İmanin şubeleri



Yüklə 0,84 Mb.
səhifə20/24
tarix07.01.2019
ölçüsü0,84 Mb.
#91825
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

3. Şirk olan Rukye: Allah Teâlâ'dan başkasına dua ederek, sığınarak veya yar­dım dilenerek yapılan rukye, şirktir. Meleklerin, peygamberlerin, cinlerin ve benzeri varlıklann isimleriyle rukye yapmak gibi... Bunların tamamı Allah Teâlâ'ya şirk koşmaktır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Ef­sun, nazarlık boncuklar, ve muhabbet için yapılan muhabbet muskaları şirk­tir" (Ebu Davud, Tıb 17; İbn Mace Tıb, 39; Ahmed b. Hanbei, 1/381). Yine; "İçinde şirk bulunmayan şeyle rukye yapmakta bir kötülük yoktur" (Müslim, Selam 64) buyurmaktadır.

İbn Hacer bu konuyu şöyle açıklamaktadır: "Bazı rukyelerde şirk bulunmakta-dır. Çünkü onu yapanlar kendilerine dokunan zararı defetmek ve lavda elde etmeyi Allah'tan aşka kimselerden istemektedirler" (İbn Hacer el-Askalanî, Fethul-Barî, 10/260).

Müslüman, tamamıyla Aliah Teâlâ'ya tevekkül etmekten başka şeylerden fayda dilemez. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız olarak Cennete girecektir. Onlar, efsun yapmayanlar, teşe'um etmeyenler, vücudlarını bağlamayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir" (Buhârî, Tıb 17; Müslim, İman 372). Kendili­ğinden, istenmediği halde müslüman kardeşine rukye yapması bunun dışında­dır. Bu Rasûlüllah (s.a.s)rin şu hadisine göre müstehaptır.: "İçinizden her kim kardeşine yardım etmeye güç yetiriyorsa bunu yapsın" (Müslim, Selâm 63), B.k.z.: Şamil İslam Ansiklopedisi, Rukye maddesi, (ç)



62 Tevekkül, kalbin amelidir. Tevekkülün kalbin ameli olması, organların hareke­tine ters düşmez. Bazıları, tevekkül ile başka bir mana anlamışlar. Bundan do­layı da gayret sarfetmeyi terk edip organlarla amel etmeyi iptal etmişlerdir. Ha­fız İbnü'l-Cevzî, "Telbîsü'l-İblîs"te tevekkül hususunda çok nefis sözler söyle­miştir. Konuyla ilgili olarak oraya bakabilirsiniz, (t)

tevekkül acizlik gösterme başkasına güvewnip dayanma allaha güvenme onun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gerekentedbirleri almak anlamına gelmektedir müslümanın yapacağı işlerde



63 Buhârî, Tıb 17, 42, Rikâk 21, 50; Müslim, İman 374 {220}; Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyamet 16 (2446); Ahmed b. Hanbel, 1/271

64 Buhârî, Zekat 50. Yalnız bu hadis, Zübeyr yolundan Müslim'de geçmemekte­dir. Bu hadis, Buhârî ile Müslim'in "Sahîh"lerinde ancak Ebu Hureyre yolun­dan gelmiştir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Buhârî, Zekat 50, Büyü' 15; Müslim, Zekat 106 (1042)

65 Bir rivayette, 4-k "eller" ifadesi; tekil şekilde tM "el" şeklinde gelmiştir.

66 Buharî, Büyû'15; Ahmed b. Hanbel,

67 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 47-52.

68 Kadı iyâz der ki: "Bilindiği gibi, bir kimse sevdiği şeyi daima tercih eder, ona uygun davranır ve ona ters düşmez. Aksi takdirde sevgisinde sadık olmaz ve bu sevgisi, bir iddiadan ibaret kalır. Resulullah (s.a.v)'e olan sevgisinde sadık olan kimse, bu sevgisinin belirtilerini gösterir.

Peygamber (s.a.vVe olan sevginin İlk göstergesi; ona uymak, sünnetiyle amel etmek, sözlerine ve fiillerine tabi olmak, emirlerine uyup yasaklarından kaçın­mak, rahatlıkta olsun, sıkıntıda olsun, Öfkeli veya huzurlu halde olsun ona adabına uygun davranmaktır.

Yüce Allah bu konuda "De ki: Alİah'ı seviyorsanız bana uyun. AUah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmrân; 3/31) buyurmaktadır."


69 Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70 (44)

70 Buhârî, İman 9, 14, Edeb 42, İkrah 1; Müslim, İman 67-68 (43); Tirmizî, İman 10 (2624); Nesâî, İman 2, 3, 4; İbn Mâce, Fiten 23 (4033); Ahmed b. Hanbel, 3/174, 230, 248, 288

71 Buhârî, Edeb 95, Ahkâm 10; Müslim, Birr 161-164 (2639); Tirmizî, Zühd 50 (2385); Ahmed b. Hanbel, 3/104, 110, 168, 172, 192, 200, 207, 208, 226, 228,255, 283, 288 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 52-53.

72 Feth:48/9

73 A'rM: 7/157

74 NÛr: 24/63

75 Hucurât: 49/1

76 Hucurât:49/2

77 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 54.

78 Buhârî, İman 9, 14, Edeb 42, İkrah 1; Müslim, İman 67-68 (43); Tirmizî, İman 10 (2624); Nesaî, İman 2, 3, 4; İbn Mâce, Fiten 23 (4033); Ahmed b. Hanbel, 3/174, 230,248,288

79 Hadisin metninde "bir adam" denilerek ismi zikredilmeyen kişi, Safvân b. Ümeyye'dir. Safvân, Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmuştur. Huneyn ve Taif gazvelerine katılmıştır. Resulullah (s.a.v), ona, ganimetten yüzer deve verince, Safvân, onun hak Peygamber olduğuna kanaat getirmiştir. Safvân'a verilen iki dağın arasını dolduracak kadar koyundan maksat; koyunların çoklu­ğudur. Yani ona, iki dağın arasını dolduracak kadar çok koyun vermiştir. Bu koyunlar, Huneyn'den alınan ganimetlerdendi, (ç)

80 Müslim, Fezâil 57-58 (2312). Müellif, bu hadisi, mana yoluyla rivayet etmiştir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 5556.

81 Fâtır: 35/28

82 Âl-i İmrân: 3/18

83 Nisa: 4/113

84 Mücâdele: 58/11

85 Zümer: 39/9

86 Buhârî, İim 34, İ'üsâm 7; Müslim, İim 13 (2673); Tırmizî, İlm 5 (2652); Ahmed b. Hanbel, 2/162, 190

87 Müslim, Zikr 38 (2699); Tirmizî, Hudûd 3 (1425), Bin 19 (1930), KırS&t 12

(2945); Ahmed b. Hanbet, 2/252 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 56-58.



88 Âl-i İmrân: 3/178

89 Tevbe: 9/122

90 Buhârî, İlm 9, Meğâri 77, Edâhî 5, Fiten 8, Tevhîd 24; Müslim, Kasâme 29 (1679)

91 Ebu Dâvud, İlm 9 (3658); Tirmizî, İlm 3 (2649); İbn Mâce, Mukaddime 24 (266); Ahmed b. Hanbel, 2/263, 305, 344, 353, 495. Bu hadis, sahihtir.

92 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 58-60.

93 Haşr: 59/21

94 Vakıa: 56/77-80

95 Ra'd 13/31

96 Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 21; Ebu Dâvud, Salât 14 (1452); Tirmizî, Fezâilu'l-Kur'an 15 (2907, 2908); İbn Mâce, Mukaddime 16 (211, 212); Dârimî, Fezâilu'l-Kur'an 2 (3341) Bu hadis ayrıca; Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 21'de şu lafızla da geçmektedir:

"Sizin en üstün olanınız, Kur'an'ı Öğrenen ve öğretendir."

Yine bu hadis; Tirmizî, Fezâilu'l-Kur'an 15 (2908)'da İse şu lafızla geçmektedir:

"Sizin en hayrlınız yada en üstün olanınız, Kur'an'ı öğrenen ve Öğretendir." Bu hadisi; Dârimî, Fezâilu'l-Kur'an 2 (3340) ise Hz. Ali'den rivayet etmiştir.

Yine bu hadisi; Dârimî, Fezâilu'l-Kur'an 2 (3342); İbn Mâce, Mukaddime 16-(213}'de Sa'd b. Ebi Vakkâs'tan rivayet etmiştir. Bu hadisin lafzı ise şu şekilde­dir:

"Sizin en hayrh olanınız, Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir."



97 Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 23; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 231 (791); Ahmed b. Hanbel, 4/397. Hadisin lafzı, Müslim'e aittir.

98 Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 20, Tevhid 45; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 266-267 (815).

Bu hadisi; Buhârî, İlm 15; Zekât 5; Ahkâm 3, İ'tisâm 13; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 268 (816)'da Abdullah ibn Mes'ud (r.a)'tan rivayet etmiştir. Yine bu hadisi; Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 20, Tevhid 45'de ise Ebu Hureyre

(r.a)'tan rivayet etmiştir.


99 Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 269 (817); İbn Mâce, Mukaddime 16 (218) Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 60-63.

100 "Temizlik", (manevi pislikten} ve necasetten temizlenmek anlamında bir fıkıh terimidir.

İslam dini, özü itibariyle, manevi kirlerden annma (=hades), Allah'ı tanıma, O'na İtaat ve ibadet etmeden ibaret gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle manevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için insanı çevreleyen fizik şart-lann da buna uygun olması gerekir.

İbadet hayatıyla ve manevi temizlenme ile beden ve çevre temizKğ arasında sıkı bir bağın kurulması, hatta Kur'an'da temizlikten, hem maddî ve hem de manevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.

Öte yandan İslam dini, ferdin ahiret kadar dünya hayatında da her yönden mutlu ve huzurlu olmasını arzu ettiği, Müslümanlann sağlıklı ve güvenli bir top­lum oluşturmasını dinî hayat için adeta ön şart mesabesinde gerekli gördüğü için, başta beden temizliği olmak üzere maddî temizliği de dinî mükellefiyet kapsamında görmüş, bu konuda ferde bir dizi ödev ve sorumluluk yüklemiştir. İslam'da genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik, birbirini tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslam bilginleri, temizliği; maddî temizlik, hükmî temizlik ve manevî temizlik şeklinde üç aşamalı bîr faaliyet ola­rak görmüşlerdir.

Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek olan maddî temizli­ğin de, genelde, ibadete hazırlık ve ön şart olarak, bazı durumlarda ibadet ola­rak değerlendirilmiş olması, ona, İslam'da bir ibadet içeriği kazandınldığını gös­terir. Abdest ve gusül, hükmü temizlik mesabesindedir.

Üçüncü kademede ise kişinin organlannı gıybet, yalan, haram yemek, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah'tan başkasından (mâsivâ) temizlemesi gelir. Müslümanın kademe kademe annması ve temizlenmesi, Allah'ın huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması öğütlenir, (ç)



101 Mâide:5/6

102 Asıl adı, Haris b. Âsım'dır. Ebu Mâlik el-Eş'arî'nin rivayet ettiği sadece iki hadis vardır. Birisi, bizim naklettiğimiz bu hadis. Diğeri de şu haistir:

"Ümmetimde cahiliyet adetlerinden kalma dört şey vardır kî, onlar terk ede­mezler: Bunlar;



1. Asaletiyle övünme,

2. Nesepleri yerme,

3. Yıldızlar aracılı­ğıyla yağmur isteme,

4. Ölünün arkasından ağıt okuma." (Müslim, Cenâiz 29 (934); Ahmed b. Hanbel, 5/344; İbn Hibbân, Sahîh, 7/412; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 3/60; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/63)

Haris b. Asım, Yemen'deki Eş'arî kabilesine mensup olması hasebiyle "Ebu Mâlik el-Eş'arî" künyesiyle meşhur olmuştur.



103"Temizliğin, imanın yansı" olmasının manası üzerinde alimler İhtilaf etmişler­dir. Bazılarına göre; temizliğin sevabı, katlana katlana imanınyan ecri kadar olur.

