İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə480/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   476   477   478   479   480   481   482   483   ...   1221
Bir atıf notu:

-Hz. Hüseyin’in nesli, bak. 45.p.

1427/1- qqHÜSEYİN-İ CİSRÎ zhK% w[K& : (Hi. 1261/1327) Suriye ülemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt’tendir. Cami-ül Ezher’de tahsil görmüş ve zamanın dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meş­hur eseri “Risale-i Hamidiye”sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiş­tir. Rumi 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, kitab olarak neşret­miştir.

1428- qqHÜSN wK& : (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal, hayır ve hasen.

Bir atıf notu:

-Fıtrî ve sun’i cemal, bak: Sıbgatullah

Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinde, eşya ve ef’alde hüsün ve kubuh zati ol­mayıp; emr-i İlahî ile hüsün, nehy-i İlahî ile de kubuh tahakkuk eder. (Bak: 3959.p.) Bu hüküm daha çok fıkha ait bir kaidedir. Daha geniş bir ifade ile hüsn-ü bizzat ve hüsn-ü bilgayr tabirlerinin hakikatı, bu bahsin sonunda izah edildi. (Bak. Muhabbet)



1429- Bütün hüsünlerin kayyumu ve istinadgâhı ise, hüsn-ü ezelî ve ebedî olan Cemal ve Kemal-i İlahidir ki, masnuat ayinelerinde tecelli edip perdeler arkasında tezahür eder. Cennet’te ise daha latifane ve zahir tecelli edecektir. (Bak: 863.p.)

Keza “ Nurun gelmesi elbette nuraniden ve vücud vermesi her halde mevcuddan ve ihsan ise gınadan ve sehavet ise servetten ve talim ilimden gelmesi bedihi olduğu gibi. hüsün vermek dahi hasenden ve güzelleştirmek güzelden ve cemal vermek cemilden olabilir... başka olamaz. İşte bu hakikata binaen iman ede­riz ki:

Bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki; bu müte­madiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatıyla ayinedarlık dilleriyle, o güzelin cemalini tavsif ve tarif eder.” (Ş.76) (Bak: 1972.p.)

1430- “Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve ke­mal, Baki-i Hakiki’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işarâtı ve çok perdeler­den geçmiş zaif gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın gölgelerinin göl­geleridir.” (L. 15)

Evet “ bütün maddi güzellikler kendi hakikatlarının ve manalarının ma­nevi gü­zelliklerinden ileri geliyor ve hakikatları ise, Esma-i İlahiyeden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridir.

Demek bu kâinatta bulunan bütün güzelliklerin envaı ve çeşitleri, âlem-i gayb arkasında tecelli eden ve kusurdan mukaddes, maddeden mücerred bir cemalin esma vasıtasıyla cilveleri ve işaretleri ve emaratlarıdır. Fakat nasılki Vacib-ül Vücud’un Zat-ı Akdes’i, başkalarına hiç bir cihette benzemez ve sı­fatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsi cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsünlerine benzemez, hadsiz de­recede daha âlîdir.

Evet koca Cennet bütün hüsün ve cemaliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat mü­şahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, el­bette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.



1431- Malumdur ki; herşey’in hüsnü, kendine göredir, hem binler tarzda bulu­nur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır. Meselâ: göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi... kalb, ruh vesair zahirî ve batınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir.

Meselâ: imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin gü­zelliği ve mer­hametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi, Ce­mil-i Zülcelal’in niha­yet derecede güzel olan Esma-i Hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.” (Ş. 77)



1432- Hem “Esma-i Hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsi bir ce­mali var ki; birtek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nevi güzelleştiri­yor. Birtek çi­çekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çi­çektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilir­sen ve Cennet’i iman gö­züyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî’nin de­rece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun: Eğer dalaletin hadsiz çir­kinliğiyle ve isyanın menfur kubhiyle mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın ma­nen menfurları olur­sun.” (Ş.78)

1433- Hem “nasılki, yüzer hüner ve sanat ve kemal ve cemalleri bulunan bir zat; herbir hüner, kendini teşhir etmek ve herbir güzel sanat, kendini takdir ettir­mek ve herbir kemal, kendini izhar etmek ve herbir cemal, ken­dini göstermek iste­mesi kaidesince: O zat dahi bütün hünerlerini ve san’atlarını ve kemalâtını ve gizli güzelliklerini tarif edecek, gösterecek olan bir hârika sarayı yapmış. Hem kim o mu’cizeli sarayı temaşa etse, birden us­tasının ve sahibinin hünerlerine ve mehasinine ve kemalâtına intikal eder ve gözüyle görür gibi inanır, tasdik eder ve der ki: “Her cihetle güzel ve hünerli olmayan bir zat, böyle her cihetle güzel bir ese­rin masdarı, mucidi ve taklidsiz muhterii olamaz. Belki onun manevi hüsünleri ve kemalleri bu sa­ray ile tecessüm etmiş gibidir” hükmeder.

Aynen öyle de: Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hü­sünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal ede­cek ki; bu saray bir ayinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.



1434- Evet madem bu saray-ı âlemin başka emsali yok ki, güzellikleri ondan ik­tibas edip taklid edilsin. Elbette ve her halde bunun ustası kendi zatında ve esma­sında kendine lâyık güzellikleri var ki, kâinat ondan iktibas ediyor ve ona göre ya­pılmış ve onları ifade etmek için bir kitab gibi yazıl­mış.” (Ş. 78)

1435- Evet “fenlerin casus gibi tetkikatıyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki: Kâinatın nizamında galib-i mutlak ve maksud-u bizzat ve Sani’-i Zülcelal’in ha­kiki maksadları, hayır ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyet­tir. Çünki kâinata ait fenlerden herbir fen, küllî kaideleriyle bahsettiği nev’ ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan daha mü­kemmel akıl bulamıyor. Meselâ: Tıbba ait teşrih-i beden-i insanî fenni ve kozmoğrafyaya tabi Manzume-i Şemsiye fenni; nebatat ve hayvanata ait fenler gibi bütün fenlerin her birisi, küllî kaideleriyle bah­settiği o kısımda Sâni’-i Zülcelal’in o nev’deki nizamında mu’cizat-ı kudretini ve hikmetini ve (32:7) ­y«T«V«' ¯š²|«- Åu­6 ­w«K²&«~ hakikatını gösteriyor.

1436- Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki; Şer, kubh, çirkinlik, batıl, fenalık hilkat-ı kâinatta cüz’îdir,maksud değil, tebeidir ve dolayısıyladır, yani mesala çirkinlik, çirkinlik için kâinata girme­miş, belki güzelliğin bir hakikatı çok hakikatlara inkılab etmek için çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkata girmiş. Şer, hatta Şeytan dahi beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile ve­sile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi cüz’î şerler, çirkinlikler, küllî gü­zelliklere, hayırlara vesile olmak için kâi­natta halkedilmiş.

İşte, kâinat da hakiki maksad ve netice-i hilkat ve istikra-i tamme ile isbat edi­yor ki; hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakiki maksad onlardır. El­bette beşer bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, ce­zasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan, dünyayı bırakıp ademe kaçamıyacak. Belki Cehennem hapsine gi­recek.” (H:Ş. 38)



1437- “ Sual: Bir şeyin zıddı olmazsa, o şeyin nasıl kemâli olabilir?

Elcevab: Şu sual sahibi, hakiki kemâli bilmiyor. Yalnız nisbî bir kemâl zannedi­yor. Halbuki, gayre bakan ve gayre nisbeten hasıl olan meziyetler, fa­ziletler, tefev­vuklar, hakikî değiller, nisbîdirler, zaiftirler. Eğer gayr, nazardan sâkıt olsalar, onlar da sukut ederler. Meselâ: Sıcaklığın nisbî lezzeti ve fazi­leti, soğuğun te’siri iledir. Yemeğin nisbî lezzeti açlık eleminin te’siri iledir. Onlar gitse, bunlar da azalır. Hal­buki hakiki lezzet ve muhabbet ve kemâl ve fazilet odur ki; gayrın tasavvuruna bina edilmesin; zatında bulunsun ve biz­zat bir hakikat-ı mukarrere olsun. Lezzet-i vücud ve lezzet-i hayat ve lezzet-i muhabbet ve lezzet-i marifet ve lezzet-i iman ve lezzet-i beka ve lezzet-i rahmet ve lezzet-i şefkat ve hüsnü nur hüsn-ü basar ve hüsn-u ke­lam ve hüsn-ü kerem ve hüsn-ü sîret ve hüsn-ü suret ve kemâl-i zât ve kemâl-i sıfat ve kemâl-i ef’al gibi bizzat meziyetler; gayr olsun olmasın, şu meziyetler te­beddül etmez.

İşte Sâni-i Zülcelal ve Fâtır-ı Zülcemal ve Hâlik-ı Zülkemal’in bütün kemalâtı hakikiyedir, zâtiyedir; gayr ve mâsiva, ona te’sir etmez. Yalnız mezahir olabilirler. Seyyid Şerif-i Cürcani “Şerh-ül Mevakıf”da demiş ki: “Sebeb-i muhabbet, ya lezzet veya menfaat, ya müşâkelet (yani meyl-i cinsi­yet) ya kemâldir. Çünki kemâl, mahbub-u lizâtihîdir.” Yani; ne şeyi seversen; ya lezzet için seversin, ya menfaat için, ya evlada meyil gibi bir müşâkele-i cinsiye için, ya kemâl olduğu için seversin. Eğer kemâl ise, başka bir sebeb, bir garaz lâzım değil. O bizzat sevilir. Meselâ eski zamanda sahib-i kemâlat insanları herkes sever, onlara karşı hiçbir alâka olmadığı halde istihsankârane muhabbet edilir.

İşte Cenab-ı Hakk’ın bütün kemalâtı ve Esmâ-i Hüsnâsının bütün meratibleri ve bütün faziletleri, hakiki kemalât olduklarından bizzat sevilir­ler.”Mahbûbetün Lizatihâ”dırlar.” S.619)



1438- Hüsün ve hayrı geniş mânasıyla ihata eden ­y«T«V«' ¯š²|«- Åu­6 ­w«K²&«~ (32:7) âyetinin bir sırrı şöyle izah ediliyor:

“Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti var­dır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir. Ona hüsn-ü bizzat denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-i bilgayr denilir. Bir kı­sım hâdiseler var ki, zâhirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellik­ler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında niha­yetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin ha­şin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i sübhaniyenin maz­harı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibin­den muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancık­ları vazifeleri hayattan terhis etmekle be­raber o kış perdesi altında nâzenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevi çiçeklerin inkişafı vardır. Tohum­lar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâ­hirî çirkin görü­nen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâblar ve küllî tahavvüller, birer mânevi yağmurdur. Fakat insan hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer oldu­ğunu hükmeder. Halbuki eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmasına ait binlerdir. (Bak: 2883/1.p.)

Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otlar ve ağaçları muzır, mânasız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mü­cehhez kahra­manlarıdırlar.

Meselâ atmaca kuşu serçeler taslîti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Hal­buki serçe kuşunun istidadı, o taslît ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telâkki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardırki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşey’i kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder.

Meselâ: Alet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fa­kat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata ba­kan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa; ayn-ı edebdir. Hacâlet ona hiç temas etmez. İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Ha­kîm’in bazı tâbiratı bu yüzler ve perdelere göredir.” (S.231)

Bazı rivayetlerde hayrın güzel yüz (sîma) sahibinde aranması tavsiye edi­lir. (Bak: K:H.394. hadis)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   476   477   478   479   480   481   482   483   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin