Türk Ulusal Kimliği ve Kızılbaşlık
16. yüzyılda başlayıp 20. yüzyılda olgunlaşan modern devlet örgütlenmesi, toplumsal dayanağını "ulus" kimlikli topluluklar üzerine kurmuştur. Başka bir deyişle modern devlet, ulusal devlettir. Ulusal devletin gücü uluslaşmayla yakından ilgilidir. Uluslaşmanın tamamlandığı toplumlarda devlet yapılanması sağlamdır. Bu açıdan bakıldığında "Türkiye Halkı" Türk ulusu olma hedefini olması gereken düzeyde gerçekleştirememiştir. Bu konudaki en büyük engeller etnik ve dinsel/mezhepsel farklılıklardır. Etnik anlamda Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu Türkmendir. Oransal olarak % 70-80 civarında nüfus Türk kökenlidir. Türk kökenli nüfusun içindeki tek farklılık mezhepsel farklılıktır. Sünni ve Alevi Türklerin mezhepsel kimliklerini etnik ve ulusal kimliklerinden daha önemli saymaları uluslaşma sürecimizin en önemli sorunlarındandır. Gerek Sünni Türklerde, gerekse Alevi Türklerde ulusal bilinç zayıftır. Sünni Türkler kendilerini daha ziyade "Müslüman" olarak nitelendirmekte, Alevi Türkler de "Alevi" olarak adlandırmaktadır. Oysal ulus-devlet örgütlenmesinin egemen olduğu bir toplumda ulusal kimlik ön planda olmalıdır.
Son dönemde özellikle Alevilerin çeşitli dernek, vakıf ve cemevi gibi kuruluşlar yoluyla hızlı bir örgütlenme gerçekleştirdikleri görülmektedir. Bu örgütlenmenin mezhepsel/inançsal temelde olması, uluslaşma süreci bağlamında bilimsel ve etraflı bir yorumu gerektirmektedir. Görünen o ki pek çok Alevi örgüt, seslendiği kitleye güçlü bir Alevi bilinci aşılamaya çalışmakta ve bu yolla Türk ulusal kimliğinden ayrı ve ona alternatif bir kültürel, dinsel/mezhepsel ve ideolojik kimlik inşa ederek uluslaşma sürecine zarar vermektedir.
Bu durum Sünniler arasında örgütlenen dinci cemaat ve tarikatlar açısından da farklı değildir. Dinci hareketler de Türk ulusal kimliği yerine "ümmet" kimliği oluşturmaya çalışmaktadır. Amaç, Türk insanının kendini Türk ulusunun bir bireyi olarak hissetmesini önleyip, onu yapay ve sahte bir İslam ümmetine yamamaktır.
Sünni Türkler arasındaki dinsel enternasyonalizmin yerini Alevi Türklerde mezhepsel enternasyonalizm almaktadır. Türk ulusçuluğu, her iki çağdışı akımın çağcıl alternatifidir. Bu iki akımın bertaraf edilebilmesi için uluslaşma sürecine hız verilmesi gerekmektedir. Türk ulusçuları, uluslaşma sürecini hızlandırma rolünü oynamak zorundadır.
Bu noktada anlatılması ve düzeltilmesi gereken husus şudur: Uluslaşma ve ulusçuluk dinsel ve mezhepsel kimlikleri ortadan kaldırıp toplumu bu anlamda homojenleştirme iddiasında değildir. Tam tersine dinsel ve mezhepsel farklılıkların enternasyonalist akımlara alet edilmesini önlemektir. Çünkü enternasyonalizmin olduğu yerde ulustan söz etmek güçtür. Oysa ulus ve ulusçuluk çağdaşlığın sonucu ve gereğidir. Dinsel ve mezhepsel kimliklerin ulusal kimliğin önüne geçmesi toplumsal çözülmeye hizmettir. Ulusal birlik güçlü bir ulusal bilinçle gerçekleşir. Dinsel ve mezhepsel kimliklerin yerine ulusal bilincin toplumca kabulü laikleşmenin gereğidir. Laiklik ve ulusallık birbirinin tamamlayıcısı olan iki koşut özelliktir. Biri olmadan diğerinin olması olanak dışıdır.
Alevi kitle içerisinde etnik kimlik sorgulamalarının, tersi yöndeki tüm çabalara karşın gün geçtikçe güç kazandığını gözlemlemekteyiz. Bu sorgulamaların Türk ulusal kimliği ve Türk ulusçuluğu lehine gelişeceği muhakkaktır. Artık Aleviler bir yol ayrımına doğru hızla ilerlemektedirler. Nihai tercihin ulusal kimlikten yana olacağı yönünde güçlü çabalara tanık olmaktayız. Önde gelen kimi Alevi araştırmacı yazarlar Alevilerin ve özellikle Kızılbaşların Türklük kimliğine eskisinden daha çok vurgu yapmaktalar. Özellikle İslamlık öncesi Türk inançlarındaki pek çok öğenin Kızılbaşlarca hala yaşatılmakta olduğu gerçeğinden hareket ederek Kızılbaş kitleye Türklük bilinci aşılamaya çalışmaktalar. Bu noktada Alevi kitle içerisinde tartışmalara neden olan bir çalışmadan söz etmek durumundayız. Araştırmacı yazar Cemal ŞENER'in "Aleviler Kürt mü, Türk mü?" adlı çalışması artık bir yol ayrımına gelinmekte olduğunun göstergesidir.
Alevi örgütler içinde önemli bir yere sahip olan Cem Vakfı'nın ve Prof. Dr. İzzettin DOĞAN'ın, Aleviliği, "İslam'ın Türkçe yorumu" biçiminde izahları bizim iddiamızı destekleyen unsurlardan biridir. Aynı şekilde yeri gelmişken Dr. Reha ÇAMUROĞLU, İsmail ONARLI gibi Alevi kitlede yüksek etkinlik ve saygınlığa sahip değerli bilim ve kalem insanlarının çabalarını da söz konusu etmenin gerekli olduğu kanısındayım. Aslında Alevilik ve Türklük arasındaki bağ konusunda geçmişte pek çok çalışma yapıldığı (Bazı çalışmaların Alevileri Sünnileştirerek asimile etme amacına yönelik olduğu gerçeği malumdur. Sünniliği veya İslamı Türklüğün koşullarından biri olarak görme sakatlığı, görkemli Kızılbaş kültürünü ne acı ki zaman zaman olumsuz anlamda etkilemiştir. Eğer bir kıyas söz konusu olacaksa, Kızılbaşlık Sünniliğe oranla çok daha Türktür, Türk kültürüne daha yakındır. Hal böyleyken Kızılbaşları sünnileştirme ve asimile etme çabaları, aslında Türklük karşıtı bir çaba olarak değerlendirilmelidir.) konuya ilgi gösterenlerce bilinmektedir. Fakat son dönemdeki tartışmaların daha fazla önem arz ettiği, daha dikkat çekici, etkili ve belirleyici olduğu aşikardır.
Kızılbaşlık ile Türk ulusal kimliği arasındaki bağa yapılan vurgu ve aksi yöndeki çabaların kazandığı ivme Kızılbaş kitlenin kökten bir karar aşamasına geldiği ve bunun bir yol ayrımı tanımlamasını hak ettiği gerçeği artık hiç kimse tarafından yadsınamaz. Umudumuz öz be öz Türk-Türkmen olan Kızılbaşların Türklüğün safında yer almalarıdır. Çünkü, doğru olan, hak olan ve adil olan budur. Bir gün bütün Kızılbaşların Türklüğe semah dönmeleri dileğiyle sözlerimizi Kızılbaşça tamamlayalım: Gerçeğin demine hu...
* Aleviliğin mezhep mi, tarikat mı olduğu biçimindeki tartışmalar pek ciddi değildir. Aleviliği ayrı bir din şeklinde açıklamak isteyenler de vardır ki bunlar son derece uç kişiliklerdir. Bilimsel ciddiyetten uzak ve öznel izahları bir tarafa bırakarak Aleviliği, İslamlık ile Gök Dini'nin bir bireşimi ve İslamsal öğelerin varlığını da dikkate alıp bir İslam mezhebi olarak kabul etmek gerekir. Fakat buradaki mezhep tanımlamasının, geleneksel İslam literatüründeki mezhep tanımlamasıyla birebir örtüşmediğini de belirtmek durumundayız.
Dostları ilə paylaş: |