İmge Kitabevi Yayınları: 41 Joseph Campbell



Yüklə 2,24 Mb.
səhifə3/27
tarix27.10.2017
ölçüsü2,24 Mb.
#15891
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27

4. HAK ANA

irlanda'nın Batının ilk gelişimine katkılarındaki özel güç ve nite­lik, paleolitik dönem boyunca adanın boş kalmış olmasına karşılık, Batı Tunç Çağının tam başlangıcında, LÖ. 2500'de, birdenbire -ve iyi bir nedenle- Batı manzarasının en verimli pınarlarından biri durumu­na gelmesi gerçeğidir. Britanya, paleolitik zamanlarda anakaranın bir parçası olmuş, İrlanda olmamıştır. Adaya, yalnız, son paleolitik döne­min tehlikeli mors, ayıbalığı ve balina avı macerasmda erişilebilmiş-tir. O zaman da kalıcı bir yerleşim olmamıştır.

Bu uzak zamandan kalıntılar, daha önce de söylendiği pibi, mezoli-uk döneme aittir ve Kuzeydoğu Antrim kıyısında, 'yüksek sahillerde' (şimdi denizden 25 fit yüksek) Lorne, Kilroot, Porstrush ve Magee Adasmda bulundular. Gene garip olan, ilk üç yerin sanatları Baltık ve Kuzey Denizinin etkisini taşırken, Lorne'dan görünebilen Magee Adası Kuzey İspanya sanatı ile bağıntılıdır. Bu ters ilişkiler adanm yazgısına yardım ediyorlardı. İlk mezoliuk ziyaretçiler bu yazgının hiç bir anlamda kurucuları değillerdir. Kimdiler, onları İrlanda'ya ne zaman ne getirdi veya nasıl oldu, bilmiyoruz. Yıllarca İrlanda Kraliyet Akademisi'nin ve İrlanda Eski Eserler Kraliyet Derneği'nin başkan­lığım yapan Dublin Üniversitesi Profesörü R.A.S. Macalister'in sözle­riyle, yok oldular: Yaşamları, aşkları, nefretleri, konuşmaları, dav­ranışları, adetleri ve toplum düzenleri, ölümleri, tanrıları, düş gibi gitti'/38) Kısa ömürlü yerleşme zamanlarının, bulunmuş olan kalın­tılardan, kuzeybatıdaki buzul devirleri ile {7800) ilk Bakır ve Tunç çağ­lan arasında (2500) olduğu bulanık biçimde kestirilebiliyor. Yalnız İr­landa'nın değil, tüm Kuzeybatı Avrupa'nın tarihi de bu dönemde baş­lıyor.

Hızlı Tunç Çağı gelişimindeki etkin gücü Profesör Macalister va­rılması güç olan yerde kolonizasyonun bilinçli ve bilinçsiz nedenlerine

34

bağlıyor. Kölonizasyonun bilinçli olduğu kadar bilinçsiz nedenleri de vardır. Dış nedenler ana ülkeyi geçici veya kalıcı olarak oturulmaz ya­pan nedenlerdir, düşman saldırılarının baskısı, değişen iklim koşul­lan, vb. Çekici nedenler ise, yeni ülkeyi çekici yapan nedenlerdir ve kuşkusuz İrlanda'nın çok büyük miktarda olduğu anlaşılan altın kay­naklan işgalciler ve yerleşenler için bu ülkeyi çekici yapan ana neden-dir.*39) Amerika'run vahşi batısında toprak yüzünden aktığı gibi İr­landa'da altın, ırmak yataklarında panldıyordu. Profesör Maca lister, 'Ulusal Müzedeki altın süsler, ırmak çakıllanndaki altının, zanaatkar­lar eliyle toplandığım bize gösteriyor' diye devam ediyor, 'gerçekten, altm varlığım, Tunç Çağındaki madencilerin tükettikleri anlaşılıyor'. (4°) Adanm bir çok yerinde bakır kaynaklan da vardı ve bu metal de ölçülemez değerde idi. Tuncun öteki alaşımı, teneke ise, önceleri bu­lunamadı. En yakın kaynağı Britanya Cornwall' daydı. Bu da îrlan-dalılarca bulundu ve işletildi. Yani Babil'in geliştiği, Mısır Orta Kral­lık, Truva, Minos Giriti döneminde, yarımay şeklinde altm süs eşya­ları, özel bir tür düz bakır balta, daha sonra teneke bulunduğu zaman tunç teber ihraç eden en uzak batının el değmemiş öte yakasında, ikinci bir uzak yürek atıyordu.



Fakat mitoloji öğrencisi için önemli olan nokta ve İrlanda'nın Avru­pa'nın mitos ve efsane öykülerinde önemini sürdüren gücü, adanın kültürel stilinin kuruluş döneminin, Avrupa'run paleolitik döneminin alaca karanlığı ile, Aryan, Kelt, Romalı ve Germenlerin ataerkil devir­lerinin şafağı arasmda yer almasıdır. İrlanda kültürü, arasmda yük­seldiği iki kültürden de kökten ayndır. Dinsel öykü ustası demir taşı­yan Kelt kabileleri geldiğinde, l.Ö. 2500'den 500-200'e uzanan bu dö­nem henüz tam belirginleşmemişti. Mitolojik ve ahlak düzeni Tunç Çağındakiydi. Ana tanrıça ve yüce ana ve sonraki ataerkil Keltik dü­zenle olan ilişkileri ise, eski Girit-Ege düzeninin klasik Yunan Olimpos düzeni ile olan ilişkilerine benziyordu.

Gerçekten, bu dönemin geleneklerini yansıtan pirinçten kadın­larda, Hıristiyanlığa kadar gelen Keltik efsanelerin şaşırtıcı özellikleri görülmektedir. Bunlar, hiç bir anlamda, ataerkil biçimde eşlerin an­lamım taşımazlar. Hatta Keltik kahramanlar döneminin doruğunda bile (İ.Ö. 200-Î.S. 450) dikkat çeken bir çok trlandah soylu kadın Kelt öncesine aittir, kendilerini geçmiş zamanlann anaerkil egemen dav­ranışlarında gösterirler.

Örnek olarak, 'Cooley Sürü Yağması' olarak bilinen, Connaughtlu

35

Kraliçe Meave ile Kelt eşi Leinsterli Ailill'in yastık konuşması var.



Cruachan Kalesinde, barış içinde yaşarken ve kraliyet divanına henüz uzanmışken, Ailill, 'Kadın' der, 'gerçekten iyi adamın karısı iyi­dir deyişi doğru'. Kadın: 'Evet ama, seninle ne ilgisi var?' 'Çünkü sen şimdi seninle evlendiğim günden daha iyi bir kadınsın'. 'Ben, sen görmeden önce de iyiydim' diye yanıt verir kadın. Erkek, 'O zaman garip' der, 'Bu tür bir şeyi hiç duymadık. Yalnız kadınlarınızın hilele­rine güvendiğinizi ve düşmanlarınızın sizin yağmalarınızı ve avları­nızı sınırlarınızda serbestçe yağmaladıklarını duyduk'.

O zaman Meave, gerçek bir anaerkil kraliçenin sitemiyle karşılık verdi. Bir erkeğin aldığı kadın olarak değil, kendisinin sahibi olarak. Ataerkil düzende yalnız erkeklere ait olan bütün haklara karşılık, kralın da sahibesiydi:

'Senin iddia ettiğin gibi değilim' dedi, 'Babam İrlanda Kralı Eoch-aid'le birlikte yaşıyordum. Altı kızı vardı ve hepimizin en soylusu en saygı duyulanı bendim. Genişlik, savaş, çatışma ve uğraşıda da gene en iyi bendim. Önümde, çervemde, onbeş yüzün iki katıyla asker, her-birinin on adamıyla başkanların oğullan, her adamın sekiz ve her biri­nin yedi ve her birinin altı ve her birinin beş ve her birinin dört ve her birinin üç ve her birinin iki ve her birinin bir adamı vardı. 3unlar be­nim malikanemdeydi; çünkü babam bana İrlanda'nın bir eyaletini, şimdi bulunduğumuz Cruachan'ı vermişti, ben de bu adla Cruachardı Meave olarak bilinirim.'

Kraliçe Meave yalnız kendi şatosunun değil İrlanda söz sanatının da sahibesiydi! Profesör Macalister'in belirlediği gibi, maiyeti 40.478.703.000'e varıyor, yani 'İrlanda'nın her mil karesine dağılacak, modern Dublin'in üç katından fazla insan.'^ Kraliçe böyle diyerek devam etti:

'Bundan sonra' dedi eşine, 'Leinster Kralı Finn mac Rosa Rua'dan
beni istemeye bir elçi geldi, Tara Kralından, Cairpre Niafer mac Rosa'
dan bir başkası, Ulidia Kralı Conachar mac Fachtna'dan biri, Eochu
Beg'den bir başkası. Ama ben onları reddettim, çünkü ben Erirdi hiç
bir erkekten istenmemiş bir düğün armağanı isteyen birisiydim. Yani
benim kocam hiç cimri olmayan, kıskanmayan ve korkusuz bir erkek
olmalıydı.' E»j *$&,.-':

'Çünkü benim alacağım adam cimri olsaydı yetmezdi ben onu cömertlikte geçerdim, ürkek olsaydı olmazdı ben tek basma savaş­larda zafer kazanırdım, yarışlarda, kavgalarda. Kıskanç olsa bu da iyi

36

olmayacaktı. Ben birinin gölgesinde iken bir başkası ile hiç olmadım Ve kendime tam böyle bir koca aldım, gerçekten, yani seni, Leinsterli Ailill mac Rosa Rua. Çünkü sen cimri, kıskanç ve korkak değilsin. Üstelik sana kadın olarak en değerli evlenme armağanları verdim. Yani, oniki adamın üstbaşı için kumaş, üç kere yedi cariye değerinde savaş arabası, yüzünün genişliğinde san altın, sol kolun ağırlığında beyaz tunç. Öyle ki biri seni küçük düşürse, sakatlasa veya aldatsa, senin bozulmuş onurunun hiç bir güvencesi veya ödeşmesi olamaz, çünkü sen yalnızca bir kısa eteklinin uşağısın. Ama benimki ne olur.'



(42)

19. yüzyıl sonu Keltik araştırmalarının öncülerinden Profesör H. Zimmer(*) Kraliçe Meave'nin tiradım değerlendirirken., Britanya Ada­ları Keltleri arasında, bir gelinin, 'sabah armağanı'*43^ ile kocası ta­rafından "bozulan onuru' ödeşilirdi ve bir kral için bu 'yüz genişli­ğinde bir tabaka altındı' -herhalde utandırmak için olmalı, diye yazı-yor.^44) Sonuç olarak, Meave'nin sözlerinin keskinliği Hak Baba düze­ninin koşullarının tam başaşağı edilmesinde yerini buluyor.

'Meave, kendine bir eş alıyor, ataerkil düzende bir kadının kabul ettiği gibi koca kabul etmiyor. Hem, kocası da bir şeye yaramıyor... Fakat o da bir kralın oğlu, kralların kardeşi, mülkü gerçekte kendisi­ninkinden az olmayan biri. Meave şart koşulmuş evlilik armağanla­rım sayıyor. Sabah armağanı olarak verilenleri Preitıım Virginitatis ola­rak alıyor. Ataerkil düzende erkeğin odalık alma hakkım saklı tutması gibi, Meave de kendi hakkından söz ediyor. Evlilik bağıtı koşullarına göre 'ev-arkadaşları'ndan bahsediyor; birinin gölgesinde bir başka adam. Sözleri tartışmanın kızgınlığı içinde söylenenlerin abartısını taşımıyor. Ayakları yere basan, açıkça anlaşılmış, Ailill tarafından onaylanmış ve eylemlerinde ortaya çıkan şeyleri belirliyor.'^45' Şimdi göreceğimiz gibi:

Ailill böyle aşağılanınca, mülklerinin karşılaştırılmasını istedi. İkisinin gözleri önünden geçirildiler. Önce bardaklar ve fıçılar, demir kaplar, kavanozlar, kadehler, tekneler ve kasalar, yüzük ve bilezikler, çeşitli takılar, elbiseler, lacivert, mavi, siyah ve yeşil, san, damalı ve kahverengi, açık renkli, koyu ve çizgililer. Sonra sayısız koyun sürüle­ri çayırlardan, çimenlerden ve kırlardan getirildi. Eşit çıktı ve götü­rüldü. Aynı biçimde atlan ve homurdanan domuzlan eşit geldi. Fakat

(*) H. Zimmer (1851-1910) oğlu tanınmış Sanskrit uzmanı Heinrich Zimmer'le (1890-1943) karıştırılmamalı.

37

sığırlar sallanıp geçerken, anlaşıldı ki, sayıları aynı ise de, aralarında Beyaz Boynuzlu adı verilen bir kralları vardı; Meave'nin sürüsünde bir tosunken bir kadın tarafından yönetilmeyi kabul etmeyip kralın sürüsüne katılmıştı. Onun büyüklüğü ve şahaneliği, kadının sürüsü içindeki boğa krallar ile karşılaştırılamazdı. Bu eşitsizlik ortaya çıktı­ğında, kraliçe bir çakıl taşı değerinde bile bir şeye sahip değilmiş gibi hissetti.



Kraliçe Meave teşrifatçısı Mac Roth'u çağırıp, İrlanda'nın bir ye­rinde Beyaz Boynuzlu'ya eş bir boğa var mıdır' diye soruşturdu. 'Onun iki katı ve daha iyisini biliyorum' dedi adam, 'Cooley'de Daire mc Farhtna'nın sürüsünde, Kahverengi Cooleyf.

'Koş' diye emretti Meave, 'Daire'ye benim için yalvar, bu boğayı bir yıl ödünç versin, yum sonunda ödünç verme ücreti Kahverengi Cooley'in kendisi ile birlikte elli düve alsın. Eğer ülkede bu çok de­ğerli şeyden bir zaman için bile ayrılmayı yanlış sayan varsa, Daire boğası ile birlikte gelsin. Onu şimdiki ülkesi ile eşit bir mülke oturta­cağım, yanında üç kere yedi cariye değerinde bir araba ile ek olarak kendi uyluklarımdan yukarılarının arkadaşlığını vereceğim.'

Mac Roth ile dokuz elçi, adayı, Connaught'tan Cooley'e, batıdan kuzeydoğuya geçtiler. Daire, boğası ile birlikte geldiğinde kendisine Cooley'dekine eş bir mülk, yirmi bir cariye değerinde araba ve üstelik Meave'nin kendi uyluklarının yukarılarının arkadaşlığı verileceğini öğrendiğinde öyle hoşlandı ki, okuyoruz, 'kendini öyle attı ki, altın­daki yatağın dikişleri parçalandı.'^

Masalın gerisi bekleyebilir. Şimdi üstünde durulacak nokta, İr­landa arkeolojisinin ve eski edebiyatının, İ.Ö. üç dört yüzyıl egemenlik kurmuş olan ataerkil, demir-taşıyan Kelelerin, eski Tunç Çağı uygar­lığına üstün geldikleri fakat Hak Anayı yok edemediklerini gös­termesidir. Bu koşullar, demir-taşıyan Dorlann, Tunç Çağı Girit-Ege uygarlığına egemen olmalarını, mitosların ve ritlerinse buna karşm yaşayıp gitmesini andırıyor. Harrison'un çalışmasından gösterdiği­miz gibi, çok iyi bilinen Homeros mitoslarının büyük bölümü de Ho-meros öncesi mitosların yorumlanmış parçalarıdır. Kır festivallerin­de, kadın ritlerinde ve gizemli kültlerde, klasik dünyanın alhndan(hat-ta bundan da öte) eski rit ve gelenekler tabakası yaşamış, güneşli Olimpos yüzlerinin ardında bizleri dehşete düşürecek derecede par­lamıştır. Aynı biçimde, eski İrlanda epiklerinde, Keltik krallar ve par­lak arabalı savaşçılar, peri kalelerinde görülen manzaralarda yaşar-

38 $*':'•■

larken, daha eski bir mitolojik dönemin varlıkları ile yanyanaydılar: Tanrıça Dana yenildiğinde, kötülüğün çam tepelerine çekilmiş, çocuk­ları harika Tuatha De Danann buralarda yaşamışlardır. İşte bunlar, bugünkü İrlanda köylülüğünün, sidhe veya Shee halkları, Peri Evsahi-bi, Peri Süvarisi'dirler.

Yeats 'Kimdir onlar?'diye soruyor. Ve üçlü yarat veriyor 'Köylü­lere göre, korunacak kadar iyi, yitirilecek kadar kötü olmayan melek­lerdir. Armagh Kitabına göre, toprağın tanrılarıdırlar. Antika merak­lılarına göre, pagan İrlanda'nın tanrılarıdırlar. Tautha De Danan, artık tapmılmaymca ve sunaklarla beslenmeyince, halkm hayalinden yitip gittiler; şimdi yalnızca bir kaç karış yukandalar. Ve ekliyor: 'Perilerin her zaman küçük olduklarını sanmaym. Onların her şeyleri, boylan da isteklerine göredir.'**7'

39

II. BÖLÜM BOĞANIN EŞİ



1. TANRININ ANASI

Notre Dame de Chartres, Nuestra Senora de Guadalupe üe bir olabilir mi? Hiç bir Katolik, her ikisinin önünde diz çöküp dua etmekte tereddüt etmez. 'Kutsal Meryem, Allahın Anası, biz günahkarlar için, şimdi de, ölüm saatinde de dua et.' Fakat, yayılma kuramlarını aforoz etmiş ve kültür ilişkilerini karşılaştırmayı metodolojik olarak küçük görmüş olan sıradan antropolog, Mars'tan gelmiş gibi davrandığın­dan, iki keskin biçimde ayn monograf karşısında saf düşünce gezege­nine dönmekte zorlanabilir: Biri yerel Fransız, biri yerel Meksika tanrıçası, ikisi de işlev olrak bütünüyle farklı toplumsal düzenlere hiz­met ediyorlar. Chartresli Hanımımız Gallo-Roma Venüs kutsallığının etkilerini taşırken, şimdiki (12-16: yüzyıl) katedralinin kemerlerinde görünen Kara Madonna kültünde izleri görünür. Guadalupelu Ha-nımımız ise, bilgi veren yerlilerin iddiasına göre, Montezuma'nm dev­rilişinden on yü sonra ortaya çıkmıştır. Açıkça Amerika kızılderili kökenlidir. Büyük olasılıkla ulu yılan-tanrıça Coatlicue'nin kutsallı­ğını taşır. Hepsi de doğru olabilir, gene de yeterince doğru değil.

Soruyu daha zorlayalım: Bakire Meryem, Venüs-Afrodit veya Kı-bele, Hathor, İştar veya ötekilerle aynı olabilir nü? tikel Mitoloji'tan başındaki, İS. 150'de, Tanrıça İsis'in öğrencisine seslenişini düşüne­lim:

Ben her şeyin doğa anası, sahibesi ve tüm öğelerin yöneticisiyim, dünyalann ilk soyu, kutsal güçlerin başı, cehennemdeki her şeyin ecesi, cennette yaşıyanların özü, bütün tanrı ve tanrıçaların tek ba-

40

sına ve tek biçimde açıklayıasıyım. Befıim isteğimle gökyüzünün gezegenleri, denizlerin tüm .rüzgarları ve cehennemin ağlanası ses­sizliği düzenlenir. Benim adım, benim kutsallığım, tüm dünyada, çeşit çeşit biçimde, türlü geleneklerde ve bir çok ad altında sevilmek­tedir.



İnsanların ilki olan Frigler bana ana tanrıça Pessinus dediler. Kendi topraklarından çıkmış olan Atinalılar Cecropian Minerva, denizle sarılmış. Kıbrıslılar Paphian Venus, ok taşıyan Giritliler Dictynian Di­ana, üç dil konuşan Sicilyalılar melun Proserpine, Elevsisliler eski tanrıçaları- Ceres, bazıları Juna, ötekiler Bellona, başkaları Hecate, başkaları Ramnusie ve güneşin ilk ışınları ile aydınlanan doğuda o-turan her iki türdeki Etopyalılarla her tür eski kuramda mükemmel olan ve düzenli törenlerle bana tapman Mısırlılar bana gerçek adımla Kraliçe İsis dediler. 'W

Hiç bir iyi katolik bilerek Isis önünde diz çökmez. Fakat, şimdi ta­rihsel bir kişi olan Meryem'e dogmatik olarak bağlanan her mitsel motif, ayni zamanda ve kültünün gelişim döneminde ve yerinde, hem Meryem'in herif îsis'in yerel görünümleri olan her şeyin anası Tanrıçaya bağlıdırlar: ölmüş ve dirilen tanrının ana gelinine, bilinen ilk temsili I.Ö. 5500'e kadar giden Tannçaya.f*)

Tapınma ile ilgili kültlerde, sofu kimsenin tek bir yerel bildirimle sınırlandırılması gelenek olmuştur. Böylelikle ona, 'en gerçek' kut­sallık biçiminin temsili olarak, ya da tek olduğundan ya da öncel ol­duğundan saygı gösterir. Hindistan'da bile, dinlerin birliğinin önderi Ramakrişna'nın (1836-1888) ağzından bir sofuya Öğütlerde okuyoruz: Bütün görünüşler karşısında kuşku duymadan eğilmelisin. Fakat bir ideale sapmaz biçimde tapınma denen bir şey vardır. Gerçekten, doğrudur, herkesi selamlamalısın. Fakat tüm ruhunla bir ideali sev­melisin. Sapmaz tapınma budur.' Ve Krişna ile Gopis® öyküsünden bir örnek verir: 'Gopis'in çoban Vrindavan Krişnasma öyle bağlılıkları vardır ki sarıklı Dwaraka Krişnasını görmediler bile.'^

Fakat bir kimse, tapınma ile bilim arasındaki sınırların anlamını, ayrımını bilmelidir, ikincisi ile ilgili genel formlardan tüketilmiş yerel

(*) ilkel Mitoloji'nin basımından bu yana Türkiye'de, güneybatı Anadolu'da Î.Ö. 7000'den kalma neolitik bir kasaba kültürü ortaya çıkarıldı: Hacılar. Ana tanrıçanın heykelcikle­rini içeren seramik eşyalar, İ.Ö. 5700-5400 tarihlerinde olduğu belirlenen bir tabakada bulundu. James Mellaart, Excavations at Hacılar, 4. yıl raporu, 1960, Anatolian Studies, c. 11 (1961) ve Mellaart, Hacılar. Neolithic Village Site. Scientific American, c. 205, No: 2. Ağustos 1961.

41

bir delil korkusu olmasına gerek yoktur. Basitçe gerçektir. Nasıl ister­seniz öyle yapın. Ölmüş ve dirilmiş tanrının annesi, Levant'ta neolitik ve neolitik sonrası dönemde, mitolojik olarak binlerce yıldır biliniyor­du. Mamut avı dönemindeki paleolitik çıplak tanrıça kültü ile olan ilişkisi açık değildir, fakat çekirdek Yalan Doğuda l.ö. 5500'den, Gua-dalupe'da İ.S. 1531'e bir sürekliliğinin olduğundan kuşku yoktur.'4' Tüm antik dünya, Küçük Asya'dan Nil'e, Yunanistan'dan İndüs Vadi-si'ne kadar çıplak dişi formun türlü biçimlerini barındırır: Hepsi, herşeyi besleyen göğüslerini sunan; sol eliyle cinsel organını tutup, sağ eliyle sol memesini kollarını uzatmış bir erkek çocuğa veren, onu emziren, şefkat gösteren şekillerdir. Çocuk yabanıllar arasındadır, sap, çiçek, yılan, kuş v.b. işaretler tutar. Bu tür şekiller iyi bilinen Tunç Çağının bir çok adlarla bilinen ulu tannçasına ve kültlerine aittir. En kutsandığı tapınaklardan biri, Efes'te, İ.S. 431'de konsülce Theoto-kos Meryemi olarak ilan edilmişti. Bu zaman boyunca Roma İmparatorları pagan dinleri korkunç baskılara uğrattılar. Tapınaklar kapatıldı, kahinler, filozoflar, öğretmenler sürüldü, idam edildi. Za­man geçti, sonuçta, günümüzde, Batı dünyasında, Meryem, Şehitler Kraliçesi, bütün adların, formların, üzüntülerin, neşelerin ve tesellile­rin ana tanrıçası oldu; tek kalıtçısı: Akıl Mevkii, Onur Mek im. Mistik Gül, Altın Evi, Cennet Kapısı, Sabah Yıldızı, Günahkarların Koruyu­cusu, Meleklerin Kralilçesi, Barış Kraliçesi.*5'



2. İlâ KRALİÇE

Şekil 12'deki tanrıça görüntüsü, Sir Arthur Evans tarafından Knos-sos'un labirent sarayında yıkıntılar ortasında bulunmuş Girit mühü-ründen. Girit'in eski uygarlık çalışmalarında özel bir önemi var. Av­rupa çevresindeki en eski Tunç Çağı uygarlığının gelişme merkezini gösteriyor. Ada, Frobenius'un belirttiği gibi, Levanten etki .çembe­rinde yer alır. 3LÖ. 2500-1250 döneminin görkemli saraylan İndüs Vadi­sinin Harappa ve Mohenjodaro kentleri ile çakışır.^6'

Mühürde tanrıça, mızrak elde, aslanlarla çevrilmiş bir dağın üstündedir. Arkada bütün Girit türelerinin karakteristiği olan kiriş­lerin üstünde yapı boynuzlan ile bir bina görünmektedir. Önünde, başka imgelerden tapınmayı gösterdiğini bildiğimiz bir duruşla, genç bir erkek vardır. Erkek bir olasılıkla tanrıdır (ölmüş ve dirilmiş oğul-eş). Veya genç Girit kralıdır (Eğer Frazer haklıysa™ her Venüs yıldö-

42



Şekil 12. Dünya Dağtnm Tanrıçası

nümünde yani sekiz yılın sonunda ya gerçekten ya simgesel olarak kurban edilir(*). Veya basitçe sofudur.

Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Girit uygarlığının yeniden bulunma­sında emeğine çok şey borçlu olduğumuz Sir Arthur Evans sekiz cilt­lik anıtsal yapıtı Minos Sarayı'nda^ kazı sırasında sayısız tanrıça, kendi sözleri ile 'Küçük Asya'run büyük bölümünde ve Suriye'de deği­şik ad ve unvanlarla tapınılan, aynı oğul veya eşi ile birlikte görülen ulu ana' bulunduğunu anlatır.^ Öte yandan, Yunan Din Tarihi'ma ya­zarı, alanında eşsiz bir profesör olan Martin. P. Nilsson, Evans'm görüşüne tedbirlilik öğütleyerek karşı çıkara10) 'Aslanların çevirdiği dağın üstünde elinde mızrakla duran tanrıça gerçekten Küçük Asya' run aslanların eşlik ettiği kibelesi Dağ Ana (xfctny öyeta'yı andınyor. Öte yandan, Kıbele, Rhea ile özdeşleştirildiğinde (Zeus'u doğuran Rhea) ada ile bağıntısını destekler görünüyor. Mühürdeki tanrıça bu nedenle tereddütsüz Küçük Asya'nın Ulu Anası ile özdeşleştirilebili-yor. Fakat akılda tutmamız gereken şey, bu resim ile bizim ulu ana öykülerimiz arasında yüzlerce yılın (gerçekten Hesiod'a göre binlerce yılın) uzandığıdır. Olası veya olanaklı görülen Minos Girit'i ile Asia Minor'un etnik ilişkisine kapılmadan, önyargısız olarak, Minos tann-

(*) Venüs'ün 1 yılı 584 gündür. 5 Venüs yılı (584 x5* 2920), 8 yıl eder (365 x 8 » 2920). Böylece Venüs'ün aynı noktaya gelmesi için 8 yü gereklidir.

43

çası ile tarihsel dönemlerden bildiğimiz Ulu Anayı ilişkilendirmeitnek daha sağlıklı olur. Basitçe, mühürümüzün, Küçük Asya' dakine benzer veya onunla ilgili doğal bir tanrıça olduğu gözlemine, aradaki yüzyıl­ların Küçük Asyası'ndakinin niteliğini değiştirip geliştireceğini düşü­nerek, bağlı kalmalıdır/11'



Böyle bir uyarıya dikkat etmek sağduyululuk olarak görülebilir. Ama Profesör Nilsson'un paragrafının yazıldığından bu yana antiki­tenin tiyatrosunda yeni bir ışık yandı. Bu ışığın desteklediği Sir Ar­thur Evans oldu. Özellikle, genç bir İngiliz mimar, Michael Ventris'in Girit çizgisel B yazısını çözmesi ve dilin eski Yunanca olduğunu bul­masıyla. Üstelik, yazüann, bir muhasebecinin notları olduğu ortaya çıkmış da olsa,, bu çok şey yanında, tapınaklardaki sunakları da kay­dediyorlar.'.' Sunakların verildiği tanrılara sesleniş klasik Yunan ge-leneğindeki gibiydi. Örnek olarak:

Dictaean Zeııs'a, yağ.

Daidalcion 'a, yağ.

Labirentin Hanımı'na, bir kavanoz bal.

Sonra, şimdi Pylos olarak bilinen Yunan anakarasındaki bir yer, Ilyada'da Kral Nestor'un Miken saray-kenti olarak anlatılan yer olarak belirlendi ve burada ikinci bir çizgisel B yazı deposu ortaj a çıktı. Yu­nan deniz tanrısı Poseidon'a (toprak-tanrıçası'nın (das) tanrısı (posei)) verilmiş bir çok armağandan, sığır, koç, post, buğday, un ve şarap, bal ve merhem ve hatta insandan söz ediliyor.'13' Daha sonra 'İki Kra­liçe ve Kral'f14) denilen 'iki Kraliçe ve Poseidon' kutsal tiradım öğ­rendik/15) Aynı zamanda Kral Nestor'un kentinin Potnia, 'Hanım' adlı bir tanrıçanın tapınağının yanında olduğunu ve kralın büyük bif te-menos yani mülke sahip olduğunu da.'16'

Bu ilişki ile bilimadamları Odysseia daki uzak seferlere çıkan Phaiaklılann Kralı Alcinous'un kızkardeşi Nausicaa'nın sözlerini de anımsadılar:

Bak, yabana, noksansız yaparsan benim dediğimi,

dönüşünü çabucak sağlıyabiliyor babam.

Rastltyacağız yol kenarında Athene'nin bir korusuna,

pırıl pırıl kavaklardan bir koru

içinde bir pınar var, çimenlik iki yanı,

babamın bir bahçesi var orda

meyva verir istediğin kadar."7*

44

Şimdi, Potnia ile Kralın ne ilişkisi olabilir? Veya, İki Kraliçe ile Kralm', veya İki Kraliçe ile Poseidon'un? Bütün bunların Girit'te ana tanrıçanın rolü, konumuzla ve Girit yoluyla Yunanistan ve ötesi ile ne bağı bulunabilir?



Miken örneğinde, iki kadını bir çocukla otururken gösteren fildişi bir süs tabağı vardır. Şekil 13.(18> Üçlü, çizgisel B metinlerinden öğre­nilenin ışığında, iki kraliçe ve kral veya iki kraliçe ve genç tanrı olarak yorumlanmışlardır. Ventris'le birlikte yazının okunması için çalışmış olan Profesör Leonard Palmer, 'Miken'den çıkan tabak, Miken kutsal ailesinin fen güzel örneği kabul edilmiştir' diyor. Ama, daha şematik olanların varlığına ilişkin kanıtlar var. Siyam ikizleri gibi yapışık ve ortak omuzlarında bir çocukla görülen fırında pişirilmiş bir dizi şekil var. Bunlar da genç tanrı ile ikiz kraliçeler olarak yorumlandılar.^9^



Şekil 13. iki Kraliçe ve Kral

Sümer'in bilinen en eski mitolojisinde, ölmüş ve dirilmiş tanrı Du-muzi-asbu, Cehermernin Sadık Oğlu, iki uhı tannçca ile, daha doğrusu, iküi biçimde bir tanrıça ile kader birliği etmişti. Bir yandan yaşıyanlarm tanrısı, öte yandan ölülerin tannsıydı. Birinci biçimi ile sonraki klasik mitolojide Afrodit olan Cennet Kraliçesi İnanna, ikinci biçimi ile, klasik mitolojide Persephone olan öte dünyanın korkulu

