İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ


- Halk-ı cedid hakkında âyetlerden birkaç not



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə392/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   388   389   390   391   392   393   394   395   ...   1221
1157- Halk-ı cedid hakkında âyetlerden birkaç not:

-En taaccüb edilecek şey, kâfirlerin haşirle alâkalı halk-ı cedidi istib’aden inkârla­rıdır: (13:5) (17: 49,98) (34: 7)

-Bundan başka: (14:19) (32:10) (35:16) âyetlerinde de (halk-ı cedid) tabiri geçer.

1158- qqHAMD fW& : Medih. övmek, Cenab-ı Hakk’a karşı kulların memnuni­yet ve sevinçlerini ve O’na hamd ve şükür ile medihlerini bildir­meleri, sena etme­leri. (Bak: Rızk, Şükür)

Fatihanın başında zikredilen ¬yÅV¬7 ­f²W«E²7«~ hakkında bir sual ve cevab:

“Bu cümlenin Kur’anın başlangıcı olan Fatiha süresine fatiha yani baş­langıç ya­pılması neye binaendir?

Cevab: Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, (51: 56) «–—­f­A²Q«[¬7 ެ~ «j²9¬ž²~«— Åw¬D²7~ ­a²T«V«' _«8«— ferman-ı celilince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. ¬y±V¬7 ­f²W«E²7«~ ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeğe işarettir.



1159- Hamdin en meşhur manası, sıfat-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı kâinata cami bir nüsha ve onsekiz bin âlemi havi şu büyük âlemin kitabına bir fihriste olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bı­rakmıştır. Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriata imtisal ederse, in­sanın ceherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülasa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da te­celli eder. İşte bu ci­hetle insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, |¬9Y­4¬h²Q«[¬7 «s²V«F²7~ ­a²T«V«F«4 _È[¬S²F«8 ~®i²X«6 ­a²X­6 Ha­dis-i Şerifinin beyanında: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir ayine olsun ve o ayinede cemalimi göreyim.” demiştir.” (İ.İ.17) (1247.p. mezkûr ruhî inkişafatla alâka­lıdır.)

İşte hamd böyle küllî bir hakikatı ve hakiki kemalât-ı beşeriyeyi cami’ ol­duğu gibi, hilkat-ı insaniyenin de en ehemmiyetli neticesidir. (Kemalât-ı beşeriyenin çekirdeği olan ruhun inkişaf şartları, bak: 1969,3598 p.lar)

1160- “Evet Ma’bud-u Bilhak yalnız o Kadir-i Zülcelal olduğu gibi, Mahmud-u Bil’ıtlak yine yalnız odur. İbadet ona mahsus olduğu gibi, hamd ü sena dahi ona hastır. Hiç mümkün müdür ki: Semavat ve Arz’ın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın; esbab ve tesadüfe havale etsin; hikmet-i bahiresini abesiyete kalbetsin! Haşa! Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm bir zat, bir ağacı gayet ehemmiyetle tedbir ve tasvir edip ve gayet derecede hikmetle idare ve terbiye ettiği halde; o ağacın gayesi, faidesi olan meyvelerine bakmayıp ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zayi’ olsun! Elbette bakma­mak, ehemmiyet vermemek olamaz. Ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir.... İşte şu kâinatın zişuuru ve en mükemmel meyvesi ve neticesi ve gayesi, insandır. Şu kâinatın Sani-i Hakîmi mümkün müdür ki, şu zişuur meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bahiresini hiçe indir­sin veyahut kudret-i mutlakasını acze kalbettirsin veya­hut ilmi-i muhitini cehle çe­virsin. Yüzbin defa haşa!

Hiç mümkün müdür ki: Şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı olan zişuur ve zişuurun serfirazı olan nev’-i insanın mazhar olduğu ni’metlere mukabil izhar ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sani’inden başkasına gitsin. Ve o Sani-i Zülcelal, o gayet -ül gaye olan şükür ve iba­deti başkalara gitmesine müsaade etsin.

Hem hiç mümkün müdür ki: Hadsiz enva’-ı ni’metiyle kendini zişuurlara sev­dirsin ve hadsiz mu’cizat-ı san’atıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra on­ların şükür ve ibadetlerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnetdarlıklarını esbaba ve tabiata terkedip ehemmiyet vermesin; hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin; saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin! Yüzbin def’a haşa ve kella!

1161- Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halkedemiyen ve bütün mey­veleri icad edemeyen ve yer yüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misal-i musaggarı olan bir elmayı halkedip ve o elmayı ni’met olarak birisine ye­dirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bil’ıtlak’a hamd noktasında iştirak etsin! Haşa! Çünki bir elmayı halkeden kim ise, bü­tün dünyaya gelen elmaları icad eden yine o olabilir. Çünki sikke birdir. Hem elmalarıı icad eden kim ise, bütün dünyada medar-ı rızk olan hububat ve semeratı halkeden yine odur. Demek en küçük cüz’î bir ziha­yata, en cüz’î bir ni’meti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlikıdır ve Rezzak-ı Zülcelal’dir. Öyle ise şükür ve hamd, doğrudan doğruya ona aittir.” (M.237)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   388   389   390   391   392   393   394   395   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin