2. Kadın ve Yargı
İslam dininde kadınların yargı meselesi, cinsiyetle ilgili tartışmalarda önemli bir yeri olan başlıklardan biridir. Zira İslam’da kadınların yargı makamında bulunmasının meşru olmadığı görüşü, güçlü fıkhî desteği olduğu ve tüm Müslümanlar arasında bu konuda görüş birliği bulunduğu için bu konu feministlerin İslam öğretilerine saldırı malzemesi olmuştur.
Biz bu meselenin fıkhî boyutunu 25. ekte tartıştık ve hemen hemen velayet-i amme tartışmasında ulaştığımız sonuca ulaştık ki bu sonuç da özetle şöyledir:
Bazı özel varsayımlarda kadınların yargıda bulunmasının meşruiyetini ispat etmek üzere bazı ikinci dereceden başlıklara (hükümlere) istinat etme imkânı dışında, kadınların yargıda bulunmasını İslam’ın birinci dereceden hükümlerine göre meşru sayamayız. Çünkü bu durumun meşru olmadığını ispat etmek için istinat edilen deliller, delalet ve geçerlilik konusunda yeterli itibardan yoksun olsa da bu konunun ispatı için “meşruiyetsizlik” ilkesi genel bir kaide olarak yeterli sayılır.
Her hâlükârda İslam dininde kadınların yargı mevkiinde bulunma yasağını izah etmek için bir önceki bölümde kadınların velayet-i amme mevkiinde bulunamayacağını izah etmek üzere istinat edilen delillerden yararlanmak mümkündür ve bu yüzden bu gerekçeleri tekrarlamaya hacet görmüyoruz.
3. Kadınların Şahitliği
Yargı süreçlerinde en önemli ve en belirleyici merhalelerden biri, şahitlerin şahitliğidir. İslam dininin şehadet konusunda belirlediği açık cinsiyet ayrımı bu konuyu, şeriat hükümlerini savunan dinî müslihlerin karşısında ciddi ve tartışmalı ve soru işareti uyandıran bir konu haline getirmiştir.
Bu tartışmanın, tartışma hakkında görüş beyan etmeyi zorlaştıran bir özelliği, kadınların şehadeti ile ilgili ayrıntıların ve detayların çokluğu ve yine konu ile ilgili rivayetlerde görünen çelişkilerdir.[1] İşte bu yüzden konunun fıkhî açıdan incelenmesinde, meseleye hâkim olan belli başlı kriterleri bulmak çok zordur. Bu görece dağınıklığı sonuçta ilahî hükümlere karşı kulluk ve teslimiyet çerçevesinde izah etmek gerekir.
Buna karşın, detaylı tartışmalara girmeksizin bazı kesin konuları, rivayetlerde ve Şia fıkhında şahadet meselesinde cinsiyet ayrımını ifade eden durumlar şeklinde tespit etmek mümkündür. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) Kadınların boşanmanın gerçekleştiğini ispat etme ve hilalin görülmesi konularında şahadetinin geçerli olmaması,
b) Recm cezasının (evli olup da zina işleyenin taşlanması) dört erkek veya üç erkekle iki kadının şahadeti olmaksızın kesinlik kazanmaması ve kırbaç gibi daha hafif cezaların iki erkek veya dört kadının şahadeti ile kesinleşmesi,
c) Kadınların şahadetinin kabul edildiği durumlarda iki kadının şahadetinin bir erkeğin şahadetine eşit olarak kabul edilmesi.
Bu durumların dışında, diğer bazı konularda göze çarpan çelişkiler yüzünden fıkhî içtihatların sonuçları pek güvenilir değildir. Örneğin, evlilik, vasiyet veya hırsızlık, şarap içmek, adam öldürmek ve dinden dönmek (irtidat) gibi ceza gerektiren suçlarda kadınların şahadetinin geçerli olduğunu belirten bazı rivayetlerin yanı sıra, kadınların şahadetinin geçerli olmadığını içeren rivayetler de vardır. Bu yüzden fakihlerin kadınların ceza gerektiren suçlarda şahadetinin geçerli olmadığı üzerine görüş birliği olduğu iddiasına karşın[2] bu konu halen tartışmaya açık bir konudur.
Öte yandan bazı fakihler bazı rivayetlere istinat ederek, temel kural ve ilkenin, kadının şahadetinin geçersizliğinden ibaret olduğunu belirtmiş ve kadının şahadetinin benimsendiği durumları bu temel kaidenin istisnası şeklinde telakki etmiş ve sonuçta şüpheli durumlarda kadının şahadetinin geçersizliğine hükmetmiştir.[3] Oysa böyle bir kaideyi kullanmak, bazı rivayetlere göre sakıncalıdır.
Her hâlükârda, yukarıda sözü edilen bazı kesin durumları varsaydıktan sonra, bu tür cinsiyet ayrımlarının akılcı bir şekilde izah edilmesi gerekir. Birçok Müslüman kanaat önderi şahadet konusunda cinsiyet ayrımının İslam dininin sabit ve ebedi hükmü olduğunu ve bu konunun Kur’ân-ı Kerim’de açıkça beyan edildiğini[4] varsaymakla ve ayrıca İslam’da kadınlara daha az değer verildiği ihtimalini reddetmek sureti ile bu konuda birkaç tezi gündeme getirmiştir ki genellikle tatmin edici tezler değildir. Örneğin şu tez gündeme gelmiştir. Kadınların şahadet meselesinde yetersizliği, iki cinsin aynı ortamda bulunmasının asgari düzeye indirilmesinin uygunluğu ile izah edilebilir. Yani İslam dini kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunmasına olumsuz baktığından, kadınların şahadeti için bazı kısıtlamalar getirmiştir. Ya da belki de İslam dininde şahadet şartı adalet olduğundan ve adalet özelliği kadınlarda seyrek bulunduğundan, kadınların şahadeti için bu kısıtlamalar getirilmiş olabilir.[5] Ama bu tezler kadınlara özgü şahadet hükümleri ile orantılı görünmüyor. Çünkü bu tezlerin geçerli olması için kadınların şahadetten men edilmiş olması gerekir. Oysa bazen iki kadının şahadeti bir erkeğin şahadetine eşit tutulmuştur ve ayrıca şahadet için gereken adalet, birçok kadında bulunur ve belirtilen “seyrek” sözcüğü bu bağlamda geçerli değildir.
Bu alanda gündeme gelen bir başka tez ise şöyledir: İslam’da şahadet konusunda cinsiyet ayrımının kökleri, kadınların toplumda yaygın şekilde varlık sergileme modeline uzanır. Zira bu modele göre kadınlar erkeklere kıyasla ticaret, suç işleme ve diğer genel faaliyetler bağlamında sosyal işlerle daha az uğraşırken, bunun yerine doğum, emzirme, çocuk bakımı gibi ailevi işler ve hastalık ve özel maluliyetler gibi durumlarla daha fazla uğraşır. Öte yandan şahidin şahitliğini yaptığı konu ile ilgisi ve içinde olması, şahadetin itibarı üzerinde önemli etki yarattığından İslam dini, kadınların genellikle ilgi alanlarının dışında olan sosyal işlerde şahitliğine bazı kısıtlamalar getirmiştir.[6]
Ama bu tez de pek ikna edici değildir ve en azından Şiî fıkıh ve rivayetlere göre sorgulanabilir. Çünkü bu teze göre kadınların ailevi işlerle ilgili şahadetinde cinsiyet ayrımı olmaması gerekir ve eğer varsa da, kadınlardan yana olmalıdır. Oysa bu tür durumlarda bile iki kadının şahadeti bir erkeğin şahadetine eşit sayılmıştır.[7] Bunun dışında, yeniçağda cinsiyete göre rollerin yer değiştirmesi ve kadınların sosyal katılım modellerinin değişmesi, bu tezin önünde duran bir başka soru işaretidir. Çünkü eğer şer’i hükmün kriteri özel bir sosyal yapı ise, bu yapının değişmesinden, söz konusu şerî hükmün de değişmesi gerektiği sonucu çıkar. Oysa şahadet meselesinde hükmün sabit ve ebedi olduğu varsayılmaktadır.
Evet, Kur’ân-ı Kerim ayetinden[8] esinlenerek gündeme gelen insan ruhunun yapısına dayalı tez, gündeme gelen tezlerin arasında daha nisbî bir dayanıklığa sahiptir. Bu tezden daha geçerli görünen bir algılamaya göre, erkekler duygu ve heyecanı tetikleyen etkenlere karşı daha dirençlidir ve bu tür etkenler erkeklerin kararlarını daha az etkiler. Ama kadınların duyguları birçok yerde erkeklere göre daha hızlı bir şekilde etkilenir; bu özellik de kadınların şahadetinin itibarını düşürür.[9]
Ayrıca kadınsı duyguların şahadetle ilgili dinî hükümlerin üzerindeki etkisini bir başka yönden de ele almak mümkündür ve bu da, şahitlikten sonra şahitler için oluşan ruhsal ve duygusal sorunlardır. Belki de İslam’ın ceza gerektiren konularda (kısas gibi) kadınların şahitlik yapmalarına karşı çıkması -fakihlerin meşhur görüşüne göre- ya da kadınların şahadetinin erkeklerin şahadeti ile birlikte olmasına endekslemesi -bir ihtimale göre- sözü edilen noktayı gözetlediği içindir. Çünkü eğer kadının bu tür konularda şahadeti, alınacak karar veya verilecek yargı hükmünde temel alınır ve örneğin kadınların şahadetinden hareketle bir sanık ölüm cezasına çarptırılırsa, bu durum şahitlerde ciddi psikolojik hasara yol açabilir.
Ancak bu tezden bir başka algılamaya göre, kadınların hafızasının erkeklerin hafızasına göre nisbî zafiyeti, erkeğin şahadetinin kadının şahadetine tercih edilme sebebidir[10] ki, bu konu ilk bakışta, mevcut bilimsel bulgularla çelişki arz eder ve onaylanması için daha derin ve daha fazla araştırma yapılması gerekir.
Şunu de belirtmek gerekir ki, bazı rivayetlerden ilham alarak, kadınların erkeklere kıyasla görme zafiyetine yönelik biyolojik tezi de bu tartışmayı tamamlamak üzere gündeme getirebiliriz. Bu konu özellikle ay hilali görme meselesinde en azından bir ihtimal olarak ele alınabilir. Bu teze bir rivayette işaret edilmesinin yanında[11] söz konusu tez, erkeklerin görme yeteneğinin kadınların görme yeteneğine nazaran daha güçlü olduğunu ortaya koyan bazı tecrübî onaylarla desteklenir.[12]
Sonuçta İslam’da şahadet meselesinde cinsiyet ayrımı, ayrımcı mülahazalara göre ve kadın cinsine daha az değer verme temelinden değil, esasen kadın ve erkek cinsi arasında bazı doğal farklılıklardan ve muhtemelen bazı sosyal farklılıklardan kaynaklandığı söylenebilir. Günümüzde bu farklılıkların kesin tanımlandığı iddia edilemez. Gelecekte bilimsel araştırmaların, bu meselenin aydınlığa kavuşmasına katkı sağlaması umulmaktadır.
[1] Vesailu’ş-Şia, c.18, Şahadat babları, 24. bab, s.258-269
[2] Necefî, Cevahiru’l-Kelam, c.41, s.158-159
[3] Hoî, Menabiu Tekmileti’l-Minhac, c.1, s.122 ve 126
[4] Bakara, 282
[5] Sadr, Mâ Vera-i Fıkh, c.9, s.215-216
[6] Reşid Rıza, Tefsir-i el-Menar, c.3, s.124; el-Butî, el-Mer’etu Beyne’t-Tuğyan Nizam el-Garbî ve Letaifi’ş-Şerayi el-Rabbanî, s.148-150
[7] Vesailu’ş-Şia, c.18, s.259-268, h.6, 15, 16, 33, 45; Necefî, Cevahiru’l-Kelam, c.41, s.176
[8] “Ve erkeklerinizden iki kişiyi tanık tutun; eğer iki erkek olmazsa, beğendiğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadını tanık tutun ki, kadınlardan biri unutursa (yanılırsa), diğeri ona hatırlatsın.” Bakara, 282
[9] Mutahharî, Yaddaştha-i Üstad Mutahharî, c.5, s.298
[10] age
[11] Bir rivayette şöyle geçmiştir: “Hilali görme konusunda kadınların şahitliğinin kabul edilmemesinin sebebi, onların hilali görme konusunda zayıf oluşlarıdır...” Vesailu’ş-Şia, c.18, s.269
[12] Gencî, Revanşinasi-i Tefavuthaî Ferdî, s.203-204
Dostları ilə paylaş: |