Müt'a Nikâhı
Şüphesiz, yüce İslâm dini bütün insanî saadet ve mutlulukların ilham kaynağıdır. Bu yüce din insanlığı bedbahtlık ve felâkete düşürmek ve hayatın zorlukları ve sıkıntılı anlarında insanoğlunu kendi hâline bırakmak için gelmiş değildir. İslâm, hayatın hiçbir boyutuyla ilgili bir zaaf ve eksiklik taşımaz, insanoğlunun saadeti konusunda yapılması gereken her şeyi yapmış, zerrece ihmalkârlıkta bulunmamıştır. İşte bütün bu sayısız üstünlük ve meziyetleri nedeniyledir ki ilâhî dinlerin en mükemmel ve en üstünüdür.
Sosyal yaşam ve sosyal adalet açısından fevkalâde mükemmel olan İslâm hukuku, bütün çağlar gibi bu çağın da bütün insanî ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeterlilik ve kapasiteye sahiptir...
Keza, İslâm'ın evlilik ve aile yaşamı konusundaki fevkalâde ileri hüküm ve kanunları da, hiçbir din ve okulda eşine rastlanmayacak mükemmellikler taşır. Evlilik ve aile yaşamı konusunda kilisenin tavrı, tam anlamıyla İslâm'ın karşı noktasında yer alır. İslâm aile yaşamı ve evliliğe ne kadar önem veriyorsa, kilise uyguladığı katı kurallar ve çıkardığı lüzumsuz zorluklarla aile yuvasının kurulmasına bir o kadar engel olmaktadır. Nitekim eski Hıristiyanlık anlayışında bekâr yaşayıp bekâr ölmek manevî bir meziyet telakki edilir ve evlenmek zaaf ve mekruh olarak algılanırdı; hatta bugün bile Hıristiyan din adamları aynı yolu izlemektedirler. Nitekim bir süre önce Vatikan'da düzenlenen bir kongrede bu konu ele alındı ve uzun tartışmalardan sonra kilise şu karara vardı:
"Evlenmek, geçmişte olduğu gibi bugün de mekruh ve çirkin bir olaydır ve kilisenin bu konuda müsamaha göstermesi düşünülemez!"
İnsanoğlunun en köklü ve en güçlü içgüdülerinden biri olan cinsel isteğin önü zorla tıkanır ve bu doğal eğilime makul bir cevap ve çözüm getirilmezse, sonucun sapıklık ve hastalığa varacağı apaçık ortadadır. Nitekim Hıristiyanlığın bu konudaki olumsuz tavrı ve kilisenin evlilik meselesine bakış açısındaki hata, Hıristiyan toplumlarda fuhuş ve cinsel sapıklık belâlarının inanılmaz şekilde yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Tahrif edilmiş olan Hıristiyanlığın cinsel konudaki emirlerinin uygulanması ve bu anlamda ideal bir Hıristiyan olabilmek elbette ki onlara pek zor gelmiş, kilisenin aşırı baskıları sonucu Hıristiyanlar, kafesten kaçan hayvanlar misali Hıristiyanlığın "şehveti öldürme" tutumundan kaçmış ve bu kez de onlar aşırıya kaçarak dizginleri tamamen yitirmiş, tam anlamıyla hür olduklarını ispatlayabilmek için bütün sınırları çiğnemişlerdir.
İslâm dininin ilk buluğ çağından itibaren evlenmeyi tavsiye eden yaklaşımı, bu konudaki olumlu tavrını yeterince ispatlayıcı niteliktedir. Ancak, İslâm'ın önerdiği yol hayvanî değil, insan onuruna yaraşır doğru yol ve sağlıklı yöntemdir.
İslâm nazarında insanın eşini ve çocuklarını sevmesi doğal ve fıtrî bir reaksiyon olarak değerlendirilir ve cinsel şehvetin insan doğasının bir parçası olduğu dikkate alınarak, bu eğilimlerin insanî onur ve izzet sınırları çerçevesinde kabul görmesi gerektiği vurgulanarak bunun insanlar için bir süs ve ziynet olduğu hatırlatılır:
"Kadınlara duyulan şehvet ve oğullara duyulan tutku insanlara süslü ve çekici kılındı..."
(Âl-i İmrân, 14)
İnsanın bu yaradılışını nazar-ı dikkate alan yüce İslâm dini, bugün bütün insanlığı tehdit edecek derecede yaygın hâle gelen fuhuş belâsını kökünden kazıyacak bir hüküm getirmiş ve bundan 14 asır önce vazettiği "belli bir zamanlamayla kısıtlı olan evlenme" yöntemiyle (müt'a nikâhı) insanlığın hayrını ve kadının iffetinin kalıcılığını garantilemiştir.
İslâm öncesi dönem olan cahiliye devrinde birçok iğrenç uygulama gibi, fuhuş ve gayrimeşru ilişkiler de gayet normal karşılanıyordu; hatta belli yerlerde fuhuş mekânlarının bulunması bile yadırganmıyordu. Sevgili İslâm Peygamberi (s.a.a) insanların fikir, amel ve tavırlarını ıslah edip cinsel sapma ve ahlâkî bozulmaları önlemek için daimî nikâh ve evlenmenin yanı sıra, belli bir süre için kıyılan nikâh ve eşler arasında süresi önceden belirlenen "süreli evlenme" yöntemini de uygulayıp gerekli kanunî düzenlemeleri beyan etti ve böylece cinsel içgüdülerin helâl ve sağlıklı bir çizgiye yönlendirilmesi mümkün oldu.
Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından görevlendirilen münadiler Medine sokaklarında bu buyruğu yüksek sesle duyurmakta ve "Ey Müslümanlar! Allah Resulü (s.a.a) günaha düşmemeniz için süreli nikâh kıymanıza icazet vermiştir. Artık doğru yoldan ayrılmayın, cinsel eğilimlerinizi helâl yollarla tatmin edin, zina ve diğer gayrimeşru ilişkilerden uzak durun!" demekteydiler. [1]
Bugün maalesef çoğu Müslümanlarca bilinmeyen ve aslı astarı araştırılıp kökenine inmeden hakkında hüküm verilme hatasına düşülen bu İslâm hükmü gereğince, daimî bir evliliğe müsait olmayan ve sürekli bir nikâhın sorumluluklarını üstlenecek durumda bulunmayanlar süreli olarak evlenebilirler. Bu evlilikte de karşılıklı sorumluluklar vardır ve eşler, yekdiğerinin iffet ve namusunu korumakla mükelleftirler. Süreli evlenmede eşler yekdiğerinden miras almazlar ve erkek, kadının geçimini temin etmekle mükellef değildir; ancak, eşler arasındaki bağın sağlıklı şekilde korunması için daimî evlilikteki bütün kural ve prensipler süreli evlilikte de geçerli durumdadır. Bu nikâhla evlenilen bir kadınla, daimi nikâhla evlenilen kadın arasında zevcelik açısından hiçbir fark yoktur ve daimi evlilik hükümlerinin tamamı onun için de geçerlidir, hak ve hukuku da itinayla gözetilip korunmuştur. Kur’an-ı Kerim, Nisâ, 28'de: "Süreli olarak nikâhladığınız kadınların mihriyesini mutlaka verin." buyurmaktadır.
Evlenme akdi belli bir süreyle kısıtlı tutulmazsa daimi nikâh kıyılmış olur ve ölüm, boşanma vb. nedenlerle son buluncaya kadar da geçerliliğini korur. Nikâh kıyılırken belli bir sürenin tayin edilmesi hâlindeyse "süreli nikâh" kıyılmış olur. Her iki nikâhta da "eş" mefhumu şer'an aynıdır; iffet, çocuk, iddet vb. konularda da hiçbir farklılık yoktur, yegâne fark sürenin kısıtlı veya kısıtsız ve daimi olmasıdır. Süreli evlilikte dünyaya gelen çocuk tıpkı daimi evlilikteki gibi babasının sulbü olup onun nesebini ve adını taşır, daimi evlilikteki bütün şer'î ve hukukî hak ve himayelere sahiptir.
Fuhşun yayılma nedenlerinden biri de, bazılarının daimî nikâhla evlenme imkânına sahip bulunmamasıdır. Özellikle evliliğin getirdiği ağır sorumluluklar ve bir aile bütününün geçim ve geleceğinin sorumluluğunu üstlenme konusundaki malî yetersizlikler, birçoklarının evliliğe yanaşmamasına neden olmaktadır; öteden beri insanoğlunun acı çektiği konulardan biridir bu. Ticaret, savunma, askerî gerekçeler, tahsil, hatta gezme ve seyahat gibi türlü nedenlerle evinden ve vatanından uzaklarda yaşamak zorunda kalan birinin o şartlarda daimi evlilikte bulunmasının zor olduğu veya eğer evliyse bile eşini ve çocuklarını diyar diyar arkasından sürükleyemeyeceği ortadadır.
Cinsel içgüdü hangi şartlarda olursa olsun ancak helâl ve sağlıklı yollarla giderilmelidir. Özellikle uzun yolculuklar ve uzun süreli ikamet değişiklikleri, daha ziyade şehevî duygularının doruğunda bulunan gençlerin karşılaştığı bir durum olduğundan, böyle konumlarda fuhşa bulaşmamanın tek yolu süreli nikâhtır.
Bu ıslahçı ve ileri İslâm hükmü, günümüz şartlarında gerekli kanunî ve sosyal düzenlemelerle şer'î hudutlar çerçevesinde uygulanır ve kötü amaçlara alet edilmemesi için suiistimali engellenebilirse, bütün insanlığı tehdit eder hâle gelmiş bulunan fuhuş ve cinsel sapıklıklarla mücadele yolunda etkili bir silâh olacağı inkâr edilemez.
Bu emniyet supabının işlerliğe geçmesi hâlinde fuhuş yuvalarının kökünün kuruyacağı, insan onurunun et pazarına dönüşmekten kurtulacağı, sosyal ahlâk ve kamu iffetinin garantiye alınacağı ve birçok kadının batağa düşmesinin önleneceği inkâr edilebilir mi?
Bu dinî hükmün "sağlıklı ve doğru şekilde" uygulanması gerektiğini önemle vurgulamamızın sebebi, şehvet düşkünü veya cehalet içinde yaşayan kimilerince bu İslâmî hükmün kötüye kullanılması ve neticede dar görüşlü ve önyargılı kişilerin doğru olmayan propagandaları sonucu bu hükmün tamamen olumsuz bir çehreyle takdim edilir hâle gelmesi ve İslâm hükmünde taşıdığı konuma tamamen aykırı bir nitelikle takdim edilmesidir.
Bir kez daha vurguluyoruz: Süreli nikâh, şeriatın gösterdiği helâl çözüm yollarından biridir ve süreli evlilik şer'î ve pak bir evliliktir. İlâhî had ve sınırlara önem vermeyen ve helâl-haram tanımayan şehvetperestlerin suiistimalinin önlenmesi hâlinde durumun tamamen değişeceği ve fuhuş belâsıyla mücadele yolunda Müslüman toplumlara çok güçlü bir silâh kazandırılacağı bilinmektedir.
Bir hakkın kötüye kullanılmasının sırf bu konuya mahsus olmadığı ve kötü niyetli kişilerin her hakkı suiistimal etme ihtimalinin daima bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Bunu önleyebilmenin tek yoluysa, insanların erdem ve ahlâkî seciyelerini güçlendirmektir ki, yüce İslâm dini bunu en mükemmel hâliyle öğretip uygulayan biricik okuldur.
Ne var ki bu okulun hükümlerinin sağlıklı uygulanabilmesi için kanunî denetim şarttır. Zira kanunî yaptırımı olmayan ve aykırı davrananların cezalandırılamadığı bir uygulamanın kontrolü de mümkün olmayacaktır.
Bu kanunun sağlıklı bir toplum için fevkalâde gerekli olduğu apaçık ortadadır. Bu nedenle de, suiistimalde bulunanlara kanun gücüyle müdahale edilmesi zarureti vardır. Böylece aykırı davrananlara müdahale edilip doğru yolda yürümeleri sağlanabilecek ve hem ferdin, hem toplumun insanî menfaati temin edilmiş olacaktır.
Hz. Resulullah efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyti'nin 5. İmamı (a.s) Hz. Ali'den (a.s) şu düşündürücü sözü aktarır:
"İkinci halife süreli evlenmeyi yasaklamış olmasaydı, İslâm toplumunda çok alçak ve karaktersiz istisnalar dışında zinaya tenezzül eden olmazdı." [2]
Ehlisünnet ve Şia'nın fıkıh ve tefsir âlimlerinin bizzat ikinci halife Ömer'den rivayet ettikleri üzere süreli nikâh Hz. Resulümle (s.a.a) ve Ebubekir döneminde caiz ve uygulanmakta olduğu hâlde Ömer, nedendir bilinmez, hilâfetinin son dönemlerinde şu iki cümleyle, süreli nikâhı yasaklamıştır:
"Resulullah döneminde meşru ve helâl olan iki müt'ayı ben yasaklamış bulunuyorum: Hac müt'ası ve kadınlarla nikâh müt'ası. Bu yasağa uymayanları cezalandıracağım."[3]
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) caiz gördüğü ve Ebubekir dönemi de dahil olmak üzere Ömer'in de döneminde helâl olan ve uygulanan müt'a nikâhını Ömer'in, hilâfetinin son günlerinde neden yasakladığı ve Allah Resulü'nün helâlini ne hakla haram ilân ettiği bilinmez; ama onun bu kişisel haram ilânı ve yasağını sahabe ve tabiînden kimsenin uygulamadığı ve çoğu Müslümanların Resulullah (s.a.a) sünnetine uyduğu bilinmektedir. [4]
Fitne, din düşmanlığı, ahlâksızlık, tahrik ve fesadın dört koldan saldırıya geçtiği; namus, iffet ve ahlâka aykırı film, fotoğraf, gazete, dergi, radyo ve televizyon yayınlarının evlerin en mahrem köşelerine bile sızdığı, arsız ve iffetsiz kadınların gençleri baştan çıkaracak şekilde makyaj sürüp yarı çıplak bir hâlde sokaklarda, çarşılarda gezindiği bu çağda gençler her an yuvarlanabilecekleri bir uçurumun ağzında yaşamakta, temiz ve inançlı gençler bile çok tehlikeli bir çıkmaza doğru itilmektedirler. İslâm hüküm ve kanunları konusunda hiçbir uzmanlığı olmayan ve süreli evlilik konusunda sürekli olumsuz fikirler ileri sürüp bu nur ve kurtuluş dininin fevkalâde kritik hükümlerinden biri olan böylesine hassas bir konuda menfi gürültüler çıkarmaktan çekinmeyerek sözde aydın geçinen yarı ve eksiz elit efendilerin bu şartlar altında söz konusu fesat, zina ve ahlâkî çöküş probleminin çözümü için buldukları bir yol var mıdır acaba?
Bütün gençlerin bu fırtına ortamında kendilerini tamamen kontrol edebilecek güç ve iradeye sahip bulundukları söylenebilir mi? Dahası, türlü müstehcenliklerin sokaklara, hatta evlerin en mahrem köşelerine kadar sızdığı ve gençlerin şehevî içgüdülerinin doruğunda bulundukları bu zor dönemlerinde onlardan bunca iffetsizlik fırtınası karşısında nereye kadar tahammül etmelerini bekleyebilirsiniz sahi?
Kaldı ki, bütün gençlerin böylesine olağanüstü bir irade göstererek bu fırtınalar karşısında kendilerini sıkıp direndiklerini varsayalım; bu durumda insan neslinin devamı ne olacaktır? İnsan doğasına aykırı böylesine bir zorlama ve sıkmanın fıtrat ve hayat dini olan yüce İslâm'la bağdaşmayacağını söylemeye gerek var mıdır? İnsanî yaşam için gerekli bütün prensiplerin kayıtlı olduğu Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah, İslâm dininde size zorluklar yüklemiş değildir." buyrulmuyor mu? [5]
Bu hakikat gün gibi orta yerde dururken söz konusu meşru yol tıkandığında ahlâksızlık ve şirret yollarının mı açık bırakılması gerekir? İğrenç etkileri bugün bütün dünyayı tehdit eder hâle gelen fuhuş ve zina belâsının şu veya bu bahaneyle serbest bırakılması ve normal mi karşılanması gerekir?..
Böylece insanlığın şehvet batağı içine yuvarlanıp hayvanî seviyelere düşmesi ve her nevi ahlâksızlığın normal karşılandığı, bu hayvanlıkların özgürlük adına takdim edildiği bir dünya yaratılmak istenmektedir...
Kur’an’ın şu buyruğu ne kadar da düşündürücüdür:
"...hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değişmek is-tiyorsunuz?" [6]
Yoksa, her biri kurtarıcı birer yıldız olan İslâm hükümlerinden süreli nikâhı hayata geçirmek suretiyle, kimi maddî, kimi manevî sıkıntı içinde yaşayan milyonlarca dul, bekâr, boşanmış ve ne yapacağını bilemez hâlde çaresizliğin pençesinde kıvranan kadınları kurtarmayı ve onların da baskısız ve sıkıntısız bir hayat sürmesini sağlamayı mı?..
Toplumda sayısı hiç de az olmayan bütün bu kadınlara iş imkânı sağlandığını ve maddî giderlerinin temin edildiğini varsayınız. Sırf maddî sorunlarının çözülmüş olması onların huzur ve mutluluk içinde yaşamasına yeterli midir acaba? Kadının doğasında bulunan ve ruhunun derinliğinden kaynaklanan erkeğe ilgi ve eğilim duygusunu tatmine yeterli midir bu?... Erkekte olduğu gibi kadında da yaradılışından gelen bu güçlü duygunun zorla bastırılması ve sürekli törpülenmesi elbette ki türlü cinsel sapma ve psikolojik bozulmalara yol açacaktır.
Bugün batı dünyası ve onları taklit eden ülkelerde kadın-erkek arasında giderek yaygınlaşan ve normalleşen gayrimeşru ilişkiler süreli nikâhtan daha mı iyi sonuçlar vermiştir?.. Gerçekten hep geçici olan, ama süreli nikâhtaki hiçbir usul, sınır ve meşruiyeti taşımayan bu iffetsiz ve başıboş ilişkiler apaçık zina değil midir?
Batılı düşünür ve fikir adamları, içinde bulundukları ve toplumlarını tehdit eder hâle gelen bu fuhuş ve ahlâksızlık furyası karşısında süreli nikâhın tek geçer yol olduğunu itiraf etmeye başlamışlardır. Ünlü İngiliz düşünür Bertrand Rus-sel'in şu sözleri yeterince düşündürücü olsa gerek:
"Çağımız dünyasının sosyal ve ekonomik sorunları, umduğumuzun tam tersine, gençlerin evlenme yaşını yükseltti. Bundan 1-2 asır önce bir genç yüksek tahsilini 18-20 yaşındayken tamamlıyor ve buluğ çağının başlangıcı veya gençliğin ilk yıllarında evlenmeye hazır duruma gelmiş oluyordu. Yüksek ihtisaslar için 30-40 yaşlarına kadar okumak zorunda kalıp da neticede bu yaşlarda bekâr kalanlar parmakla sayılacak kadar azdı. Oysa çağımızda gençler ancak 18-20 yaşından sonra üniversiteye girebilmekte, tahsilini tamamladıktan sonra geçimini sağlayacak bir iş bulup evlenmeye hazır hâle gelmesi 35'li yıllarına rastlamaktadır. Bu nedenledir ki, gençler şehvetin en tehlikeli anları ve tahammülün en zor dönemleri olan buluğ çağıyla evlilik arasında geçen bu uzun süreci şu veya bu şekilde geride bırakmak zorundadırlar!"
"Bu kritik dönemi insan ömründen soyutlamamız veya sosyal hayatta bu süreci sanki hiç yokmuş gibi görmezden gelmemiz mümkün ve doğru değildir. Bu kritik ve uzun sürecin görmezden gelinmesi ve bir çare bulunmaması hâlinde fesat ve ahlâksızlık topluma egemen olacak, kadın-erkek ilişkileri arasındaki düzen ve disiplin bozulacak, gelecek nesillerin sağlığı ve varlığı tehlikeye düşecektir. O hâlde çözüm nedir?"
"Bu büyük sorunun sağlıklı çözüm yolu, bu tehlikeli sürecin kazasız, belâsız atlatılması için gençlerin süreli bir evlilik yaşamasını sağlayacak medenî kanunların çıkarılmasıdır. Gençleri daimî nikâhın zorluklarını ve sorunlarını göğüslemeye zorlamayacak, aynı zamanda onların cinsel problemlerini meşru ve doğru bir yöntemle çözecek, şehvetin ağır baskısından kurtulup günah ve suçluluk duygusu altında ezilmeyecekleri ve olmadık fizikî ve ruhî hastalıklara yakalanmalarını önleyecek şekilde tam bir evlilik olmalıdır bu."
Amerikalı öğretim görevlisi Prof. Deilian Oneloum şöyle diyor:
"Evlilikten bir süre sonra erkek, hayatında değişiklik aramakta, bu da onun cinsel açıdan sapmalara yönelmesine yol açmaktadır ki, ilmî ve tecrübî olarak ispatlanmıştır bu... İstatistikler, Amerikalı ve batılı evli erkeklerin %65.3'ünün eşlerine ihanet ettiğini gösteriyor. Bu tür sapmaları önlemek ve evliliğin yükünü azaltabilmek amacıyla devlet, tarafların süreli evlilik yapabilmesine izin vermeli, bunun için gerekli kanunî düzenlemeler yapılmalıdır." [7]
[1]- Vesailu'ş-Şia, Müt'a bölümleri, s. 440-441
[2]- Vesailu'ş-Şia, Müt'a bölümleri, c. 14, s. 436
[3]- bkz: el-Gadir, c. 6, s. 211
[4]- Bu konuda detaylı bilgi edinmek isteyenler Ehlisünnet ana tefsir kitaplarıyla fıkıh ve hadiste ana kaynak olan eserlere müracaat edebilirler.
[5]- Hac, 78
[6]- Bakara, 61
[7]- İslâm'da Sağlıklı Evlilik, s. 175
Dostları ilə paylaş: |