773- qqEHADİYET }: (Ahadiyet) Allah’ın (C.C.) her bir şeyde kendine ait birlik tecellisi. «Kâinatın hey’et-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi isbat edip gösterdiği gibi; zihayatların cüz’iyatlarına mukannen erzaklarını veren ni’met-i Rabbaniye dahi, ehadiyet-i İlahiyeyi isbat edip gösterir. Vahidiyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. Ehadiyet ise; herbir şeyde, Hâlik-ı Külli Şey’in ekser esması tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneş’in ziyası, bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle, vahidiyet misalini gösterir. Ve herbir şeffaf cüz’de ve su katrelerinde, Güneş’in ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması, ehadiyet misalini gösterir. Ve herbir şeyde hususan zihayatta ve bilhassa herbir insanda; o Sani’in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiyeti gösterir.» (M.234)
774- «Evet nasılki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vahidiyete bir misal olduğu gibi, ayine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zatının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsa idi ve cam parçalarının ve içinde güneşcikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyetleri bulunsa idi; irade-i İlahiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsaliyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermiyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle, te’siriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebeb olarak, ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve sühuleti gösterir. Aynen öyle de; Sani-i Zülcelal, vahidiyet itibariyle bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve hazır ve nazır olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle herşeyin, hususan zihayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki; kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zihayatı öyle mu’cizatlı bir şekilde yaratır ki; eğer bütün esbab toplansa, bir bülbülü, bir sineği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir ve bir insanı halk eden, ancak kâinatı icad eden zattır.» (Ş.662) (Ehadiyete bir misal, bak: 2989.p.)
774/1- «İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki; bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevi seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hatta çok nuraniyet kesb etmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.
Öyle de: |«V²2«²~ u«C«W²7~ ¬y±V¬7«— Cenab-ı Hakk’ın, madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve azasında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zat-ı Vacib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz, o Hâlik-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz, bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdadına gönderir. Her şey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşey’i bilir ve hakeza...» (S.687) (Bak: Temessül)
Bu misallerin dürbünü ile icad-ı eşyadaki sühuletin bir sırrı kolayca anlaşılır.