Ey kendi hevâsına kapılmış kişi



Yüklə 124,01 Kb.
tarix15.01.2019
ölçüsü124,01 Kb.
#96860

GÖNÜL

279. Allah'ın en güzel eseri gönül!

(c. IV, 1362-1366)

Sûfî; "Ey kendi hevâsına kapılmış kişi." dedi. Allah'ın en güzel eseri gönüldür. Gönüldedir. Dışarda bulunanlar ise ancak eserlerin eserleridir.

Bağlar, bahçeler, çiçekler, güller, bütün yeşillikler canın tâ içindedir. Dışarıda gördüğün güzellikler, onların akarsularda görünen akisleri, hayâlleri gibidir.

Su içinde görülen o ağaçlar, suya akseden hayâlî bir bağdır. Onlar suyun güzelliği ile berraklığı ile oynar dururlar.

1365

Asıl bağlar, bahçeler, çiçekler, meyveler gönüldedir. Ama onların hoş akisleri, hayâlleri, şu topraktan meydana gelen, şu balçığa vurmuştur.

Eğer bu dünyada gördüğün, bağlar, bahçeler, gönül âlemindeki neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenâb-ı Hakk bu hayâl âlemine ‘aldanma yurdu’ demezdi.1

280. Gönül evleri

(c. II, 3129-3134)

Allah'ın güneşinin nûru ile aydınlanmayan, karanlıklara dalmış gönül evleri de vardır.

O gönül evleri, Yahudilerin canı gibi, dar ve karanlıktır. Sevgi bağışlayan Allah'ın zevkinden, manevî lûtfundan mahrumdur.

3130

Böyle bir gönülde ne güneşin nûru parlar, ne sahası genişler, ne de kapısı ma'rifete ve hakîkate karşı açılır.

Senin için böyle bir gönülden, mezar daha iyidir. Sen şimdi gel de karanlıklar içinde kalmış, nûrsuz, daracık gönlünün mezarından çık, kurtul!

Aslında sen ölü değilsin! Sen bir dirisin ve bir dirinin oğlusun. Senin bu dapdaracık gönül mezarın nefesini daraltmadı mı? Yâni böyle daracık bir gönülle nefes alamaz bir hâle gelmiyor musun?

Sen vaktinin Yusuf’usun. Gökyüzünün güneşisin. Şu beden kuyusundan, şu karanlık dar zindandan çık, güzel yüzünü göster!



281. Baş gözü körlüğü gibi gönül gözü körlüğü de var.

(c. III, 2089-2098)



Kör adam, yürürken önündeki pislikten sakınamaz. Çekinmenin, kaçınmanın temeli gözün görmesidir. Göz, kör olunca başa neler gelir?

2089

Gerçekten de kör olan kişi, yürür geçerken pisliği görmez. Bu yüzden pisliğe sürünebilir, bulaşabilir. Allah'tan dilerim, hiç bir müminin gözü kör olmasın.

Baş gözü kör olan kişi, görünen pisliklere bulaşır, kirlenir; fakat gönül gözü kör olan, gizli pisliklere düşer.

Görünen pislikler su ile temizlenirler; görünmeyen, gizli olan içte bulunan pislik ise, su ile temizlenmek şöyle dursun, arttıkça artar.

İçteki pislikler belirince, onları gözyaşından başka bir şeyle yıkamak, temizlemek mümkün değildir.

Cenâb-ı Hakk kâfire; "Pis." dedi. O pislik onun dışında değildir ki.2

2095

Kâfirin dışı temizdir, görünen pisliğe bulaşmamıştır. Ama pislik onun huyunda ve inancındadır.

Görünen pisliğin kokusu yirmi adımlık yerden duyulur, içteki pisliğin kokusu ile Rey şehrinden Şam şehrine kadar gelir.

Hatta göklere çıkar da, Cennet kapılarının ve hurîlerinin genzine kadar gider.3

Bu söylediğim söz de senin anlayacağın derecededir. Ben, doğru anlayan kişilerin hasretiyle ölüyorum.4

282. Gönül gözü uyur mu?

(c. III, 1222-1228)



Şu dünyada baş gözü açık, fakat gönül gözü uykuda nice kişiler vardır.

1222

Gönlü uyanık olan kişi, baş gözünü kapasa bile ona yüzlerce basîret gözü açılır.

Eğer sen gönül ehli değilsen, uyanık ol, dâima uyanık bulun da, Allah'tan gönül iste; bunun için çalış, çabala!



Eğer gönlün uyanık ise korkma! Baş gözü ile uyumaya bak, bir hoşca uyu! Artık senin gözünün önünden ne yedi kat kaybolur, ne de altı yön!

1225

Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Benim gözlerim uyur, ama gönlüm hiç uykuya dalmaz!"5

Bekçi uyumuş, yâni baş gözü uykuya dalmış, ama pâdişah, yâni gönül uyanık ya, sen ona bak! Gönül gözü açık olduğu hâlde uyuyanlara canım fedâ olsun!

Ey mânâ eri, gönül uyanıklığını anlatsak, binlerce Mesnevî'ye sığmaz!

283. Gönüle batan diken

(c.I, 150-152, 1038-1039)



İçimize doğan, bizi rahatsız eden şeytânî düşünceler, hayâller, vesveseler kalbimize batan, görünmez dikenlerdir. Bu dikenler, bir kişiden değil, binlerce kişiden gelip kalbimize batmaktadır.

1038

Sabr et, hislerin değişsin, gönül gözün açılsın da onları gör, gör de müşkillerin hallolsun.

1039

150

Bir kimsenin ayağına diken batınca, ayağını dizinin üstüne kor.

Önce, iğne ucu ile dikenin başını arar, bulamazsa, diken batan yeri tükürüğüyle ıslatır.

Ayağa batan diken böyle güç bulunursa, gönüle batan diken nasıl bulunur? Cevabını sen ver.



284. Gözün açık iken içine bir üzüntü çökerse
gönül gözünün kapalı oluşundandır.

(c. II, 86-91)

Gözün açık iken içine bir üzüntü çökerse, üzülür, perişan olursan; bilmiş ol ki, gönül gözün kapalıdır; onu aç ki gamdan, elemden kurtulasın.

Çektiğin sıkıntıyı, ızdırabı gönlünün iki gözünün de kapalı olduğundan bil; çünkü gönül gözü kıyasa sığmaz sonsuz nûr aramaktadır.

Sen iki baş gözünü kapayınca, az bir zaman için nûrdan ayrı düştüğüne üzülüyorsun da, bu yüzden hemen gözlerini açıyorsun.

O sonsuz olan gönül gözünün iki nûrundan (akıl ve basîret nûrundan) mahrûm kalmak da seni perişan etmededir. Kendine gel de onları koru.



90

Gönlüme Hakk'ın bir cezbesi düştü, (O) beni çağırıyor; ben de kendime bakayım; O'nun tarafından cezb edilmeye lâyık mıyım, yoksa bed sûratlı, çirkin biri miyim?

Çünkü bir güzel, bir çirkini peşine düşürürse onunla alay ediyor demektir.

285. Gönül yolu

(c. III, 1976-1980)

Sen yere basan, dikenler ve taşlar üzerinde yürüyen, bu ayakları görme, çünkü âşık gerçekten de gönül yurdunda sefer eder, sanki gönüle basar da yürür.

Gönül; yolu, menzili, konak yerini, yolun kısalığını ve uzunluğunu ne bilir? Çünkü o, rûhu okşayan, ona ihsanlarda, lûtuflarda bulunan Hakk'ın mesti olmuştur.

Uzunluk, kısalık, bedenin sıfatlarıdır. Rûhların seyri, gidişi ise, bedeninkine benzemez, bir başka çeşittir.

Ey sâlik! Sen babanın erlik tohumundan, akıl ve şuur sâhibi oluncaya kadar birçok değişiklikler geçirdin, durumdan duruma yolculuk ettin, fakat bu yolculuk vaktinde ne adım attın, ne konakladın, ne de kona-göçe geldin.



Bedenimiz yolculuğu rûhumuzdan öğrenmiştir. Rûhun gezip yürümesi; keyfiyetsiz, neliksiz ve niteliksizdir.

1980

286. Cenâb-ı Hakk; "Biz dâima gönüle bakarız."
diye buyurdu.

(c.III, 2244-2247)

Cenâb-ı Hakk; "Biz dâima gönüle bakarız, su ve çamurdan ibâret olan sûrete, şekle değil." diye buyurdu.

2245

Sen; "Bende de gönül var." diyorsun, diyorsun ama gönül arşın üzerinde olur, hâlbuki sen, aşağılardasın, aşağılıklarda bulunmadasın.6

Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir. Fakat o su ile abdest alınmaz ki.

Balçığın içinde su vardır, vardır ama, o balçığa yenilmiş, balçıkta kaybolmuştur. Sen de gönlüne; "Bu da gönüldür." diyemezsin. Çünkü senin gönlün de kirli emellere, şehvete, hiddete, mevkî hırsına, dünya isteklerine mağlub olmuş, onlar arasında kaybolup gitmiştir.



287. "Allah sizin sûretlerinize bakmaz,
gönlünüze bakar."

(c. V, 869-874)

Peygamber Efendimiz; "Allah, sizin sûretlerinize bakmaz, gönlünüze bakar. Bu sebeple bir gönül sâhibini arayınız." diye buyurdu.7

870

Cenâb-ı Hakk; "Ben secdenin şekline de bakmam, altın bağışlamana da. Ben sana bir gönül sâhibinin gözü ile bakar, görürüm." diye buyurdu.

Sen kendi gönlünü gerçek gönül sandın da, gönül sâhibi ârifleri aramayı bıraktın.

Gönül öyle bir varlıktır ki, şu yedi kat gök gibi, yedi yüz gök orada kaybolur, görünmez olur.

Bu çeşit gönül kırıntılarına, gönül döküntülerine gönül deme! Sebzvar'da Ebubekir'i arama!

Gönül sâhibi, altı yüzlü ayna gibidir. Allah, altı yöne de o aynadan bakar.8



288. Allah; "Ey kulum; bana temiz bir gönül getir!" der.

(c. V, 881-888)

Ey zengin! Sen Allah'ın huzûruna yüz çuval altın götürsen, Cenâb-ı Hakk buyurur ki: "Ey getirdiği yükler altında iki büklüm olan kişi. Bana gönül getir, gönül..."9

Eğer o gönül senden râzı ise, ben de senden râzıyım. Ama gönül senden yüz çevirmişse, ben de senden yüz çeviririm.

Ben sana bakmam, gönüle bakarım. Ey cân! Armağan olarak bana gönül getir.10

Gönül, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır. Evlâtlar, annelerinin gönüllerini kırmazlar, onlara saygı gösterirlerse, onların hürmetine cennete gireceklerdir."



885

Halkın anası da, babası da, aslı da gönüldür. Ne mutlu o kişiye ki, bedene bakar da gönlü görür.11

289. Gönlün kendini kaybetmesi mest olması nedendir?

(c. VI, 1296-1300)



1296

Azîz dostum, her şey görünmez ki. Rüzgâr da gizlidir. Onu tozların yükselişinde, yaprakların savruluşunda seyret!

Rüzgâr bazen sağdan eser, bazen soldan. Yaprakların oynayışı bu hâli anlatır.

Gönlün kendini kaybetmesi, mest olması neredendir? Nedendir? Bilmezsin ama, onun o hâlini mahmûr gözlerde ara!12

Hakk'ın zâtından uzaklarda bulunuyorsun ama, onun zâtının vasfını, kudretini de peygamberlerden ve onların gösterdikleri mûcizelerden öğrenebilirsin.

Gizli mûcizeler, gizli kerâmetler, gizli mânevî güzellikler o tertemiz insan-ı kâmilden gönle akseder. Bu mânevî zevkler anlatılamaz ki...

1300

290. Eğer gönlünde göklere yükselmek isteği varsa,
mânâ kanadını aç, yüksel!

(c. III, 1618-1621)



Allah, herkesi bir iş için yaratmıştır. Herkesin gönlüne bir işle uğraşma arzusunu koymuştur.

1618

Gönülde bir istek olmadan el ayak nasıl hareket eder? Çerçöp su akmazsa, rüzgâr esmezse nasıl gider?

Eğer gönlünde yükselme isteği varsa, devlet kuşu (hümâ) gibi kanadını aç, yüksel..

1620

Gönlün gökyüzünü değil de, yeryüzünü arzu ediyorsa hâline ağla, feryad et, sızlan! Çünkü sen, hayvanlar gibi, yeryüzüne mensup değilsin.

291. Gönül ovası

(c. III, 514-516, 527)

Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bedenimizin mayası olan balçık ovasında açılıp saçılmaya, gönül ferahlığı elde etmeye, mânen yükselmeye imkân yoktur.

515

Ey dostlar, gönül yurdu eminlik ülkesidir. Orada mânevî kaynaklar var, çeşmeler var. Orası güllük, gülistanlık; orada gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var.

Ey dünya gecesinin yolcusu, acele gönle doğru gel. Orada gez dolaş. Çünkü gönülde yol yol mânâ meyveleri veren ağaçlar var. Orada bilgi ve duygu dereleri akmaktadır.

527

Fakat her insanın evveli, ibtidâsı şekildir, sûrettir. Ondan sonra can gelir, gönül gelir ki, o da, insanın iç yüzünün kemâli ve güzelliğidir.

292. İçinde gönül nûru bulunmayan gönlü,
gönül sayma!

(c.V, 2878-2879)

İçinde gönül nûru bulunmayan gönül, gönül değildir! Can olmadıktan sonra beden topraktan başka bir şey değildir!

İçinde can nûru olmayan kandile, kandil deme; o, içine kirli, pis bir su konmuş bir şişedir!



293. Mânâ gözü

(c. II, 2366-2374)

Mânâ körünün hakîkati görmemesi, tanımaması, bilmemesi; baş gözünün değil de gönül gözünün kör oluşundandır. İşte böylece insan bilgisizliğinin sarhoşu olunca ve irfandan mahrum kalınca, gerçekten kör olur.

Kör adam şu yeryüzünden de daha kör, daha gözsüz değildir. Öyle olduğu hâlde yeryüzü, şu kara toprak, Allah'ın lûtfu ve ihsanı ile Hakk'ın dostunu düşmanını gördü, tanıdı.

O gözsüz toprak; Hz. Mûsâ'nın nûrunu gördü, ona saygı ve sevgi gösterdi. Hakk düşmanı Karun'u da tanıdı, onu yutuverdi.13

Yeryüzü Hakk'ın; "Ey yeryüzü; suyunu yut!" emrini anladı da Karun gibi benlikte bulunan herkesi helâk etti.14



Toprak da, su da, rüzgâr da, kıvılcımlar saçan ateş de bize karşı habersiz, cansız, duygusuz gibi duruyorlar, fakat Allah'ın emirlerini yerine getirmek için bekliyorlar. Çünkü onların her şeyden haberleri var, her şeyi biliyorlar, görüyorlar.

2370

Biz ise, onların aksine, Allah'tan başka her şeyden haberimiz var. Dünya işlerine dalmışız, Hakk'tan habersiz kalmışız, peygamberlerin korkutucu haberlerine kulaklarımızı tıkamışız.

Hâsılı bütün varlıklar, gökler ve dağlar ilahî emâneti yüklenmekten korktular. Çünkü onların herşeyden haberleri vardı. İlahî emânetin yükü altında ezilmek istemediler. Fakat; insanda hayvanî ve nefsanî duygular bulunduğu için emâneti kabul etmenin külfetini, zorluğunu idrâk edemedi de korkusu, çekinmesi körleşti, tesirsiz kaldı.15

İlahî emânet teklîfi karşısında gökler, yeryüzü, dağlar; "Maddî hayata dalmış, mânâyı unutmuş halkla, insanlarla yaşamaktan ve Allah'a karşı ölü, yâni gâfil olan yaşayıştan bıktık usandık." dediler.

İnsan, insanlardan, anasından, babasından geri kalınca, ayrı düşünce yetim olur. Cenâb-ı Hakk'a yakın olmak için kötülükten arınmış bir gönül gerek.16



270. Gönül dağlarında duyulan bu ses
kimin sesidir?

(c. II, 1327-1344)

Gönül dağlarımızda duyulan bu sesler, bu ilâhî feryâdlar kimin sesidir? Kimin feryâdıdır? Ne yazık ki gönül dağlarında bu heyecanlı ses her zaman duyulmaz; gönül dağları bazen bu seslerle dopdolu, bazen de bomboştur.

Kâmil insan her nerede olursa olsun hikmet sahibidir, üstattır. Onun mübârek sesi gönül dağında her zaman duyulsun, eksik olmasın...

Dağ vardır ki sesi iki kat artırır, dağ vardır ki yüz kat artırır.17

1330

Dağ kendine aks eden o ses ve sözden etkilenir de, kayalarının kalbinden yüzbinlerce saf sular, kaynaklar sızdırır.

O ilâhî lûtf ve ihsan dağdan ayrılınca, uzaklaşınca dağdaki su kaynakları kan kesilirler.

Üstün, kutlu, mânevî bir pâdişah olan Hz. Mûsâ'nın pabucunu öptüğü için Tûr-ı Sînâ baştan başa la'l olmuştu.

Hz. Mûsâ'nın feyzi ile Tûr Dağı'nın bütün cüzleri canlandı, akıllandı. Ey insanlar! Bizler taştan da daha aşağı mıyız ki, velîlerin feyzini kabul edemiyor, ondan yararlanmıyoruz?

Dağlarda taşların kalbinden sular fışkırır da, üstün bir varlık olan insanın rûhundan bir kaynak kaynayıp coşmaz, bedeni de yeşiller giyen rûhânîlerden olmaz mı?18



1335

Mânevî heyecandan, rûhânî zevkten mahrûm kalan o bedende, ne yaratana karşı bir özlem vardır, ne de ezelde rûhuna sunulan vahdet sâkisinin şarabının safâsı ve neşesi mevcuttur.

Benlik ve nefsâniyet dağını, kazma ile, külünk ile yerinden söküp atacak bir hamiyyet, bir gayret nerede?

Böyle yapılacak olursa, belki onun cüzlerine bir mânâ ayının nûru düşer. Belki ay ışığı ona yol gösterir.

Kıyâmet gününde dağlar yerinden sökülecek, senin de bir davranışın ne vakit bu lûtfu gösterecek ve mânevî kıyâmet koparacak da benlik dağın paramparça olacak, hallaç pamuğu gibi atılacak?

Bu davranışın, bu silkinmen o kıyâmetten nasıl olur da aşağı olur? O kıyâmet yaradır. Bu kıyâmet merheme benzer.19



Kim bu merhemi gördü ise, yaradan emindir. Bu güzelliği gören her kötü kişi ihsan sahibi olur.

1340

Ne mutlu o çirkine ki bu güzele eş olur. Vay o gül yüzlüye ki, kış gibi soğuk bir kişiye dosttur.20

Cansız ekmek cana eş olunca dirilir. Canın tâ kendisi olur.

Kapkara odun ateşe eş olunca karanlığı gider. Baştan başa nûr olur.

Ölmüş bir eşek bir tuzlaya düşse, eşekliği ve leşliği kalmaz.



271. Gönül isterse neler yapar.

(c. I, 3563-3581)



3563

Gözlerimiz, bakışlarımız gönüle uymuştur. Gönül isterse göz zehire bakar, yılana bakar; gönül isterse göz ibret alacağı, ders alacağı şeye bakar.

Gönül isterse, göz görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar, gönül dilerse göz mânâya, örtülü şeylere, ilâhî sırlara bakar.

3565

Gönül isterse, gözleri külliyât tarafına sürer götürür. Gönül isterse onları cüz'iyyat'ta hapseder, bırakır.21

Beş duygumuzun her biri, aynı su deposuna bağlı musluklar gibi, gönle bağlıdırlar. Gönlün dileği ile, emri ile iş görürler.

Gönül ne tarafa işâret ederse, beş duygu da eteklerini toplar o tarafa doğru koşar.

Gönül isterse, ayak raks eder, oyuna dalar yahut yavaş yürüyüşü bırakır, hızlı yürüyüşe geçer.

3570

Gönül dilerse el parmakları ile hesap yapar, yahut o parmaklarla kitap yazar.

Dikkat ediniz, bütün bu işleri yapan hünerli el, aslında içte bulunan gizli bir elin emrindedir. O gizli el bedenimizin şu görünen elini maşa gibi kullanarak bu işleri yaptırmaktadır.

Eğer gizli el isterse, şu görünen el, düşmana karşı yılan gibi öldürücü olur. Yine gönül isterse, o el bir dosta karşı yardımda bulunur.

Acaba gönül bizde bulunan bu beş duyguya neler söylüyor, onlarla aralarında ne de gizli, akıl almaz bir anlaşma, ne şaşılacak bir buluşma var?

Gönül acaba, Süleyman'ın mührünü mü buldu ki, bu beş duygunun yularını da eline almış, onları istediği tarafa çekip götürüyor.22

3575

Gönül, Süleyman'ın mührünü elde etmiş, beden diyarında rûhânî ve nefsânî kuvvetlerin pâdişahı olmuş da bilinen görünen beş duyguyu emri altına almış, içte bulunan, görünmez beş bâtınî duygu da zaten onun emrinde.23

On duygu, yedi uzuv, daha sayılamayacak, söylenemeyecek ne kadar çok şeylerin hepsi gönlün emrinde.24

Ey gönül, sen ululukta, sultanlıkta Süleyman olmuşsun. Parmağındaki yüzüğünle perilere, şeytanlara hükmet. Mademki beden diyarının pâdişahı oldun, içte bulunan kötü duyguları, nefsânî ve şeytânî istekleri kov, gitsin.

Bu pâdişahlıkta, bu beden diyarında hileye sapmazsan, şu üç azılı şeytan; hırs, şehvet ve öfke şeytanları senin insanlık ve aşk yüzüğünü çalamaz.



Ondan sonra da adın sanın dünyayı tutar, bedenin gibi iki dünyaya hâkim olursun.

3580

Eğer şeytan elinden aşk yüzüğünü, insanlık yüzüğünü alır giderse, pâdişahlığın yok olur; bahtın, mutluluğun ölür.

272. Gönül havuzundan
hakîkat denizine gizli bir yol vardır

(c. II, 1361-1374)

Ey bedeni kirli olan kişi! Sen havuzun etrafında dönüp dolaşıyorsun, ama insan havuzun dışında iken nasıl temizlenebilir?

Maddeten temiz olan kişi mânâ havuzundan uzak düşerse kendini mânen temizleyemez. Dışyüzü temiz olmakla beraber bâtını, özü kirli kalır.

Bu mânâ havuzunun temizliğinin haddi, sınırı yoktur. Bedenlerin temizliği ise az bir şeydir. İnsan bedenini kolayca temizleyebilir. Ama gönül temizliği o kadar kolay bir şey değildir.

Aslında gönül, gizli bir mânâ havuzudur. Bu mânâ havuzundan vahdet denizine gizli bir yol vardır.



1365

Ey kendine güvenen; "Kalbim gönlüm temizdir." diyen kişi, senin kalbinin gerçekten temizlenmesi için bir velînin kalbi havuzundan, yâhut hakîkat denizinden yardım ister. O ilâhî yardım olmasa, paranın sayısı harcandıkça azaldığı gibi, senin mahdûd olan temizliğin de kirlenir.

Günâha batmış, kirlenmiş, pislenmiş kişiye, su, hâl dili ile; "Ey kirli kişi koş bana gel!" der. Günâhkar da; "Ben sudan utanır, yâni mürşitten utanırım. O benim kirliliğimi keşfeder." cevabını verir.

Su der ki: "Seni utandıran o kirlilik, o günâh bensiz nasıl gider? Ben olmadan şu pislik nasıl temizlenir?"

Kirlenmiş, pislenmiş adam sudan gizlenirse; "Utanmak, imana engel olur." sözü gerçekleşir.25

Gönül ten havuzunun dibinde biriken günâh çamurlarına bulandı. Kirlendi ama ten, gönüller havuzunun suyuyla, yâni mürşidin feyzi ile temizlendi, arındı.



Ey oğul! Gönül havuzunun çevresinde dolaş. Fakat sen sen ol da, ten havuzunun dibinde çamura saplanıp kalma.

1370

Beden denizi ile gönül denizi birbirine bitişiktir. Fakat aralarında bir berzah vardır. Birbirlerine karışmazlar.26

İster doğru ol, ister eğri; gönül havuzuna doğru koş, geri gitme.

Pâdişahların huzurunda can tehlikesi var. Ama himmetleri yüce kişiler, can korkusu yüzünden pâdişahtan ayrılmazlar.

Bir de pâdişah şekerden de tatlı olursa, canın tatlılığa gitmesi daha da hoştur.



273. Gönül evinin gizli komşuları da var.

(c. IV, 1773-1788)



1773

Ey gâfil, ey yalancı adam; içindeki fesatlık ve kötülük kokusu nefesinden duyulmakta! Derdin, kederin başında, yüzünde apaçık görünmektedir!

Bitmez tükenmez bir savaş yeri olan dünyada, koku alanlar, kokudan anlayanlar da var! Kendine güvenip herkesi aptal sanma, hay huy etmeye kalkışma!27

"Gül reçeli yedim." diyorsun ama, nefesinden sarmısak kokusu geliyor. Sana; "Sus!" diyor. "Saçma sapan söyleme!"

Şu insan gönlü pek büyük bir eve, bir konağa benzer. Bu acâip gönül evinin gizli komşuları da vardır.

O komşular pencere aralıklarından, duvardaki deliklerden gönül sırlarını dinlerler, gizli şeyleri anlarlar!

Onlar ev sahibinin hiç bilmediği, hiç ummadığı bir delikten bakarlar; evde ne var, ne yok görürler!

274. Gönül asla yalan söylemez!

(c. VI, 2743-2744, 2750-2758)



İyi bir kimsenin gönlüne herhangi bir şey yüzünden bir kötümserlik gelirse, bu boş yere gelmez!

2743

O sezişi, o anlayışı Hakk'ın anlayışı bil; vehim bilme! Müminin gönlündeki nûr, o anlayışı levhinden, Levh-i Mahfuz'dan okumuştur!28

Güzel huylu Yâkup Peygamber de, kardeşleri Yûsuf için izin almak istedikleri zaman;

2750

Kardeşleri az bir zaman için müsaade alıp onu kırlara götürmek istedikleri vakit babalarına:

"Baba; bir zarar gelir! diye düşünme! Bir-iki gün ona izin ver de;

Onunla beraber çayırda oynayalım! Bu dâvette biz, emin kişileriz; onu eğlendirmek, ona iyilik etmek istiyoruz!

Bize neden emniyet etmiyorsun, neden Yûsuf'unu bizimle gezmeye göndermiyorsun?"



Dedikleri zaman Yâkup; "Şunu biliyorum ki; onun benim yanımdan ayrılması gönlümü yakıyor; içime bir dert, bir mahzunluk getiriyor!

2755

Şu gönlüm beni hiç aldatmaz, hiç yalan söylemez! Çünkü gönülde, arş nûrunun parıltısı var!"

Yâkub'un gönlüne gelen şey, bu işteki fesadın, kötülüğün kat‘î bir delili idi fakat; kazâ ve kaderden korunması mümkün değildi!

İçine belirli şüpheler düştüğü hâlde, yine de Yûsuf'u gönderdi. Çünkü, kazâ ve kader ne ise o olacaktı!

275. Gerçek gönül sahipleri

(c. III, 2248-2259)

Göklerden de üstün olan gönül, "abdal"ın, yâhut peygamberlerin gönülleridir.

Onların gönülleri çamurdan, yâni kirli isteklerden, günahlardan arınmış, temizlenmiş, saf bir hâl almıştır. Mânevî neşeleri arttıkça artmış, coşmuştur. Her iyi işe yarar olmuştur.



2250

Çünkü onlar, balçığı bırakmışlar, tertemiz bir hâl almışlar, gelmişler ve hiddet denizine kavuşmuşlar, böylece balçık zindanından kurtulmuşlar, Hakk'ın denizine karışmışlardır.

Dikkatle bak da gör ki: Şu bizim can suyumuz, balçıktan yaratılan şu beden içinde mahpûs kalmıştır. Ey rahmet denizi bize acı, ve bizi şu çamurdan kurtar.

O rahmet denizi sana der ki: "Ben, seni kendime çekiyorum ama, sen benliğe kapılıyorsun ‘ben de hoş bir suyum, sâfî bir suyum’ diye lâf ediyorsun.

Bu lâfın, seni benden mahrûm ediyor, o vehmi, o benliği bırak da bana gel, bana karış.

Balçığın içindeki su, denize gitmeyi, aslına kavuşmağı ister ama, balçık suyun ayağını sımsıkı tutmuştur. Onu kendine çeker, bırakmaz.



Eğer su, yâni rûh, ayağını balçığın elinden, yâni bedeninden kurtarırsa balçık kurur, su da hür ve bağımsız bir hâle gelir.29

2255

Suyun balçık tarafından geri çekilmesi, bırakılmaması, yâni bedenin rûhu hakîkat deryasına gitmekten alıkoyması nedendir? Senin bedeni besleyen, nefsânî arzuları artıran, hâlis şarabla, çeşitli mezelere rûşen oluşundandır.

Böylece dünyada gerek mal, gerek mevkî, gerek ekmek, rızık, bunlara karşı duyulan şiddetli arzu, ihtiras ile çırpınır durursun.

Bunları elde edince de, her biri seni sarhoş eder, elde edemediğin, yâhut elden kaçırdığın zaman da, kedere kapılır, sersemleşirsin.

O keder sersemliği, şunu belirtmektedir ki, elde edemediğin şey, seni sarhoş etmektedir, bu hâl kötü bir hâldir.



276. Gönül mescidi

(c. IV, 1383-1387)

Aslında şu gönül bir mescittir. Beden orada secdeye kapanmıştır. Nerede mescit, yâni böyle gönül varsa, kötü huylu bir arkadaş onun keçiboynuzudur. Yâni gönlün harap olmasına sebep olur.

Eğer senin gönlünde kötü bir arkadaşın sevgisi belirirse, bil ki, bu sevgi, gönül mescidinin yıkılmasına sebep olacaktır. Kendine gel de ondan kaç; onunla az konuş.



1385

Öyle kötü bir dostun sevgisini gönlünde tutma, onu kökünden sök at. Çünkü o baş verir, boy atarsa seni de, mescidini de yıkar.

Ey Hakk âşıkı: Eğrilik, kötü huy, senin keçiboynuzundur. Ne diye çocuklar gibi emekliyerek, eğriliğe gidiyorsun?

Kendinden yana çıkma, kendini suçlu say, kendini suçlu görmekten korkma, suçlu olduğunu onun huzûrunda itirâf et ki; Cenâb-ı Hakk sana ilhâm ettiği mânevî dersleri kesmesin.



277. Ermişlerin gönüllerinden başka hakîkî mescit yoktur

(c. II, 3109-3115)

Ahmaklar insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.

3110

Ey eşekler! İnsan yapısı olan mescid mecâzdır; yok olup gider. Ermişlerin gönüllerinden başka hakikî mescid yoktur.

Velîlerin gönüllerindeki mescid, herkesin secde yeridir. Orada sadece Allah vardır.

Bir Allah adamının, yâni bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allah hiç bir kavmi rezil ve rüsvay etmemiştir.

Bazıları peygamberlerle cenk etmeye kalkıştılar. Onların bedenlerini gördüler; onları basit insan sandılar.30

Sende de önce gelen ve Hakk'ı inkâr edenlerin ahlâkı var. Onların başlarına gelenler senin de başına gelebilir; niçin korkmuyorsun?



Onlarda neler varsa sende de vardır. Mâdemki onlardansın, ilahî azaptan nasıl kurtulabilirsin?

3115

278. Gönül sahibi erlerin huzurunda
gönlünüzü koruyun;
sakın içinizden onları inkâr yoluna sapmayın!

(c. II, 3218-3224)



Ey manevî bilgilerden bir şey elde edemeyenler! Gönül sahibi erlerin huzûrunda gönlünüzü koruyun! Sakın içinizden onları inkâr yoluna sapmayın!

3218

Beden ehli olanlara göre edep ve terbiye; zâhire, görünüşe bağlıdır. Çünkü Allah gizli şeyleri onlara göstermez, örter.

Gönül ehli olanlara göre edep bâtınîdir, içe bağlıdır, içi gözetmededir. Çünkü onların gönülleri gizli şeyleri görür.

3220

Sen ise aksine hareket ediyorsun. Gönül gözü kör olanların yanına, yüksek makamda bulunduklarından ötürü, edeple, saygı ile geliyor, kapı dibinde pabuçlukta oturuyorsun.

Gönül gözleri açık olan velîlerin karşısında ise edebi, terbiyeyi bırakıyorsun. Bu yüzdendir ki, şehvet ateşine odun oluyorsun.

Mâdemki anlayışın kıt, hidâyet nûrundan mahrûmsun, doğru yolu bulamıyorsun; sen git de mânâ körlerine karşı kendine çeki düzen ver: Tıraş ol, yüzüne pudra sür, süslen dur!

Gönül gözü açık olanların karşısında ise yüzüne kir ve pislik sür ve sonra şu kokmuş hâlinle nazlanmağa kalkış!



1 Bu beyitte Âl-i İmrân Sûresi'nin şu meâldeki 185. âyetine işâret var: "Herkes ölümü tadar. Yaptıklarınızın karşılığı muhakkak kıyâmet gününde tastamam verilecektir. O vakit kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa, artık o muhakkak muradına ermiş olur. Bu dünya hayatı aldanma metâından başka bir şey değildir."

2 Tevbe Sûresi'nin 28. âyetine işâret var

3 "Adam çekiştirenlerin ağızlarının kokusundan, gökteki melekler elem duyarlar." diye bir hadîs rivâyet edilir.

4 Hz. Mevlâna Mesnevî'nin V. cildinde bir münâsebetle buyurur ki: "Kime söyleyeyim, gönlü diri bir zât nerede? Âb-ı hayâta doğru koşan kişi hani?" Velîlerin, söylediklerinden daha anlamlılarını söylemeyişleri, onları anlayacak kimselerin bulunmadıklarındandır. Bu sebepledir ki azîz Peygamber Efendimizin: "İnsanlara, akıllarının ereceği derecede söz söyleyiniz." hadîsine uyarlar da, dinleyenlerin anlamayacakları hakîkatleri söylemekten çekinirler.

5  "Benim iki baş gözüm uyur ama, gönlüm uyumaz!" hadîsine işâret var.

6 Her göğüste bir kalp vardır. Kan dolaşmasına hizmet eder. Onu pompalar. Fakat insanın mânevî kalbi, yâni gönlü, bir yumruk büyüklüğündeki et parçacığı değildir. Bu kalp hayvanlarda da var. Belki kalp denilen gönül mânevîdir. Maddî değildir. Allah'ın tecellî yeri olan gönül, onun mâneviyetidir. Yere göğe sığmayan Allah orada bulunur. Hz. Bestamî; "Arş ile onun ihtiva ettiği şeyler, bir ârifin gönlü köşesinden birine konsa, ârif onları hissetmez." demiştir. Ve bu söz ile, ârifin gönlünün ne kadar geniş olduğunu anlatmıştır.

7 Bir hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: "Hakîkaten Allah Teâlâ, sizin sûretlerinize ve amellerinize bakmaz. Belki kalbinize ve niyetinize bakar.

8 Altı yön; sağ, sol, üst, alt, ön, arka'dır. İnsan-ı kâmil, Allah'ın kendi işlerini onun vâsıtasıyla gördüğü dünyanın gözüdür. Allah her şeyden münezzehtir. Bunu anlatmak için Muhiddîn-i Arabî hazretleri Futuhât-ı Mekkiyye'sinde; "İnsan-ı kâmil Allah'ın göz bebeği gibidir." diyor.

9  Dîvân-ı Kebîr'in VI. cildinin 3104. gazelinde bulunan şu iki beyti dikkatle okuyalım:

"Allah'ın huzûruna altın dolu binlerce keseler götürsen, Cenâb-ı Hakk: ‘Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir.’ diye buyurur."



10 Bu beyitte Şu‘arâ Sûresi'nin 88-89 numaralı şu meâldeki âyetlerine işâret var: "O günde ne mal fayda eder, ne de oğullar, meğer ki Allah'a tamamen sâlim bir kalp ile gelenler ola." Bağdatlı Rûhî şu beyti ile bu âyete işâret etmiştir:

"Sanma ey hâce ki, senden zer ü sîm isterler,

Yevm-i lâ-yenfaû'da kalb-i selîm isterler."


11 Kâmil bir insan, bedene baktığı zaman, bedenin ötesinde bulunanı, yâni insanın hakîkati olan gönlü görür. Yûnus; "Bir ben vardır bende, benden içerü." dediği zaman Hakk'ı mı kastetti? Gönlü mü kastetti? İkisinin bir olduğunu düşünenler de var: Bu yüzdendir ki ana, baba ve bütün insanların bedenleri, yâni gölge varlıkları, öz değildir, birer kabuktur, deridir. Hepsinin ötesinde "o" yâni gönül vardır. Bazı âriflere göre de, gönülden maksat, peygamber vârisi olup Hakk'ta fânî olan kâmil insandır.

12 Hakk yolunda yürüyenlerin içlerinde duydukları ilâhî neşeyi, gönüllerinin kendinden geçmesinin sebebini anlamak ister isen, onların gözlerine bak! Gözleri mânevî bir zevkle mahmûrsa, içlerindeki neşenin, huzûrun ifâdesini bulmuş olursun. Çünkü

gönüllerde duydukları ilâhî neşe, onların yüzlerinin, bakışlarının nûrundan anlaşılır. Nitekim Fetih Sûresi'nin şu meâldeki 29. âyeti: "Secde eserlerinin belirtileri yüzlerindedir." Hakk âşıklarının seher vaktinde, kimseye göstermeden kıldıkları namazların, yaptıkları ibâdetin izlerinin yüzlerinden belli olacağı haber verilmiştir.



13 Hz. Mûsâ'nın ümmeti arasında Karun diye zengin birisi vardı. Servetine güvenerek Hz. Mûsâ'nın manevî gücünü kıskandı. Ona bir iftirâda bulundu. Bir fahişeye para verip Hz. Mûsâ'nın kendisi ile zinâ ettiğini söylemesini istedi. Kadının dili tutuldu, iftirâsını söyleyemedi. Bunun üzerine toprak, Mûsâ'nın emrine boyun eğerek Karun'u ve hazînelerini yuttu.

14 Bu beyitte Hûd Sûresi'nin 44'üncü âyetine işâret var. Tûfan dalgaları Hz. Nûh'a isyân eden kavmi helâk ettikten sonra Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: "Ey yeryüzü! Suyunu yut ve ey gök! Sen de suyunu tut! Su azaldı. Yağmurlar dindiği için yeryüzündeki sular çekildi ve Nuh'un gemisi de Cudi Dağı'nın üstüne oturdu ve zâlimler Hakk'ın rahmetinden uzak olsunlar denildi." (Hûd Sûresi 44) Filozoflar inanmazlar ama mutasavvıflar; "Cansız sandığımız her şeyin kendilerine göre bir hayatı ve şuuru vardır ki, yeryüzünün ve göklerin verilen emri anlayıp yerine getirmeleri, onların canlı olduklarının bir belgesidir." derler.

15 Burada Ahzâb Sûresi'nin şu meâldeki 88-89. âyetlerine işâret var: "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik; onlar onu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular. Hâlbuki onu insan yüklendi. Çünki insan nefsine karşı zâlim ve câhildir." Bu emânetin ne olduğunda muhtelif görüşler vardır. Şerîat teklifleri diyenler de vardır.

16 Bu beyitte Şu‘arâ Sûresi'nin 88. ve 89. âyetlerine işâret var. O âyetlerin manası şöyle: "Kıyâmette mal ve evlat gibi şeyler menfaat vermez. Ancak kalb-i selîm ile, temiz bir yürek ve niyet ile Allah'ın huzûruna gelen yararlanır." Bağdadlı Rûhî merhûm da; "Ey efendi! Kıyâmette senden ne altın ne de gümüş isterler; ancak tertemiz bir kalb isterler." anlamına gelen şu beyti söylemiş: "Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / Yevmün lâ-yenfa‘u'da kalb-i selîm isterler."

17 Dağ, Hakk yolunda yürüyen dervişi, Hakk âşıkını temsil etmektedir. Gerçekten de Hakk yolunda yürüyen bazı kişiler, vardır ki; mürşidlerden işitmiş oldukları sözlerin mânâsını, sadece dağa aks eden ses gibi tekrar eder dururlar. Onların kabiliyetleri o kadardır. Bazı Hakk âşıkları da vardır ki; duydukları sözleri, hikmetleri içlerine sindirirler. O sözlerden türlü türlü mânâlar çıkarırlar. Rûhlarında mânevî heyecanlı yankılar meydana gelir de, başkalarının duymadıkları rûhânî zevkler duyarlar.

18 Bedenin yeşiller giyinen rûhânîlerden olması, insan bedeninin rûhânî varlıklar, yâni melekler gibi hiç günâh işlemez, mâsum bir hâl almasıdır.

19 Dağların yerinden söküleceği, pamuk gibi atılacağı (Nebe Sûresi 20) kıyâmet, dehşet, korku, ümitsizlik, gaflet, bilgisizlik ifâde eder. O kıyâmet ehli; hasret, pişmanlık, perişanlık içindedir. Hâlbuki mânevî kıyâmette; Allah'a kavuşmak ümidi, neşe vardır. Bu merhemi, yâni mânevî kıyâmeti görenler, öteki kıyâmetin dehşetinden, korkusundan emindirler. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm'de; "Onlar için korku ve mahzûn olma yoktur." diye buyurmuştur.

20 Çirkinliklerle, kötülüklerle, haksızlık ve zulümle dolu olan bu dünyada, mânevî kurtuluşu, mânevî güzellikleri gören kişi, ne kadar mutludur. Rûhânî güzellikleri göremeyen, mânevî zevklerden, ilâhî aşktan, imândan nasîbini almayan, dünyanın maddî güzelliklerine takılıp kalan ve fânî güzelliklerin arkasında koşan kişi de ne talihsiz kişidir.

21 Külliyât; Hakk'a, hakîkate, rûhânî âleme, âhiret âlemine işârettir. Cüz'iyyat ise, dünya sevgisi, maddeye esir olma, fânî varlıklara bağlanıp kalmak anlamına gelmektedir.

22 Hz. Süleyman'ın yüzüğünün taşında İsm-i A'zam (=Allah'ın en büyük adı) yazılı imiş. Bu yüzden cinlere, perilere, insanlara hükmeder, bu yüzük taşındaki mühür bugün İsrail'in bayrağında görüldüğü gibi birbirine geçmiş iki üçgenden ibâretmiş. "Mühr-i Süleyman" hükümdarlık sembolü olmuştur.

23 Görme, işitme, koklama, değme, tatma gibi beş görünen duygularımıza karşılık, beş görünmez duygumuz, batınî duygumuz vardır ki; onlar da şunlardır: Anlayış, vehim, düşünce, hayal, hafıza.

24 Beyitte geçen on duygu bir evvelki beyitte belirtilen 5 görünen (=zâhirî), 5 görünmeyen (=batınî) duygularımızın toplamıdır. Yedi uzuv 2 el, 2 ayak, 1 baş, 1 arka, 1 karın; toplamı yedi uzuv etmektedir.

25 "Hayâ imandan gelir.", "Hayâ ile iman kardeştir, birbirinden ayrılamazlar." diye hadisler var. Bu hayâ, günâha girmekten utanmak ve Allah'ın sevgisini kaybetmekten korkmaktır. Yoksa günâhlarım anlaşılacak diye halktan çekinmek değildir. Yâni insan halktan değil, Hakk'tan korkmalıdır. Kendi nefsinden, kendinde bulunandan utanmak gerekir. Nâmık Kemâl'in dediği gibi "Utanmaz kendi nefsinden de, âr eyler melâmetten."

Mevlâna Dîvân-ı Kebîr'de bir beyitte; () "Eğer sen aşkın âşıkı isen ve gerçek aşkı arıyorsan, keskin hançeri al, hayânın boğazını kes.". diye buyurmuştur.



26 "Cenâb-ı Hakk biri tatlı, öbürü acı iki denizi akıttı. O iki deniz birbirine ulaştı. Aralarında bir mâni var, engel var. Birbirine karışmazlar." (Rahman Sûresi 55/19-20).

Sûfîlere göre bu iki deniz misâli ile; nûr ehli ve nâr ehli murâd edilmiştir. Mevlâna bu beytinde beden denizi ile gönül denizinin aynı tende bulundukları halde birbirlerine karışmadıklarını ifâde buyuruyor. Daha doğrusu; dünya zevkleri için çırpınan beden denizi ile ilâhî duygularla, mânevî heyecanlarla dalgalanan gönül denizinin bir tende yaşadıkları halde, birbirlerine karışmadıklarını anlatmak istiyor.



27 Ziyâ Paşa merhûm;

"En ummadığın keşfeder esrâr-ı derûnun,



Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?" diye yazmıştı.

28 Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyuruluyor: "Müminin ferâsetinden, anlayış ve sezişinden sakının! Çünkü mümin, Allah'ın nûru ile bakar, görür!"

29 Hz. Mevlâna'nın şeyhi Seyyid Burhaneddin Tirmîzî hazretlerinin şu meâldeki kıtası anlamlıdır: "Rûhun çıkış yeri Allah'ın arşının nûrudur. Halbuki rûhumuzun kafesi olan beden, üzerinde yaşadığımız yeryüzü toprağındandır. Ahdi ve imtihanları kabul etmek için Allah, bu iki zıt varlığı bir araya getirmiş, birbirine alıştırmıştır. Bu durumda rûh ötelerden gelmiş bir gariptir. Beden kendi vatanındadır. Onun için kendi evindeki köpek gibi azgındır. Allah'ım, garip, mahzûn, kimsesiz, vatanından ayrı düşmüş olan rûha acı, merhamet et."

30 Evet; peygamberler de velîler de insan idiler. Fakat peygamberlere ilahî vahiy geliyordu. Kur’ân-ı Kerîm'in Kehf Sûresi'nin şu anlamda olan 110. âyeti bu hakîkati beyân buyurmaktadır: "Habîbim! Onlara de ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Şu kadar ki, bana vahiy geliyor."


Yüklə 124,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin