Ebu’n-Nûr:
“Oğlum Hayran! Şu işitme organına ne dersin? Kur'an-ı Kerim, bir çok ayetlerde gözden bahsederken, kulağımızdan da söz ediyor:
“İnsanoğlu, bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmiştir.”341
“Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır, onu deneriz, bu yüzden onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.”342
“Allah size kulaklar, gözler, kalbler vermiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.”343
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan, inşam başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun suyunu bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalbler vermiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.” 344
Bu işitme organı ile duyumun meydana gelmesinde kör tesadüfün, ne gibi bir rolü olabilir? İşitme nasıl olmaktadır? Ve kulağımız nasıl çalışmaktadır?
Onda ne tuhaf şeyler var? Esrarengiz mağaraları, kapıları, kepçeleri, memeleri, zarları, kıkırdakları, kemikçikleri, kanalları menfezleri, köprüleri, yolları, adaleleri, sinirleri, bunları birbirine bağlayan bağları; yapışkan, sıvı ve katı maddeleri; delikleri, pencereleri, örsleri, çekiçleri, torbacıkları, çakıl taşları ve harçları akıntıları iç tarafındaki o ince kovukları kör tesadüfün eseri olabilir mi, Hayran?” Hayran:
“Uçsuz bucaksız büyük sahralardaki şeytan kovuklarından, büyük okyanusların derinliklerindeki inler ve mağaralar hakkında benzetmeler yaptınız. Sebebini açıklar mısınız hocam!” Ebu’n-Nûr:
“Şimdilik bu hayali düşünce ve benzetmeleri unutma, ilerde bunları birer birer açıklayacağım.” Hayran:
“Bunlardan bahsedeceksiniz? Nasıl olur hocam? Ebu’n-Nûr: Cin ve perilerin evlerine benzediği için onları size açıklamaya çalışacağım. Bu benzetme her ne kadar hayal mahsulü ise de, bazı gerçeklerin açıklığa kavuşmasında büyük rol oynar. Ben bu metoda inanıyorum. Çok güzel bir öğretim yoludur bu, Hayran!
Bir şiir perisi şöyle dedi: Nağme aşiretine mensup bir ecinniye siz nerede oturursunuz? diye sordum.
Nağme ecinnisi:
“Bizler rüzgarların üzerinde, yerle gök arasında dans ederek uçar, gezeriz. Şayet istirahat edip dinlenmek istersek, hemen insanoğlunun kulağına ineriz. İnsanoğlu bazen bizi sevinçle karşılar. Bazan da kederlenir, gözlerinden yaşlar akar...”
Şiir perisi:
“İnip dinlendiğiniz insanoğlunun kulağını bana anlatır mısınız?”
Nağme ecinnisi:
“Bunu vasfetmeğe gücüm yetmez. Fakat yapısını, büyük okyanusların diplerindeki mağara ve deliklere, kanal ve sokaklara benzeterek, deniz diplerinde yaşayan cinnilerin evlerinden birini tarif etmem mümkündür... Tabiî bu, kulakla işitilen, gözle görülen bir vakıa gibi değildir.”
Şiir perisi:
“Orayı bizzat görmek için sizi evinizde ziyaret edebilir miyim?”
Nağme ecinnisi:
“Hay hay! Buyurun! Ancak kulağın sahibi olan insanoğlunun uyuduğu zaman gece yarısından sonra gelirseniz daha iyi edersiniz. Çünkü evimizin sahibi, o zaman derin bir uykuda olur. Geldiğinizi duymaz.”
Şiir perisi diyor ki:
Tam randevu vaktinde cinin evini ziyarete geldim. İnsan kulağının önünde durdum. Bir de ne göreyim, büyük bir kapı... Giriş kısmının etrafını büyük büyük kemerler, inişli çıkışlı yuvarlak kavisler çevirmiş... Öyle bir kapı ki, şimdiye kadar gördüklerimin hiç birisine benzemiyordu. Kendi kendime:
Gerçekten tuhaf bir şey bu dedim. Sonra arkadaşım nağme cinnisini aramaya koyuldum. Etrafa bakınırken, gözüm biraz iç tarafa doğru kaydı. İşte o sırada arkadaşımı, o büyük kapının iç tarafına düşen daracık giriş koridorunda, küçücük kılların yanında, tam ağız kısmında beni bekler gördüm. Hiç ses çıkarmamamı işaret etti. Kendisini takip etmemi belirttikten sonra önümden yürüdü. Biraz ilerledik. Bir kanala girmiştik. Dar bir tünele benzeyen kanalın girişi biraz yokuştu. Orta yeri inişli ve çok dardı. Döşemesi, sarı, yapışkan bir maddeyle örtülüydü. Bu kanalın sonunda küçük, ince, yarı şeffaf, içine dönük, az çukurca, davul derisine benzeyen bir zarla karşı karşıya geldik... Ona doğru biraz yaklaşmak isteyince arkadaşımın ihtarını işittim..”
“Dur! Gitme!”
Sonra korkuyla karışık heyecanla devam etti:
“Aman ileri gideyim deme! Sen buradan geçemezsin!”
“Ya siz!”
“Ben adetim üzere, içeriye girebilirim. Fakat sizin girmeni-îe imkan yoktur. Ancak başka bir sokaktan girebilirsiniz.”
“İyi ama yalnız başıma nasıl geri dönebilirim? Bırak şu zarı delip içeriye dalayım.”
“Sakın ha! Böyle bir delilik yapayım deme! Aksi takdirde adamın kulak zarını patlatırsın. O zaman kulak çalışmaz. Ben de bir daha buraya gelemem. Çünkü zar patladıktan sonra kulak bozulur. Hiç bir nağmeyi işitmez. Biz de gelemeyiz. Üstelik sahibi bize düşman olur. Bizi bir daha buraya misafir etmez.”
“Peki ama, nereden girebilirim?”
“Sen şimdi beni dinle! Geriye dön ve dışarı çık. Bu adamın iki dudağı arasına gir. Ağzını açtığı zaman, hemen boğazla gırtlağı birleştiren kanalın içine yerleş: (östaki borusu) “Giriş yeri” diye yazılı olan mahalden içeri gir. Kulak ancak bu kanal sayesinde hava ile irtibat kurabilmektedir. Bu yoldan girince önüne salona benzer büyük bir yer çıkacaktır ki, zarın arka tarafına düşer. Ben seni orada bekliyorum. Haydi, çabuk ol!
İşaret edilen yerden içeri girdim. Yokuşlu kanal yoluyla salona geldim. Burası genişçe bir yerdi. İnce kemiklerden teşekkül etmişti. Cidarları içeri girmeme mani olan kulak zarıyla çevrili ve dışarıya karşı sıkıca kapalıydı. Karşı tarafta yumurta şeklinde, yine zarla kapalı bir delik daha vardı. Arka tarafa düşen cidarda ise, küçüklü büyüklü delikler mevcuttu. Bu cidarlar yukarıdan, acayip şekilde kemiklere asılıydı. Bu kemikler çekiç, örs ve üzengi şeklindeydi. Bunların her biri birbirine muttasıl ve ekliydi. Çekiç biçimindeki kemik, kulak zarına bağlıydı. İki tabaka arasında ekli olarak bulunmaktaydı. Üzengi biçimindeki kemik, kulak zarının tam karşısına düşen tarafta, yumurta şeklindeki deliğin zarına bağlıydı. Örs şeklindeki kemik ise, bunların tam ortasındaydı. Birbirleriyle tam bir irtibat halindeydiler.
“Şu yukarıda asılı duran kemikler de ne?”
“Bilmiyorum! Ama bu kulak zarını vurduğumuzda içeri gireriz. İşte o anda bunları hafif bir titreme ile sarsıldığı görülür.”
“Böyle asılı durmalarının sebebi nedir?”
“Pek bilmiyorum ama, herhalde bu kemiklerden biri bulunmasa veya noksan olsa, yahut aralarında bağ olmasa, bozulsa o zaman kulak işitme görevini yerine getiremez:”
“Şu zarla kapalı “yuvarlak delik” de nedir? Nereye kadar gitmektedir?”
“O, işitme sinirlerine giden ikinci bir yoldur.”
“Peki, bu iki deliğin gerisinde ne vardır?”
Bunların ötesinde büyük, genişçe bir salon bulunmaktadır. İşte orası, seyahatimizin son durağıdır. Bu salon, kulak sahibi için kıymetli paha biçilmez bir yerdir. Salonda sokak, kanal, basamak ve merdivenler vardır. Oraya kim girerse girsin kaybolur, yolunu şaşırır. Bu sebeple ona “labyrinthe” denilir.”
“Oraya nereden girilebilir?”
“Ben yuvarlak veya yumurta biçimindeki delikten girebilirim. Ama sizin girmeniz mümkün değildir. Çünkü her iki delik de zarla örtülüdür.”
“Peki! Ne yapacağım?”
“Şu saatte sizin için bir çıkar yol düşünemiyorum. Yüzümde öfke belirtileri görülmeye başladı. Ona dedim ki:
Bu saatten sonra bir çare mi aramak istiyorsun! Başka bir zaman...”
“Biraz vakit ve fırsat gerek...”
“Fırsat” dediğin de nedir?”
“Bir insan çağır. Hem şair, hem de müziğe karşı sempatisi olsun. Ona git ve birkaç şiir oku. Bu şiirler bestelenmeye uygun olsun. Ben de kendisine gider, öyle bir makam yaparım ki, bundan başka hiç bir şiir, o beste ve o makama uygun düşmez. Eğer şarkıcılarınız arasında böyle birisini tanıyorsanız, besteyi ona yaptıralım.”
“Herhalde bu şehirde bir bestekar buluruz. Fakat hem büyük bir şair olacak, hem de şarkı söylemesini bilecektir. Şu bizim ev sahibi bu işi bilir. Bilmesi gerekir. Zira o, hem şairdir hem de şarkıcıdır.”
“Bunu nasıl anladın? Hem şair hem de şarkıcı olduğunu nereden bildin?”
“Dudaklarındaki tebessümü görmüyor musun?”
“Fakat bunu şimdi araştırmaya kalkarsak biraz zorluk çekeceğiz.”
“Korkarım ki sen, kulağın sahibini şimdi uyandıracaksın. Bu böyle olmaz. Çünkü bizim burada olduğumuzu bilirse öfkelenir. Aman onu uyandırmayalım!”
“Sen hiç merak etme! Onu uyandırmadan rüyasına girer, kendisine çok güzel birkaç şiir okur ve kalbine üflerim. Bu haldeyken uyanırsa, şiirleri besteleyerek söylemek ister. İşte o zaman, hemen boğazında yani hançeresinde raks edip dansetmeye başla. Ta ki, nağmelerle şiir bestelensin. Net olarak bir bütün halinde çıksın. Ancak burada çok mühim bir nokta vardır.
Rüyada iken ona ilham edeceğin şiir ağlatıcı olacaktır.”
“Neden ağlatıcı? Niçin böyle bir şiir seçmeyi münasip gördünüz?”
“Çünkü kulağın sahibi artık ihtiyarlamıştır. Gençlik hatıralarını canlandıracak bir şiir söyleyeyim ki, kendisine etki yapsın. Şüphesiz ağlayacaktır. İnsanoğluna geçmiş çocukluk hatıralarından daha tesirli bir şey yoktur!”
Şiir perisi sözüne devamla:
“Olan oldu. Yapılanlar yapıldı. Adam uykudan uyandı, Baktım ki, ilham ettiğim şiirleri ağlayarak okuyor. Ve arkadaşımla ben adamın hançeresinden birlikte çıkıyorduk. Arzumuz, isteğimiz yerine gelmişti. Artık birleşmiştik.
İşte böylece, birlikte yolumuza devam ettik. Sanki bir bürünmüşüz gibi kulak kanalından beraberce içeri girdik. Kendimizi orta kulakta bulduk.
Arkadaşıma dedim ki:
“Şimdi labirente hangi kanaldan girebiliriz?”
Bu salona girmemiz için iki yol var. Fakat birinci yolu tercih edeceğiz. Yani şu yukardaki kemiklere asılacağız. Onlara bineceğiz. Bu hareketimizle onlar titremeye başlayacak. İşte o titreşim esnasında şu görünen aval pencere yok mu, işte oradan arka taraftaki labirente geçeceğiz. Bunun üzerine harekete geçtik ve biraz sonra kendimizi oval pencerede bulduk. Bu pencerenin cidarlarında çukurlar ve küçük delikler vardı. Bunların birinden içeri girdik. Kendimizi hilal şeklinde bir kanalda bulduk. Bu kanal ikiye ayrılmıştı. Birisi direk olarak iniyordu. Diğeri ise helezon şeklindeydi. İlk girdiğimiz kanaldan sonra büyük ve geniş bir salona geldik. O kadar acayip bir salondu kî, hayretler içine kaldık.
Arkadaşım nağme ecinnisine dedim ki:
“Gerçekten evinizi, deniz diplerinde yaşayan ecinnilerin evlerine benzetirken pek fazla mübalağa yapmış değilsin! Fakat şu salyangoza benzeyen salon nedir?”
“Gerçekten de salyangoz gibi... Teşbihiniz yerinde... Bu salonda biraz yürüdük. Salonun dekoru şöyleydi:
Büyük bir direk ve bu direğin etrafında burgu şeklinde bir kanal... Kendi etrafında dönüyor. Bu kanal iki kısma ayrılmıştır. Birincisi, düz bir sayfaya benzeyen ve zarlarla sonuçlanan kısım... İkincisi ise, yine sayfa şeklindedir. Düzdür ve kemiklerle sonuçlanmaktadır. Sonra bu kanal, kapanık ve tıkanık bir yerde son bulmakladır. İşte burası “salyangoz” şeklindeki acayip salonun giriş kısmıdır. Sonra direğin etrafında dönen iki kanalın burgu şeklinde olanından geçerek bir sokağa çıktık. Böylece “salyangoz biçimindeki salonun” baş tarafına geldik.
Bu “salonun” baş tarafından biraz önce sözünü ettiğimiz “yuvarlak pencereye” geçtik. Arkadaşıma:
Bak! İlk hareket ettiğimiz noktaya geldik!
Bunlardan birisi sokak merdiveni, ikincisi ise, “kulak zarı merdiveni”dir. Her ikisi de bahsi geçen burgu şeklindeki kanaldan gelmektedir.
Şunu da unutma ki, kulak zarına ve sokağa giden merdivenin ikisi de “salyangoz” diye adlandırdığımız salonun başında kesişmektedir.
Biraz önce izah ettiğimiz o burgu şeklindeki kanal bir madde salgılar. Buna “dış lemfe” denilir. Bir zarla başlayan ikinci kanal da yine akıcı bir madde salgılar. Ona da “iç lemfe” denilir. İşte bu “iç lemfe” denilen yerde bir torba vardır ki, başka bir boruyla hilal biçimindeki kanala girer. Orada kalsiyum karbonat denilen iki kristal taş vardır. Bunlara “kulak taşları” denir.
Şiir perisi sözüne şöyle devam etti:
“Arkadaşım sözlerini daha birçok şeyler sayarak bitirmek istedi. Fakat mani oldum.”
“Yeter artık! Bu kadarı kafi. Yemin ederim ki, daha fazlasını dinlemeye takatim kalmadı. Başım döndü. Gözüm karardı. Aklım ermedi bu acayip salona... Gerçekten bu salon, esrarengiz delikleri, kanal, merdiven, menfez ve köprüleri olan akıl almaz, karışık bir labirenttir.
Size şunu sormadan geçemeyeceğim:
Gittiğimiz yerlerde, hemen her zaman, halatlara, sicimlere, hatta ince ipliklere benzeyen şekillere rastladık. Nedir bunlar? Lütfen kısaca izah eder misiniz? Bunlar bütün kanallara girip çıkmakladır üstelik. Nedir bunlar?”
“Bunların bir kısmı kan damarlarıdır. Bir kısmı da duyma sinirleridir ki, kulağa gelen ve işitilen sesleri beyine iletirler. Neticede işitme olayı tamamlanır.”
“Peki ama bu kadar kemik, delik, kanal merdiven, burgu, zar, sayfa şeklindeki yer, kulak taşları neden meydana gelmiştir. Görevleri nedir? Kulak sinirleri kulak zarının yanında durup ona gelen herhangi bir sesi, beyine iletemez miydi? Bu kafi gelmez miydi ki, bu kadar teferruata ihtiyaç duyuldu!?”
“Bunun daha başka hikmetlerini bilmiyorum. Ama saydığımız parçalardan birisi olmasa kulak işitmez. Tek kelime ile işitme organı hareketsiz kalır. Hiç bir şey yapamaz.”
Şiir perisi sözünü şöyle tamamladı:
“Arkadaşımı beklemeden hemen “Östaki borusu” dediğimiz yerden dışarı çıktım. Ve arkadaşıma veda edip ayrıldım. Gerçekten gezip gördüğüm bu insan kulağının bir cin evinden farksız olduğunu anladım.”
Hayran:
“Fakat hocam bu karışık, akıl almaz cihazın yaratılmasındaki hikmet nedir?” Ebu'n-Nûr:
“Öz olarak diyebilirim ki:
Dış kulak, orta kulak, iç kulak diye adlandırdığımız bölümler ve beyine sesleri ileten sinirler olmasaydı; bu sağlam ve senin “karışık” dediğin yapı, böylesine dikkatli bir düzen içinde çalışmasaydı, işitme olayı meydana gelmezdi.
İnişli çıkışlı, yılankavi kıkırdaklar, dolambaçlı yollar, birbirine giren salonlar, birbirine bağlanan bitişik kanallar, iyice üzerine çekilmiş zarlar, yukarıya asılmış kemikler, birbirine bir zil gibi vuran sayfalar, inen çıkan merdivenler, ifraz eden sıvı maddeler, incecik torbalar, küçük taşlar olmasaydı dıştan gelen çok kuvveli sesleri duyulur hale getirmek mümkün olmazdı. Bunların bulunması elbette lazımdı. Çünkü sesin hoş bir şekilde insanoğlu tarafından duyulması icap ediyordu. Aksi takdirde sesi işitemezdi.” Hayran:
“Benim anladığım bir şey varsa, bu işitme cihazının boşu boşuna yaratılmadığıdır. Bazı parçalarının hikmetini ve faydalarını idrak etmiş durumdayım. Fakat hocam size yine şunu sormadan geçemiyorum:
Bu kadar girift, karışık bir cihazın, kulak kemiklerinin, sayfaların, deliklerin, kanalların, menfezlerin, sıvıların, basamakların ve daha birçok aletlerin bu tertip üzere yaratılmasındaki hikmet nedir?” Ebu’n-Nûr:
“Sen bu soruyu şu “kör tesadüf” dediğimiz Muannide sor?” Hayran:
“Böyle bir sapıklığa düşmekten Allah'ın rahmetime sığınırım, hocam!” Ebu’n-Nûr:
“Şayet bunu kör tesadüfe sormak istemezsen, o zaman bir çiğnemlik et parçasının hücrelerine sor. Hani kulağı ilk defa o meydana getirdi diyorlardı ya! Daha fazla malûmat almak istersen, hani bir hücre vardı ya rahimde, insanoğlunun organlarını teşkil eden bir hücre... İşte ona sor. O sana bunun hikmetlerini daha iyi anlatır. Çünkü o, eşyanın hususiyetlerini, kanunlarını ve esrarını daha iyi bilir...
Sesin bize gelişim, ses dalgalarını, şiddetli ve hafiflerini; düşey ve yatay olarak gelenlerini yahut helezonik olanlarını bilir. Ses dalgaları kulağımıza nasıl gelirse gelsin, hepsini bir ayarda kulağa sokar. Ses dalgaları kulak kepçesine gelir. Kıkırdaktan yapılan kepçe bu dalgaları düzeltir.
Evet bu hücreler, sesleri kulağa rüzgarın getirdiğini, ses dalgalarıyla birlikte başka maddelerin de geldiğini bilir. Bunun için söz konusu dalgaların şiddetini azaltacak ve kapının ağzında onları biraz daha durduracak kıllar yerleştirir. Sesler iç taraftaki kulak zarına henüz varmadan yapışkan bir sıvı ile karşılaşır. Bütün bunlar kulağa ve kulak zarına gelen ses dalgalarındaki zararlı maddeleri temizlemek için yapılmıştır. Zaten hücreler bunu biliyordu. Bunun için vazifelerini tam yaptılar.
Hiç şüphesiz kulak kepçesinin neden böyle yapıldığının hikmetini de biliyorlardı! Çünkü bazı sesler kulağa çok hafif, bazısı çok şiddetli gelir. Bunları normalleştirmek ve hafiflerinin tonunu yükseltmek, şiddetlilerinin tonunu da hafifletmek için yapılması lazım gelen hareketleri hücreler çok iyi bilirler.
Kulağımız üç bölümden ibarettir:
a- Dış kulak
b- Orta kulak
c- İç kulak
a- Dış kulak: Kulağın ilk kısmıdır. Dışardan bakıldığı zaman görülen kıkırdaktan yapılmış, girintili çıkıntılı parçaya “kulak kepçesi” denir. Bunun işi kulağa gelecek sesleri, bir araya toplamaktır. Kulağın deliğinden başlayarak içeriye doğru kulak zarına kadar uzanan boru biçiminde bir yol vardır. Buna dış kulak borusu denir. Bu borunun sonunda bulunan “kulak zarı” dış kulakla orta kulağı birbirinden ayırır.
b- Orta kulak: Kulak zarından sonra gelen kısımdır. Sandık biçiminde ufak bir boşluktur. Orta kulakla iç kulak arasında birer ince zarla kapalı ufacık iki pencere vardır. Bunlardan biri yuvarlak diğeri yumurta biçimindedir. Kulak zarından iki küçük pencereye doğru uzanan küçücük dört kemik vardır. Bunlara şekillerine göre şu adlar verilir:
1- Çekiç,
2- Örs,
3-Mercimek,
4- Üzengi.
Birbirine bağlı bulunan bu kemikler dışardan gelen seslerin çarpmasıyla titreyerek kulak zarının titreşimlerini, küçük pencereden iç kulağa ulaştırırlar. Orta kulaktan boğazın yanına doğru uzanan bir borucuk vardır, buna östaki borusu denir.
Evet bu hücreler, kulak zarının sağlam, saydam, sert bir cisimden yapılması lazım geldiğini biliyordu. Ve bundan başka içerde bulunan iki küçük zarın, gerek yuvarlak, gerekse yumurta biçimindeki delikleri kapayan zarlar olsun, sesin daha iyi bir şekilde işitilmesi için yapıldığını da biliyorlardı.
Evet! Hücreler kulak zarının etraftan sertçe gerilmiş, dış tarafta hafifçe içeriye doğru serbestleştirilmiş olmasının sesli almaya elverişli olacağını da biliyorlardı.
Kulak zarının saydamsı bir şekilde gerilmiş ve çukurca olması, kenarlarından muhtelif şekilde üç ayrı kemiğe bağlı olması, titreşimleri daha uygun bir tarzda kanallardaki gerili zarlara iletmek içindir. Zardan sonra birbirine bağlı üç kemik vardır: Çekiç, örs, üzengi. Bunlar birbirleriyle daima irtibat halindedirler. Hücreler, ses titreşimlerini duyma sinirlerine iletebilmek için böyle bir mekanizma kurmayı daha uygun bulmuşlardır.
c- İç kulak: Şakak kemiği içinde bulunan dolambaçlı yollar ve oyuklara yerleşmiş duyu sinirciklerinden ibarettir. Kemikteki kıvrımlara “kemik dolambaç”, bu yukarıda bulunan zar keseciklere de “zar dolambaç” denir.
İşte bizim ses duyumuzu alan ve dengemizi sağlayan bütün bu unsurların iç kulakta bulunması, hücrelerin duyarlı olmasından değil midir Hayran?
İç kulaktaki “kemik dolambacın” ayrıntılarına bir bak Hayran!
Borucuklar (dalız) Yarım daire kanalları Salyangoz.
Dalız: Kemik dolambaçta bulunan oval biçimde bir boşluktur. Ön tarafında salyangoz, arka kısmında ise üç yarım daire bulunur. Bu boşluğun içinde, vücudun dengesiyle ilgili “kesecik” ve “tulumcuk” diye adlandırılan iki zar vardır. Dalızın tavla zarı gibi altı duvarı vardır. Dış duvarda oval ve yuvarlak pencere bulunur. İç duvarda ise üç yarım dairenin açıldığı delikler vardır. Ön duvar salyangoza bakar.
Yarım daire kanalları: Üst, arka ve dış kanallar olmak üzere üç tanedir. Her biri ayrı bir düzlem üzerinde bulunur. Yarım daire kanalının doğrudan doğruya “dalıza” açılan üç deliğinin başlangıç kısımları ampul biçimindedir. Aynısı “zar dolambaçlarda da vardır. İşte Hayran, bu ampullerde denge duygusu olan küçük hücreler bulunur. Yarım dairelerin “dalıza” açılan delikleri ikişer ikişer birleşmiştir.
Salyangoz: Helezon şeklinde, yılankavi bir kemik borudan ibarettir. Dikine bir kesiti yapılacak olursa, yukardan aşağıya doğru koni biçiminde bir eksen ve bunun çevresinde dönerek çıkan -yarım perde halinde- bir kemik uzantısı şeklinde olduğu görülür. Bu haliyle salyangozun içi bir minare merdivenini andırır. “Kemik dolambaç”ta, aynı biçimde, fakat daha küçük çapta bir “zar dolambaç” vardır ki, ses duyusu olan korti organı burada bulunur.
“Zar dolambaçlar”, “kemik dolambaç”ların şeklini almış olmakla beraber, onlardan daha küçüktürler ve kemikle aralarında bir boşluk vardır. Bu boşlukta dış sıvı (ekdolenf) bulunur. Zar dolambaçların içinde ise iç sıvı (endolenf) vardır. “İşitme duyusu” olan “korti” organı, salyangoz içinde ve -aynı biçimde- zar dolambaç dahilinde bulunmaktadır.
Korti organının rolüne bir bak, Hayran!
Korti organı, kemik salyangozun yarım perde şeklindeki kemik çıkıntısı üzerine oturur. Aynı biçimde baştan sonuna kadar uzanır. Burada biri uzun, diğeri kısa boylu iki tip “duyu hücre” vardır. Bu hücrelerin yüzleri titrek tüylüdür. Üzerlerinde yarım perde bulunur. “Ses duyusu alan hücreler”in uçları kemik salyangozdaki deliklerden geçerek bir araya gelir. Kulaktan beyne giden işitme sinirini meydana getirir. Bu hücrelerin büyük bir kudret sahibi olması lazım gelmez mi Hayran?
Duyu hücrelerinin üst yüzlerinde titrek tüyler vardır. Tüylerin üstünde ise yapışkan, tutkala benzeyen bir sıvı bulunur. Sıvının içinde kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfattan ibaret çok küçük taşçıklar vardır. İşte bu peltemsi madde titrek tüylerin üzerini örter.
Oğlum Hayran! Bu esrar ummanı anlatmakla bitmez, fakat ben iç kulağın durumunu sana öz olarak anlatmak isterim. İç kulak, kulağın en önemli kısmıdır. Şakak kemiğinin içinde bir dizi boşluktan meydana gelir. İşte bu, kemik dolambaçtır. Kemik dolambacın içinde “endolenf” denilen iç kulak sıvısıyla dolu zarsı boşluklar bulunur. Bunlar kemik kılıflardan “perilenf” denilen dış kulak sıvısıyla ayrılır. Kemik dalambacm ortasında “dalız” adı verilen bir boşluk vardır. Bu boşluk beş delikli yarım daire kanallarına, oval pencereyle de orta kulağa bağlanır. Dalız aynı zamanda iç kulak yolu ve salyangozla bağlıdır. Zar dolambaç, kırbacık, kesecik ve salyangozun içindeki salyangoz borusundan meydana gelir. Salyangozun içinde, işitme sinir uçlarının son bulduğu korti organını yapan hücreler vardır. Dışardan gelen ses dalgaları kulak zarını titretir, titreşimler kemikçikler zinciri, kulak zarı ve boşluktaki hava ile iç kulak sıvılarına, oradan daire kanalları, içteki sıvılarda meydana gelen basınç değişiklikleriyle, başın durumu, vücudun yer değiştirmesi ve hızlanması hakkında bilgi verir.
Oğlum Hayran! “İşitme organı” dediğimiz ve şu ana kadar da biraz olsun anlatmaya çalıştığım dış, orta ve iç kulağın iki büyük vazifesi vardır:
Birincisi; işitme, ikincisi; denge sağlama. İşitme nasıl olur?
Dış kulaktaki kepçe, kıvrımları sayesinde ses dalgalarını topliyarak dış kulak kanalına sevkeder. Bu dalgalar, dış kulak zarını titretir. Zara bağlı çekiç kemiği, bu titreşimleri kendisine bağlı olan örse, örs kemiği de üzengi kemiğine aktarır. Üzenginin yuvarlak tabanı oval pencereye dayalıdır. Oval pencere ise dalız'a bağlıdır. Dalızın hemen alt kısmında, kemik salyangozun başlangıç kısmı bulunur. Titreşimler kemik dolambaçtaki kulak dış sıvısını dalgalandırır. Bu titreşimler, salyangozun dış sıvısıyla zar salyangozun içindeki kulak iç sıvısına geçer. İç sıvı, korti orgamndaki işitme duyusu olan hücrelerin titrek tüylerini ve zar perdeyi dalgalandırır. Zar perdenin titrek tüylerle teması, bu hücreleri uyarır. Ve söz konusu uyarmaları alan duyu hücreleri bu uyarmaları, kendi aksonlarından meydana gelen salyangoz duyu sinirleri aracılığıyla işitme sinirine aktarır.
İşitme siniri, denge siniriyle birlikte beyne gider. Uyarmaları sol şakak lobunda bulunan işitme merkezine iletir. Bu merkezin uyarmaları değerlendirme ve manalandırma gücü sayesinde sesin anlamı bilinir. Böylece işitilen ses anlaşılmış olur.
Denge nasıl kurulur?
Vücudun hareketi normal şartlarda daima dengelidir. Bu denge, biz farkına varmadan sağlanır. Keza vücut hareket etmediği zaman da başımızı çeşitli yönlere hareket ettirebiliriz.
İşte bu hareketlerin hepsi, kulaktaki iç ve dış sıvıların hareket etmesine, dalgalanmasına sebep olur. Denge hücreleri, bağlı bulundukları zarla birlikte öne doğru giderler. Fakat titrek tüyler, üzerindeki yapışkan sıvıyla beraber geride kalır. Yani titrek tüyler geriye eğilmiş olurlar. Titrek tüylerin ve denge taslarının hareketi, denge hücrelerini uyarır. Bu uyarma vücudun ileri doğru gittiğini, buna göre tedbir alınması gerektiğini belirten bir uyarmadır. Bu uyarma, denge hücrelerinin aksonlarıyla, dalız sinirlerine, oradan da denge sinirlerine geçer. Kesecik ve tulumcuktaki denge hücreleri de aynı tempo ve işleyişle denge duyusunu alır ve naklederler.
Denge sinirinin bazı dallan beyincik ve çekirdeklerden geçerek doğrudan doğruya beyin kabuğundaki işitme ve denge merkezine bağlanır. Bu merkezin verdiği emirlerle dengeyi sağlayacak kaslar harekete geçer. İşte Hayran, bu hareket sonunda denge sağlanmış olur.
Bütün bunları yapan hücreler midir Hayran? Bunlar nasıl denge sağlıyor? Bunlar tesadüf eseri olabilir mi Hayran?!
Sonra orta kulaktaki östaki borusunun vazifesi nedir biliyor musun? Bak dinle! Bunun görevi neymiş gör.
Östaki borusu biliyorsun kulağın ağız kısmını boğaza bağlamaktadır. En önemli ödevlerinden biri, kulağa gelen ses dalgalarının şiddetini ayarlamaktadır. Östaki borusundan geçen hava orta kulağa geçer. Dış hava basıncı ile orta kulaktaki hava basıncını ayarlar. Böylece kulak zarının titreşimi kolaylaşmış olur. Tüfek veya top seslerinin şiddetiyle kulak zarının patlamasını önlemek için, tam patlama anında örse yakın bulunan kimseler ağızlarını açmalıdırlar. Bu sayede östaki borusundan orta kulağa hava girer. Kulak zarının patlamasını önlemiş olur. Bu neye benzer biliyor musun? Tıpkı bazı müzik aletlerinde gördüğün deliklerin rolüne... Bütün bunları yapan o küçücük hücreler midir? Yoksa tesadüf müdür? Yoksa bunları yoktan yaratan güçlü, kuvvetli bilgili, her şeyi yapmaya kadir bir yaratıcı mı vardır Hayran!
Bütün bu sırları, kanunları ve mekanizmaları hakkiyle bilip işleten hücreler ne kadar becerikli değil mi Hayran?! Ne var ki günümüzün bilginleri insan üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra kulağın akılları durduran girift yapısına daha yeni vakıf olmuşlardır. İşte bu esrar ummanım vücuda getiren kuvvet hücrelerdir. Onları vareden de Allah üteala...” Hayran:
“Büyük yaratıcı, her şeyi hakkıyla bilici, hikmet sahibi, kadiri mutlak olan Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih
ederim hocam!.. O noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıftır.” Ebu’n-Nûr:
“Evet! Noksan sıfatlardan münezzehtir O. Ne yazık ki, zavallı insanlar bu gerçekleri idrak edemiyorlar.
Bakınız, bunlar hakkında Cenabı Hak Kur'an-ı Kerim'inde ne buyuruyor:
“And olsun ki, cehennem içinde de birçok cin ve insan yarattık, onların kalbleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerdir.”345
Dostları ilə paylaş: |