Bazılarına göre ise; iman, nasıl önceki günahları yok ediyorsa, abdest de öy­lece işlenen günahları yok eder. Çünkü abdest, ancak imanla beraber sahih olur. İmansız kimsenin abdesti geçerli değildir. Dolayısıyla abdestin burada imana bağlı olması, onun yansı manasına gelir.

Bazılarına göre ise; buradaki imandan maksat, namazdır. Çünkü yüce Allah, Bakara: 2/143'de geçen "İman" lafzıyla "namazı" kastetmiştir. Namazın sahih olabilmesi için temizlik şarttır. Dolayısıyla temizlik, namazın yansı gibi olmuştur. Temizliğe namazın şartı denilmesinden, onun hakikaten yansı olması lazım gelmez, (ç)


104 Hadisin Müslim'deki lafzı, "'Subhânallâh ve'I-Hamdu-lillahi' (lafzı,).... " şeklindedir'

105 Müslim, Taharet 1 (223); Ahmed b. Hanbel, 5/432, 433

106 Hadisin metninde geçen "Gulûl"; ganimet taksim edilmeden önce ondan çalı­nan mala denir, (ç)

107 Müslim, Taharet (224); Tirmizî, Taharet 1 (1); İbn Mâce, Taharet 2 (272); Ah­med b. Hanbel, 2/20, 39, 51, 57,

Bu hadisi; İbn Mâce, Taharet 2 (273)'de Enes b. Mâlik (r.a)'tan, Taharet 2 (274)'de ise Ebu Bekre (r.a)'tan rivayet etmiştir.

Ebu Dâvud, Taharet 31 (59); Nesâî, Taharet 104, Zekât 48; İbn Mâce, Taharet 2 (271); Ahmed b. Hanbel, 5/74, 75'de ise bu hadisi Üsâme ibn Umeyr el-Huzelî'den rivayet etmiştir.


108 Dosdoğru olmak; hakka uymak, adaletli olmak, Allah tarafından emredilen görevleri tam olarak yapmak, yasaklanan bütün günahlardan sakınmaktır. Do­layısıyla dosdoğru olmak, büyük ve ağır bir iştir. Bunu hakkıyla yapmak, her­kesin yapabileceği bir iş değildir. Kimsenin gücü buna yetmez. Ancak kalbi, üahî nurlarla

aydınlanarak beşerî karanlıklardan kurtulan ve Allah'ın yardımına mazhar olan kimseler tam manasıyla dosdoğru/İstikamet üzere olabilirler. "Fakat dosdoğru olmayı tam başaramayacaksınız" ifadesiyle; kendisini dos­doğru yol üzere gören kimselerin gururlanmaması gerektiği ve dosdoğru olma­nın hakkını tam olarak veremeyen ve kusurlu olan Müslümanlann ümitsizliğe düşüp Allah'ın rahmetinden kendilerini mahrum saymamaları gerektiği ifade edilmektedir.

"En hayrlı ameliniz namazdır" ifadesiyle de; eğer emrolunduğunuz dosdoğru olmayı tam olarak yapmaya gücünüz yetmezse hiç olmazsa dosdoğru olmanın farz olan kısmına giren "namaza" sarılın. Çünkü namazda; kıraat, teşbih, hamd, zikir, dua ve Allah'tan başkasıyla konuşmayı bırakmak vardır, (ç)


109 Abdest: Farsça "âb" (su) ve "dest" (el) kelimelerinden oluşan ve "el suyu" an­lamına gelip belirli ibadetlerin yerine getirilmesinin ön şartı olan ve kendisi de ibadet mahiyetinde görülen bir çeşit hükmî temizliktir. Arapça karşılığı ise güzellik, temizlik ve parlaklık anlamına gelen "vudû"dur. Terim olarak ise abdest; "belli organlan usulüne uygun olarak suyla yıkamak ve bazılarını da eldeki su ıslaklığıyla meshetmek" şeklindeki ibadet temizliği ola­rak tarif edilir, (ç)

110 İbn Mâce, Taharet 4 (277); Ahmed b. Hanbel, 5/282, 277, 280; Hâkim, Jvlüstedrek, 1/130; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 1/82. Bu hadisi; İbn Mâce, Taharet 4 (278}'de Abdullah ibn Amr (r.a)'dan; Hâkim, Müstedrek, 1/130'de Câbir (r.a)'dan; İbn Mâce, Taharet 4 (279)'de Ebu Ümâme (r.a)'tan rivayet etmiştir.

111 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 63-67.

112 "Namaz" diye tercüme edilen "salât" kelimesi, Arapça'da; dua etmek, övmek, ta'zim etmek gibi anlamlara gelmektedir.

Terim olarak ise belli eylemler ve özel rükünlerle yüce Allah'a kulluk etmektir. Namaz, yüce yaratıcının bir emri olduğu için yerine getirilir. Ayrıca namaz kılan kimsenin; yüce Allah'ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafı­zasına nakşederek nefsini tehzib etmesi ve bu suretle kendisini her türlü fena­lıklardan, hatalardan, suçlardan alıkoyar. Çünkü Allah düşüncesi ve kalbi Al­lah'a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyar. Namaz da, Allah'ı sürekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Nitekim ayette, "Beni hatırlamak'anmak için namaz kıl" (Tâhâ: 20/14) buyurulmaktadır.

İslam'ın başlangıç yıllarında namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rekatten ibaret iken (A'râf: 7/205), yaygın kabul gören görüşe göre, Mi'rac olayından sonra beş vakit namaz farz kılınmıştır, (ç)


113 Bakara: 2/143

114 Bakara: 2/43

115 Nisa: 4/103

116 Hadisin zahiri anlamından; insan ile küfür arasındaki vasıtanın namazı terk etmek olduğu ifade edilmektedir. Ehli Sünnet alimlerinin, namazı kasden terk eden kimse hakkındaki görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

l.İmam Ahmed ile ona tabi olan kimseler, nakle olan bağlılıklarından dolayı onlara göre; tembellik sebebiyle bile olsa özürsüz namazı terk eden kimse kafir olur.

2. İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre namaz kılmayan kimseye namaz kılması emrolunur. Kılmazsa kafir olduğu için şer'i ceza olarak öldürülür.

3 .Ebu Hanife'ye göre ise namazı terk eden kimse kafir olmaz. Namaz kılma­dığı için de öldürülmez. Fakat namaz kılmcaya kadar hapsedilerek uygun telkinat ve cezalarla te'dib ediîir ve namaz kılması sağlanır.

Namazı terk etmenin küfre götürücü bir vasıta olduğunu ifade eden hadisin yorumu hakkında SuyûÖ şöyle der:



a. Hadis, namazı bırakmanın mubah olduğuna inanan kimse hakkındadır.

b. Namazı terk etme işi, kafire yakışır bir iştir.

C. Namazı bırakan kimse, kafir gibi cezalanmayı hak etmiştir ki, bu ceza onun Öldürülmesidir.

Ahmed Ferid'in, Bid'atçi Tekfırcilere Reddiye, s. 15'de Yayınevinin Mukaddi­mesi kısmında konuyla ilgili olarak şu ifade yer alrnaktadır: "Namaz kılmamak: Vucubiyetmi inkar etmemekle tembelliğinden dolayı kılmıyor, ancak namaz kılmaya da büyük bir iştiyak duyuyorsa, böylece küçük küfre düşmektedir. Çünkü Resuluüah (s.a.v): "Bizimle onlar arasında (savaş yapmamıza mani olan) ahid (=anlaşma) namazdır" (Tirmizî) buyurmuştur. Burada küçük küfre işaret olup sahibi dinden çıkmaz. Ancak namazı terk ede­nin İslam'dan çıkacağını söylemişlerdir. Tercih olan görüş ise şu hadisi şeriften dolayı ilkidir:

"Allah'ın; onlardan hiçbirini zayi etmeden, hafife almadan hakkım vererek eda edene, karşılığında cennete kovmaya dair ahdi olduğu beş vakit namazı kullarına fazr kılmıştır ki, kim onları zayi ederse Allah'ın ona bir ahdi yoktur. Dilerse azab eder, dilerse cennete koyar," (Tirmizî) Ancak kim o namazları inkar eder, Allah'ın şeriatında olmadığmi iddia ederse, alimler arasında en ufak bi ihtilaf olmaksızt o kimse, kafir ve mürted olur." (ç)


117 Müslim, İman 134 (82). Bu hadisi; Ahmed b. Hanbel, 3/389'de şu lafızla rivayet etmiştir:

"Kişi İle şirk -yada küfür- arasında namazı terk etmek vardır."

Bu hadisi; Ebu Dâvud, Sünnet 14 (4678); Tirmizî, İman 9 (2618); İbn Mâce, İkâmu's-Salât 77 (1078)'de şu lafızla rivayet etmiştir:

"Kişi ile küfür arasında namazı terk etmek vardır."



118 Buhârî, Mevakîtu's-Salât 5, Edeb 1; Müslim, İman 139 (85); Tirmizî, Birr 2 (1898); Nesâî, Mevakît 51; Ahmed b. Hanbei, 1/451

119 Buhârî, Ebvâbu's-Salât 4; Müslim, Mesârîd 249 (650); Tirmizî, Salât 161 (215); Nesâî, îmâme 42; Muvatta', Cemâat 1; Ahmed b. Hanbet, 2/65, 112

120 Bununla kast edilsn, küçük günahlardır. Çünkü büyük günahlar, tevbeyle ya da ilahi tütufla affolunurlar, (ç)

121 Bu durum, her zaman için geçerlidir" sözüyle kast edilen; kılınan namaz sebe­biyle oluşan-kefaretin, belli bir zaman değil de bütün zamanlar için devamlı olmasıdır, (ç)

122 Müslim, Taharet 7 (228) Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 67-70.

123 "Zekât", kelime olarak; artma, çoğalma, arıtma ve bereket anlamına gelmek­tedir.

Terim olarak ise Allah'ın, belirli yerlere sarfedilmek üzere dinî açıdan zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder. Kur'an'da zekât kelimesi, iki yerde (Kehf: 18/81, Meryem: 19/13) sözlük anla­mında; sekizi Mekke döneminde inen surelerde olmak üzere otuz ayette ise te­rimsel anlamda kullanılmıştır. Bu ayetlerin yirmi yedisinde namazla birlikte zik­redilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre; İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren Müs­lümanlar zekât fikrine alıştırılmış, daha sonra da zengin olanların bu imkanını

beili oranda fakirlerin ve toplumun ihtiyacı için harcaması gerektiği, bunun namaz ibadeti kadar önemli olduğu hususu vurgulanmıştır. Zekatın Medine döneminde farz kılındığı bilinmekle birlikte bunun hangi yılda gerçekleştiği tartışmalıdır. Bir tespite göre zekat, hicretin 2. yılında Ramazan orucundan önce, diğer bir tespite göre ise aynı yıl Ramazan orucundan sonra farz kılınmıştır. %

Zekat, servet biriktirip onu atıl hale getirmenin amansız düşmanıdır. Biriken servet, zekatın tarh edildiği birinci kalemdir.

Zekat, sermayeyi yatırıma zorlar. Çünkü elde atıl tutulup yatınma yönlendiril­meyen sermaye, yıldan yila zekat ödemeleri sebebiyle erimeye yüz tutar. Sosyal dayanışma sisteminin temelini oluşturan zekatın, bir ibadet anlayışıyla ele alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yar­dıma muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslam dininin top­lumsal bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem atfettiğini gös­terir.

Zekat teriminin taşıdığı artma ve üreme (=nema) dikkat çekicidir. Çünkü yok­sul zümrelerin eline geçen para her şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gü­cü kalitesini aıtnr, bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi, talep hacmi ekonomik hayata yansır, (ç)



124 Beyyine:98/5

125 Bu ayet ve benzerleri, zekatı vermeyen kimseyi can yakıcı bir azabla cezalan­dırmayı ifade etmektedir. Bu konuda nakledilen hadisler; kişiyi, malının ve be­deninin zekatını vermeye yöneliktir. Çünkü zekat vermek, his ve mana olarak malı artırır, fazlalaştırır. Kişinin zekaünı vermesi; malını afetlerden korumasını ve tehlikeli durumlardan himaye etmesini sağlar. Kurtuluş ancak Kitab'a, Sün­nete seleften gelen nakillere uymakla olur. Çünkü biz, Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz.

126  Tevbe: 5/34-35

127 Âl-iİmrân: 3/180

128 Muaz'ın Yemen'e vali olarak gönderilmesi, Tebük gazvesinden sonra hicri 9.yıtda gerçekleşmiştir, (ç)

129 En kıymetli mallardan Zekât alınmamasının nedeni; mal sahiplerine bir lütuf ve onların kalplerini İslam'a ısındırmaktır, (ç)

130 Buhârî, Zekât 1, Meğâzî 60; Müslim, İman 29 (19); Ebu Dâvud, Zekât 5 (1584); Tinnia, Zekât 6 (625); Nesâî, Zekât 1, 46; Ahmed b. Hanbel, 1/233 Buhârî ile Müslim'in rivayetinin sonunda şu ifade yer almaktadır:

"Mazlumun (bed)duasından kork. Çünkü bu dua ile Allah arasında bir perde yoktur."



131 Buhârî, Zekât 3, Tefsiru Sure-i Âi-i İmrân 16; Nesâî, Zekât 20; Ahmed b. Han-bel, 2/355 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 70-74.

132 "Oruç", Farsça'daki "tüze" kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Arapça'sı, "Savm" ve "Sıyâm"dır. Savm kelimesi, Arapça'da; bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek anlamında kullanılmaktadır.

Terim olarak ise imsak vaktinden İftar vaktine kadar bir amaç uğruna ve bilinçli olarak yeme-İçme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Oruç, Peygamberimiz'İn Medine'ye hicretinden bir buçuk sene sonra Şaban ayının 10. günü farz kılınmış olup İslam'ın beş şartından biridir. Oruç, nefsin İsteklerinden iradî olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için irade hakimi­yeti ve güçlükler karşısında dayanabilme gücü de önemli bir role sahiptir. Nef­sin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun anndırılıp yüceltilmesinde oruç etkili bir yoldur, (ç)



133 Bakara: 2/183

134 İslam'ın şartlannı belirten hadis, "beş şart" olarak bilinmektedir. Yalnız bunların dışında daha başka şartlan Kur'an da bulmak mümkündür: İyiliği emredip kö-tütükten kaçındırma, cihad, adalet, anne-babaya iyi davranma, infak, Pey­gambere itaat etme gibi.

Bu beş şart, İslam'ın ibadete yönelik farzlarıdır. Bunun dışında İslam'ın inanç esasları, Muamelat (=insanlar arası ilişkiler), Ceza ile ilgili esaslar, Ahlak İle ilgili esaslar, Siyaset ile ilgili esaslar vb. esaslar vardır. İslam bu şekilde bir bütün olur. Yoksa ibadet ile ilgili-İ>eş,şartt İslam'ın kendisi değildir, (ç)



135 Buhârî, İmân 1; Müslim, İmân 21 (16); Tirmizî, İmân 3 (2609); Nesâî, İmân 13

136 Buhârî, Savm 2, 9, libâs 77; Tevhîd 35, 50; Müslim, Siyam 160-165 (1151); İbnü'1-Esîr, Câmiu'1-Usûl, 9/453. Hadisin lafzı, Müslim'e aittir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 74-76.



137 İ'tikaF' kelimesi sözlükte, mutlak olarak; durmak, kalmak, devam etmek gibi manalara gelmektedir.

Fıkıh terimi olarak ise; bir mescitte ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demektir.

Hadis kaynaklan, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Medine'ye hicretten sonra her yıl Ramazân ayının son 10 gününde itikafa çekildiğini, hanımlarının da genelde Resulullah (s.a.v) ile birlikte itikaf yaptığını nakletmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu tatbikatından hareketle alimler, oruçlunun özellikle Ramazân'ın son on gününde İtikafa girmesini müstehab kabul etmişlerdir. Hat­ta Hanefiler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bunu devamlı yapmış olmasından hare­ketle itikafi, kifâî nitelikte müekked sünnet saymıştır. Buna göre itikaf üç çeşittir:

1. Vacip Olan İtikaf: Bir şarta bağlı olarak veya şartsız olarak adanmış itikaftır.



Yüklə 0,84 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin