İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə133/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   1221
Bir atıf notu:

-Âhirzaman fitnesinde şeytanların çocuklara ortak olacağı rivayeti, Bak: 166, 167, 167/1p.

413- Bekârlık hakkında Ebu Süleyman Daranî Hazretleri şöyle diyor:

«Bir kimse evlenirse, dünyaya döner. Evlenen hiçbir hak yolcusunu, ilk ha­linde kalır bulamadım. Kendini Peygamber (A.S.M.) Efendimizle kıyas edemiyeceğini de bilmelisin. Böyle bir hataya düşersen, yolunu kaybedersin. Peygamber (A.S.M.) Efendimiz hakkında (53:17) |«R«0 _«8«— ­h«M«A²7~ «~«ˆ_«8 buyurulur. Bu sebeble onu ne dünya, ne de içindekiler meşgul eder. Onu Allah’dan gafil kılacak hiçbir sebeb yoktur. Amma sen böyle değilsin. Şehevî hislere kapılacağın zaman oruç tut, aç kal, su­suz kal, pek de uyuma, ayık ol.» (Mürşid-ül Emin, İmam-ı Gazalî ci: 2, Rahmet Yayınları- 1965 İst.)

İmam-ı Şafiî Hazretleri Kur’an’ın (4:3) âyetindeki ~Y­E¬U²9_«4 ifadesi ile (4:25) ²v­U«7 °h²[«' ~—­h¬A²M«# ²–«~«— âyetinden, nafile ibadetler için bekârlı­ğın efdaliyeti hük­müne varmıştır. (Bak: E.T. sh:1290, 1332)

Hanbelî Mezhebi de: «Zaruret hali olmadıkça dâr-ı harbde evlenmek ha­ram olur. Kişi eğer esir ise, hiçbir surette ve hiçbir halde evlenmesi mübah olmaz.» (D.M.İ.F. ci: 5, sh: 2050)

Evlilikle alâkalı olarak, Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir sual:

«Bazı mütedeyyin zatların, dünyadar haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekme­leri nedendir? Bu havalide bu nevi hâdiseler çoktur.

Gelen cevab: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerinin muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla, dünyaya gi­rişmeleri hataların­dan, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti. Mütebakisi, bir müba­rek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.» (K.L.265)

414- Esasen iyi düşünen insanlar bilirler ki; cemiyetin fertler üzerindeki tesi­rin­den azade kalmak, ancak çok az ve müstesna şahsiyetlere müyesser olur. Halkın ek­seriyeti, mevcud cemiyetin muhtelif derecelerde tesirinde ka­lırlar. Hele bozuk bir cemiyetin içinde doğup büyüyen ve faziletli İslâmî bir cemiyeti görmediklerinden mukayese imkânını bulamıyanların çoğu, ne ken­dilerinin ve ne de cemiyetin normal olmayan durumunun farkında olama­maları, daha çok düşündürücü bir keyfiyet olsa gerektir.

Bu hakikatı gören İmam ve Müceddidler, ümmeti bozuk cemiyetlerin te­si­rin­den ikaz etmeye çalışmışlardır.



415- İşte bugünkü cemiyetin mahiyetini bütün cepheleriyle bilen ve buna göre gereken tercihi yapmış olan Bediüzzaman Hazretlerine, hariç memle­kette mühim yerlerde ceridelerle sorulan “Neden sünnet-i seniyeye muhalif olarak mücerred kal­dın?” sualine verdiği cevabında şöyle diyor:

«Kırk seneden beri gayet dehşetli bir zındıka hücumu karşısında her şe­yini feda edecek hakiki fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’an-ı Ha­kim’in hakikatına; değil dünya saadetimi, belki lüzum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim. Değil bir sünnet olan muvakkat dünya zev­celerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmaya mec­burdum ki; ihlâs-ı hakikî ile hakikat-ı Kur’aniyeye hizmet edebileyim. Çünki bu dehşetli dinsizlik komiteleri, öyle dehşetli hücumları ve desiseleri yapı­yorlardı ki, bunlara karşı gelmek için azamî fedakârlık yapmak ve harekât-ı diniyesini rıza-i İlahî’den başka hiçbir şeye âlet yapmamak lâ­zım geliyordu.



416- Biçare bir kısım âlimler ve ehl-i takva insanlar, çoluk çocuğunun mai­şet derdi için bid’alara fetva verdiler veya tarafdar göründüler. Hususan din derslerini kaldırıp ezan-ı Muhammedîyi kaldırmak gibi dehşetli hücum­lara karşı azamî feda­kârlık ve azamî sebat ve metanet ve herşeyden istiğna etmek lüzumu karşısında, ben bir sünnet-i seniye olan evlenmek âdetini terkettim ki, tâ çok haramlara girmiyeyim ve çok vâcibleri ve farzları yapa­bileyim. Bir sünnet yüzünden, yüz gü­naha girilmez. Çünki o kırk sene zar­fında birtek sünneti yerine getiren bazı hocalar, on kebaire ve haramlara girmeye bir kısım sünnet ve farz­ları bırakmaya kendilerini mecbur bildiler. (Bak: 990.p.)

417- Saniyen: Âyet-i Kerime’de (4:3) ²v­U«7 «_«0_«8 ~Y­E¬U²9_«4 ve Hadis-i Şe­rif­teki ~—­h«$_«U«# ~Y­E«6_«X«# (32) gibi emirler, emr-i daimî ve vücubî değildirler.

Belki istihbabî ve sünnet emirleridir. Hem şartlara bağlıdır. Hem de her­kes için her vakit değildir.

Hem de ¬•«Ÿ²,¬ž²~ |¬4 «}Å[¬9_«A²;¬‡ «ž “Ruhbaniyet İslâm’da yoktur” (33) mâ­nâsı, “Ruhbanîler gibi tecerrüd merduddur, hakikatsızdır, haramdır” de­mek değildir. Belki «‰_ÅX7~ ­p«S²X«< ²w«8 ¬‰_ÅX7~ ­h²[«' (34) hadisinin sır­rıyla, hayat-ı içtimaiyeye hiz­met etmek için içtimaî bir âdet-i İslâmiyeye terviç­tir. Yoksa selef-i salihînden binler ehl-i hakikat inzivaya, mağaralara muvakka­ten gir­mişler. Dünyanın fani müzeyyenatından istiğna ve tecerrüd etmişler. Ta ki, hayat-ı ebediyelerine hizmet etsinler.

Madem şahsî ve hususî kemâlat-ı bakiyesi için dünyayı terk edenler, se­lef-i salihînden çok var. Elbette hususî değil, küllî ve umumî olarak, çok bi­çarelerin saa­det-i bakiyeleri için ve dalâlete düşmemeleri ve imanlarını tak­viye edip kur­tarmaları için ve o hakikat-ı Kur’aniye ve imaniyeye tam hizmet etmek ve ha­riçten gelen, da­hilde çıkan dinsizlere karşı dayanmak için zail ve fani dünyasını terk etmek, elbette sünnet-i seniyeye muhalefet değil, belki hakikat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddık-ı Ekber’in “Cehennem’de vücu­dum büyüsün, ta ehl-i imana yer bulunmasın” diye fedakârlıkta azamî sadakatın bir zerresini kazan­mak fikriyle, biçare Said bütün öm­ründe tecer­rüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş.» (H.R.25)



417/1- Bu tecerrüd hali Bediüzzaman’a has kalmamıştır. Asrımızdaki gibi deh­şetli fitnenin istilası karşısında bulunmayan geçmiş asırlardaki pek çok veli zatlar ve şahsiyetler, dine ve ilme hizmet gayesiyle, hatta şahsî kemâlat kazan­mak için dahi bekâr kalmışlardır. Ezcümle:

Hadis ve fıkıh imamlarından meşhur Nevevî (Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya bin Şeref Hazretleri Mi. 1233-1277) ki; «Şam’ın ünlü medresesi Eşrefiye’de müder­risliğe davet edildi. Yeni ölmüş bulunan meşhur Ebu Şamme’nin yerine Dar-ül Ha­dis’te hadis okutacaktı. Ders yıllarında sağlığı bo­zulmuş olmasına rağmen son de­rece kanaatkâr bir hayat yaşıyarak, evlen­meden ve maaş almadan kendisini ilim ve tedris mesleğine vakfetti.» (Yeni Türk An­siklopedisi’nden)

Hem meselâ İmam-ı Gazali (R.A.) İhya-i Ulum’unda, Ebu Süleyman Daranî, İbrahim Edhem, Bişr-i Hafî Hazeratı gibi büyük velilerin bekâr kal­dık­larını kayde­der. Hele Aktab-ı Erbaadan meşhur Ahmed-i Bedevi de dahil olmak üzere Bayezid-i Bistamî ve Ebu Muhammed Murtatış gibi pek çok büyük ve meşhur veliler ev­lenmemişlerdir. Hatta İsa (A.S.) ve Yahya (A.S.) gibi pey­gamberlerden dahi bekâr yaşıyanlar olmuştur. (Bak: 3982. p.sonu)

Evet “Ülema-i Uzzab” namındaki bir eserde de, ilmi evlenmeye tercih eden bekâr âlimlerden bir kısmı hakkında izahat vardır. Biz ihtisaren aşağıya alıyo­ruz: (*)

l- Abdullah b. Ebi Necih el-Mekkî: Tebe-i Tabiîndendir. Güvenilir Tef­sir âlimlerinden olup, fasih bir konuşmaya ve güzel bir yüze sahibdi. Evlen­meyerek hayatını ilme vakfetti. Hicri 131’de vefat etti.

2- Ebu Abdurrahman Yunus b. Habib-ul Basrî (Hi. 90-182): Nahiv üze­rine çalı­şarak bu konuda ve mezhebler mevzuunda eserler verdi. Basra’da et­rafına top­ladığı ilim halkasından nice edibler, nice fusaha-i Arab çıkmıştır.

3- El-Cu’fî (Hi. l19-203): Şeyhülislâmlığının yanısıra hâfızlık, zahidlikle be­raber örnek davranışları bulunan bir şahsiyettir. Haccac b. Hamza onun hak­kında şöyle der: Ben Hüseyin El-Cu’fî’yi gülerken hatta tebessüm eder­ken aslâ görmedim ve ondan dünya ile alâkalı bir söz işitmedim.

4- Ebu Nasr Bişr b. el-Haris b. Abdurrahman el- Mervezî: Bu zat “Bişr-il Hafi” ismiyle meşhur olmuştur. Hayatı boyunca ilimle meşgul olan bu zat, özellikle hadis ilmi üzerinde durmuştur. Sonraları ise kendisini sadece iba­dete vermiş. Zühd, takva, ibadet ve vera’da adeta alemleşmiştir. İmam-ı Ahmed onun hakkında şunları söylü­yor: “Bişr ibadetten, zühdden, vera’dan ve yüce fa­ziletlerden üzerine düşeni yap­mada zorlanmaz. Çünki o tek başı­nadır. Onun ai­lesi yoktur. Kendi başına hayatın yükünü taşımaktadır. Ev­lenmeden vefat et­miştir. Ancak kendi gibi birisini bırak­mamıştır.

Çok kimseler Bişr-i Hafi’yi derviş, ehl-i tasavvuftan birisi olarak bilir. An­cak o aynı zamanda bir fikir adamı ve düşünürdür.

5- Hennad b. es-Serrî: Zehebî’nin “Tezkirat-ül Huffaz” kitabında ona dair şu malumatlar bulunur: “Hâfız, örnek, zâhid ve müttaki bir şahıstır. Muhaddistir.” En-Nişaburî de onu şöyle anlatıyor: “Hennad çok ağlıyordu, çok da Kur’an okuyordu. Asla evlenmedi ve buna teşebbüs de etmedi.”

6-. Et-Taberî: Müçtehid imamlardandır. Hüccet, müfessir, muhaddis, fa­kih, usulcü, lügat âlimi, nahivci, edib, şair, muhakkik, müellif ve muallimdir. Amul bel­desinde doğdu. 7 yaşındayken Kur’anı hıfzetti. 9 yaşındayken hadis yazmaya baş­ladı. 12 yaşına girdiğinde ilim yolculuklarına çıkmış, memleke­tinden ayrıl­mıştı. Bü­tün İslâm âlemini bu aşk ve şevkle dolaştı. Horasan, Irak, Şam ve Mı­sır beldelerini gördü. Sonra Bağdad’a yerleşti. Henüz genç yaştayken ilmî yön­den imamet aldı.

Taberî Hi. 310 yılında bekâr olarak vefat etmiştir. Geride ne zevce ne de evlad ü iyal bıraktı. Sadece pahasız bir ilim ve kıymeti takdir edilemiyecek bir çok eser bı­raktı. Yaşadığı asra öyle bir mühür vurdu ki, kıyamete kadar Taberî Asrı olarak ka­lacak, eserleriyle Allah indinde en yüce mevkiyi alacak­tır.

7- El-Enbarî: Nahivci, müfessir, edib, ravi, hâfız-ul Kur’an sıfatlarıyla ma­ruftur. Hi. 271’de doğmuş, 328’de vefat etmiştir. Bu büyük âlim, hayatı boyunca güzel ye­mekler yemekten hep kaçmıştır. İlminden alıkoyma endişe­siyle kadın­lara aslâ alâka duymamıştır. Hıfzetme yönü çok kuvvetliydi. Buna müvazi ola­rak da ilmi derindi. Kendinden sonra gelecek bir nesil ve zürriyet yerine, otuz­dan fazla pek kıymetdar te’lifatı bırakmayı tercih etmiştir ki, bu eserleri toplam beşyüz bin yapraktan müte­şekkildir.

8- Ebu Ali el-Farisî (Hi. 288-377): Fars beldesinden Fesa şehrinde dün­yaya geldi. İlim tahsiline başladığı yıllarda Bağdad’a giderek orada yerleşti. Daha sonra oradan da ayrılarak, diyar diyar dolaşmaya başladı. Hi. 348’de Şi­raz’a yerleşti. Gezip dolaştığı yerlerde hep soru yağmuruna ve imtihana tabi tutuldu. Bereketli bir ömür geçiren Ebu Ali, ilme ve ilim ehline hizmeti ken­dine şiar edindi. Ömrü boyunca evlenmedi. Zürriyet ve nesil olarak sadece kitablar, tasnifat ve bunlara dercettiği ilmi bıraktı. Yirmibeşe baliğ olan eser­leri, kıya­mete kadar en hayırlı bir evlad mesa­besinde olacaktır.

9- Ebu Nasr es-Siczî: Hadis imamı olarak yaşadığı asırda dikkatleri çek­miştir. Haremeyn’e ve Mısır’a gitmiş, buralarda te’lifatta bulunmuştur. Bir çok talebe yetiş­tirmiştir. Ömrü boyunca evlenmeyip ilim tahsiline çalışan de­ğerli âlimlerdendir.

10- Ebu Sa’d es-Semmanurrazî: Basra’lıdır. Zahid ve âlim sıfatlarını ha­izdir. Hi. 371’de doğmuş, 445’te vefat etmiştir. Müfessirdir. Doğudan batıya birçok ülkeyi gezmiştir. Bir çok âlim ve şeyhten ders almıştır. 74. yaşında hiç evlen­meyerek öm­rünü tamamlamıştır.

ll- İbn-ül Mübarek b. Ahmed el-Bağdadî (Hi.462-538): Es-Sem’anî onun çok sağlam bir hâfız ve ravi olduğunu söyler.

12- Ebu-l Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî el-Harezmî: “Harezm Bel­de­sinin Fahri” lakabıyla da bilinir. Hi. 467 yılında doğmuş, 538’de vefat etmiş­tir. Ho­rasan’a gelmiş, buradan Bağdad’a bir çok defa geçmiş, büyük ülemalarla görüşüp onlardan ilim almıştır. Lügat, nahiv ebediyat ilmini Harezm’de tahsil etmiştir. Ken­dine bir çok övücü lakablar takılmış, sözler söylenmiştir.

Evlilikten uzak duruşundaki mazeretini, babalarına isyan eden bazı ço­cuk­ları görmesine bağlamıştır.

13- İbn-ül Hussab (Hi. 492-567): Zamanının nahivce en âlimi sayılan bu şa­hıs, ayrıca tefsir, hadis, şiir, Arab dili, mantık, felsefe, hesab ve hendese dalla­rında da hayli bilgi sahibiydi. Bütün bu dallarda çeşitli eserler vermiş ve bir çok talebe yetiş­tirmiştir.

14- Ebu-l Fettah Nasuhuddin el-Hanbelî (Hi. 501-573): Fıkha ağırlık vermiş, bu dalda bir hayli ilerlemiştir. Neticede bir çok fakihe ders verir hale gelmiştir. Usulen ve füruen, mezheben ve hilafen bu dalda çalışmıştır. Fıkıh ilmini elde ede­bilmek gayesiyle bir çok beldeyi dolaşmış, bir çok âlime yol göstermiştir. Yetmiş sene bo­yunca fetva vererek, talebe yetiştirerek zamanını geçirmiş, ev­lenmeye fırsat bula­mamıştır.

15- Cemalüddin Ebu-l Hasan Ali b. Yusuf Eş-Şeybanî (Hi. 568-646): Mı­sır’ın yüksek kısımlarında bulunan Kıtf bölgesinde doğdu. Kahire’de geli­şip büyüdükten sonra, ilim tahsilini Haleb’de yaptı. Fen ilimlerinde ihtisas sahibi oluşunun yanısıra nahiv, fıkıh, hadis, mantık, matematik, astronomi, hendese ve tarih ilimlerini de öğ­rendi. Bir çok eserleri bulunan ve nice tale­beler yetiştiren bu zat, hayatı boyu asla evlenmemiş, kendini sadece ilme vermiştir.

16- İmam-ı Nevevî (Hi. 631-676): Küçük yaşlardan itibaren parlak zeka­sıyla dik­katleri üzerine çekti. Dörtbuçuk ayda Et-Tenbih kitabını ezberledi. El-Mühezzeb’in dörtte birini, senenin kalanı zarfında ezberledi. Zamanını ders ta­limi, kitab yazımı, ilim neşri, ibadet, evrad, oruç, zikir ve maişet darlı­ğına sab­retmekle geçirmiştir.

17- İbn-i Teymiye (Hi. 661-728): Harran’da doğmuş, sonradan Şam’a yer­leş­miş­tir. Küçük yaşta kendini ilme vermişti. Bekâr yaşamıştır. İbn-i Teymiye madde­sine bakınız.

18- Eş-Şeyh Beşir el-Gazzî: Fakîh, nahivci, müfessir ve edibdir. Hi. 1274 se­ne­sinde Haleb’de doğmuştur. 1339 yılında da vefat etmiştir. Talebesi al­lame ve mu­haddis olan Muhammed Ragıb et-Tab onun hakkında şöyle de­miştir: “Al­lame, bil­gin ve kadıyy-ül kudat bir şahıstır. Bu yüzden ona Haleb tarihindeki altın nehir ismi verilmiştir.

19- Abdüssalih Ebu-l Vefa el- Efganî: Hi. 1310’da doğdu, 1395’te vefat etti. Usul-ü Fıkıh âlimi ve muhaddistir. Babasının terbiyesinde ve onun il­minden fayda­lanarak büyüdü. Henüz küçük yaşlardayken Hindistan’a ilim tahsiline gitti. 1330 yı­lında Haydarabad’a geldi. Burada Nizamiye Medrese­sine girdi ve hadis, tefsir, fıkıh ve kı­raat ilimlerinde medrese şeyhlerinden icazet aldı. Daha sonra burada müder­rislik vazifesine başladı.

20- Kerime b. Ahmed b. Muhammed b. Hatem el-Mervezî: Kadın âlime ve hadisçidir. Merv’de dünyaya geldi ve Mekke’de vefat etti. Âlime ve saliha bir ka­dındı. Bir çok âlimden ders aldı. Hayatı boyunca asla evlenmedi. Yüz seneye yakla­şan ömrü müddetince kendini ilme adayıp, dünyevi zevk pe­şinde koşma­yışı ve asla teveccüh göstermeyişi, takdire şayan bir haldir.» (Ülema-i Uzzab, Abdülfettah Ebu-l Gudda, 1983 Haleb)

417/2- Dinî şahsiyetlerden böyle mücerred yaşamış çok büyük ve meş­hur zat­lar olduğu gibi, beşer nev’inin muhtelif tabakalarından bekâr yaşamış daha pek çok kimse vardır. Meselâ: Meşhur feylesof Farabî (Mi. 870-950), meşhur seyyah Evliya Çelebi (doğumu Mi. 1611), ilim zühd şiir ve iffetli yaşayısı ile meşhur Mihrî Hatun (vefatı Mi. 1506), divan şairleri arasında meşhur, Mevlevî­lik yolunda manen terakki etmiş ve iffetçe de üstün Hatice Nakıye Hanım (Mi. 1845-1898), İstanbul’un fethin­den sonra meşhur deniz fatihi ve mücahidlerinden Oruç Reis (Barbaros’un ağa­beyi), Mısır’da meşhur mücahidlerden tefsir ve çe­şitli İslâmî eserler sahibi Prof. Seyyid Kutub (ve­fatı 1966), Osmanlı Devletinin 1909 sıralarında maarif nazırlığı ma­kamına kadar yükselen meşhur fikir ve dev­let adamı Emrullah Efendi (Mi. 1858-1914), “Müslümanlıkta İbadet Tarihi” ese­rinin müellifi ve Medreset-ül Kuzat ve İrşad, Siyer-i Enbiya ve Tarih-i İslâm müdderisi Tahir-ül Mevlevî (Olgun) (Mi. 1877-1951)

Tahir-ül Mevlevî, cemiyetin bozukluğu sebebiyle bekârlığı öven bir Man­zume­sinde şöyle der:

«Evlenen bahre düşer, evlad olursa gark olur

Sen kenar-ı bahri tut, evlenme sultanlık budur.

Tut ki kazara evlendin, sabredip artık otur

Bir beladır başında, sus söylenme insanlık budur.»

Ayrıca İmam-ı Gazalî Hazretlerinin onbir sene kadar memleketini terkedip in­zivaya çekilmesi gibi; pek çok dinî şahsiyetlerin, İlahî terbiye görmek için evlerini terkedip münzevi yaşamaları da bir nokta-i teemmüldür.

417/3- «Risale-i Nur şakirdlerinin bir kısmı bekâr kalmaklığın çok sebeblerinden bir sebebini gösteren bir hâdise:

Bugünlerde, gençlik darbesini yiyen ve bekâr kalan ve teselli bulmak için Risale-i Nur ile alâkadarlığa çalışan ve mühim bir mektebde ders almağa meş­gul ve ehemmiyetli bir adamın kerimesi bulunan hanıma, icmalen bir hakikat söyledim. Belki o havalide bazılara faidesi var diye yazıyorum.

Dedim ki: Madem gençlik darbesini yedin, bir vazife-i fıtriye olan tenasül ka­nununa daha girme. Çünki o vazifenin mukabilinde ücret olarak erkeğin al­dığı mu­vakkat lezzet ve keyf bir derece bidayette kâfi geliyor. Fakat biçare ka­dın, o vazife-i fıtriyede bir sene ağır yükü çekmeye ve bir-iki sene veledin me­şakkatine, beslenme­sine ve açık-saçıklık sebebiyle kocasının nazarında sadakatsızlık ittihamı ve kocası­nın da gözü dışarıda olmak ihtimali ve ona sa­mimi merhamet etmemesi cihetiyle, daimî sıkıntılara ve vicdanî azablara muka­bil; izdivacda aldığı muvakkat bir keyf ve lezzet, bu bozuk zamanda ona o vazi­feye mukabil yüzden birisine mukabil gelemi­yor. Ve bilhassa küfüvv-ü şer’î ta­bir edilen, birbirine seciyeten ve diyaneten liyakat bulunma­dığından daha zi­yade azab çektirir. Ve bilhassa terbiye-i İslâmiye haricinde, müslüman namı al­tında olanlar, imandan gelen hürmet ve merhamet-i mütekabileyi bulamadıkla­rından bütün bütün saadet-i hayatiyeyi mahvedi­yor... Cehennem azabı çektiri­yor.

Hem peder hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok me­şak­kat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada kemâl-i hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve sâdı­kane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve dualarıyla onların def­ter-i a’maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel masu­men ölmüş ise onlara kıyamette şefaatçı olmak ve Cennet’te onların kuca­ğında sevimli bir ço­cuk olmaktır. Şimdi ise terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden ondan belki yirmi­den belki kırktan bir çocuk, ancak peder ve vâlide­sinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir.

Mütebakisi endişelerle şefkatlerini daima rencide ederek, o hakiki ve sa­dık dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabı çektirir ve âhirette de da­vacı olur: “Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?” Şefaat yerinde, şekvacı olur.» (K.L.252)

«Kızlarım, hemşirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor.Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yer­leştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye me­dar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâ­zım gelirken; o biçare zaifeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevî mu­vakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer’an küfüvv tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer’iye nazara alın­madığından hayatı daima azab içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbad olur.» (E.L.II.49)



418- Evlenmede icbar olamaz. Çünkü icbar, mes’uliyeti kaldırır. Evlendi­rilme­leri istenen erkek veya kız, ebeveyn olmak mes’uliyetine gireceklerinden dolayı; ev­lenip evlenmemekte kendi ihtiyar ve rızaları olması şarttır. Ebeveyn ve velileri on­ları evlenmeye zorlayamazlar. Zira böyle bir zorlama, mes’uliyet kaidesini ihlal eder.

Meşhur ve mu’teber Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu bu mev­zuda geniş izahat verirken ezcümle şöyle der:

«Büluğ çağına eren bir erkek çocuğun hıyar-ı büluğu, ömrîdir. Binaena­leyh bâ­liğ veya nikaha muttali olduğu mecliste sükût edivermesiyle veya kal­kıp git­mesiyle, bu hıyar hakkı sâkıt olmaz. Sarahaten veya delâleten rızası bulunma­dıkça, ömrünün sonuna kadar devam eder. Sarahaten rıza: “Akd-i nikaha razı­yım” gibi bir söz ile olur. Delâleten rıza da: “Zevcesine dühul et­mek, zevcesini takbil etmek, zevcesinin mehr ve nafakasını vermek” gibi rı­zaya delâlet eden bir fiil ile tahakkuk eder.

Sagir ve sagire bâliğ olunca hıyar-ı büluğlarını “Nikahı feshettim” veya “Nikahı reddettim “ veya” “Vaki olan nikaha razı değilim” gibi adem-i rızaya delâlet eden bir söz ile istimal ederler. Bunlara “Şimdi bâliğ oldum” “Şimdi âdet görmeğe başla­dım” sözleri de ilave edilebilir.

Hıyar-ı büluğunu istimal eden tarafın talebi üzerine hâkim iki taraf müvacehesinde nikahı fesheder. Şayet birbirine tezviç edilmiş olan iki ço­cuktan biri daha evvel bâliğ olup hıyar-ı büluğunu istimal edecek olsa, hâkim diğerinin velisi huzurunda veya mansub vasisi müvacehesinde aralarını tefrik eder.» (H.İ. ci:2 sh:52)

Yukarıda nakledilen, evlenmede icbarda bulunmamak hakkındaki fıkhî hü­küm esasen hadislere istinad etmektedir. Ezcümle: S.B.M. ci: ll hadis: 1806,1807, 1808 ve S.M. 16. Kitab-ün Nikah 9. Bab ve İbn-i Mace 9. Kitab-ün Nikah ll. ve 12. Bablar mezkûr hükmü beyan eder.



419- Evlad ü iyal sahibi olmanın getireceği bazı mes’uliyetler ve manevi za­rarlar ile alakalı ve ikaz edici âyetlerden birkaç not:

-İnsanlar için evlad-ü iyal, mal ve servet gibi nefsin isteklerine meyil ve muhabbet, ge­çici dünya metaıdır. Halbuki asıl meyil ve gaye, âhiret olmalı­dır: (3:14,15)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin