TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN GÖNEL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2491)
Karar Tarihi: 17/7/2014
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Alparslan ALTAN
Üyeler : Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör : Selami ER
Başvurucu : Hüseyin GÖNEL
Temsilci : Av. Mustafa ŞENGÜL
-
BAŞVURUNUN KONUSU
-
Başvurucu, işçilik alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın sonuçlanmasının yaklaşık 7 yıl sürmesi ve uzun süren yargılamaya bağlı olarak bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğraması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
BAŞVURU SÜRECİ
-
Başvuru, 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
-
İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
-
İkinci Bölümün 24/7/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
-
Adalet Bakanlığı’nın 16/9/2013 tarihli görüş yazısı 24/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 7/10/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
-
OLAY VE OLGULAR
-
Olaylar
-
Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
-
1/10/2002 tarihinden beri şoför ve çiftlik görevlisi olarak çalışan başvurucunun iş akdi, 1/11/2003 tarihinde işverenin mirasçıları tarafından feshedilmiştir.
-
Başvurucu, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret alacağı ve fazla mesai alacaklarının tahsili amacıyla, 25/4/2006 tarihinde Ankara 4. İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır.
-
Mahkemece 20/03/2007 tarihli duruşmada başvurucu vekiline müvekkili ile görüşüp hizmet tespit davası açıp açmadığı hususunda beyanda bulunması istenmiştir.
-
Başvurucu 30/5/2007 tarihinde Ankara 1. İş Mahkemesinde 2007/422 esasına kayıtlı hizmet tespit davası açmıştır.
-
Başvurucu 30/5/2007 tarihli duruşmada başka bir mahkemede hizmet tespit davası açtığını Mahkemeye bildirmiş, Mahkeme aynı tarihli ara kararında dosyanın ilgili Mahkemesinden istenmesine karar vermiştir.
-
Başvurucu, 27/11/2007 tarihli duruşmada, açtığı hizmet tespit davasının bekletici mesele yapılmasını Mahkemeden talep etmiş, Mahkeme bu talebi aynı tarihli kararında kabul etmiş ve sonraki duruşmalarda da aynı şekilde ara kararlar vermeye devam etmiştir.
-
Ankara 1. İş Mahkemesinin 4/3/2009 tarihli kararıyla başvurucunun 1/1/2002-1/11/2013 tarihleri arasında hizmet akdi ile ve asgari ücretle çalıştığı tespit edilmiştir.
-
Mahkeme Ankara 1. İş Mahkemesinde görülen tespit davasının kesinleşmesinden sonra yargılamaya devam ederek başvurucunun kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret ve fazla mesai alacaklarının miktarının belirlenmesi için dosyayı bilirkişiye göndermiş, 10/10/2011 tarihinde bilirkişi raporu dosyaya sunulmuştur.
-
Başvurucu, alacak miktarına ilişkin 10/10/2011 tarihli bilirkişi raporuna istinaden 18/10/2011 tarihli dilekçesi ile ıslah talebinde bulunmuştur. Davalılar ise, 4/11/2011 tarihli dilekçeleriyle, 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi alacak kalemleri bakımından zamanaşımı def’i ileri sürmüşlerdir. Başvurucu ise 22/11/2011 tarihli duruşmada 1. İş Mahkemesi dosyasının bekletici mesele yapılmış olduğunu bu nedenle zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını ifade etmiştir.
-
Mahkeme, davalıların zamanaşımı itirazını dikkate alan ek bir rapor düzenlenmesi için dosyayı yeniden bilirkişiye göndermiş ve 14/12/2011 tarihli ek bilirkişi raporuyla başvurucunun ücret ve yıllık izin ücreti ile fazla mesai alacaklarının ıslah edilen kısmının zamanaşımına uğradığı tespit edilmiştir.
-
Mahkeme, 8/5/2012 tarih ve E.2006/315, K.2012/1004 sayılı kararıyla, Ankara 1. İş Mahkemesinin E.2007/422, K.2009/45 sayılı kesinleşmiş kararına göre başvurucunun 1/10/2002–1/11/2003 tarihleri arasında asgari ücretle toplam bir yıl bir ay süreyle çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haklı neden olmaksızın feshedildiğini belirlemiş ve zamanaşımı def’ini dikkate alarak 14/12/2011 tarihli ek bilirkişi raporunda belirlenen miktarlara göre davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
-
Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 14/3/2013 tarih ve E.2012/15864, K.2013/5246 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamış, karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
-
Kesinleşen karar başvurucuya 12/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
-
18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 83. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.”
-
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesi şu şekildedir:
“Islah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.”
-
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi şu şekildedir:
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilme yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
-
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“ Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.”
-
22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin son fıkrası şu şekildedir:
“Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.”
-
4857 sayılı Kanunun 59. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde işçinin hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait ücreti, sözleşmenin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Bu ücrete ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren başlar.”
-
İNCELEME VE GEREKÇE
-
Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/4/2013 tarih ve 2013/2491 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
-
Başvurucunun İddiaları
-
Başvurucu, işçilik alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın, makul süre sınırını aşarak yaklaşık 7 yılda tamamlandığını ve uzun süren yargılama sebebiyle bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, alacaklarının zamanaşımına uğraması nedeniyle oluşan maddi kayıplar için 10.000,00 TL maddi tazminat ve yargılamanın uzun sürmesi dolayısıyla yaşamış olduğu mağduriyetten dolayı 20.000,00 TL manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
-
Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
-
Başvurucunun şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkı Yönünden
-
Başvurucunun yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle bazı alacaklarının zamanaşımına uğradığını ve buna bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu iddiası mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
-
Adalet Bakanlığı görüş yazısında; mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabi olduğunu ancak sınırlamaların hakkın özüne zarar verecek nitelikte olmaması gerektiği belirtildikten sonra, ıslah ile dava konusunun artırılması halinde artırılan kısım için zamanaşımının hangi tarihte kesileceği konusunda açık bir düzenleme bulunmadığı ve bu konuyla ilgili çeşitli yaklaşımların bulunduğunu, Yargıtay Genel Kurulu kararına göre dava konusunun artırılmasının kısmi ıslah niteliğinde olması nedeniyle ıslah edilen kısma ilişkin dava zamanaşımının ancak ıslah tarihinde kesileceğini, bu nedenle ıslah edilen kısma ilişkin zamanaşımı defi ileri sürülebileceğini belirterek, somut olayda Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin zamanaşımının sadece dava edilen miktar için kesildiğini kabul ettiğini, başvuruya konu davanın kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, ücret ve fazla mesai alacaklarının tahsiline ilişkin olduğu ve bu alacakların davanın açıldığı tarihte hesaplanabilir nitelikte olduğunu, başvurucunun avukatının bu alacak miktarlarını kaba hatlarıyla hesaplaması gerektiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği yönünde görüş bildirilmiştir.
-
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindeki ifadelerini yinelemiştir.
-
Başvurucunun uzun süren yargılama nedeniyle bir kısım alacaklarının ıslah tarihi itibariyle zamanaşımına uğradığı şikâyetinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
-
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
-
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
-
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). AHİM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
-
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22)
-
Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar. (Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93; 22095/93 § 51, 22/10/1996)
-
Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
-
Başvuruya konu dava 1086 sayılı Kanunu’nun yürürlükte olduğu zamanda açılmış ve 6100 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra sonuçlanmıştır. 1086 sayılı Mülga Kanun’un ıslah yoluyla netice-i talebin artırılamayacağını düzenleyen 87. maddesinin son cümlesinin Anayasa Mahkemesinin 20/7/1999 tarih ve E.1999/1, K.1999/33 sayılı kararı ile iptal edilmesi sonucunda ıslah yolu ile dava konusunun artırılması mümkün hale gelmiştir.
-
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesi ile 1086 sayılı Kanun’da düzenlenmeyen yeni bir dava çeşidi olarak “Belirsiz alacak davası” düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecektir. Alacak miktarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilecektir. Madde gerekçesinde belirsiz alacak davasının özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespit edilebileceği tazminat taleplerinde uygulanabilir olduğu belirtilmektedir. Söz konusu inceleme büyük oranda bilirkişi incelemesine işaret etmektedir.
-
1086 sayılı Kanun’da belirsiz alacak davası düzenlenmediğinden uygulamada bilirkişi raporu sonrasında tespit edilen tutar üzerinden ek dava açılması söz konusu iken, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında ek dava açılması yerine ıslah yoluyla dava konusunun bilirkişi raporu doğrultusunda talebin artırılması yoluna gidilmekte idi.
-
Somut olayda başvurucu fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, ücret alacağı ve fazla mesai kalemlerinin her biri için 100’er TL alacak talebinin iş akdinin sona erdiği tarihten itibaren işleyecek en yüksek mevduat faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 10/10/2011 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen alacak miktarlarına istinaden başvurucu 18/10/2011 tarihinde ıslah talebinde bulunmuş, davalı taraf ise 4/11/2011 tarihli dilekçesi ile ıslah edilen kısma ilişkin zamanaşımı def’i ileri sürmüştür. İleri sürülen zamanaşımı def’i sonrasında istenen ek bilirkişi raporuna göre, ihbar ve kıdem tazminatı için zamanaşımı süresi 10 yıl olduğundan 1/11/2003 yılında sona eren iş akdi bakımından bu alacakların zamanaşımına uğramadıkları ancak zamanaşımı süreleri 5 yıl olan yıllık izin, ücret alacağı ve fazla mesai alacaklarının zamanaşımına uğradıkları doğrultusunda ek bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Mahkeme, ek bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vererek zamanaşımına uğrayan alacak kalemleri için dava dilekçesindeki talep miktarlarını esas alarak karar vermiştir.
-
Bu durumda başvurucunun dava tarihinde talep etmediği alacaklarını ıslah edebildiği, ancak davalının zaman aşımı def’ini ileri sürmesiyle Mahkemenin 5 yıllık zamanaşımı süresi dolan alacakları yönünden ıslah talebini reddettiği anlaşılmaktadır.
-
6100 sayılı Kanun’da düzenlenen belirsiz alacak davasının koşullarından birinin, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin alacaklıdan beklenememesi veya imkânsız olması olduğundan, belirsiz alacak davasına ilişkin içtihatlar alacağın miktarının dava tarihinde hesaplanmasının mümkün olup olmadığı konusunda kullanılabilecek kriterleri sunmaktadır.
-
“Fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E.2012/9-838, K.2012/715, 17/10/2012)
-
Zamanaşımı def’i ile ilgili olarak ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında, müddeabihin artırılmasının kısmi ıslah olarak kabul edilmesi sebebiyle ıslah edilen kısma ilişkin zamanaşımının ancak ıslah tarihinde kesileceği, bu nedenle de bu kısma ilişkin olarak zamanaşımı def’inin ileri sürülebileceğini belirtmiştir (E.2012/4-824, K.2013/305, 06/03/2013). Somut başvuruya konu davanın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin görüşü de bu yöndedir.
-
Somut başvuruya konu dava kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin, ücret ve fazla mesai alacaklarına ilişkindir. Yargıtay içtihatlarında, işçi alacaklarına ilişkin miktarlar davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak tespiti mümkün olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Teknik ve hukuki uzmanlık gerektiren hesaplamalar yapması her durumda beklenmemekle beraber, başvurucunun hizmet akdi ile ne kadar süre ile çalıştığını bilmesi gerektiği açıktır. Niteliği itibarıyla somut davaya konu alacakların dava açıldığı tarih itibarıyla ilgili mevzuata göre en azından hukuken daha altında ücret kabul edilmeyen asgari ücret rakamları üzerinden hesaplaması mümkün görünmektedir.
-
Islah edilen alacakla ilgili olarak ise; zamanaşımı konusundaki genel hükümler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve iş davalarına bakan Yargıtay dairesinin zaman aşımı def’inin ileri sürülebileceği konusundaki içtihatları avukatla temsil edilen başvurucu için hukuki durumun önceden bilinemeyecek şekilde bir hukuki belirsizlik taşımadığını göstermektedir.
-
Ayrıca zamanaşımına sebep olan unsurlar ayrı ayrı ele alındığında, öncelikle 5 yıllık zamanaşımı süresinin geçmesinde en büyük payın başvurucuya ait olduğu görülmektedir. Zira başvurucu iş akdi 1/11/2003 tarihinde feshedildiği halde alacak davasını 25/4/2006 tarihinde yani yaklaşık 2 yıl 6 ay sonra dava açarak zamanaşımı süresinin yarısının geçmesine sebep olmuştur. Bunun yanında başvurucu çalıştığı hizmet süresinin tespiti amacıyla başka bir mahkemede dava açarak sonucunun beklenmesini her duruşmada Mahkemeden istemiştir. Başvurucunun hukuki yardım aldığı ve hizmet tespit davasının diğer dava için zamanaşımı süresini durdurduğuna dair bir yasa hükmünün bulunmadığı gözetildiğinde hizmet tespit davası açmış olması aynı ilişkiden doğan diğer davasını takip etmeyi engelleyen bir durum olmayıp, başvurucunun davasını takip ederek zamanaşımına uğramaması için gereken özeni gösterme sorumluluğu dava süresince devam etmektedir.
-
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “mahkemeye erişim hakkının” ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
-
Başvurucu, işçilik alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın, makul süre sınırını aşarak yaklaşık 7 yılda tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
Adalet Bakanlığı görüşünde, yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü koşullarını, davanın karmaşık olup olmadığını, yargılama süresince tarafların gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarını, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususları dikkate alındığını belirtmiş, somut başvuruda davanın yaklaşık yedi yıl sürdüğünü ve yargılamanın uzun sürmesinde başvurucu tarafça ara kararların yerine getirilmemesi, ek süre istenmesi ve mazeret dilekçesi vermesi hususlarının da etkili olduğu belirtilmekle birlikte, asıl uzamaya neden olan faktörün başvurucunun açtığı hizmet tespit davasının bekletici mesele yapılması olduğu ifade edilmiş, başvurucunun yargılama süresinin uzun olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
-
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki beyanlarını yinelemiştir.
-
Anayasa’nın 36. maddesinin “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
-
AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
-
Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, bu hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Bkz., B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39). Başvuru konusu olayda, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret ve fazla mesai alacaklarının tahsili amacıyla açılan davanın yargılamasının, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
-
Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
-
Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58)
-
Kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemeler dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Bu doğrultuda 5521 sayılı Kanun’da, yazılı yargılama usulüne göre daha çabuk sonuçlanması amacıyla iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı öngörülmüş ve başvurucunun açtığı hizmet tespiti davasında da bu hüküm uyarınca, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1/10/2011 tarihine kadar 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 473 ila 491. maddelerinde düzenlenen sözlü yargılama usulü uygulanmıştır (B. No: 2013/3442, 20/3/2014, § 39).
-
6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda hizmet tespiti davalarında takip edilmesi gereken yargılama usulü de 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64).
-
Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken işçilik alacağı davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak, yargılama sürecindeki gecikmeler ve gecikmeye neden olan unsurlar ile bunların gecikmedeki toplam etkisinin tespiti gerekmektedir.
-
Başvuruya konu süreç, dava tarihi olan 25/4/2006 tarihinde başlamış, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 14/3/2013 tarihli onama kararı ile sona ermiştir. Bu durumda yargılama süreci yaklaşık 7 yıl sürmüştür. Yargılama sürecinin yaklaşık 6 yıllık kısmı ilk derece yargılamasında geçerken 1 yıllık kısmı ise kanun yolu incelemesinde geçmiştir. İlk derece yargılaması toplam 22 celseden oluşmaktadır ve celse araları ortalama 3 aydır.
-
İlk derece yargılamasının 27/11/2007 tarihli duruşmadan 20/07/2010 tarihli duruşmaya kadar yaklaşık 2 yıl 8 aylık kısmının başvurunun açtığı hizmet tespit davasının sonucunun beklenilmesi için geçtiği anlaşılmakla birlikte yargılamanın uzamasının tek sebebinin bu olmadığı görülmektedir.
-
Mahkemece 20/7/2010 tarihinde yapılan duruşmada dosyanın bilirkişiye gönderilmesi kararı verilerek 4 ay sonraya duruşma günü verilmiş olmasına rağmen 4 ay sonra yapılan duruşmada dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmediği anlaşılmış, bunun üzerine mahkeme, bilirkişiye göndermeyi ertelemiş ve tanıkların dinlenmesi sonrasında gönderilmesi kararı almıştır. Tanıkların dinlenmesi aşamasının tamamlanmasından sonra dosyanın bilirkişiye gönderildiği ve 10/10/2011 tarihli bilirkişi raporunun 7 ay sonra geldiği de göz önünde bulundurulduğunda dosyanın bilirkişiye geç gönderilmesi ve bilirkişi raporunun hazırlanmasının gecikmesi de yargılama süresinin uzamasında bir etkendir.
-
Ayrıca gerek idari birimlere gerekse diğer mahkemelerin Mahkemenin yazdığı müzekkerelere zamanında cevap vermemesi ve talimatların zamanında yerine getirilmemesi ve bu nedenle Mahkemenin delil ve tanık ifadelerini toplamada gecikmesi de yargılamanın uzamasına sebep olmuştur.
-
Başvurucu vekilinin 20/3/2007 tarihli duruşmada alınan 1 No.lu ara kararın yerine getirilmemesi, 31/5/2007 tarihli duruşmada ise önceki duruşmada alınan ara kararın gereğini yerine getirmek için süre istemesi, 25/3/2008 ve 10/12/2009 tarihli duruşmalarda mahkemeye mazeret dilekçesi vermesi yargılama sürecinin uzamasına etki etse de bu etkinin yaklaşık 7 yıl süren yargılamada süresi içinde önemli yer tutmadığı anlaşılmıştır.
-
Başvurunun konusu davada yargılamanın makul süreyi aşarak yaklaşık 7 yılda tamamlanmasının temel nedenlerinin duruşma aralıklarının uzun tutulması, tespit davasının bekletici mesele yapılarak sonucunun beklenmesi, bilirkişiye dosyanın geç gönderilmesi, Mahkemece gerek idari birimlere gerekse diğer mahkemelere yazılan müzekkere ve talimatların gereğinin zamanında yerine getirilmemesidir.
-
Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu hizmet tespiti davası; delillerin toplanmasında ve tanıklara ulaşmada karşılaşılan ve devletin sorumluluğunda olan zorluklar dışında (Bkz., B. No: 2013/3442, 20/3/2014, § 44, 45) hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
-
Adalet Bakanlığı görüşünde, işçilik alacaklarının tahsili istemiyle açılan alacak davasının 7 yıla yakın bir sürede karara bağlanmasının en büyük nedeninin tespit davasının bekletici mesele yapılması olduğunu belirtmiş olsa da bu sürenin toplam yargılama süresinin % 40’lık bir kısmını oluşturduğu görülmektedir. Yargıtay’ın hizmet tespiti davasının işçilik alacakları istemli açılan davalarda bekletici mesele yapılması gerekliliğine ilişkin kararları olmakla birlikte (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E.2006/6640, K.2006/27071, 16/10/2006), yargılama sürecinin kalan kısmı ve uzamaya neden olan sebepler ile iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, yaklaşık 7 yıl süren davanın makul sürede tamamlanmadığı sonucuna varılmıştır.
-
Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
-
Başvurucu, mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek 10.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
-
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
…”
-
Başvurucu başvuruya konu iş mahkemesinde görülen işçilik alacağı davasının uzun sürmesi nedeniyle bazı alacaklarının zamanaşımına uğradığını iddia ederek maddi tazminat talep etmişse de başvurucunun makul süre dışındaki, bu şikâyeti hakkında ihlal olmadığı yönünde karar verilmiştir. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
-
Başvuruya konu iş mahkemesinde görülen işçilik alacağı davasının, başvurucunun kişisel yararı ve davanın başvurucu için taşıdığı değer de göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık yedi yıl sürmesi sebebiyle başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 6.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
-
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,38 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
-
HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya takdiren 6.500,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Alparslan ALTAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Dostları ilə paylaş: |