Birkaç atıf notu:
- İbadetle iman takviye edilmezse, te’siri zayıf kalır, bak: 1448.p.başı
-Bir et parçası olan kalbde iman kâmil olursa, insanda salih olur, bak: 1939.p.
-İnsanı kötülüklerden men etmek için, günahların bu dünyadaki elemlerini göstermek gerek, bak: 3103.p.
İmam-ı A’zam Hazretleri Fıkh-ı Ekber ismindeki meşhur eserinin sonunda şu izahatı verir: “Tevhid ilminin ince mes’elelerinden herhangi bir şey( in halli) insana müşkil görünürse (onda tereddüd ve şüphe uyandırırsa), bir âlim bulup da derhal onu soruncaya kadar Allahü Teala indinde doğru olanı ne ise derhal ona itikad etmesi (ona inandım demesi) kendisine borç olur. Aramayı geciktirmesi ona caiz olmaz.”
İşte asrımızda imanî mes’eleler hakkında intişar eden felsefi şüphelere karşı tahkikî imana hizmet etmeyi esas olan Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinin muhtelif yerlerinde, iman hizmetinin herşeyin üstünde olduğunu beyan ederken şöyle der:
1643- “Hakaik-ı imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak; ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken; şimdiki hal-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalaletine ceza olarak gelen gadab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarları ve asabları tehyic edip batın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-ı imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fani arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ülemalar, belki de veliler; o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-ı imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tabi olarak hemfikri olan münafıkları sever. Kendine muhalif olan ehl-i hakikatı, belki ehl-i velayeti tenkid ve adavet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar.”(K.L. l17)
1644- “Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes’ele olan iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatları olduğundan bu hakaik-i imaniye-i Kur’aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tabi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’an’ın hakikatları, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsi ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, (Bak: 2906.p.) gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.” (K.L. 145)
“O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki: Risale-i Nur’a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi te’min eder. Velayet ise, mü’minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.” (K.L. 83)
1645- Bir hadis-i şerifte:
“ ²a«"«h«3«— j²WÅL7~¬y²[«V«2 ²a«Q«V«0 _ÅW¬8 «t«7 °h²[«' ®Ÿ%«‡ «t²<«f«< |«V«2 yÁV7~ «>¬f²Z«< ²–«¬
Yani: “Allahü Teala’nın bir kimseyi senin vasıtanla hidayete nail buyurması şüphe yok ki senin için üzerine güneşin doğup battığı şeylerden daha hayırlıdır.” buyurulmuştur.” (166)
Dostları ilə paylaş: |