45

kraliçesi Erişigal'di. Ölümde ikinci ile bulunan, yaşamda birinciyi se­ven tann Yunan geleneğinde Adonis'ti. Şeklimizde çocuğun bir tanrıçadan ötekine geçtiğini görüyoruz. Sümer döneminde böyle bir üçlü, Miken tabağındaki gibi, tnanna, Erişkigal ve Dumuzi olarak veya ruhunda kralın vücut bulduğu eşdeğer biri olarak temsil edile­bilirdi. Klasik Yunan'da ise Elevsis'in üç ulu gizi olarak ortaya çıkar­lar Demeter (Toprak Ana) Persophone (öbür dünyanın kraliçesi) ve (bir zamanlar yerel bir kral olan)*20) Triptolemos. Triptolemos, Deme­ter ve Persephone'nin beslediği, Demeter'in armağanı olan tohumu dünyaya çıkaran fakar Persephone'un beslediği biri olarak ölüler ülkesinde hüküm süren genç tanndır.*21'



Şekil 14'te, karşılaştırma amacıyla aldığımız, Elevsis bölgelerinde birinde bulunan eski bir kırmızı küpte çizilmiş Yunan üçlüsü vari^ Solumuzda Demeter, kendisinin beslediği Triptolemus'a tohum uza­tıyor. Triptolemus, temel saban-fallus analojisini anımsatacak biçimde Tarık saban'ını tutuyor. Arkasında, iki elinde meşalelerle öbür



Şekil 14. Demeter, Triptolemos ve Persephone

dünyanın kraliçeliğini belirleyen Persephone duruyor. (7. şekil ile karşılaştırın) Jane Harrison, 'anne ve bakire burada açıkça belirlen­miştir' diyor, 'ikisi bir araya geldiğinde hangisinin hangisi olduğunu söylemek olanaksız. Demeter ve Kore (Persephone) iki kişi fakat tek

46

tanrıdırlar(23)



Böylelikle, ölmüş ve dirilmiş tanrının iki tanrıçası mitosu ile Sü-merlerin, iki kraliçeleri iie Girit çizgisel B yazılarının, iyi bilinen Anne ve Bakire, Sokrates'in Gorgias'ta^ sözünü ettiği Elevsis Yunan gizleri Demeter ve Persephone'un arasındaki sıkı süreklilik kuruluyor. Baş­ka deyişle Sir Arthur Evans'ın ulu tanrıça mitolojisinin çekirdek Yakın Doğu'dan Minos Giriti'ne • devamlılığı görüşü geçerlilik kazanmak­tadır. Bunu gözönüne alarak, Evans'ın Girit-Miken ikili tanrıça simgesi hakkındaki görüşlerini izlemeye devam edebiliriz.

Şans eseri, Pylos'ta bir mezarda, bir köylü tarafından bir kovanın içinde bulunan bir yüzükte, sessiz de olsa etkili bir kanıt vardır. Şekil 15'teki Kral Nestor'un ■ güzel yüzüğü 31,5 gram saf alandandır ve Evans'a göre İ.Ö. 1550-1500'den kalmadır.





Şekil 15. Sonsuz Yaşam Ağacı

'Çizim alanı, bir ağacm yatay uzanan dalları ve gövdesiyle... İki bölüme ayrılmıştır... eski, boğum boğum ve yapraksız ulu ağaç.... bir yığının veya tümseğin üstünde fışkıran dallan ile durmaktadır. Göv­desi alanın ortasından fışkırmıştır, yatay uzanan dalları vardır... dal­ların böldüğü sahneler gerçekte yeryüzüne değil Minos öbür dün­yasına aittir. Eski İskandinav "Dünya Ağacı' ve Odin'in Küllerinin Atı Yggdrasil ile açık bir benzeşme göstermektedir.

47

Sol üst:

Ağacın ilk bölümünde Minos Tanrıçası görülebilir. Tanrıça alışıl­mış arkadaşı ile konuşurken canlahdırılmıştır. Başının yukarıların­da görünen iki küçük nesne ile vurgulanmıştır. Her iki yanlarında uzanan kanca gibi görüntülerle krizalit oldukları anlaşılmaktadır. Bu­rada pupa biçimleri ile yerleştirilmiş olduklarından, insan ruhunun ölümden sonra diriliş imgesinden başka bir şey olduklarını düşün­mek zordur.

Yanlarında bir ring üstünde görünen iki genç figürün ise yeni ya­şamdaki yeniden canlandırmışlarının simgesi olduğuna kuşku yok.

Gençler, uzun Minos lüleleri ile tanrıçanın arkasında duruyorlar. Arkası ona dönük olan sağ kolunun alt kısmım kaldırırken, arkası ağaca yüzü ona dönük olan kısa etekli hanım, karşılaşmadan şaşkın­lığını iki elini kaldırarak gösteriyor.

Lburada, tanrıçanın yaşam veren güçleriyle yeniden birleşmiş ve
krizalit ve kelebeklerle simgeleştirilmiş genç çiftle, ölümün ayrılmış
olduğunu görüyoruz. Buluşma, gerçekten, aşağıda anlatılan sahnede
olduğu gibi, evli çiftin Kutsal Ülkede sürekli birleşmesini gösteriyor
olabilir. |3§f

Sağ üst:

Bu bölümde, ağacın sağında, tanrıçanın kutsal aslanı uyanık bir


sükun içinde bir tür kerevete uzanmıştır. Erkek giyiminde de olsa,
her zaman iki küçük cariyesi olarak temsil edilmiş olan hizmetindeki
iki kadın figürü ona hizmet etmektedir. Tanrıçanın aslanı, doğal ola­
rak, aşağıdakileri bekliyecek ve gözleyecektir. ,

Sahnenin dinsel niteliği, ağaçtan fışkıran kutsal sarmaşık-dal ile zenginleştirilmiştir. (...Dünya Ağacından fışkıran filizler aşağıdaki alemlerin nöbetçisi aslana gölgelik diyedir. Duvar resimlerinin dik kayalara tırmanan 'kutsal samaşık'ı ile eş tutulmalıdır. Yürek biçimi yapraklar hatta çiçek öbeklerinin uçları açık seçik belirginleştiril­miştir... Aeneas kopardığında ona Avernus yolunu açan Altm Dal'ı anımsamamak olanaksız (Aeneid vı. 136). Fakat biri koparıldığında başka bir altın dal parıltılar içinde onun yerini alır...).



Sol ve sağ alt:

Gövdenin alt iki yanında, Griffin'in huzuruna, Adalet Avlusu'na girenlerin ilk incelenmesinin anlatıldığı bir sahne kesilmeden res­medilmiş. Sol bölümünde genç çift gene ortaya çıkıyor. Bir dansa uymuş görünüyorlar. Bir griffin hanım onlara işaret ederek öne git-

48

melerini istiyor. Gövdenin sağında bir başkası, gençleri, saygısızca girdikleri için uyarıyor. Gövdenin sağında, birincisinin ötesinde iki griffin hanım daha var. Yeni dönemin (l.ö. 1550) her zamanki mo­dası kısa etekleri ve saygı ile kalkmış elleri ile, hepsini mahkemenin başkanma yöneltiyorlar. Başkan, kibar, horoz tüylü kanatlı bir griffin türü. Yüksek bir masa veya taht üzerine oturmuş. Arkasında başka bir dişi şahıs duruyor. Bu kişide tanrıçanın bir tekrarını görüyoruz. Bu griffinin üstün özelliği, Girit'te, özgün biçimde kartal başlı olan et­kileyici görünüşündedir. Burada Baş Yargıç mevkini belirlemektedir. Aşağıda, ağacın dibinde bir tümsekte, ot yerini tutan filizlerin arasın­da, köpek benzeri bir canavar çömelmiştir. Cerberusun habercisi bu yaratık, geniş ölçüde ejderha ile Yggdraİis'in dibindeki isteksiz Nid-hogger ile karşılaştmlabilüv25'



Ders yeterince açık. Bu sahnede temsil edilen ölüm ötesindeki yaşam imgesi, toto coelo, sonraki epik dönemin kasvetli Hades'inden, güleryüzlü klasik Kutsal ada ve cennet bahçeleri imgelerini önermesi ile farklıdır, Virgil'in Harika Ormanlarını anımsıyoruz:

largior hıc campos aetherei lumine vestit ptırpureo, solemaue sııum, sua sidera norunt.(*)

İlkel deniz ortasında eski Sümer cennet adası Dilmunu da anım­satıyor. Î.Ö. 2050nin çivi yazısı metinlerinde okuyoruz:

;*ç* aslan öldürmez,

kurt kuzuya saldırmaz...

yaşlı kadınları ben yaşlı kadınım demez, yaşlı erkekleri ben yaşlı erkeğim demezS26'

Bu, Odysseia'ıun IV, kitabında, 'Elysion ovasında ve dünyanın ucunda" yaşlı deniz tanrısı Proteus'un, Helen'in eşi Menelaus'a an­lattığı manzaradır:



ölümsüz dünyanın ucuna götürecek seni, Elysion ovasına, sarışın Rhadamantys'in yanına,

(*) İşte geniş gökler çayırlan mor ışığa boğuyor, kendi güneşlerini kendi yıldızlarını bi­liyorlar. (Aeneid VI. 640-41).

■. !& 49

öyle rahat yaşar ki insanlar orda: hiç kış olmaz, ne kar yağar, ne yağmur, insanları serinletmek için yükselir Okeanos'tan esen yelleri Zephyros'ım tatlı tatlı. (27)

Profesör Nillson, tarihsel Yunan dininin ayn ırklardan iki halkın birleşmesi ile oluştuğunu yazar: 'İkisi hakkında ne yazık ki çok az şey biliyoruz. Gene de, Grek öncesi halkın duygusal dinindeki mistik eği­lim ile Îndo-Germen işgalcilerin ılımlı dinlerindeki ataerkil tanrıların yazısız yasalarına bağlılıkları arasındaki ayrım sezilebilir.'(28)

Batıdaki, sefil, acıklı birleşmenin gelişimini, hareket, baskı ve kan dolu tarihini enine boyuna kalıcı etkileriyle gösteren bu açıklama üstünde durmak istiyorum. Levanten dünyada da, Yunandaki gibi, Sami öncesi ve Aryan öncesi mistik tarımcı neolitik ve Tunç Çağı halk­larının duygusal dini ile, şimdilik böyle diyelim, değişik savaşa halk­ların ılımlı dinlerindeki ataerkil tanrıların yazısız (ve sonra, yazılı) ya­salarındaki bağlılıkları arasında derin çelişki vardır/Gerçekten, yal­nızca 'sezmiyoruz', kültürümüzün her verisinde ve ruhlarımızda, biz­deki bu çelişkili eğilimleri görüyoruz. Fakat Bölümün bu kısmında vurgulanması gereken, ataerkil Aryanlann da, Samilerin de güler-yüzlü, mistik, şiirsel cennet-dünya temalarının ne kaybolmuş olduğu ne de tekrar kazarulmışlığıdır; ana tannçamn göğsünde, yaşam kadar ölümün de varlığı, korkudan uzak, her zaman mevcuttur.


Yüklə 2,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin