Meclis Genel Kurul toplantılarını hemen hemen kaçırmayıp muntazam olarak izlediğim için Hamdullah Suphi ve Rıza Nur beyleri ilk günlerde tanıdım. Hamdullah Suphi Bey'in adını ''Büyük hatip'' diye daha önce işitmiştim. Meclis'in açıldığının ertesi günü Mustafa Kemal Paşa'nın birkaç oturum süren uzun konuşmasından sonra söz alan ve düşmanlarımızı lanetleyen milletvekilleri arasında Hamdullah Suphi Bey de vardı; gerçekten coşkulu, akıcı ve çok güzel konuşuyordu.
Daha sonraki günlerde Meclis tarafından halka yayımlanan bildiriyi ve padişaha yazılan yazıyı konuşma kürsüsünden Genel Kurul'a yine Hamdullah Suphi Bey okudu. Sovyetler Birliği'nce telsizle yayımlanan ve dünyanın bütün ezilen halklarına seslenen bildirinin Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ulaştırılması üzerine açılan ve uzun süren bir görüşme sırasında yine Hamdullah Suphi Bey çok etkili, coşkulu bir konuşma yapmış ve bunun bir yerinde: ''Evet arkadaşlar, bu vatanı kurtarmak için gerekirse Bolşevik de olacağız, şeytan da olacağız'' diye bağırmıştı. Sonradan bizim büroya gelerek bu sözlerini tutanaktan çıkardığını sanıyorum. Fakat ben bu sözleri bugünkü gibi anımsıyorum.
Birkaç ay sonra İstanbul hükümetinin olumsuz tutum ve propagandaları üzerine yine Kâzım Karabekir Paşa'dan gelen ve ülkedeki bütün halka yeni bir bildiri yayımlanmasını öneren yazı üzerine bu bildirinin Hamdullah Suphi Bey'le birlikte ''Şer'iyye Encümeni'' (yani Din İşleri Komisyonu) tarafından hazırlanmasına Meclis'çe karar verilmiş, fakat Şer'iyye Encümeni'nin bildirisi, halkın anlayamayacağı biçimde çok ağdalı bir Osmanlıca ile kaleme alındığından, Hamdullah Suphi Bey ayrı bir bildiri hazırlayıp, Kırşehir Milletvekili Müfit Hoca'nın okuduğu Şer'iyye Encümeni bildirisinden sonra kendi bildirisini okumuş ve Meclis bunların her ikisinin de yayımlanmasına karar vermişti.
Kısacası, Hamdullah Suphi Bey'i ilk Meclis'te çok dinledim, zevk ile dinledim. Yazılı bir kâğıt veya nota bakmadan, doğrudan doğruya derli toplu, etkili, şiir gibi güzel ve heyecanlı konuşuyordu. Ne var ki bu konuşmalarda beni doyurmayan bir yön sezer, bunun ne olduğunu bir türlü anlayamazdım. Onu dinlerken çok duygulanır, hoşlanır ve heyecanlanırdım, ama sonra kendi kendime düşününce, kafamın içinde onun söylediklerinden pek bir şey kalmadığını görürdüm. Alkışlanmaktan çok hoşlanan Hamdullah Suphi Bey'in güzel konuşmaları, bir bakıma; İzmit'in pişmaniye helvası gibi bir şeydi. Tatlı, daha doğrusu yerken tatlı, fakat asla özlü ve doyurucu değildi. Bunu çok geç fark ettim.
Bununla birlikte Hamdullah Suphi Bey'i, uzaktan uzağa çok severdim. Dinleyici locasının basamaklarında, ayakta durup konuşmalarını büyük bir coşku ile dinleyen liseli Meclis memurunun, elbette ki farkında değildi. Ama ben onun çok özenle ortasından iki yana taranmış kır saçlarına, sesinin müziğine, konuşmalarının akıcılığına, yüzünün nazik ve güleç ifadesine, davranışlarındaki kibarlığa uzaktan uzağa hayranlık duyardım.
Dr. Rıza Nur Bey'le Hamdullah Suphi Bey arasında Meclis'in ilk günlerinden başlayan bir rekabet vardı; bu yarışma Milli Eğitim Bakanı'nın Meclis'çe seçilmesi sonunda su yüzüne çıkmıştı.
Dr. Rıza Nur Bey, Meclis üyelerince de pek sevilmezdi. Önlemesine, (yani köşeleri öne ve arkaya doğru) giydiği kuzu derisi kıvırcık gri bir kalpak, hâki renkli bir giysi taşırdı.
Dr. Rıza Nur Bey'de 'büyüklük hastalığı' vardı. İlk hükümet kuruluşuna göre Meclis'in başkanı, aynı zamanda 'İrca Vekilleri Heyeti'nin (yani Bakanlar Kurulu'nun) de başkanı idi. Bu nedenle hükümet programını -Meclis'in başkanı olan- Mustafa Kemal Paşa okuyamazdı. Bunu Meclis'te Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur Bey okudu. Kendisini ilk kez Meclis'te bu vesile ile dinledim.
Hamdullah Suphi Bey'in yarısı kadar hatipliği yoktu. Fakat düzgün konuşuyor, elindeki metni, kandırıcı pozlarla okuyordu. Sanıyorum ki bu programı Mustafa Kemal Paşa'nın yerine, O'nun temsilcisi olarak, okuduğunun bilincini taşıyordu.(*)
12) Tunalı Hilmi Bey: Bolu Milletvekili olan Tunalı Hilmi, ilerici, daha o zaman öz Türkçeci, kadın hakları savunucusu, tam ülkücü bir insandı. Birinci Meclis'teki tutucu hocalar onu sevmezler, kürsüye her gelişinde gürültü yaparlar, hiç konuşturmak istemezlerdi.
Esmer yüzü, pos bıyıkları, şakakları ağarmış saçları, kalın ve gür sesi ile ilk Meclis'in çok renkli kişilerindendi. Bugün sağ olsaydı Türk devriminin zedelenmesi karşısında yine o kalın sesini yükseltip bir aslan gibi kükreyeceğinden hiç şüphe etmiyorum.
13) Diyab Ağa: Dersim Milletvekili Diyab Ağa uzun boyu, dik duruşu, şahin bakışlı gözleri, uzun ve bakımlı beyaz sakalı, çok açık yeşil renkte, ipek işlemeli şal sarığı ile her görenin dikkatini çeken bir kişiliğe sahipti. Yöresindekiler üzerinde saygı uyandırırdı. Büyük Millet Meclisi'nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa da ona karşı çok saygılı davranırdı. Toplantı salonunda karşılaştıkları zaman (ben yalnız iki kez tanık oldum) Paşa, ona doğru yönelir elini sıkar hatır sorardı. Diyab Ağa'nın açık bir otomobilde Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çekilmiş resmi çok ünlüdür.
Diyab Ağa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda pek az söz alırdı. Ama konuştuğu zaman etkili olurdu. Benim Meclis'ten iki yıllık ayrılığım sırasında, Yunanlıların Ankara yakınlarındaki Polatlı'ya kadar ilerlemesi üzerine Meclis Genel Kurulu'nda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kayseri'ye taşınması söz konusu olmuş; kimi milletvekillerinin taşınmadan yana olduklarını gören Diyab Ağa kürsüye çıkarak: ''Bizler buraya Ankara'dan kaçmak için gelmedik, düşmanla savaşmak için geldik; bir yere kıpırdamayız. Meclis'in Ankara'dan ayrılması millette korku yaratır. Burada kalıyoruz ve kalacağız'' biçiminde konuşmuş ve bu konuşması pek etkili olmuş. Bu olayı Meclis'te yeniden görev aldığım zaman öğrendim. (*)
Diyab Ağa, şahin bakışlarına karşın çok sevimli, alçakgönüllü, güleç yüzlü, ama vakarlı bir insandı. Görünümü unutulacak gibi değildi.
14) Hoca Mehmet Salih Efendi: Dört kadınla evlenmeyi zorunlu kılmak konusunda Meclis'e verdiği öneri ile bir vakitler ülke ölçüsünde ün kazanmış olan Erzurum Milletvekili Hoca Salih Efendi, fesinin üstüne şal motifli dar bir sarık saran, kısa boylu ve cerbezeli bir kişi idi. Konuşmak için Meclis kürsüsüne çıkınca, söze başlamadan, herkesin dudağında bir gülümseme belirirdi. Düşüncelerinde tutucu, davranışlarında samimi görünür, konuşurken espriler yapmaktan hoşlanırdı. Salih Hoca ilk Meclis' in unutulmaz renkli kişilerindendi.
