1182- qqHARAM •~h& : Yapılması , kullanılması, yenilip içilmesi , şer’i şerifte kat’i bir delil ile men’edilmiş olan herhangi bir şeydir ki “haram liaynihi” ve “haram ligayrihi” kısımlarına ayrılır.
Liaynihi haram: Haddizatında herkese karşı haram olan şeydir, Laşe, şarap, akan kan gibi.
Ligayrihi haram: Haddizatında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir ki, sahibinin meşru surette izni bulunmadıkça ondan başkaları için istifade caiz olmaz.Komşularımıza, vatandaşlarımıza ait olan herhangi kıymetli bir mal veya bir taam gibi..
Haram olan şeylere “muharremat” denir.Haramın terkinden dolayı sevap, yapılmasından dolayı da azab vardır.Haram olduğu ittifak ile kat’iyyen sabit olan bir şeyi helal saymak ise, insanı imandan mahrum eder.” (B.İ.İ.44)
“Müslümanlıkta yapılmaları caiz olmayan şeyler:
Ferdlerin ve cemiyetlerin selâmetine, nezahetine, saadetine muhalif olan şeyler, din-i İslâm’da memnu’dur, haramdır. Bunların yapılması dünyevî veya uhrevî mes’uliyeti müstelzimdir. Bunlara “günah, ma’siyet, ism”dir.
Günah olan şeyleri bizzat yapmak caiz değildir. O gibi şeylere razı olmak, ve bir cebre mukarin olmadıkça yardım etmek de caiz değildir.
Mesalâ: Bir kimse, bir şey çalamaz. Bu haramdır, cezayı müstelzimdir. Bir şeyin çalınmasına razı da olamaz yardım da edemez. Bu da haramdır, memnu’dur.
Günah olan şeylere razı olmak veya yardım etmek, yerine göre ya haram veya mekruh olur. Bu şer’-i şerifte bir asıldır. Buna binlerce mes’ele teferru’ edebilir.
Meselâ: Bir şahıs herhangi bir haksızlığı tervic için bir kimseden bir mal alamaz. Bu rüşvettir, haramdır. Binaenaleyh bir haksızlığı tervic ettirmek için bir mal da veremez.Ve böyle bir malın verilmesine vasıta da olamaz. Bunlar da haramdır, mennu’dur. Çünkü böyle alınması memnu’ olan bir şeyin verilmesi de, verilmesine delâlet edilmesi de haramdır, memnu’dur. Nitekim bir hadîs-i şerif “Allah Teala rüşvet alana da, rüşvet verene de, bunların arasında rüşvete vasıta olana da lânet buyursun.” mealindedir.
Bir kimse müverrisinin gayr-ı meşru’ bir sebeble elde etmiş olduğu bir malından irs hissesi almamalıdır. Evlâ olan budur. Bu bir vera’ ve zühd faziletidir. O hisseyi almak meşru’ olmayan bir harekete razı olmak demektir.
Binaenaleyh insan, helal ve meşru olan hisse ile iktifa etmeli, o mal asıl sahibi malum ise ona reddedilmelidir. Malum değilse, fakirlere sadaka olarak dağıtılmalıdır. Çünkü böyle habis bir, maldan kurtulmanın çaresi, sahibine reddi müteazzır olunca, tasadduk etmektir.
Alacağı bir gıda maddesini gayr-ı meşru’ bir hale getireceği veya alacağı genç bir köleye fena muamelede bulunacağı veya satın alacağı silahı fesada âlet edeceği anlaşılan bir kimseye bunları satmamalıdır. Bu satış tenzihen olsun kerahetten hâlî değildir.” (B:İ.İ. 424)
1182/1- Bir kimsenin elinde meşru olmayan bir mal bulunsa bakılır. Mal sahibi biliniyorsa mutlaka onu sahibine iade etmesi gerekir. Yoksa mal sahibi bilinmiyorsa veya ölmüş veya vârisi kalmamış ise onu, vebalden kurtulmak gayesiyle tasadduk edecektir. Ancak eldeki helâl olmayan mal miras olarak intikal etmiş ise ve sahibi bilinmiyorsa varis için mübah olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Vâris için mübahtır diyen olduğu gibi haramdır diyen de olmuştur. İhtiyaten onu tasadduk etmek daha evladır. (İbn-i Abidin c.5, sh: 247)
Herhangi bir şekilde kazancına haram karışırsa iki durumla karşılaşırız. Ya haramın miktarı bellidir veya değildir. Eğer haramın mikdarı belli ise bunu derhal malından ayırır!... Değilse zann-ı galiple hüküm verir!... Mülke dahil olan haram, ‘liaynihi’ cinsinden ise (şarap, domuz eti vs. gibi) bunu herhangi bir fukaraya tasadduk edemez, imha eder. Ancak haram ligayrihi ise, herhangi bir sevap beklemeksizin fakir-fukaraya verir. Bir kısım İslâm üleması “Haramı kendimiz yemediğimiz halde nasıl fakir-fukaraya verebiliriz?...” sualine ceva aramıştır. (geniş bilgi için: Bedrüddin Mahmud b. Ahmed el Ayni- Umdetü’l Kâri, Şerhü Sahih-i Buhari İst. 1308 11matb. Amire tb. c.5 sh. 575)
(Bak: Avret, Fısk, Fücur, Gıybet, Günah, Hamr, Hürmet-i Musahare, Kizb, Kumar, Mubikat-ı Seb’a, Muharremat, Musiki, Nazar-ı Haram, Riba, Rüşvet, Sanemperest, Sihir, Sirkat, Zaruret, Zina)
1183- Bazı şeylerin haram edilmesinin hikmetleri vardır. Meselâ Kur’anda (2:29) _®Q[¬W«% ¬Œ²‡«²~ |¬4 _«8 ²vU«7 «s«V«' >¬gÅ7~ «Y; âyetinde “menfaat için kullanılan ²vU«7 deki Ä eşyanın hilkaten mübah, helal, menfaatli olarak yaratılıp, bazı arızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Meselâ ağyarın malı, ismet-i şer’iyye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır. Ve keza herbir şeyde bir faide, bir menfaat olduğuna remzdir.” (İ.İ.193)
1184- “Me’murat ve menhiyat-ı şer’iyede illet, emr-i İlahîdir ve nehy-i İlahîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler. Emir ve nehyin taalluklarına İsm-i Hakîm noktasında sebeb olabilirler.
Meselâ, sefer eden namazını kasreder. Bu namazın kasrına, bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da namaz kasredilir. Sefer olmasa, hanesinde yüz meşakkat görse yine namaz kasredilmez. Çünki meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi, illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte bu kaide-i şer’iyeye binaen ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tagayyür etmiyor. Hakiki illetlere bakar.
Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinde bildiği zarardan, hastalıktan başka “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır.” (*) kaidesiyle o hayvan, sair hayvanat-ı ehliye gibi zararsız sayılmıyor. Etinden gelen menfaatinden ziyade çok zarar iras etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan Frengistan’dan başka tıbben muzır olduğu gibi; manen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş, işte bu gibi hikmetler onun haram olmasına ve nehy-i İlahî taallukuna bir hikmet olmuştur. Hikmet her ferdde ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse, hüküm değişmez.” (O.L.127)
1185- Müslümanları haramlara düşürerek ifsad etmek isteyen müfsidler şöyle tavsif ediliyor: “Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakk’ın helal ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:
Parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.
Esna-yı irşadda bir adama rastgelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisaniyle kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayab olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da; daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeğe âlet ve vasıta olur. O sarhoş, herif, o zavallı adamcağıza diyor: “Yahu nedir o ilaçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at keyfine bak.”
Adamcağız: “Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bakiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâla seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden defol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin.” (M.N. 218)
Dostları ilə paylaş: |