[22] Kadınlara Oy Hakkının Tanınması
Bu konuda, kadınlara oy hakkının tanınmasını dinî ilkelere aykırı görenlerin iddialarını değerlendirmek üzere[1] dinî metinleri gözden geçireceğiz.
Kadınların oy kullanma hakkının dinî açıdan yasak olduğunu ispat etmek üzere örnek alınan rivayetler birkaç gruba ayrılır:
İlk grubu, kadınların erkeklere kıyasla akıllarının eksik olduğundan söz eden hadisler oluşturur.[2] İkinci grupta, erkekleri kadınlarla istişareden sakındıran hadisler yer alır.[3] Üçüncü grubu ise, içinde kadınlara hoşgörülü davranmayı ve onlara kişisel görevleri dışında herhangi bir görev vermemeyi tavsiye eden hadisler oluşturur.[4]
Bu hadislerin dışında kadının genel velayet mevkiinden (yöneticilik) men edilmiş olması ile ilgili delillere de istinat edilebilir. Şöyle ki oy vermek, oy verilen kimseye vekâlet hakkı değil, aslında hükümet hakkını devretme anlamına geldiğinden, oy verenlerin bizzat hükmetme ve velayetini uygulama hakkına sahip olması gerekir ve İslam’da kadının velayeti caiz sayılmadığından oy hakkı da ispat olunmaz.
Ancak tüm bunlara rağmen bu delillerin yetersiz olduğu anlaşılıyor. İlk grup hadisler konusunda, kadınların akıl açısından eksik olduğu yorumundaki muğlaklık bir yana, şu nokta çok önemlidir: Bu hadisler kadınların aklî eksikliğine tekvinî bir durum olarak işaret ediyor ve bundan şer’i hükümler çıkarmak istemiyor. Bu hadislerde kadınların aklî eksikliği ile ilgili olduğu belirtilen teşriî hüküm, şahadet hükmüdür ki, buna göre, iki kadının şahadeti bir erkeğin şahadetine eşittir. Ama bunun dışında bu hadisler kadın ve erkek arasında farklı bir yasa veya uygulama getirmeye temel oluşturamaz ve özel olarak da kadınların oy hakkının bulunmadığı sonucu elde edilemez.
İkinci grup hadislere istinat etmek de pek makul görünmüyor. Zira bu hadislerin kadınlarla istişarede bulunmanın kerahetine delalet etmekten ziyade, usul ilmine göre, bu hadisler diğer bazı hadislerle tüm açılardan çelişki arz etmektedir. Yani söz konusu hadisler hem akil ve uzman kadınları, hem de bu özelliklerden yoksun kadınları kapsarken, akıllı ve deneyimli insanlarla istişareyi tavsiye eden rivayetler ise[5] hem erkekleri hem de kadınları kapsamaktadır. Bu yüzden akil kadın hükmü konusunda kuşku oluşur; çünkü bir yandan onlarla istişare men edilmiş, öbür yandan da tavsiye edilmiştir. Bu durumda şöyle bir yorum yapabiliriz: İstişare hükmü için “akil” gibi özellikleri temel alan son rivayetler, özel durumlardan kaçındığı için men eden hadislere göre öncelik kazanır, sonuçta akıllı ve deneyimli kadınlarla istişarenin caiz olduğu ve hatta tercih edildiği anlaşılır. Bu arada birileri çıkıp bu algılamayı tartışacak olursa, kadınlarla istişarede bulunmanın uygunsuzluğunu ispat edemez. Zira bazı usul-i fıkıh âlimlerinin görüşüne göre, iki delilin her açıdan çelişkili oldukları durumlarda düşürme (tesakut) kaidesi uygulanır ve sonuçta her iki delil itibarını kaybeder.
Tahyir (ikisinden birini seçme yetkisinin verilmesi) kaidesinin uygulandığı durumlarla ilgili bir başka temele göre de rivayetlere dayanarak akıllı ve bilge kadınlarla istişare etmenin uygunluğunu ispat etmek mümkündür.
Bu sonucu onaylama bağlamında, içinde akıllı kadınlarla istişare etmenin deneyimlerle ispat olunduğu ve bunun tüm kadınlarla istişarenin men edilmiş olmasından müstesna edilen bir hadisi hatırlatabiliriz.[6] Yine Kur’ân-ı Kerim bebeği sütten kesme konusunda anne ile istişare etmeye ve onun rızasını kazanmaya vurgu yapmıştır[7] ki, bu durum da kadınlarla istişarenin men edilmesinin onların aklî eksikliğine dayanmadığını ve sadece, özellikle bu vurguların yapıldığı dönemde sosyal yaşam alanında az deneyimli olmalarından kaynaklandığını ortaya koyar.[8]
Dolayısıyla elimizde kadınlarla istişare etmenin dinî açıdan yasak olduğunu gösterecek herhangi bir delil bulunmuyor ve eğer men edilen bir durum varsa, bazı özelliklerin söz konusu olduğu durumlarla ilgilidir ki, bu özellikler aynı zamanda erkeklerde de istişare tarafı olma özelliğini yok eder.
Üçüncü grup hadislerin arasında şimdiki konumuzla ilgili olan şey, Hz. Emirü’l-Müminin Ali’nin (a.s) evladına yazdığı mektupta yer alan bir ifadedir.[9] İmam Ali (a.s) şöyle buyurur:
“Kadının kişisel alanının dışında kalan işleri ona devretme; zira bu kısıtlama onun hali ve huzurunun daha makbul ve cemalinin sürekli olmasına vesile olur. Çünkü kadın, hoş kokulu bir güldür, el altında çalışanların işvereni değil.”[10]/[11]
Ama sözü edilen delile bakıldığında, bu hadisten ancak tavsiye niteliğinde yararlanılabilir. Bir başka ifade ile bu hadisin minnettarlık boyutu söz konusudur ve gerçekte kadınların omuzundan ağır bir yükü kaldırmak ve onlara imtiyaz vermeye yöneliktir. Dolayısıyla bu hadisten kadınların siyasi faaliyetlerden men edildiğini, elzem getiren bir hüküm olarak çıkaramayız, nitekim seçimlere katılmak ve oy kullanmak gibi faaliyetlerin fazla bir zihnî veya bedensel külfete ihtiyacı yoktur.
Kadının genel velayet (yöneticilik) makamını üstlenmesinin yasak olduğu ile ilgili delillere istinat etmek, biraz önce değindiğimiz ve muhtemelen kadınların oy hakkına karşı çıkanların ilgisini çeken bir başka mesele idi. Bu istidlale cevap ararken, üç noktayı hatırlatmak istiyoruz:
a) Oy vermenin hükümet hakkını devretme anlamına geldiğinin varsayımında şu iddiayı gündeme getirebiliriz: Kadının genel velayet mevkiinden men edilmesinin delilleri -ki bir sonraki tartışmamızda ele alacağız- kesin oldukları varsayıldığında, İslam’da bu velayetin fiiliyet kazanmasının, yani kadının hâkimiyet ve sultasının benimsenmediğine delalet eder. Ama kadının hâkimiyette konum olarak hiçbir hakkı bulunmadığı meselesi veya bir başka tabirle hâkimiyet yetkinliğinden esas itibarı ile yoksun olduğu, hatta tüm bireylerini kadınların oluşturduğu ve hâkimiyet şartlarına sahip olan erkeklerin bulunmadığı farazi bir toplumda bile kadının egemenliğinin dinî açıdan yasak olması, söz konusu delillerden algılanmıyor.
Dolayısıyla oy hakkı, hükümet hakkını devretme anlamında olsa bile, kadınlar için ispat edilebilir; zira varsayıma göre doğrudan velayet edemeyen kadınlar bir başkasına oy vermek sureti ile hâkimiyetteki şanına dayalı hakkını ona devredebilir.
b) Oy verme gerçeğinin hükümet hakkını devretme şeklinde algılanması kesin değildir ve oy vermenin vekâlet konusu ile ilgili olduğu görüşünü desteklemek mümkündür. Burada vekâlet elzem olarak bir nevi caiz akit manasında olan özel anlamında olmayabilir ve sadece -akitlerin tevkifî olmadığına göre- vekil için velayet ve sulta uygulama hakkı doğuran bir nevi lazım/geçerli akit şeklinde telakki edilebilir.[12] Bu temele göre, kadınlar da dâhil olmak üzere velayet hakkından yoksun olan bütün müvekkiller, vekillerine oy vererek onları meşru velayet hakkından yararlandırır.
c) Kadınların oy hakkı “mutlak velayet-i fakih” tezine göre de izah edilebilir. Bu teze göre İslam’ın ve İslamî nizamın maslahatı, dinin birinci ve ikinci dereceden hükümlerinden önce gelir ve veliyi fakih İslam maslahatı ile şer’i hükümlerin birbirini zorladığı durumlarda İslam maslahatını temin etmek üzere birinci ve ikinci dereceden hükümlere aykırı hükümler verebilir. Bu hükümler dinin diğer hükümleri gibi uyulması farz olan hükümlerdir ve söz konusu maslahat yerinde durduğu sürece de geçerlidir. Buna göre eğer kadınların oy vermesinin meşruiyeti dinin birinci ve ikinci dereceden hükümleri ile ispat olunmazsa, kadınların sosyal konumunun yükselmesine yönelik küresel gelişmeler göz önünde bulundurularak, kadınların seçimlere katılmalarını engellemeyi, İslamî nizamın maslahatına karşı olan bir hareket şeklinde değerlendirebiliriz. Sonuçta, kadınların oy verme hakkının meşruiyeti, veliyy-i fakihin hükümet kaynaklı hükmüne göre ispat edilir.
[1] Bu konuda, erkeklere oy vermenin meşruiyetini farz edip onun delillerini incelemedik.
[2] Vesailu’ş-Şia, c.2, “Hayız” babları, 39. bab ve c.14, Mukaddimatu’n-Nikâh babları, 4. bab, s.12 ve c.18, Şehadat babları, 16. bab, s.245.
[3] age. c.8, “Ahkâmu’l-Aşere” babları, 25. bab, s.429 ve c.14, “Mukaddimatu’n-Nikâh” babları, 24, 96 ve 123. bablar, s.41, 131 ve 162.
[4] age. c.14, “Mukaddimatu’n-Nikâh” babları, 87. bab, s.120.
[5] Muhammedî Reyşehrî, Mizanu’l-Hikme, c.5, s.215.
[6] “Aklen kemale erdiklerini tecrübe ettiklerin hariç, kadınlarla istişare etmekten sakın.” Biharu’l-Envar, c.103, s.253
[7] Bakara, 233
[8] Bu tecrübesizlik bir olumsuzluk değildir; çünkü bu, gerçekte kadınların önemli ailevi sorunlara yoğunlaşmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim bazı uzmanlar da uzmanlık alanları dışında tecrübesiz ve istişare salahiyetinden yoksun olabilirler
[9] Bu mektup çeşitli senetlerle Sünnî ve Şiî kaynaklarında nakledilmiştir. Bu nedenle senet bakımından muteberliğini kabul edebiliriz; bk. Marifet, “Şayestegi-i Zenan Berayi Kazavet ve Menasib-i Resmî.” Hükumet-i İslamî, say. 2, s.50
[10] Hadisin metninde “kahraman” ifadesi kullanılmıştır; bunun için de çeşitli anlamlar zikredilmiştir. Örneğin: Gelir ve giderin emini, haznedar, sorumlu, el altındakilerin kefili, işveren ve pehlivan
[11] Vesailu’ş-Şia, c.14, Mukaddimatu’n-Nikâh babları, 87. bab, s.120
[12] Muntezerî, Derasatun Fil Velayet el-Fakih, c.1, s.575-576
Dostları ilə paylaş: |