! Nereye uçmuş?
Tekelciyan: Galata köprüsünden, Üsküdar’a!
IV:Murat: Heaayt! Git cellat başına söyle, tiz vursunlar kellesini. Anlasın sultanından önce uçmak neymiş!
Tekelciyan: Emriniz başım üstüne!
IV:Murat: Çok sinirlendim, şu iksirden bir duble daha doldur hele!
(Müzik yükselir.Işık kararır, sabah olur.IV. Murat sinirle dolaşmaktadır.)
IV:Murat: Neredesin Tekelciyan? Sabahtan beri seni arıyorum, cebin de kapalı?
Tekelciyan: Şey efendim, Yedikule zindanlarını teftişe gitmiştim.Malum aliniz orada çekmiyor.
IV:Murat: Neyse, söyle bakalım, hangi densiz vurdurdu Hazarfen Ahmet Çelebi’nin kellesini!
Tekelciyan: Vallahi, nasıl desem ki?
IV:Murat: Uzatma da söyle hadi!
Tekelciyan: Siz emrettiniz, cellatbaşı da vurdu kellesini.
IV:Murat: Ben mi emrettim!
Tekelciyan: Siz ya...Dün gece benim o iksirimden içerken haber geldi Hazarfen’in uçtuğuna dair.Siz de”Kim benden evvel uçmaya cesaret edebilir?” diye sinirlendiniz...Sonra da kellesini eline verdirdiniz.
IV:Murat: Ah aptal kafam, ah!Ah salak Murat ah!
Tekelciyan: Aman efendim sizin suçunuz değil ki!Boş yere üzmeyin kendinizi!Siz dün gece kendinizde değildiniz ki!
IV:Murat: Nedenmiş o?
Tekelciyan: Efendim, dün akşam iksiri fazla kaçırınca kendinizden geçtiniz...Sonra da ansızın sinirlenip, böyle bir emir verdiniz.
IV:Murat: Anlaşıldı tekelciyan...Bundan böyle bu iksirden içmek yok.Sen de hemen o iksiri yok et.
Tekelciyan: Aman efendim nasıl olur. Dün emrettiniz, herkes bu iksirden içecek, içmeyenin kellesi eline verilecek diye.Buna istinaden biz de bu sabahtan tezi yok, ülkenin dört bir yanına Tekelciyan bayileri açtık.
IV:Murat: Ben onu bunu bilmem Tekelciyan...Bundan böyle bu ülkede iksir yasak...
Tekelciyan: Ama efendim o zaman bir daha uçamazsınız ki...
IV:Murat: Dün uçmasaydım, bugün belki de Galata’dan Üsküdar’a uçacaktım...Uçmak önemli değil tekelciyan, önemli olan konmak!
Tekelciyan: Haklısınız efendim, öyleyse size iksirin yerine başka bir şey tavsiye edeceğim...
IV Murat: Nedir o?
Tekelciyan: Son derece zararsız bir şey efendim..Tamamen doğal, bitkilerden elde edilmiş bir şey...
IV Murat: Adamı delirtme de söyle Tekelciyan?
Tekelciyan: Ot efendim..Ot...Bir nefes almaz mıydınız?
Can.D – Genco Ermeni ağzı çalışıyorsun değil mi? Birkaç yerde kaçırdın!Rum ağzına kaydı, aman dikkat et!
Genco- Çalışıyorum abi, merak etme oyuna kadar hiçbir pürüz kalmaz.
Nejat.Ş – Can abi, bizim kostümümüz ne olacak?
Can.D – Tekelciyanın gömleği, pantolonu, neyi varsa hepsi altın sarısı olacak.Kıyafetinin üzerine bira kapakları dikeceğiz...Ne kadar çok olursa o kadar iyi!
Genco – Ya ben?
Can.D – Senin kostümün tipik bir padişah kostümü olacak, ama sadece sarığının tepesine kocaman bir pervane koyacağız...
Genco – Arkadaki estrata taht kayacak mıyız?Padişah için?
Can D. – Koyacağız, ama öyle normal bir taht değil!
Nejat Ş.- Nasıl bir şey?
Can D. – Garip bir şey olacak..Daha tam düşünmedim ama, yanlarından falan arada bir alevler çıkan, alüminyum kaplama metalik gri bir taht olabilir.Nasıl olsa bütçe gelecek sponsordan....
Rutkay.U – Sponsor bir yamuk yapmaz değil mi?
Can D. – Yapmaz desem yalan olur, yapar dersem de doğru olmaz! Sabredeceğiz ve göreceğiz.
(Müjdat Dinçel içeriye girer...)
Müjdat D. – Abi, sponsor firmadan Ramazan Bey aradı az evvel...Bütçeyi biraz kısmaları gerekiyormuş...
Can D – Ulan, zaten kaç lira veriyorlar ki kısmak istiyorlarmış?Koskoca firma, sekiz milyar para mı be onlar için!
Müjdat D – Bana ne bağırıyorsun ki Can abi, parayı vermeyen ben değilim ki,onlar!
Can D – Kaç lira vereceklermiş peki?
Müjdat D – Yüzde elli indirim yaptılar işte,anlayacağın!
Ferhan E- O zaman biz de oyunun yüzde ellisini oynarız....
Müjdat D – Bence mahsuru yok, nasıl olsa ben birinci perdedeyim...Sen kendini düşün!
Ferhan E – Öyle değil ki oğlum, oyunu enlemesine değil, boylamasına böleceğiz.Yani, hiçbir cümlenin sonu gelmeyecek... Konuşmaya başlayacaksın, sonra.... Lafını tam söyleyecekken.... Seyirci resmen kafayı...
Müjdat D – Harbi ya, öyle bir oyun yapsan ne matrak olur ha?Oyunun adı da “Sen Tamamla”
Can D – Evet! Kesin gırgır şamatayı!Oyun yine iki perde, ama perdeleri kumaşı alıp biz dikeceğiz anlaşılan.Şu “Cehenneme Hoş Geldiniz “yazısı da ışıklı neonlarla olmayacak anlaşılan!
Rutkay U – Nasıl olacak peki?
Can D – Yine para çıkacak cepten ama tek çare branda yaptırmak anlaşılan!
Ferhan E – Abi ona para vermemize gerek yok...Branda işini bana bırakın, ben bedavaya halledeceğim...Yalnız özellikle tercih ettiğiniz bir renk var mı sevgili rejisörüm?
Can D – Yazı kırmızı olsun da, gerisi Kasımpaşa’dan aşşa yokuş aşşaa...
Ferhan E – Tamamdır, yarın branda burada abi...
Nejat Ş – Nerden bulacaksın lan brandayı?
Ferhan E – Gelince görürsün....(Islıkla Galatasaray marşını çalar...)
Genco D – Dekorda bir değişiklik olacak mı peki?
Can D – Olacak tabi de ne olacak bilmiyorum...Bakacağız artık bir hal çaresine...Hadi şimdi sahneye..Mühim olan oyun, dekor kostüm ayarlanır elbet...Var mı başka kıl tüy sorusu olan? (sessizlik) O zaman diğer sahneyi alıyoruz...Demet nerede?
Demet Ö – (Salon kapısı açılır.İçeri girer..)Geldim...Geldim...Bir katalog çekimi vardı da karşıda..Ancak gelebildim...Kusuruma bakmayın...
Can D – Sende kusurlu hiçbir şey yok ki bakalım güzelim!Buyurun sahne sizin!(Elini öper...)
Rutkay, hadi sen de sahneye!
(Demet Özdilli ve Rutkay Uygur sahneye çıkarlar...Demet Özdilli Afrodit, Rutkay Uygur ise Botoxus rolündedir...)
KARAGÖZ: Tiyatro özveri işidir, gönül işidir.Neye niyet neye kısmet işidir.Tiyatrocu bin düşündüğünden birini yapabilen kişidir.Ama alaylı olmak bu devirde artık daha baştan kaybetmek demektir.Konservatuara girmek de öyle her yiğidin harcı değildir.Kimi atar kapağı konservatuara, sonra başlar başlamaz alır soluğu televizyonlarda...Kimi ise Nejat misali aşındırır kapısını okulun, gerisini merak ediyorsanız yaklaşın sahneye biraz!Biraz daha sokulun...Sokulun...Sokulun...
(Işık kararır...Televizyonlarda “Konservatuara Giriş Sınavı – I” yazar...Işık açıldığında sahne boştur. Karagöz sahnenin solunda mübaşir gibi durmaktadır.Jüri ise öndeki koltukta oturmaktadır.)
NEJAT ŞENSOY:
Yıldız Ünver: Şimdi sırada kim var?
Tevfik Bilgiçer: Serdar Karabağ.
Enis Savran: A, bu Buket Karabağ’ın akrabası mı acaba?
Yıldız Ünver: Evet, yeğni! Dün beni arayıp söyledi yeğninin sınava gireceğini...
Tevfik Bilgiçer: Teyzesine benzediyse, kazanır canım.
Yıldız Ünver: Kazanır...Kazanır...Çağır çocuğum gelsin içeriye...
KARAGÖZ: Serdar Karabağ...Serdar Karabağ...
Tevfik Bilgiçer: Hoş geldin Serdar...
Serdar: Hoş bulduk!
Enis Savran: Buket Karabağ senin teyzen değil mi?
Serdar: Evet...
Yıldız Ünver: Teyzen mi soktu senin aklına tiyatroyu?
Serdar: Evet.Onu izlemek, televizyonlarda görmek beni çok fazla etkiliyordu.Sonra ben neden televizyona çıkmayayım ki?diye sordum teyzeme.Teyzem de konservatuara bir gir, sonra televizyona da çıkarsı, sinemada da oynarsın,dedi.Şimdi de buradayım işte?
Enis Savran: Tiyatro yapmayı düşünmüyor musun ki sürekli televizyon diyorsun?
Serdar: Yani tiyatro yapmayı tabi ki de isterim.İyi proje olursa neden olmasın.Ama tiyatro ile kaç kişi tarafından tanınabilirsiniz, televizyon ile kaç kişi?Ama tabi ki, tiyatro yapmam diye bir kaidem yok!
Enis Savran: Pekala, bize ne oynayacaksın?
Serdar: W.Shakespeare “Bir yaz gecesi rüyası” Puck...
Yıldız Ünver: Pekala, başla o zaman canikom.
(Müzik yükselir.Serdar sahnede oynar,replikleri duyulmaz. Müzikle birlikte oyun da biter.)
Yıldız Ünver: Tamamdır Serdar’cım...Teşekkür ederiz.
(Serdar çıkar.)
Enis Savran: Vallahi bence çok vasat! Sahnede ne yapacağını bilmiyor..Sonra, en önemlisi bu çocuk tiyatrocu olmak değil, şöhret olmak istiyor.Benim oyum olumsuz.
Yıldız Ünver: Benim oyum olumlu! Hiçbir şey olmasa,Buket’in hatırı var canım!
Tevfik Bilgiçer: Bence de fark hiç farketmez!Teyzesi de şu anda tiyatro yapmıyor ama, medya tarafından çok saygın bir yerde.Ayrıca biz tiyatrocu mu arıyoruz yoksa oyuncu mu?Unutmayalım ki her tiyatrocu kamera karşısında başarılı olamaz.
Enis Savran: Her artist de tiyatroda oynayamaz!
Yıldız Ünver: Enis’ciğim ikiye karşı bir oyla Serdar’ı okulumuza aldık.Hayırlı olsun!
Enis Savran: Peki, hayırlısı olsun,Yıldız hocam!
Tevfik Bilgiçer: Evet, sıradaki gelsin evladım.
KARAGÖZ: Nejat Şensoy...( Nejat içeriye sırıtarak girer...)
Yıldız Savran: Hoş geldin Nejat.Kaç yaşındasın?
Nejat: Hoş bulduk efendim.Yaşım 17...
Yıldız Ünver: Pekala Nejat, başla öyleyse...
Nejat: Biraz konsantre olabilir miyim, müsaadenizle?
Tevfik Bilgiçer: Tabi, hazır olduğunda başlayabilirsin!
(Nejat yan duvara gider, kafasını elleri arasına alıp, duvara yaslar ve derin nefes alıp verir.)
Nejat: Tamam, hazırım başlayabilir miyim?
Enis Savran: Başla Nejat!
Nejat: İnsan için mutluluk nedir?Biriktirdiklerini açığa çıkarmaktan daha fazla mutlu edebilecek ne vardır ki insanoğlu için şu fani dünyada?Hele bir de saatlerce tutmuşsa insan kendini,orgazm bile yanında sıfır kalır bu mutluluğun. Evlendiniz, mutlusunuz...Çocuğunuz oldu, çok mutlusunuz...Ama acılı bir yemeğin üzerine,eziyete dönüşmüş eve dönüş yolculuğunun ardından içinizden kopan bir parçaya cevaben teninizi ıslatan su damlacıkları ile tadacağınız mutluluğun tadını hangisine tercih edebilirsiniz ki?Aslında mutluluk içimizde bir yerlerde saklı, ama önemli olan onu dışarıya çıkartacak kadar azimli olabilmek. Önemli olan kara deliğin arkasında
parıldayan ışığı ve masmavi suları görebilmek. Zorlamak; her şeye rağmen zorlamak ve o hazzı tadabilmek. Bir düşünün...İki gün boyunca içinizi acıtan, midenize ağrılar sokan, kalbinizin ritmini bozan şeylerden bir çırpıda kurtulduğunuzu...Bir düşünün, telaşlı adımlarla biraz sonra dünyanın en büyük hazzını yaşayacağınız özgürlüğün kapısını açtığınızı...Bir çırpıda üzerinizdekileri çıkartıp özünüze döndüğünüzü ve kendi kendinize kaldığınızı...O anın keyfini çıkartın...Çünkü siz bunu çoktan hakkettiniz...İşte..İşte geliyor...Geliyor....
(Nejat çömelir ve ıkınır...Birkaç saniye sonra yüzünde bir rahatlama ifadesi belirir.)
Şimdi artık derin bir nefes alıp, yüzünüzü geleceğe çevirebilirsiniz...
Yıldız Ünver: Nejat, kim yazdı bunu?
Nejat: Ben yazdım efendim, beğendiniz mi?
Tevfik B.: Vallahi çok boktan!Ama bir boktan bu kadar dram çıkartmak da hiç de boktan bir iş değil...
Enis Savran: Neyse, teşekkür ederiz Nejat!
Nejat : Asıl ben teşekkür ederim...(Çıkar.)
Tevfik Bilgiçer: Bence tartışmaya bile gerek yok...Sizce Yıldız Hocam?
Yıldız Ünver: Yavrum, sıradaki gelsin...
Enis Savran: Bir dakika canım, öyle hemen kestirip atmayalım! Bence yaratıcı bir çocuk,ama nerde ne yapacağını bilmiyor...Kameraya çektiğimiz görüntülerden bir kez daha izleyelim,o zaman daha net bir karar verebileceğimize inanıyorum!
Tevfik Bilgiçer: Bu boktan şeyi bir kez daha mı izleyeceğiz yani?
Enis Savran: Bir sakıncası yoksa...Yalnız içinde saklı olan mizaha dikkat etmenizi, kelimelere yüklediği anlamlar üzerinde biraz düşünüp de öyle karar vermenizi öneririm.
Yıldız Ünver: Pekala, bir kez daha izleyelim.Oynatalım Uğurcuğum...
(Kameraman düğmeye basar, televizyonlarda Nejat’ın oynadığı tirat bir kez daha döner.)
Yıldız Ünver: Komik...Ama benim kararımı değiştiremedi.
Tevfik Bilgiçer: Benim kararımda da bir değişiklik yok.
Enis Savran: Peki öyleyse, demokrasinin kestiği parmak acımaz.
Yıldız Ünver: Sıradaki gelsin yavrucuğum....
(Işık kararır... Televizyonlarda “Konservatuara Giriş Sınavı – II” yazar...)
Enis Savran: Kim geliyor şimdi?
KARAGÖZ: Yılmaz Demirer....(Cem içeriye girer...)
Yıldız Savran: Yılmaz hoş geldin!
Yılmaz: Hoş bulduk...
Tevfik Bilgiçer: Ne göstereceksin bizlere?
Yılmaz: Kendi yazdığım bir stand-up gösterim var.Ondan bir kuble oynayacağım.
Enis Savran: Peki, başla öyleyse...
Yılmaz: Bilim adamlarımızın yaptığı bir araştırmaya göre her altı kişiden biri palavracıymış...Yani sağdan saydığımız vakit, bir iki üç dört beş...Yıldız hanım siz palavracısınız.Yani bilim adamlarına göre...Bana göre dünyada tek bir tane palavracı var o da serdar!Serdar, yani nam-ı diğer “Palavra Serdar.” Palavra Serdar öyle sizin bildiğiniz palavraların ötesinde palavralar atan,hatta ve hatta yaşaması bile palavra olan bir insan. İşte bu insan, yani “Palavra Serdar” bir gün dadaşları ile Çınarcık’a tatile gidiyor. Maksat gezmek, içmek ve tabi ki son nokta olarak da yatmak.Mümkünse de yatakta yalnız olmamak.Maksatlarının ilk iki maddesini yerine getiren Serdar ve dadaşları kiraladıkları BMW marka otomobile tıkışarak, para karşılığında yatağı ısıtan hanımefendilerin bulunduğuna dair istihbarat aldıkları bir bara gidiyorlar.Ama beş kafadarın beşinde de kafa olmamasından dolayı yatak ısıtacak hanımefendilerin pazarlandığı bar yerine hemen yanındaki “Diyarbakırlı Abdullah Usta” kebapçısına giriyorlar ve burasının bir bar olmadığını algılayamıyorlar.Öyle bakmayın ben Serdar’ın yalancısıyım.Bu son söz saçma oldu çünkü Serdar’ın yalanlarını söylemek için bir yalancıya ihtiyacı olacağını hiç sanmam. Son sözü elçiye zeval olmaz diye düzeltmemizin daha doğru olacağı kanısındayım. Neyse efendim, bar ile kebapçıyı ayırt edemeyen Serdar ve dadaşlar, bununla da yetinmeyip barmen ile Diyarbakırlı şef garsonu da ayırt edemeyerek kendisinden önce mönüyü, sonra da ortaya karışık beş porsiyon Nataşa istiyorlar.Bunun üzerine Diyarbakırlı şef garson kendisini, çok affedersiniz “Pezevenk” yerine koyan Serdar ve dadaşlara sinirlenip bağırmaya ve buna istinaden de küfürler etmeye başlıyor.Bu seslerden bir olağan üstü durum olduğunu algılayan “Diyarbakırlı Abdullah Usta” kebapçısının tüm Diyarbakırlı çalışanları olağan üstü durumu olağan hale, Serdar ve dadaşları ise olağanüstü bir hale sokmak için toplanıyorlar.Bu durumu erken algılayan Serdar’ın dört dadaşı hemen olay mahallini kiraladıkları BMW ile terk ederlerken bizim palavra Serdar tek dişi kalacak canavar misali on-on iki civarı Diyarbakırlı garsonun arasında kalıyor.Ama Diyarbakırlı garsonların kavga etmeyi hiç bilmemelerinden istifade ederek, tabanları yağlıyor ve koşarak olay mahallinden uzaklaşıyor. Garsonları da peşine takarak otele doğru koşan Serdar yaklaşık on beş dakika kadar süren kovalamaca sonucu garsonları ekerek otele varıyor.Odaya çıkıyor, beş dakika sonra BMW’li dadaşlar geliyorlar.Dadaşlar Serdar’ı tek parça halinde odada görünce hayrete düşüyorlar, oysa biz Serdar’ı tanıdığımız için hayrete düşmek gibi bir gaflette bulunmuyoruz.Çünkü bizler Serdar’ın yeri geldiğinde bir BMW den daha hızlı koşabileceğinin farkında ve bilincinde olan zeki insanlarız. Ama gelin görün ki zeki insanların en önemli özellikleri ise kendini zeki sanan insanlar tarafından aptal yerine konulmayı çok sevmeleridir.
Severler, çünkü hiçbir zaman için o zeki gibi görünen aptalların zeki olduklarına inanmazlar. Ve palavra atmaktan da hiç ama hiç hoşlanmazlar.
Yıldız Ünver: Nerelisin sen Cem?
Cem: Hakkari...
Yıldız Ünver: Anlatım dilin çok iyi!Belik iyi bir yazar olabilirsin,ama senden tiyatrocu olmaz Yılmaz!
Yılmaz: Olduğunda görüşürüz!
Tevfik Bilgiçer: Teşekkür ederiz Yılmaz...Çıkabilirsin...
Yılmaz: Ben teşekkür ederim....
Yıldız Ünver: Biz şovmen aramıyoruz değil mi Enis?
Enis Savran: Evet.
Yıldız Ünver: Hem fikir olmamıza sevindim.
Tevfik Bilgiçer: (Gülerek) Sırada Nejat Şensoy var...
Enis Savran: Bu Nejat Şensoy kim ki gülüyorsun?
Tevfik Bilgiçer: Hani şu geçen sene boktan bir şaheser yaratan çocuk vardı ya, işte o?
Enis Savran: Bir görelim bakalım marifetini...
Yıldız Ünver: Çocuğum, çağır gelsin!
KARAGÖZ: Nejat Şensoy!
(Nejat yine gülerek içeriye girer.)
Enis Savran: Hoş geldin Nejat!Bu yıl ikinci senen değil mi?
Nejat: Evet efendim...
Tevfik Bilgiçer: Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene boktan bir parça hazırlamıştın.Kötü anlamında söylemiyorum, yanlış anlamayın ,içerik açısından söylüyorum!Peki busene ne oynayacaksın?
Nejat: Nikos Karamis “Aşk’a Veda”
Yıldız Ünver: Başla o zaman...
Nejat: Şey, pardon müsaade ederseniz biraz konsantre olabilir miyim?
Enis Savran: Tabi ki!hazır olunca başla!
(Nejat yine başı elleri arasında duvara yaslanır, derin nefes alır ve başlar.)
Nejat: Artık bir şeyler yapmalıyım...Artık bir şeyler yapmalıyım! Hissediyorum ölümün o acı veren soluğunu!Biliyorum, birazdan bir kapı açılacak gökyüzünde ve ruhum işlediği suçların acısından çok, yaşayamadığı anların acısıyla yanıp kavrulacak. Ama salmayacağım kendimi!Dimdik duracağım ölümün karşısında, tıpı on sekiz yaşındaymışım gibi sapasağlam.Teslim olmayacağım ölüme o beni esir alsa bile.Tüm ağrılarıma, tüm sancılarıma rağmen sıkıp dişimi inadına gülümseyeceğim karşımda oturan şu güzel kıza.Sonra,ağır ağır teslim olacağım. Ama ölüme değil, aşka!Aşk...Aşk...Aşk..Aşk...
Yıldız Ünver: Ağır ağır değil Nejatçım, ağar ağar!
Nejat: Ama ben böyle çalıştım...Yani..
Yıldız Ünver: Nejatçım, bak ben burada hocayım ve sana ağar ağar okunur diyorum, sen bana ben böyle çalıştım diyorsun.
Nejat: Ben de biliyorum Ağar ağar olduğunu ama...
Yıldız Ünver: Haddini aşıyorsun Nejat!Çıkabilirsin...
(Nejat çıkar...)
Yıldız Ünver: Ya olacak iş değil, ben çocuğa nasıl yapması gerektiğini söylüyorum, o bana akıl öğretiyor.
Tevfik Bilgiçer: Üstelik senin gibi Nikos Karamis uzmanına...E, sonunda aldı mı bari seni okula?(Gülerler...)
Enis Savran: Tevfik abi, öyle demeyin! Çocuk heyecanından kendini ifade edemedi ki.
Dostları ilə paylaş: |