15) Hatipler (İyi konuşanlar): Bursa Mebusu Muhittin Baha (Pars), sonradan Adliye Vekili olan Saruhan Mebusu Refik Şevket (İnce), İzmir Mebusu Mahmut Esat (Bozkurt), Saruhan Mebusu Mustafa Necati, Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemali, Konya Mebusu Refik (Koraltan), Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) ilk Meclis' in bellibaşlı hukukçu hatiplerinden; Bursa Mebusu Operatör Emin, İzmir Mebusu Dr. Tevfik Rüştü (Aras) beyler de sık sık söz alan doktor hatiplerdendi. Her zaman sanki bir şeye sitem eder gibi konuşan uzunca boylu şişman İzmit Mebusu Sırrı Bey de ilk Meclis'in dikkat çeken milletvekillerindendi. Bir Malatya Mebusu Reşit Ağa vardı ki birçok konuya aklı erer ve dikkate değer konuşmalarıyla Meclis'i etkilerdi. Benim memleketim olan Çorum'un mebusları içinde en çok konuşanı fakat pek ciddiye alınmayanı Haşim Bey, az konuşup kendisini dinleteni de İsmet Bey (Eker) idi. Bu zat Meclis'in sonraki dönemlerinde de çok uzun süre milletvekilliği yapmış ve Meclis birinci reis vekilliklerinde de bulunmuştur.
16) Fazla Dikkat Çekenler: İlk Meclis'ten, belleğimde çakılı kalan mebuslardan Lazistan (Rize) Mebusu Ziya Hurşit (İzmir suikastında asıldı), Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit, Burdur Mebusu İsmail Suphi beyleri de burada anmalıyım.
Henüz çok genç olan Ziya Hurşit Bey konuşmalarındaki ataklığı, kendine özgü şivesi, Mazhar Müfit Bey oturaklı ve anlatışlarının tutarlı ve düzgün oluşu ile dikkati çekerlerdi.
İsmail Suphi Bey'e gelince, daha o zaman ''Soysallıoğlu'' soyadını kullanırdı. Kalemde onunla ilgili bir önerge, işlem veya başka bir iş olduğu zaman ondan söz ederken hepimizin dili ''Soysallıoğlu İsmail Suphi Bey'' demeye alışmıştı. Konuşmaları hemen her zaman coşkulu idi. İnceleme ve etüt üzerine değil, duygular üzerine oturturdu konuşmalarını. Onunla tartışmaya girişen pek olmazdı.
Gaziantep Mebusu Kılıç Ali Bey'i sonraki aylarda gördüm Meclis'te. Kara sakallı, kalpaklı, yakışıklı bir mebustu. Onun kürsüde konuştuğuna hiç rastlamadım. Kendisiyle yıllar sonra, 1925'te, Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yeniden karşılaştım, top sakalını kesmişti.
17) Kavuklu ve Külahlılar: Kavuklu ve külahlı mebuslardan, Konya Milletvekili, koyu vapur dumanı bir gözlük taşıyan Mevlevi çelebisi Abdülhalim Çelebi Efendi, Erzincan Milletvekili Şeyh Hacı Fevzi Efendi ve Denizli Milletvekili Mazlum Baba Efendi'nin yüzleri hiç gözümün önünden gitmez.
Motifli şal sarıklı, uzun sakallı ve uzun boylu, kartal bakışlı Dersim Mebusu Diyab Ağa'ya benzeyen, başka bir ağa mebus, sanırım ki o tarihte ilk Meclis'te bulunan herkes tarafından, her zaman anımsanacak renkli kişilerdendir.
18) Sarıklılar: İlk Meclis'te sarıklı hocaların sayısı epeyce çok olduğundan, bunlar giysileri ile değil, sayılarının çokluğu ile dikkatimi çekmişti. Bunlardan, ilk hükümetin kuruluşunda Şer'iyye Vekili seçilen nur yüzlü, bembeyaz sakallı, her zaman temiz giyimli Bursa Mebusu Fethi Efendi; kürsüde sert ve kavga eder gibi konuşan top kara sakallı Antalya Mebusu Rasih Hoca; sonradan Şer'iyye Vekili seçilen, sarığı ve cüppesi her zaman düzgün, herkesten saygı gören Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi; cepheden döndüğü bir gün kendisini fişeklik kuşanmış olarak mavzerle gördüğüm ve bu askerce durumunu başındaki beyaz tülbent sarıkla pek bağdaştıramadığım Isparta Mebusu Hafız İbrahim Efendi; her zaman çok şık giyenen ve güzel konuşan Kırşehir Mebusu Müfit Hoca; çok dar ve ince bir beyaz sarık saran, eline aldığı her konuyu derinlemesine işleyen ve o zaman gördüğüme göre hemen her konuya aklı eren, zayıf yapılı, titiz ve çalışkan Karahisarı Şarki (Şebinkarahisar) Mebusu Ali Süruri Efendi; her ikisi de Meclis üyelerinden çok saygı gören Konya Mebusu Mehmet Vehbi ve Musa Kâzım efendiler; medrese mollası kılıklı Batum Mebusu Ahmet Nuri Efendi, belleğimde canlı izler bırakan hoca mebuslardan birkaçıdır.